İstanbulun Fethi Şiirleri - İstanbul'un Fethi ile ilgili Şiir İstanbul'un Fethi Aştık geçilmez dağlar üstünden Öyle vakur, öyle heybetli Vardık ot bitmeyen vadilere Ayağımız değdi yeşerdi! Gönlümüzde büyüklüğü Asya’nın Yıktı köhneliğini orta zamanın Zamanın karanlığı ortasında Şimşek örneği parlayan kılıcımız Nur yağdırdı aydınlık yeni günlere Eskilik, karanlık düşüverince yere, Dağlar, denizler misali, Yol verdi gemilere! Sustu kulakları tırmalayan çan; Burca bayrak dikince Ulubatlı Hasan! İbrahim MİNNETOĞLU Fetih Marşı Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek; Dağlardan çektiler, kalyonlar çekilecek... Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek... Yürü: "Hala, ne diye oyunda oynaştasın? Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Sende geçebilirsin yardan, anadan, serden... Senin de destanını okuyalım ezberden... Haberin yok gibidir taşıdığın değerden... Elde sensin, dilde sen... Gönüldesin, baştasın: Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Yüzüne çarpmak gerek, zamanenin fendini, Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini? Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın; Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Bu kitaplar Fatih’tir, selim’dir, Süleyman’dır; Şu mihrap sinanüddin, şu minare Sinan’dır; Haydi, artık, uyuyan destanını uyandır! Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın? Kızım, sende Fatihler doğuracak yaştasın; Delikanlım, işaret aldığın gün atandan Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan; Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan... Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın... Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin! Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın! Yürü, arslanım, fetih hazırlığı başlasın... Yürü, hala ne diye, kendinle savaştasın? Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Arif Nihat ASYA BİZANS GÖRÜNDÜ KARŞIDAN Geldik surların önüne, İçimizde garip bir sevinç Tamamlamışız vuslatın tadını Böyle hiç. Yeditepe kardeş kardeş gülümser, Boğaz’ın mavi rüzgârları, Bir esinti sarhoşluğu içinde İstanbul sizin der. Elbet bizim olacak İstanbul, İnanmışız, Denizlerden, dağlardan, ovalardan gelen Bu nurlu bahar içinde yıkanmışız. Temiz ellerimizde açacak, İstanbul çiçek çiçek. Şimdi surlar önünde dalgalanan bayrak, Yarın Bizans göklerine yükselecek. Arif Hikmet PAR Fetih Zamanı Havanın mavisinde, denizin yeşilinde Bir türkü, Ortaasya’dan beri duymuşuz. Anamızın sütünden bayraklara kadar Yüce fetihle büyümüşüz. Yakmış gecemizi yıldızlar Burçlardan yana uyanmışız. Bir yazı gibi tepeler alnında Yazılmışız, silinmişiz. Nur ile kuvvet ile aşk ile Kaderin büyüsünü bozmuşuz. Görmüşüz suretini güzelliğin Koca feleklere görünmüşüz. Cihanın yarısı gök; Önünde şehit şehit durmuşuz, Cihanın yarısı İstanbul Almışız. Fazıl Hüsnü DAĞLARCA Canım İstanbul Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüzgar onda, onda misale. İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım... İstanbul, İstanbul... Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?.. Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet... O manayı bul da bul! İlle Istanbul'da bul! İstanbul, İstanbul... Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir "Katibim" i... Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul... Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... Gecesi sünbül kokan Türkçesi bülbül kokan, İstanbul, İstanbul... Necip Fazıl KISAKÜREK İstanbul Destanı ...var ki İSTANBUL /...yok ki İSTANBUL Sana bilmem hangi yönden bakayım Gece başka gündüz başka güzelsin Kâinatta eşsiz tek ve özelsin Çağlar değiştirdi sevdan İSTANBUL Efendimiz malum ezelden tanır Binlercesi şehrin can kıskanır Sinende yaşayan cennettir sanır Cihanda emsalin yok ki İSTANBUL Kalbini son defa fethedenlere Elveda deyip de gitmeyenlere İmkân bulamayıp gelmeyenlere Engin hoşgörünle kızma İSTANBUL Kâbe-i ziyaretgâhların vardır Şühedadan namazgâhların yardır Âlem-i insanlar çok arzu-dardır Sevenin koynunda sar ki İSTANBUL Köklü medeniyetlerin evisin Tarihler boyunca ananevisin Mukaddesatını yâd el de bilsin Sırr-ı nikabını aç ki İSTANBUL Her dinin mensubu ibadet eder Havra Kilise ve Cami’ye gider O insanlar gönül diliyle ne der Sessiz niyetleri duy ki İSTANBUL Tüm insanlar âlâ şeyler yazmışlar Anlatacak bir söz bırakmamışlar Nesillere misal hep taşımışlar Ölçülmez değerin var ki İSTANBUL Arz ile deniz ve mehtap bakıyor Gerçek yıldızlardan taçlar takıyor Her gönülde sevdan ataş yakıyor Türlü dillerdesin bil ki İSTANBUL Elbet ben de bir gün gelir geçerim İlahi yasaya ben de naçarım Yardan ya da senden vaz mı geçerim? Bir eser de benden al ki İSTANBUL Çınlar Cami’lerden ezan(ı)salası Yıkar nefisleri def-i belası Zeki'midir sanki tek müptelası Eyyüb Sultan başta say ki İSTANBUL Zeki İ.KIZILIŞIK