Dua Kavramı

cicozz Çocukluk cicozlarda saklı
"Kullarım sana beni sorduklarında, ben muhakkak ki onlara çok yakınım. Bana dua ettiklerinde dualarına icabet ederim. O halde onlar da benim çağrıma uysunlar, bana iman etsinler." (Bakara, 2/186)
Arapça bir kelime olan dua, davet/da’vâ gibi kelimelerin mastarı olup, sözlüklerde çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek; öncelik tanımak, söz vermek, özel birisini yemeğe davet etmek, isim vermek, yalvarmak; küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyaz; sığınmak, ilgi kurmak; dilekte bulunmak, nida gibi manalara gelir. Terim olarak ise: Kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim (yüce bilme) duyguları içerisinde lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. Yine dua, bir kulun Allah’ın yüceliği ve azameti karşısında kendi zayıflığını kavramak yoluyla Allah’ın büyüklüğünü dile getirmesi, O’na yalvarması, O’na hamd etmesi, şükretmesi, O’nu övmesi demektir. Dua, insanla Allah arasında bir ilişki ve iletişimdir. Kulun Allah’a yalvarıp O’nun yardımını istemesi, ya bir hayrın, iyiliğin ve nimetin kendisine verilmesi için; ya da bir bela ve kötülüğün üstünden veya bulunduğu ortamdan kaldırılıp yok olması için Allah’a karşı bir ibadet, sevgi ve saygının ifadesidir. Genel ve geniş anlamda ise hiçbir törene bağlı bulunmayan, şekil şartlarından bütünüyle sıyrılmış, zaman ve mekan bakımından süreklilik gösteren kulun yaratıcısıyla sürekli bir biçimde iletişimde bulunduğu bir ibadet olarak da tanımlanabilir. Ayrıca Allah’a sunulacak talepleri sözlü veya yazılı olarak dile getiren metinlere de dua denilir. Salât, namaz manasına geldiği gibi, dua manasına da gelir. Namazda dua ayetleriyle ve diğer dualarla dua ederiz.


Hz. Peygamber ise, duayı şöyle tanımlar: "Dua ibadetin ta kendisidir." "Dua ibadetin iliğidir, özüdür." "Allah katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.” “Dua müminin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur.”


Kur’an-ı Kerim’de yirmi yerde "dua" kelimesiyle birlikte bazı ayetlerde dava ve davet kelimeleri de aynı anlamda kullanılmıştır. Pek çok ayette dua kökünden fiiller yer almıştır. Bu ayetlerde dua ve türevleri Allah’a yakarma, istek ve ihtiyaçlarını arzederek O’nun lütfunu dileme, çağırma, bir durumu arz etme, Allah’ın birliğini tanıma, isnad ve iddia etme anlamlarında kullanılmıştır. Dua ve türevleri bu anlamlarıyla hadislerde de sık sık tekrar edilmiştir.


Dr. Alexis Carrel ise duayı: "Genel bir ruhsal mekanizma olmaktan çok, insanın yaratıcısına doğru fıtri çekilişi ve yakınlaşma isteği, ruhun Allah’a doğru yükselişi ve O’na aşıkçasına kulluk etme durumu olarak" tarif etmiştir.


Duanın ana hedefi, insanın durumunu Allah’a arzetmesi, O’na niyazda bulunması olduğuna göre Allah ile kul arasında bir diyalog anlamı taşır. Bunun gerçekleşmesi için, önce Allah insanı kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu yüce kutsiyet karşısında duyduğu saygı ve ümit sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuştur. Dua böyle bir irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksikliklerinin telafisini, diğer bir taraftan da daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtasıdır. Bir başka ifadeyle dua; sınırlı, sonlu ve aciz varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibiyle kurduğu köprüdür. Bu nedenle tarihin hiçbir döneminde insanlık duadan uzak kalmamıştır.


Dua, insanda fıtrî bir olgudur. Bu sebepledir ki bütün dinlerde dua mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan şu veya bu şekilde dua eder. İnsanlar yaşamları süresince üstesinden gelemeyecekleri bir çok şeylerle karşılaşmakta keder, sıkıntı, aciz ve ümitsizliklere maruz kalmaktadır. İşte bu nedenle özellikle sıkıntılı zamanlarda Allah’a dua etmek, sadece samimi olarak Allah’a inananlara has bir durum değildir. Allah’a ortak koşanlar da bu gibi durumlarda Allah’a yönelerek O’na dua ederler. (bk. Yunus, 10/12; Lokman, 31/32)


İnsan gibi, duasız toplum da boşluktadır. Dua etme duyarlılığını yitirmiş böyle bir toplumu, genelde de insanlığı hüzünlü ve ümitsiz bir gelecek karşılayacaktır. Bu konuda Dr. Alexis Carrel’in şu sözlerine katılıyoruz: "Ahlaki ve manevi duygular bir toplumun faal unsurları arasında yer alır. Bunlar yok oluşa yönelirse o milletin kesin çöküşü başlamış ve bağlarından koparak yok olmaya giden vasata girilmiş demektir. Bu sebeple dua ihtiyacını kendinde öldüren bir toplum pratikte fesat ve çöküşten korunabilecek unsurlara artık sahip değildir. Hiçbir toplum duayı terk etmesi nedeniyle kendini bu denli ölüme hazırlamamış, çöküş ve alçalmaya maruz kalmamıştır.”


