Ömer
Yönetici
Kibir nasıl yenilir? Kibri yenmek
Manevı Hastalıklarımızdan Gurur ve Kibir
Yapı olarak ruh ve cesedden müteşekkil insan, bir yanına önem verdiği ölçüde diğer yanını ihmal etmiş, bazen herşeyi cismaniyetine bağlayarak hayatını yeme-içme yatak ve ıtrahat üçgeninde geçirmiş, bazen de bedenini ihmal ederek ruhçu anlayışlara takılıp kalmıştır. Bu konuda tam dengeyi ise din, yani İslamiyet getirmiştir. Onun ruhunu kanatlandırırken, bedenini de tatmin etmiştir.
Yüz binlerce çeşit hastalığa maruz kalan insanoğlu bunların tedavisi için nice hastaneler kurmuş, nice ilim dalları geliştirmiş ve bir çok yatırımlar yapmıştır. Hatta hastalık söz konusu olunca diğer bütün önemli meseleleri unutacak kadar bu mevzuda hassasiyet geliştirmiştir. Ama ihmal edilen bir husus vardır ki, o da manevi hastalıklarıdırhatta birçok insan bunların ciddi bir ruh hastalığı olduğunu kabul etmezler. Bu hastalıkların başında da insanın imana girmesine engel gurur ve kibir gelmektedir.
Kök itibariyle Arapça’da aldanma, yanılma manâlarına gelen gurur; büyüklük, ululuk, üstünlük, büyük günah manâlarına gelen kibir mümin bir kulda olmaması gereken iki kötü sıfattır ve bir hâlet-i ruhiyenin iki farklı yüzünü ifade ederler. Kendi konumunu bilmeme veya konumunun üstünde görünmeye çalışma gurur, kendini diğer insanlardan farklı ve üstün görme de kibirdir.
Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde Allah Tealâ yeryüzünde gururlanıp kibirlenenlerin hidayete gelemeyeceğini ifade etmiş, böbürlenerek yürüyenleri sevmediğini bildirmiştir. Bir hadis-i kudsîde de büyüklük ve ululuğun kendisine ait olduğunu buyurarak, bunlara sahip çıkanın iflah olmayacağını söylemiştir. Yeryüzünde nice kibirli ve gururlu insanların yerle bir edildiği Kur’an-ı Kerim’de tafsilatıyla anlatılmıştır. Sadece Firavun’un başına gelenler bu konuda delil olarak yeter.
İman eden insanlarda Allah’a kafa tutma manasında kibir ve gurur olmayacağı açıktır. Ama bu tür hastalıklar kendini ilaçlara karşı yenileyen mikroplar gibi ruhta mevcudiyetini devam ettirirler. İman etse de kendisinin farklı birisi olduğuna inanır. Bazen zenginlik, güzellik, zeka, makam, mansıp, rütbe, soy-sop, ilim, kabiliyet, hitabet, yaş vs.. İnsanı gurur ve kibire sevkedebilir.. Kişi bunları üstünlük vesilesi sayarak başkalarını hor ve hakir görebilir. Ehl-i dünyanın arasında çok önemli yeri olan bu üstünlük kuruntularını Kur’an bir çırpıda silip atmış ve üstünlüğün ancak takva ile, Allah’ın emirlerini yerine getirmede gösterilen hassasiyet ile olacağını bildirerek gerçek değer ölçüsünü ortaya koymuştur.
Gurur ve kibiri yok etmenin en etkili yolu hiçliğimizin farkına varmaktır. Bediüzzamanın da dediği gibi insana bahşedilen bütün her şey ariyettir. (Ariyet, Fıkıh’ta birisine onun kullanması için verilen emanet demektir. Ariyeti alan, sahibinin razı olmadığı bir biçimde ariyeti kullanamaz. Dolayısıyla kişi kendi bedenine dahi zarar veremez. Çünkü asıl sahibi kendisi değildir.) Bizim olmayan şeylerle de çalım satmaya hakkımız yoktur.
İnsan her zaman gurur ve kibir esintilerine karşı duyarlı olmalı ve devamlı murakabe, muhasebe ile nefsini ezmesini bilmelidir. Bunun en kestirme yolu da, mazhar olunan bütün iyiliklerin Allah’tan geldiğini kabul, tasdik, itiraf ve ilan etmektir. Yoksa gurur, kibir ve kendini beğenme gibi hastalıklar bünyeye yerleşir ve bir daha da onları yerleştikleri yerden söküp atmak mümkün olmaz.
