Tevekkül nedir, Tevekkül ne demek

Ömer
Yönetici
Tevekkül nedir, Tevekkül ne demek, Tevekkül anlamı

Tevekkül dinimizde Müslümanların, bütün işlerinde Allahü tealayı vekil etmeleri; bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra Allahü tealaya güvenmeleri; bütün işlerini Allahü tealaya ısmarlamaları; kalben O'na itimat etmeleri. Lügatta “vekil etme” manasına gelir.

Tevekkül, kalbin yapacağı bir iştir ve imandan meydana gelir. Öğrenilmesi güç, yapması ise daha güçtür. Çünkü dinimizin bildirdiği tevekkülün hem akla, hem dine, hem de tevhide uyacak şekilde anlaşılması lazımdır. Bu ise, akla ait bilgilerle din bilgilerinin ve engin bir derya olan tevhid bilgilerinin doğru öğrenilmesi, tam anlaşılması ve günlük hayatta doğru olarak tatbik edilmesiyle mümkün olabilir. Bir kimse, hareketlerde, işlerde Allahü tealadan başkasının tesirini düşünürse tevhidi noksan olur. Eğer hiçbir sebep lazım değildir derse dinden ayrılmış olur. Sebepleri araya koymaya ihtiyaç yok derse akla uymamış olur. Böyle düşünenlerin sandıkları gibi tevekkül, her işi oluruna bırakıp, ihtiyarıyla bir şeyi yapmamak, para kazanmak için uğraşmamak, tasarruf yapmamak, yılandan, arslandan, düşmandan sakınmamak, hasta olunca ilaç içmemek, dinini öğrenmek için çalışmamak demek değildir. Tevekkülün esası; gerekli sebeplere baş vurduktan sonra insanlardan bir şey beklememek, sebeplere güvenmemek, herşeyi yalnız Allahü tealadan beklemektir.

Allahü teala kimseye muhtaç olmamak için çalışmayı, hasta olmamak için önceden tedbir almayı, çocuk sahibi olmak için evlenmeyi, hasta olunca ilaç kullanmayı, görebilmek için ışığı sebep kılmıştır. Sebebi, istenilen şeye kavuşmak için, bir kapı gibi yaratmıştır. Bir şeyin hasıl olmasına sebep olan şeyi yapmayıp da sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeye benzer ki bu akla ve dine uygun olmaz. Allahü teala insanların ihtiyaçlarına kavuşmak için bu sebeplere yapışma kapısını yaratmış ve açık bırakmıştır. Onu kapamak uygun olmayıp, insanın vazifesi kapıya gidip beklemektir. Sonrasını O bilir.

Bütün bunlardan açıkça anlaşılıyor ki, dinimiz çalışmayıp, boş oturup, tevekkül ediyorum demeyi yasaklamaktadır. İnsan çalışıp çalışmamakta, ilaç kullanıp kullanmamakta, iyilik edip etmemekte, dinini öğrenip öğrenmemekte serbesttir. Yapılan işin akla, dine uygun olması Allahü tealanın emridir. Bir iş için yapılması icab eden şartlara başvurduktan sonra başa gelene rıza gösterme tevekkülün esasıdır. Çalışıp, gayret gösterip lüzumlu bütün şartlara başvurduktan sonra zengin olmamışsa haline şükretmek ve bunun kendisi için hayırlı olduğunu kabul edebilmektir. Hasta olanın bütün tıbbi yollara başvurduktan sonra iyi olmayı veya hasta kalmayı Allahü tealadan bilmesidir. Ticaretle uğraşanın gerekli olan bütün tedbirleri aldıktan sonra büyük karlara kavuşmasının veya iflas etmesinin Allahü tealadan olduğuna inanmasıdır. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki:

“Bir kimse geceyi, yarın yapacağı işleri düşünmekle geçirir. Halbuki o iş, bu kimsenin felaketine sebep olacaktır. Allahü teala, bu kuluna acıyıp, o işi yaptırmaz. O ise, iş olmadığı için, üzülür. Bu işim neden olmuyor? Kim yaptırmıyor? Bana kim düşmanlık ediyor, diyerek arkadaşlarına kötü gözle bakmaya başlar. Halbuki Allahü teala, ona merhamet ederek felaketten korumuştur.” Bunun için, hazret-i Ömer “Yarın fakir, muhtaç kalırsam hiç üzülmem. Zengin olmayı da hiç düşünmem, çünkü hangisinin benim için hayırlı olacağını bilmem.” buyurdu.