Prof. Dr. Toshihiko İzutsu’nun ise, duaya yaklaşımı şöyledir: "Allah’tan insana doğru olan sözlü konuşma vahiy, insandan Allah’a doğru olan sözlü konuşması ise duadır. Dua insan kalbinin Allah (c.c.) ile konuşması, O’nun nimetini ve yardımını istemesidir. Bu, aşağıdan yukarı (kuldan Allah’a) doğru olan bir sözlü haberleşme çeşididir. Normal olarak insan doğrudan doğruya Allah’a hitabet vasıtasına sahip değildir. Normal kelime alışverişi olabilmesi için iki taraf arasında ontolojik eşitlik bulunmalıdır. Bu, dilin temel prensibidir. İşte bu temel prensibi bozacak bir durum meydana geldiği zaman insan, Allah’a hitap edebilir ve O’nunla konuşma yeteneğine sahip olur. Bu, öyle olağanüstü bir haldir ki, bu halde insan kendi zihnini günlük durumunun üzerinde bulur. Böyle bir durumda insan kafası gerilir gerilir, işte bu noktaya gelince insan, Allah’a doğrudan doğruya söz söyleme noktasına varmış olur. Böyle bir durumda insan normal manada insan değildir. (normali aşmıştır). İşte bu olağanüstü durum içinde geçen böyle bir konuşma olayına "dua" denir."


Duanın önemi hakkında Amerikalı ünlü Psikolog Prof. Dr. William James şunları söylüyor: "Bilim ve teknoloji ne derse desin bana öyle geliyor ki dünyamız varolduğu sürece insanlar dua ve ibadet etmeye devam edeceklerdir."


Duada insan ile Allah arasında bir ilişki vardır. Fakat bu, aynı seviyede bir ilişki değildir. İnsan zayıf, küçük ve sınırlıdır. Allah ise kudreti sonsuz ve sınırsız olandır. Dolayısıyla, bu ilişkide bir şey elde edebilme, kendini keşfedebilme/ispatlayabilme durumunda olan insandır. Bununla ilgili olarak Pakistan’ın milli şairi ve büyük düşünürü Muhammed İkbâl şöyle der: "Dua ve ibadet, ister kişisel, ister toplumsal olsun kainatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap bulmak için hissettiği derin hasret ve şiddetli arzusunun ifadesidir. Bu, öyle bir buluşun eşsiz sürecidir ki, onunla gerçeği arayan kendi şahsını inkar ettiği sırada kendisini ispatlamış olur. Böylece, kainatın hayatında dinamik ve faal olarak kendi değerini keşfeder.”


Kur’an’da dua ile ilgili ayetler geniş bir yer tutar. 200 kadar ayet doğrudan doğruya dua konusundadır; ayrıca tevbe, istiğfar gibi kulun Allah’a yönelişini ve O’ndan dileklerini ifade eden çok sayıda ayet de dua ile alakalıdır. Konuyla ilgili ayetlerin bir kısmında insanların Allah’a dua etmeleri emredilmiş, duanın usül, adab ve tesirleri üzerinde durulmuştur. (Örn. bk. Bakara, 2/186; Nisa, 4/32, 117, 134; Araf, 7/29, 55, 180; Yusuf, 12/86; Mü’min, 40/60). Bazı ayetlerde yanlış, yersiz, zamansız ve kabulü olmayan dualardan bahsedilmiştir. (Örn. bk. Bakara, 2/200; Yunus, 10/12, 22, 106; İsra, 17/11; Mü’minûn, 23/99, 100, 106, 107; Kasas, 28/88 Fussilet, 41/51) Bu ayetlerin çoğunda dünyada iken Allah’ı ve O’nun hükümlerini tanımaktan kaçınan, ancak ahirette acı gerçeği anlayıp kötü akıbetleriyle yüzyüze gelince pişmanlık duyacak olanların dünyaya yeniden döndürülmeleri için Allah’a yakarışları anlatılmış, 100’den fazla ayette Peygamberlerin, diğer salih insanların veya toplulukların dualarından söz edilmiştir. İlgili ayetlerde Allah, mü’min(ler)in duasına önem vermekte, kişinin yalnız olmadığını, her türlü şartlar altında onun durumunu bilen ve ona yakın bir Allah bulunduğunu hatırlatmaktadır.
Kur’an’a göre dua, bazen hâl diliyle, bazen de sözlü olarak gerçekleşebilir. Hâl diliyle olan dua için Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı esnada yaşadığı hâl örnek verilebilir. O’nunla Allah’a olan teslimiyeti ve güveni çok güçlü bir dua hükmüne geçmiş ve "Ey ateş! İbrahim üzerine soğuk ve selamet ol." (Enbiya, 21/69) İlahi yardımına mucizevi bir şekilde mazhar olmuştur. Kalbteki duyguların lisan aracılığıyla Allah’a ulaştırılması da iki şekilde olabilir. Kul bazen halini arzeder, fakat isteğini söyleyemez. Bazen de hem halini arz eder hem de isteğini dile getirir. Kur’an her ikisine de örnek verir. Birincisine Hz. Eyyüb’ün "Ey Rabbim! Bana yüce katından temiz bir nesil bağışla. Muhakkak ki sen duaları işiticisin." (Âl-i İmran, 3/28)


Ayrıca hadislerde de duanın fazileti, adabı, şartları, kabul edilmesi mümkün olan ve olmayan dualar, dua etmek için en uygun zamanlar (seher vakti, gece yarısı, Kadir gecesi, namaz sonrası, ezanla kamet arası gibi) Hz. Peygamberin çeşitli yerlerde ve zamanlarda, çeşitli durumlarda yaptığı özel dualar hakkında bilgi verilmiştir. (Örneğin yatarken, yataktan kalkınca, namaza başlarken, namaz içinde ve sonrasında, abdest alırken, sefere çıkarken vb. pek çok durumda okuduğu dualar gibi.)