Konuyla alakalı en çarpıcı misali Kehf suresi’nden takip edelim: “Onlara şu iki kişinin halini misal getir. Onlardan birine iki üzüm bağı lütfettik, bağların etrafını hurma ağaçlarıyla donattık ve bahçelerin arasında da ekin bitirdik. Her iki bağ da meyvesini verdi, hiçbir şeyi eksik bırakmadı. O iki bağın arasında da bir ırmak akıttık. O şahsın başka serveti de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona “benim, dedi, malım ve servetim senden çok olduğu gibi, maiyyet, çoluk çocuk bakımından da senden daha ilerdeyim.” Bu adam gururu yüzünden kendi öz canına zulmeder bir vaziyette bağına girdi ve “zannetmem ki bu bağ bozulup yok olsun, kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Bununla beraber şayet Rabbimin huzuruna götürülecek olursam o zaman elbet bundan daha iyi bir akibet bulurum. Konuşma esnasında arkadaşı bu şahsa “Ne o dedi, yoksa sen, senin aslını topraktan, sonra da bir damla meniden yaratan, sonra seni böyle tam mükemmel bir insan olarak yaratan Rabbini mi inkar ediyorsun.? Fakat Allah benim Rabbimdir ve ona hiçbir şeyi ortak koşmam. Benim servetimin ve çoluk çocuğumun sayısının seninkinden daha az olduğunu düşündüğüne göre, bağına girdiğinde “Maşaallah, Allah ne güzel demiş ve yapmış, ondan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur, demeli değilmiydin? Olur ki Rabbim senin bahçenden daha iyisini bana verir ve senin bahçene gökten bir afet indirir de bağın kupkuru toprak kesilir, yahut bağının suyu çekilir de ondan artık büsbütün ümidini kesersin. Çok geçmeden serveti kül oldu. Sahibi bu hali görünce bağın çökmüş çardakları karşısında yaptığı masraflarına, harcadığı emeklerine acıyıp avuçlarını oğuştura kaldı. “ah diyordu, n’olaydım, Rabbime ibadette hiçbir şeyi ortak yapmamış olsaydım.” Hasılı o, Allah’tan başka kendisine sahip çıkacak bir topluluk da bulamadı, kendi kendini de kurtaramadı. ( Kehf / 32-43)
Yakın bir arkadaşım bir banka şubesinde sıraya girmediği için banka memuresi tarafından azarlanan bir emekli generalin, “benim emrimle binlerce kişi hazırola geçerdi, ya şimdi…” diyerek hüngür hüngür ağladığını anlatmıştı. Evet dünya ve içindeki her şey geçicidir, onlarla gurur ve kibre girmek de insanı aldatan bir eğlencedir. GÜLTEKIN BIBAR
Manevı Hastalıklarımızdan Gurur ve Kibir
Yapı olarak ruh ve cesedden müteşekkil insan, bir yanına önem verdiği ölçüde diğer yanını ihmal etmiş, bazen herşeyi cismaniyetine bağlayarak hayatını yeme-içme yatak ve ıtrahat üçgeninde geçirmiş, bazen de bedenini ihmal ederek ruhçu anlayışlara takılıp kalmıştır. Bu konuda tam dengeyi ise din, yani İslamiyet getirmiştir. Onun ruhunu kanatlandırırken, bedenini de tatmin etmiştir.
Yüz binlerce çeşit hastalığa maruz kalan insanoğlu bunların tedavisi için nice hastaneler kurmuş, nice ilim dalları geliştirmiş ve bir çok yatırımlar yapmıştır. Hatta hastalık söz konusu olunca diğer bütün önemli meseleleri unutacak kadar bu mevzuda hassasiyet geliştirmiştir. Ama ihmal edilen bir husus vardır ki, o da manevi hastalıklarıdırhatta birçok insan bunların ciddi bir ruh hastalığı olduğunu kabul etmezler. Bu hastalıkların başında da insanın imana girmesine engel gurur ve kibir gelmektedir.
Kök itibariyle Arapça’da aldanma, yanılma manâlarına gelen gurur; büyüklük, ululuk, üstünlük, büyük günah manâlarına gelen kibir mümin bir kulda olmaması gereken iki kötü sıfattır ve bir hâlet-i ruhiyenin iki farklı yüzünü ifade ederler. Kendi konumunu bilmeme veya konumunun üstünde görünmeye çalışma gurur, kendini diğer insanlardan farklı ve üstün görme de kibirdir.
Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde Allah Tealâ yeryüzünde gururlanıp kibirlenenlerin hidayete gelemeyeceğini ifade etmiş, böbürlenerek yürüyenleri sevmediğini bildirmiştir. Bir hadis-i kudsîde de büyüklük ve ululuğun kendisine ait olduğunu buyurarak, bunlara sahip çıkanın iflah olmayacağını söylemiştir. Yeryüzünde nice kibirli ve gururlu insanların yerle bir edildiği Kur’an-ı Kerim’de tafsilatıyla anlatılmıştır. Sadece Firavun’un başına gelenler bu konuda delil olarak yeter.