İnsanı zarardan koruyan sebepler arasında da, tesiri kat'i olan veya tesir ihtimali çok olan sebepleri bırakmak, tevekkülün şartı değildir. Hırsız girmesin, diye evin kapısını kapamak, kilitlemek, tevekkülü bozmaz. Tehlikeli yerde silah taşımak, düşmandan sakınmak da, tevekküle zararlı değildir. Üşümemek için fazla giyinmek de, tevekkülü bozmaz. Tevekkül etmek için, tesiri kat'i olan ve herkesçe bilinen sebepleri bırakmak lazım değildir. Bir gün, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin yanına bir köylü geldi. “Deveni ne yaptın!” buyurdu. Köylü; “Allah'a tevekkül edip, kendi haline bıraktım!” deyince, “Bağla ve sonra tevekkül et!” buyurdular.

Allahü teala herkese, tevekkülü emreylemiştir ve “Tevekkül imanın şartıdır.” buyurmuştur. Sure-i Maidede mealen; “Eğer imanınız varsa, Allahü tealaya tevekkül ediniz!”; Sure-i İmranda mealen; “Allahü teala, tevekkül edenleri elbette sever.”; Sure-i Talakta mealen; “Bir kimse, Allahü tealaya tevekkül ederse, Allahü teala, ona kafidir.”; Sure-i Zümerde mealen; “Allahü teala, kuluna kafi değil midir?” gibi daha nice ayet-i kerime vardır.

Sure-i Hud'da mealen; “Yeryüzündeki her canlının rızkını, Allahü teala, elbette gönderir.” buyrulur.

Cenab-ı Hak buyurdu ki: “Kullarımın rızkını, doğrudan doğruya göndermeyip, kullarımın eliyle onlara göndermeği severim.” İbrahim aleyhisselam mancınığa konulup, ateşe atılırken; (Hasbiyallah ve ni'melvekil.” yani; “Bana Allahım yetişir. O iyi vekil, yardımcıdır.” dedi. Ateşe düşerken, Cebrail aleyhisselam gelip; “Bir dileğin var mı?” dedikte, “Var, ama sana değil!” dedi. Böylece “Hasbiyallah” sözünün eri olduğunu gösterdi. Bunun için Vennecmi suresinde mealen; “Sözünün eri olan İbrahim!” diye medh buyruldu.

Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Ümmetimden bir kısmını bana gösterdiler. Dağları, sahraları doldurmuşlardı. Böyle çok olduklarına şaştım ve sevindim. Sevindin mi, dediler, evet dedim. Bunlardan ancak yetmiş bin adedi hesapsız Cennet'e girer dediler. Bunlar hangileridir diye sordum. İşlerine sihir, büyü, dağlamak, fal karıştırmayıp, Allahü tealadan başkasına, tevekkül ve itimad etmeyenlerdir buyuruldu.” Dinleyenler arasında Ukaşe radıyallahü anh, ayağa kalkıp; “Ya Resulallah! Dua buyur da, onlardan olayım.” deyince; “Ya Rabbi! Bunu onlardan eyle!” buyurdu. Biri kalkıp, aynı duayı isteyince; “Ukaşe senden çabuk davrandı!” buyurdu.

Diğer hadis-i şeriflerde:

Allahü tealaya tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, size de gönderirdi. Kuşlar, sabah mideleri boş, aç gider. Akşam mideleri dolmuş, doymuş olarak döner.

Bir kimse, Allahü tealaya sığınırsa, Allahü teala, onun her işine yetişir. Hiç ummadığı yerden, ona rızık verir. Her kim, dünyaya güvenirse, onu dünyada bırakır.

Allah'tan başka hiçbir şeye ümit bağlama! Allaha tevekkül eyle. Bir arzun varsa, Allahü teala hazretlerinden iste! Allahü tealanın adet-i ilahiyesi şöyle cari olmuştur ki, her şeyi bir sebep altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allahü tealanın yaratmasını beklemek lazımdır. Tevekkül de bundan ibarettir. buyrulmaktadır.