Enes bin Malik (r.a.) Rasulullah (a.s.)’ın çoğu zaman: "Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, pislikten, doymayan azgın nefisten, senden korkmayan kalbten, fayda vermeyen ilimden, kabul olunmayan duadan, bunaklık derecesindeki ihtiyarlıktan sana sığınırım. Kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden de sana sığınırım." diye dua ettiğini nakletmektedir. İbn-i Abbas (r.a.) ise, Allah Rasulü’nün üzüntü ve keder anında: "Ey Allah’ım! Senden başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Azamet ve vakar sahibi ancak sensin. Sen arş-ı azam sahibisin. Sen, ancak göklerin ve yerin sahibi, arş-ı kerimin sahibisin" diye dua ettiğini nakleder. Yine Hz. Peygamberin en çok yaptığı dualar arasında: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru." (Bakara, 2/201) Bu dua, Fatiha’dan sonra en çok okuduğu dualar arasındadır. Fatiha Suresi, bir dua metni olup Allah’ı veciz bir şekilde tavsif ettikten sonra O’na kulluk ve duada ihlası insanlığın en büyük arayışı olan doğru yola ulaşmanın içten dileklerini benzersiz bir üslupla ifade eden sözleriyle bütün Müslümanların da en çok okudukları dua metni haline gelmiştir.


Allah Resulü (s.a.v.) kendini veya diğer fertleri ilgilendiren dualarda bulunduğu gibi, umumu ilgilendiren istekler ve sıkıntılar sebebiyle de dua ederdi.


Dua eden kişi, gönülden dua etmeli, duasında hayırlı şeyleri isteyerek kendisi de o doğrultuda çaba sarfetmelidir. Kişi, duasında samimiyetini tavırlarıyla da ortaya koymalıdır. Örneğin duasında Allah’ın emirlerine itaat eden samimi bir Müslüman olmayı ifade ediyorsa hareketleriyle de böyle bir Müslüman olma çabası içerisinde olmalıdır. Duanın kabulünde Peygamberimizin şu hadisi ne kadar yerindedir: "İyiliği emretmez, kötülükten sakındırmazsınız. Sonra da dua edersiniz. Duanız nasıl kabul ola."


Hadislerde bildirildiğine göre; bir tehlike veya zulüm karşısında çaresiz kalan kimse, kalbi tamamen hasbî sevgiyle, anne-baba, başkasının iyiliğini isteyen kimse, toplum için çalışan adil başkan, Allah için oruç tutan kimse, duası geri çevrilmeyecek kimselerdendir. Ayrıca duanın bir günahın işlenmesine veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesine yönelik olmaması, kabulünde acele edilmemesi gerekir. Çünkü Hz. Peygamber: “Sizden her birinizin duası, acele edilmedikçe kabul olunur.” buyurmuşlardır, ayrıca Kur’an-ı Kerim’de de: “Müminlerin Allah’a dualarının karşılıksız bırakılmayacağı” müjdeleniyor. (Ğafir, 40/60)


Kur’an, duanın adabına ilişkin olarak bize yalnızca sıkıştığımız zaman değil, her zaman ümit ve korku içinde duaya devam etmemizi tavsiye eder. "Gerçekten onlar hayırlı işlere koşarlar, ümit ederek ve endişeli olarak bize dua ederler. Bize derin saygı duyarlar." (Enbiya, 21/90). Ayette ümit ve korku halinde dua etmemiz istenmiştir ki, bundaki amaç ümit halinde korkuyu, korku halinde de ümidi bırakmayarak daima ikisinin denklik noktasını gözeterek dua etmek demektir.
Yine ilgili ayetlerde duanın yalvararak, içtenlikle, kendisi işitecek kadar bir sesle, Allah’ın isimlerinden herhangi birisiyle ve sürekli olarak yapılması buyruluyor. (bk. Araf, 7/55, 205; İsra, 17, 110; Ahzab, 33/41, 42) Rasulullah (s.a.v.) yüksek sesle dua edenleri görünce: "Ey insanlar! Kendinize gelin. Çünkü siz bir sağırı veya uzaktaki birini çağırmıyor, ancak her şeyi işiten ve size çok yakın bulunan birine dua ediyorsunuz. Sizin kendisine dua ettiğiniz size bineğinizin boynundan daha yakındır." Kul duasında Allah ile arasında hiçbir engel olmadığını bilir, dua ederken yalnızca Allah’ı düşünür. Dua eden kulun kalbi, Allah’tan başka bir şeyle meşgul olursa duası amacına ulaşamaz. Çünkü Hz. Peygamber: “Allah kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez.” buyurmuştur. Nefsin istekleri Allah’ın dışındaki sevgiler ve amaçlar duayı hedefinden uzaklaştırır.
Allah’a dua etmenin, O’nun rızasına ulaştırıcı olması yanında kul açısından O’na duyulan yakınlık sonucunda, uzak veya yakın, bir çok fayda ve mükafata vesile olacağına dair hayli belge vardır. Kur’an’a göre Allah’a dua edene, Allah karşılık verir. (Mü’min, 40/60; Bakara, 2/186) Allah’ı anan kimseyi Allah da anar. (Bakara, 2/152). Hz. Peygamber’e göre duanın kabulünde birkaç alternatif söz konusudur. Dua edene istediği şey, ya bu dünyada hemen verilir veya ahirete saklanır, yahut üzerinden istediği iyilik kadar bir kötülük giderilir.
Ali Şeriati ise, bu konuda şöyle der: "İnsan içinde bulunduğu zevk-acı, yoksulluk-zenginlik, mutluluk-mutsuzluk dünyasından kaçmak istemekle birlikte, kendi faydasını da yine kendi kısır teşhis imkanıyla belirlemeye kalkması, hayır ve maslahatı gereği istediği şeyleri belirleyememe noktasına düşürmektedir. İşte bu noktada kuşkular, hayretler aşamasında dua etme aşamasına gelmiş kutsal ve yüce bir varlığa doğru ruhsal bir yükselişe karar kılmış duacının her işini Allah’a havale etmesinden başka çaresi yoktur."