İman eden insanlarda Allah’a kafa tutma manasında kibir ve gurur olmayacağı açıktır. Ama bu tür hastalıklar kendini ilaçlara karşı yenileyen mikroplar gibi ruhta mevcudiyetini devam ettirirler. İman etse de kendisinin farklı birisi olduğuna inanır. Bazen zenginlik, güzellik, zeka, makam, mansıp, rütbe, soy-sop, ilim, kabiliyet, hitabet, yaş vs.. İnsanı gurur ve kibire sevkedebilir.. Kişi bunları üstünlük vesilesi sayarak başkalarını hor ve hakir görebilir. Ehl-i dünyanın arasında çok önemli yeri olan bu üstünlük kuruntularını Kur’an bir çırpıda silip atmış ve üstünlüğün ancak takva ile, Allah’ın emirlerini yerine getirmede gösterilen hassasiyet ile olacağını bildirerek gerçek değer ölçüsünü ortaya koymuştur.
Gurur ve kibiri yok etmenin en etkili yolu hiçliğimizin farkına varmaktır. Bediüzzamanın da dediği gibi insana bahşedilen bütün her şey ariyettir. (Ariyet, Fıkıh’ta birisine onun kullanması için verilen emanet demektir. Ariyeti alan, sahibinin razı olmadığı bir biçimde ariyeti kullanamaz. Dolayısıyla kişi kendi bedenine dahi zarar veremez. Çünkü asıl sahibi kendisi değildir.) Bizim olmayan şeylerle de çalım satmaya hakkımız yoktur.
İnsan her zaman gurur ve kibir esintilerine karşı duyarlı olmalı ve devamlı murakabe, muhasebe ile nefsini ezmesini bilmelidir. Bunun en kestirme yolu da, mazhar olunan bütün iyiliklerin Allah’tan geldiğini kabul, tasdik, itiraf ve ilan etmektir. Yoksa gurur, kibir ve kendini beğenme gibi hastalıklar bünyeye yerleşir ve bir daha da onları yerleştikleri yerden söküp atmak mümkün olmaz.
Konuyla alakalı en çarpıcı misali Kehf suresi’nden takip edelim: “Onlara şu iki kişinin halini misal getir. Onlardan birine iki üzüm bağı lütfettik, bağların etrafını hurma ağaçlarıyla donattık ve bahçelerin arasında da ekin bitirdik. Her iki bağ da meyvesini verdi, hiçbir şeyi eksik bırakmadı. O iki bağın arasında da bir ırmak akıttık. O şahsın başka serveti de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona “benim, dedi, malım ve servetim senden çok olduğu gibi, maiyyet, çoluk çocuk bakımından da senden daha ilerdeyim.” Bu adam gururu yüzünden kendi öz canına zulmeder bir vaziyette bağına girdi ve “zannetmem ki bu bağ bozulup yok olsun, kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Bununla beraber şayet Rabbimin huzuruna götürülecek olursam o zaman elbet bundan daha iyi bir akibet bulurum. Konuşma esnasında arkadaşı bu şahsa “Ne o dedi, yoksa sen, senin aslını topraktan, sonra da bir damla meniden yaratan, sonra seni böyle tam mükemmel bir insan olarak yaratan Rabbini mi inkar ediyorsun.? Fakat Allah benim Rabbimdir ve ona hiçbir şeyi ortak koşmam. Benim servetimin ve çoluk çocuğumun sayısının seninkinden daha az olduğunu düşündüğüne göre, bağına girdiğinde “Maşaallah, Allah ne güzel demiş ve yapmış, ondan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur, demeli değilmiydin? Olur ki Rabbim senin bahçenden daha iyisini bana verir ve senin bahçene gökten bir afet indirir de bağın kupkuru toprak kesilir, yahut bağının suyu çekilir de ondan artık büsbütün ümidini kesersin. Çok geçmeden serveti kül oldu. Sahibi bu hali görünce bağın çökmüş çardakları karşısında yaptığı masraflarına, harcadığı emeklerine acıyıp avuçlarını oğuştura kaldı. “ah diyordu, n’olaydım, Rabbime ibadette hiçbir şeyi ortak yapmamış olsaydım.” Hasılı o, Allah’tan başka kendisine sahip çıkacak bir topluluk da bulamadı, kendi kendini de kurtaramadı. ( Kehf / 32-43)
Yakın bir arkadaşım bir banka şubesinde sıraya girmediği için banka memuresi tarafından azarlanan bir emekli generalin, “benim emrimle binlerce kişi hazırola geçerdi, ya şimdi…” diyerek hüngür hüngür ağladığını anlatmıştı. Evet dünya ve içindeki her şey geçicidir, onlarla gurur ve kibre girmek de insanı aldatan bir eğlencedir. GÜLTEKIN BIBAR