İslamiyetin emrettiği tevekkülü iyi anlamayan bazı kimseler, Hıristiyan, Yahudi ve dinsizlerden İslamiyete düşmanlık yapanlar, tevekkülün tembelliğe, geriliğe, ahlaksızlığa ve çeşitli fenalıklara sebep olduğunu ileri sürmektedirler.

Bundan kurtulmak için ise, insanın yalnız kendine güvenmesini, itimad-ı nefsi tavsiye etmektedirler. Halbuki yalnız başına itimad-ı nefs, dinimizde bildirilen tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir. Ayrıca egoistliğe, kendini beğenmeye yol açar. Bu şekildeki itimad-ı nefs, mantık ilmine de uygun değildir. Çünkü güvenilecek birşey bulamamak demektir. Bir güvenen, bir de güvenilen olmak üzere ayrı ayrı iki şey düşünülmedikçe “güvenmek” sözünün manası kalmaz. Çünkü mantık ilminde “devr-i batıl”, yani bozuk devir anlatılırken “Bir şeyin kendine muhtaç olması lazım gelir.” denilmektedir. itimad-ı nefsin bu çıplak manasıyla akıl ve mantık karşısında manasızlıktan başka bir değeri olmadığı gibi, insanda bulunmayan büyük bir kuvveti elde etmeye de yaramaz. Çünkü herkesin nefsi vardır ve herkesin nefsine itimadı insanların birbirinden farklı, üstün olmasına sebep olmaz.

Tevekkülde başkasının yardımına güvenmeyip, yalnız Allah'a sığınarak çalışmak inancı bulunduğundan, nefse itimattan beklenilen kuvvetten katkat fazla kuvvet hasıl olmaktadır. İslamiyetin aleyhinde bulunanların tevekkülü kötülemeleri, bunu anlayamadıkları için olmaktadır. Çünkü tevekkül eden kimse, Allah'a güvenip de kendisi boş oturacak değildir. itimad-ı nefs sahibi de, kendine güvenerek boş oturmayacağı gibi, ikisi de çalışacak başkasına güvenmeyecektir. Şu kadar var ki, kendine güvenen adam, kimsesizdir. Tevekkül eden bir Müslümanın, kendi çalışmasından başka, Allah'ı vardır. Allahü tealadan kuvvet almaktadır. Tevvekkül eden kimse hem bütün kuvvetiyle çalışmaktadır, hem de kazancını kendinden bilmek gibi bir hodbinliğe, egoistliğe düşmemektedir. Tevekkül itimad-ı nefsten beklenileni daha edepli, daha kıymetli olarak temin etmektedir.

Tevekkül, Müslümanlarda bir zaaf değil, bir kuvvettir. Müslümanlar, dinleri emrettiği için tevekkül etmektedirler. “Allah yolunda, yani doğru yolda mücadele ediniz!” ve “Yükü en büyük olan insan, mümindir ki, hem dünyasını, hem de ahiretini düşünmekte ve ikisi için de çalışmaktadır.” ayet-i kerimeleriyle “Allahü teala aczi, gevşekliği mazur görmez. Aklını ve zekanı kullanmalısın! İşin ehemmiyeti seni mağlup edecek gibi olsa bile, Allah'ın yardımı bana yeter diyerek çalışmaya devam etmelisin!” hadis-i şerifi, hem tevekkül etmek, hem de çalışmak lazım olduğunu açıkça bildirmektedir. İslamiyetin bu emirleri, İslam alimleri tarafından her yüzyılda ve her memlekette söylenmiş ve kitaplara yazılmıştır.

Şu halde tevekkül, iş yapmayıp tembel olmak için değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül olunur. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için tevekkül olunur. “Bir işe başladığın zaman, Allahü tealaya tevekkül et, ona güven.” ayet-i kerimesi, tevekkülle beraber, yalnız çalışmak değil, çalışmanın üstünde olan azmin de lazım olduğunu gösteriyor. Demek ki, her Müslüman çalışacak, azmedecek sonra da güvenecektir.

Tevekkülü bırakanların; işlerini başarmak, menfaat ve arzularına kavuşmak için çok defa diğer insanlar karşısında yalancılık, yaltakçılık, tabasbus ve tezellüle düştükleri de görülmektedir. Tevekkül, Müslümanları bu gibi bayağılıklardan ve fena durumlardan korumaktadır.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
7B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
1B
Üst