Duanın belli bir zamanı yoktur. Ancak hadislerde geçtiği gibi gecenin son üçte birinde, farz namazların sonunda, cihad ederken, ezan ile kamet arasında, yağmur yağarken, secdede iken, seher vakitlerinde (Âl-i İmran, 3/17), Cuma saatlerinde, oruçlunun orucunu açtığı zamanda, Kurban Bayramı arefesinde, Kadir gecesinde yapılacak dualar daha makbüldür, kabul edilme ihtimalleri hayli fazladır.
Kur’an’daki dua ayetleriyle, Peygamberimizin dualarıyla, ya da selef-i salihine ait "me’sur" dualarla dua etmek mümkün olduğu gibi, kendi dilimizle, içimizden geldiği gibi dua etmemiz de mümkündür. Hz. Peygamberin bildirdiğine göre bazı kimselerin duasının kabulünde perde yoktur. Bunlar "mazlumlar, misafirler, babanın çocuğuna duası."


Duanın terapik yönü için ise, Dr. Alexis Carrel’in şu ifadesi oldukça yerinde bir tespittir: "Dua, kanseri de iyileştirebilecek en geçerli bir ilaçtır. Her keskin şeylerden daha keskin ve nüfuz edici bir özelliği vardır."


Ayrıca Carrel, duanın: “İnfilâkî bir tesire sahip olduğunu; bu yolla böbrek iltihabı, ülser, deri, akciğer, kemik veya karın zarı veremi gibi hastalıkları iyileştirdiğini” söylemektedir.
Carrel devamla şunları söylüyor:


"Allah ihtiyacı dua ile gerçek ifadesini bulur. Dua bir ızdırap haykırışıdır. Bir yardım dileği, bir aşk ilahisidir. Etkisi her zaman pozitif yöndedir. Duada, sanki Allah bizi dinliyor ve doğrudan bize cevap veriyor gibidir. Dua ile beklenmedik olaylar ortaya çıkabilir, zihinsel bir denge kurulur. Yalnızlık, güçsüzlük ve gayretimizin faydasızlığı duygusu kaybolur."


Amerikan Tıp Şehri Dallas Hastanesi şeflerinden Dr. Dossey,
"İyileştiren Kelimeler, İbadetin Gücü ve Tıbbı Tecrübeler" adlı eserinde dua ve ibadetin tansiyon, kalp sektesi, yara, baş ağrıları ve melankoli, paranoyak vb. hastalıklardan muzdarip kimselere nasıl faydalar sağladığını araştırmalarla açıklıyor. Yine Dossey, dinler ve ibadetler üzerine son 30 senedir yapılmış 130 araştırmadan deliller gösteriyor. "İnsan zihni dua durumuna girdiği zaman, dua edilenlerde güzel şeyler meydana geliyor." diyor. Devamla Dossey: "Kendisine dua edilenin bunu bilmesi; nöroloji, hissiyat ve düşünce ile alakalı beyin sahasıyla bağışıklık sistemleri arasındaki bağları harekete geçirebilir." diyor.

Yüce Allah’ın duayı kabul edeceği ümidi dua edenin üzüntü ve kederini hafifletir. Dayanma gücü ve sabır verir. İçine rahatlama duygusu yayar. Bu nedenle duada şifa vardır. Meditasyon (düşünce terapisi) etkisi yapar. Dünyada olsun, ahirette olsun her iki durumda da mü’min için duada hayır vardır. Mü’minin bu beklentileri, kesinlikle üzüntü ve tasasını hafifletir, hoşnutluk ve huzur duyar. Rasulullah, ashabına üzüntü, keder, tasa, uykusuzluk, öfke, uykuda korku, unutma gibi sıkıntılı durumlarında, dua ile yardım istemelerini tavsiye ederdi. Bir hadislerinde: "Belalar ancak dua ile savuşturulur. Ömür, ancak iyilikle artırılır." buyurmuştur.

Modern toplumlar(!)da görülen ruh bozuklukları ve sinir hastalıkları hep ümidini ve manevi desteğini kaybeden inançsız ve ümitsiz kimseler arasında görülür. İstatistikler de ispat etmektedir ki, intiharların %95’i inancını, ümidini ve manen desteğini yitirmiş kimseler arasında görülür.

Duanın fizyolojik hastalıklara da derman olduğunu hayatımızda müşahede etmişizdir. Tıbbın hiçbir şey yapamadığı durumlarda duanın gücüne şahit olmuşuzdur. Lurd Tıp Enstitüsü her yıl, çoğunlukla tıbbın kendilerine hiçbir şey yapamadığı; fakat duanın mucizevi etkisi ve gücüyle şifa bulan hastaların listesini yayınlar.
Yine özellikle başkası için yapılan duanın kişinin kendisi için yaptığı duadan daha etkili ve verimli olduğu gözlenmektedir. Hasta insanlar için şifa dileme, okuyup üfleme, bazı kutsal mekanları ziyaret etme gibi uygulamaların günümüzde de yaygın bir şekilde devam ettiği göz önüne alınırsa, insanların dini inanç ve dua yoluyla bazı uzvî ve ruhî sorunlarına pratik çözümler bulduklarını, ya da bulacaklarına olan güven ve ümitlerini sürdürdüklerini görüyoruz.
Sonuç itibariyle şunları söylemek gerekir ise:

Dua, kul ile Allah arasındaki diyalog ve iletişimin zirveye taşındığı bir durumdur. İnanç sahibi dua ettikçe Allah’a yaklaşır, inancı artar, kulluk bilinci kuvvetlenir. Bu bağlamda duaya köprü vazifesi yükleyerek diğer ibadetlerimize, günlük ve sosyal hayatımıza çeki-düzen veririz. Böylece hem duamızı bilinçli yapmış olur, hem de manen ölmüş olan sosyal ve ibadet hayatımızı yeniden diriltmiş oluruz.

Dua yakarış manasına gelen Arapça kökenli sözcük. Tanrı'ya yalvama, yakarış için söylenen dinî metin. Bir veya birkaç cümleden oluşabileceği gibi uzun bir metin de olabilir. Ayrıca çeşitli hareketler de içerebilir. Dua özellikle monoteistik dinlerde çokönemli bir yere sahip olsa da, politeistik dinlerde çok çeşitli dua formları görülebilir. Monoteistik dinlerin için İbrahimi dinler olarak tanımlanabilecek üç semavi dinin (Musevilik, Hristiyanlık, İslamiyet) kendi içlerinde benzeşen ve diğer monoteistik dinlerden bazı noktalarda farklılaşmış bir dua kavramı ve anlayışı vardır.

Dua Bir çağrı,bir yakarış ve küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, arzdan, arzlılardan semalar ötesine bir yöneliş, bir talep, bir niyaz ve bir iç dökmedir.

Bu makalede genel olarak Dua kavramı incelenmiştir. Bazı büyük dinlerdeki dua anlayışı kısaca açıklanmıştır. Her dinin detaylı olarak duaya bakış açısı ve özel formdaki duaları hakkında bilgi için lütfen o dinin makalesine bakınız.


İslam dininde Dua [değiştir]İslam dininde dua; "bir kimsenin kendisi veya başkası hakkında bir dileğine bir arzusuna kavuşması için Allah'a yalvarması" olarak tanımlanabilir.

Duanın mahiyeti ve önemi İslam dininin kutsal kitabı olan Kuran-ı Kerim'de ve hadislerde de(İslam'da peygamber Muhammed'in sözleri) belirtilmiştir:

"Bana (halis kalb ile) dua ediniz. Duanızı kabûl ederim." (Mü'min sûresi: 60)
"Mü'minin din kardeşi için, arkasından yaptığı hayır dua kabûl olur. Bir melek, "Allahü teâlâ, bu iyiliği sana da versin!Âmin" der. Meleğin duası red edilmez." (Hadîs-i şerîf-Riyâz-üs-Sâlihîn)
Kuran'da ve hadislerde çeşitli yerlerde sadece iyi yürekle yapılan duaların kabul edileceği belirtilmektedir. Bir çok teologa ve klasik islam alimlerine göre İslam'da önemli bir yer tutan "namaz" da bir tür dua formudur.


DUANIN DİNİMİZDEKİ YERİ ve ÖNEMİ
Prof. Dr. Davut AYDÜZ


Dua Nedir?

Dua; Arapça bir kelime olup, seslenmek, çağırmak, yardıma çağırmak, yardım talep etmek, Allah’a yalvarmak, O’ndan dilekte bulunmak, O’na yakarmak, demektir.

‘Dua’ , küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, âciz olandan güçlü olana doğru meydana gelen bir istek ve niyazda bulunmadır. Yani dua; Allah ile kul arasında küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya doğru işleyen bir istek ve yalvarmadır.

Kavram olarak ‘dua’, kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve saygı duyguları içerisinde lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. İnsan; ihtiyacı olan herhangi bir şeyi elde etmeye istekli olmasına rağmen ona ulaşmada âciz, güçsüz ve yetersiz olduğunu, Rabbinin ise duasını işiteceğini ve isterse ihtiyacını gidereceğini bilir. Çünkü insan; fâni, sınırlı, zayıf, arzu ve ihtiyaçlarla kuşatılmış bir varlık olarak yaratılmıştır. Allah ise; yaratıcıdır, gücü sonsuz, rahmeti geniş ve iyilikleri boldur. “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ise yalnızca O’dur.” (Fâtır, 35/15) meâlindeki âyetin de işaret ettiği gibi dua; insanın Allah karşısında kendi küçüklüğünün ve çaresizliğinin bilincinde olarak O’ndan bir şeyler istemesidir.

‘Dua’da asıl hedef kulun kendi durumunu Allah’a arz etmesi (sunması) olduğuna göre; bu, kul ile Allah arasındaki bir ilişkidir. Bu ilişkide kul, kendini yaratan ve rızık veren Rabbine halini arz eder, acizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir, hatalarını ve eksikliklerini iletir; bunun karşısında o Yüce Makam’dan yardım, af ve merhamet, güç ve destek ister. Bu durum, kulun Allah’a bağlılığı ve teslimiyetidir.1

Dua, ibadetin en büyüğüdür. Nitekim hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.): اَلدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ “Dua ibadetin tâ kendisidir.” veya اَلْدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ “Dua ibadetin özüdür, iliğidir.”2 buyurmaktadır. Bu açıdan dua ederken, sanki namaz kılıyor gibi tam bir bağlılık ile kendimizi vererek dua etmeliyiz. Zaten şu ayet de bu duruma işaret etmektedir: “Rabbinize için için yalvararak, başka nazarlardan uzak, gizlice dua edin.” (A’raf, 7/55)

Evet dua, ibadetin özü, kulluğun bir parçasıdır. Duası olmayan kimsenin Allah nazarında değeri yok tur. Çünkü ayet-i kerimede, dua etmeye tenezzül etmeyen kâfirlere hitaben, mü’minlerin onlar gibi olmaması istenerek açıkça şöyle buyurulmaktadır: “De ki: “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki?” (Furkan, 25/77)

Burada dikkat çekilen husus, dua etmeyenlerin değersizlikleri ve Allah katında onların önemsenecek bir taraflarının olmadığıdır. İster insan olsun ister hayvan, bütün varlıklar, kendilerine has bir dille dua ederler. Ancak hal dili ile dua etmek ve fıtrat diliyle Allah’ı anmak, daha çok hayvanlara ve dilinden anlamadığımız diğer varlıklara aittir. Bildiğimiz ve anladığımız bir dille dua etmek ise sadece insanlara ve cinlere mahsustur.

Bu yüzden özellikle, insan hayatında duanın önemli bir yeri vardır. İnsan bilerek veya bilmeyerek, günün her saatinde, hatta her anında, azaları ve organlarının diliyle dua etmektedir. Bilinçli olarak, kasten yapılan dua ise, bir ibadet olmasının yanı sıra birtakım rahatsızlıklardan da kurtulmaya vesile olmaktadır.3

Duada esas olan, kulun Allah’a muhtaç olduğunu, O’ndan başka çaresi olmadığını bilmesidir. Zaten en çok kabul edilmeye yakın olan da, bu tür dualardır. Yani çok zor bir durumda, adeta denizin ortasında kalmış da her şeyin bittiği anda Allah’a yalvarıyor gibi yalvarmak duaların en makbulüdür.

Duanın Mahiyeti Nedir?

‘Dua’ mü’minler için bir ibadettir. Allah’ı Rab bilip O’nun önünde secdeye kapananlar, ihtiyaçlarını Allah’a bildirirler ve O’ndan yardım dilerler. Nitekim Fatiha sûresinde sürekli “Yalnız Sana ibadet eder, yalnız Senden medet umarız.” derler.

Dua etmeyi önemsemeyenler, ibadeti önemsemeyenlerdir. Bu gibi kimseler, kibirli kişilerdir. Ancak kibirliler, yani kendilerini üstün makamda görenler, Allah’tan bir şey istemeye tenezzül etmezler. Böyle bir anlayış şüphesiz ki sapıklığın ve azgınlığın ta kendisidir.

Esasen insan güçsüz olduğu için başkasının yardımına muhtaçtır. Sıkıştığı zaman birilerinden yardım ister. Ancak insanın öyle ihtiyaçları olur ki, başkalarının onu karşılaması mümkün değildir. İşte böyle bir noktada Allah’a inanmayan inkârcılar ve O’na ortak koşan müşrikler bile ortak koştukları tanrılarını bir tarafa atar ve Âlemlerin Rabbi Allah’tan yardım isterler:

“İnsan bir sıkıntıya mâruz kalınca gerek yan yatarken, gerek otururken veya ayakta iken, Bize yalvarıp yakarır. Fakat Biz sıkıntısını giderdik mi, sanki uğradığı dertten dolayı Bize yalvaran kendisi değilmiş gibi eski haline geçip gider. İşte (hayat sermayelerini boşuna harcayıp) haddini aşanlara, yaptıkları işler, kendilerine böyle süslenmiş, hoşlarına gitmiştir.” (Yunus, 10/12)

İlk insandan günümüze kadar bütün insanların hayatında ibadet ve dua sürekli gündemdedir. Her insan hak veya batıl mutlaka bir dine inanır. Allah’a inananlar Allah’ın, Allah’ı unutanlar ise ilâh diye inandığı bir şeyin önünde ibadet eder, ona sığınır, ondan yardım ister, ya da ondan korkar. Dua etmek de bu tapınmanın bir parçasıdır. İster Müslüman olsun, ister gayrimüslim olsun; kimileri rahata kavuşunca, kendini güçlü hissedince dua etmekten kaçınır. Bu gibilerin hayatında duanın yer almaması işin aslını değiştirmez. Onlar da dara düşünce sığınılacak ve yardım istenecek bir kucak ararlar.

Duanın Hakikati Nedir?

Duanın hakikati, kulun Rabbinden yardım dilemesidir. İstenilen varlık, her zaman isteyenden üstündür. Kul, isteyen makamında olduğu için, âcizliğini, fakirliğini ve perişanlığını Allah’a arz etmeli ve dua ederken bu makamda olduğunu unutmamalıdır. Muhtaç olduğunu sevgi ve saygıyla Allah’a sunmalıdır.

İnsan, yeryüzünde sürdürdüğü hayatında hangi konumda olursa olsun, -zengin, fakir; yüksek makamların sahibi, makamsız; çevresi geniş veya kimsesiz- her an duaya muhtaç bir varlıktır. Bu, her yönümüzle sınırlı ve zayıf bir yaratık olmamızın sonucudur. Bütün insanlar, duaya aynı oranda muhtaçtır. Ama herkes için duaların ve isteklerin mâhiyeti farklı olabilir. Biz, fakir kimselerin zenginlerden daha çok duaya muhtaç olduklarını zannedebiliriz. Aynı şekilde çevresi kalabalık, adamları çok olan kimselerin, yalnız insanlardan daha az duaya ihtiyaç duyabileceklerini de sanabiliriz. Eğer biz böyle düşünüyorsak, duayı anlamamış sayılırız.

Mesela; fakir bir insan düşünün. Ellerini açmış, Allah’ın “Rezzâk-Bol bol rızık veren” ismini anarak rızkının genişletilmesini istiyor. Bu noktada zengin insanın dua etmesine gerek yok diyebiliriz. Halbuki bu noktada, zengin insan da ellerini açıp “Ya Rabbi, beni, zenginliğinden dolayı Sana isyân eden ve sonra da helâk olan Kârûn gibi şımartma. Bana vermiş olduğun nimetlerin şükrünü edâ etmeyi nasip eyle.” diye dua etmelidir. Görüldüğü gibi, her ikisi de duaya muhtaçtır. Hatta bize duaya daha az ihtiyacı var gibi gözüken zenginlerin, belki de fakirlerden daha çok ihtiyacı vardır. Çünkü varlıkla imtihan edilmek, yoklukla sınanmaktan daha zor ve tehlikelidir. Çünkü;

“Hayır! Rabbinin bunca nimetlerine rağmen kâfir insan kendisini ihtiyaçsız zannetti diye azar.” (Alak, 96/6-7)

“Ey insanlar! Siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız. Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her türlü övgülere ve hamdlere lâyık olan ise ancak Allah’tır.” (Fâtır, 35/15) âyetleri, herkesin Allah’a muhtaç olduğunu ve zengin insanların da azmaması için duaya ihtiyaçlarının olduğunu gösteriyor.

Resûlullah Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah buyurdu ki: ‘Ey kullarım! Hepiniz açsınız; ancak Benim yedirdiklerim hâriç, onlar toktur. O halde sizi yedirmemi isteyin ki, yedireyim. Ey kullarım! Benim giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız; o halde sizi giydirmemi isteyin ki, giydireyim. Ey kullarım! Sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, cinleriniz ve insanlarınız, yüksek bir yerde toplansalar da hepsi Benden (ayrı ayrı şeyler) isteseler, Ben onlardan her birine isteğini versem; bu, Benim yanımdaki (hazine)lerden ancak denize daldırılan bir iğnenin (sudan) eksilttiği kadar eksiltebilir.”4

Demek ki insan ne kadar güçlü ve zengin olursa olsun, Allah karşısında kendini yoksul görmeli. Zaten insan, kendini yoksul görmezse Allah’tan istemenin bir anlamı olmaz.

Dua’nın Hedefi Nedir?

İslâm’a göre duanın ibadet olarak apayrı bir yeri vardır. İslâm’a göre dua, bir psikolojik rahatlama aracı değildir. Hele hele bazılarının zannettiği gibi işleri, görünmeyen bir İlâh’a havale etmek hiç değildir. Dua, bir korkunun, bir endişenin, bir ürpertinin sonucunda bir sığınma, o ürpertiden kurtuluş arzusu da sayılamaz. Eski dinlerde olduğu gibi kızgınlığından ve kötülüğünden kurtulmak üzere ilâhlara el açmak da değildir.

Dua bir iman, bir aksiyon, bir çaba ve uyanıştır. Allah’ı ve O’na ait hâkimiyeti, ilâhlığı tanıma, itiraf etmedir. Hayatın gayesini idrak etme, yaşayışı programa koyma, ilerisi için hazırlık yapma, din için çalışmaya azmetme, toparlanma ve eksikliklerini gidermedir.

Dua, Allah’tan sürekli bir istemedir. Bu isteme mü’min için inanç, Müslüman olmanın bir işareti, bir hayat hedefidir. O, Allah’ın bitmez-tükenmez hazinelerini, iyi bir mü’min olma uğruna ister, onların yeryüzüne inmesini niyaz eder.

Duanın ana hedefi insanın Allah’a halini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua kul ile Allah arasında bir diyalog anlamı taşır. Bunun gerçekleşmesi için önce Allah insanı kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu yüce kudret karşısında duyduğu saygı ve ümit hisleri sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuştur. Dua böyle bir irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksiklerinin telâfisini, diğer taraftan daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtasıdır. Bir başka söyleyişle dua sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Bu sebeple insan, tarihin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır.

Dua, Allah’ın Emri midir?

İnsan, karanlık gecelerde, aydınlık gündüzlerde, yazda-kışta, dağda-ovada, köyde-şehirde, her nerede ve ne zaman olursa olsun daima kendisiyle beraber olan âlemlerin Rabbi’ne muhtaçtır. Bundan dolayı mü’min, yalvarılacak ve kendisine sığınılacak olarak yalnız Allah’ı bilir, O’nu tanır ve O’ndan başkasına boyun eğmeyi O’na vefasızlık sayar. O bilir ki,

-“Rabbinize için için yalvararak, başka nazarlardan uzak, gizlice dua edin. Gerçekten O, haddi aşanları hiç sevmez. Düzeltilmiş olan ülkeyi ifsat etmeyin, karıştırıp bozmayın. Hem endişe, hem de ümit ile O’na yalvarın. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır.” (A’raf, 7/55-56),

-“En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na onlarla (o güzel isimlerle) dua edin” (A’raf, 7/180),

-“Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a halis kılarak O’na yalvarın.” (Mü’min, 40/14),

-“.. Bana dua edin, size icabet edeyim (duanıza cevap vereyim).” (Mü’min, 40/60) buyurarak kendisine dua edilmesini emreden Allah (c.c), kapısına gelip kulluğunu ilan eden ve kendisine el açıp yalvaranları huzurundan boş çevirmeyecektir.

Duanın Önemi Nedir?

Her konuda Rabbine muhtaç, âciz ve güçsüz olan kula düşen görev, güçsüzlüğünü bilerek Rabbine dua etmesidir. Mü’minlerin Allah’a dua etmelerini emreden bizzat Rabbimizdir. Kur’ân şöyle diyor: “Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin ki size karşılık vereyim. Zira Bana ibadet, yani dua etmeyi kibirlerine yediremeyenler, aşağılanmış ve rezil olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60)

Kur’ân dua ile başlayıp, dua ile son bulur. Fâtiha sûresi kısa ve özet bir duadır. İnsan-Allah ilişkisinin bütün boyutları bu kısa sûrede özetlenmiştir. Bu yüzden Fâtiha sûresi, namaz ibadetinin temel gereklerinden biri olarak her rekatta okunduğu gibi, namaz dışında da en çok okunan dua olmuştur. Fâtiha sûresinin fazîletiyle ilgili Peygamber Efendimiz’in pek çok hadisi vardır. Aynı şekilde Kur’ân’ın son iki sûresi de birer dua olup, namazlarda ve namaz dışında okunması Sevgili Peygamberimiz tarafından tavsiye edilmiştir.

Bazı insanlar kendilerinin Allah’a muhtaç olmadıklarını düşünürler. Onlar, kendilerini güçlü sanan kibirli kimselerdir. Böyle kimseler Allah’a dua etmeyi lüzumsuz sayarlar, buna ihtiyaçları olmadığını sanırlar. Âyette, dua ile ibadet kavramlarının beraber anılması da önemlidir. Buna göre dua, ibadetin bir parçasıdır ve birbirlerini bütünler.

Rabbimiz, kullarına yakın olduğunu, dua edenlerin dualarına karşılık vereceğini, insanların O’nun çağrısına uymaları gerektiğini haber veriyor.5

Allah, kendisine ibadet ve dua eden kullarına yakındır. Bu yakınlık elbette mecazi olup, Allah’ın kulun ibadet ve duasına önem verdiğini, bunları boşa çıkarmayacağını, dua ve ibadette bulunan kulun derecesinin yüksekliğini ifade eder. Allah (c.c.), dua eden, kendisinden isteyen, kendisine başvuran, âcizliğini, yetmezliğini idrak eden, bağışlanma dileyen kulunu sevmektedir. Çünkü dua etmek, bir anlamda Rabbe itaat ve boyun eğmektir, O’nun yüceliğine iman etmektir, O’nun her şeye gücünün yettiğini itiraf etmektir. Kulun bu şekilde davranması iman ve teslimiyettir. Dua etmeyen kulların Allah katında bir değeri yoktur: “De ki: Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki?” (Furkan, 25/77)

Bir insanın Allah’a iman ettiğini gösteren önemli alâmetlerden bir tanesi de duadır. Dua eden insan, kendisinin âciz ve zayıf bir kul olduğunu, istediklerini kendi başına yerine getiremeyeceğini ve bunları ancak kendisine Allah’ın verebileceğini kabul etmiş olur. Dua, Allah’a kul olmanın en saf, en temiz, en samimi ifadelerindendir. Kuran’da da mü’minlerin temel vasıflarından birinin “sabah akşam sabrederek Allah’a dua etmek” olduğu şöyle haber verilir: “Rablerine, sırf O’nun rızasını ve cemaline kavuşmayı umdukları için, sabah akşam yalvaranlarla beraber, sıkıntılara karşı candan sabret.” (Kehf, 18/28)

İslâm’da dua’nın önemine ve ibadet olarak faziletine dair birçok âyet ve hadis vardır. Bu âyet ve hadislerde dua etmenin önemi, ne zaman, nasıl ve hangi yöntemlerle dua edileceği, kimlerin duasının kabul olunacağı, hangi kelimelerle dua etmenin daha iyi olacağı, duanın kulun hayatına getireceği şuuru, rahatlığı, dua ile Allah’ın yapacağı bağışları görebiliriz.

Her Zaman mı Dua Etmeli?

İnsan kendini müstağnî görmeye, yani kendini kendine yeterli görmeye başladığı zaman, Allah’tan uzaklaşmaya başlamış demektir. Çünkü dua insanın kendi kendine yetmediğinin göstergesidir.

Sosyal hayatımızda emir, tavsiye ve ricalarını pek yerine getirmediğimiz, bu konuda önem vermediğimiz bir kimseye günün birinde işimiz düşse, kendisine gidip işimizi halletmesini rica etsek, o bize şöyle demez mi? “Hangi yüzle geldin? Sen benim dediklerimi yerine getirdin mi ki, ben de seninkileri yerine getireyim?”

“Ey İman edenler! Eğer siz Allah’a (yani O’nun dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder. Ayaklarınızı sâbit tutar, kaydırmaz.” (Muhammed, 47/7) Allah’a yardım etmek, O’nun dinine hizmet etmek ve isteklerini yerine getirmektir. Biz Allah’ın dinini yaşar ve hayatımızı O’na göre tanzim edersek, İslâm yolunda çalışırsak Allah da bizi gözetir. Allah’ın helâllerini helâl, haramlarını da haram kabul etmez ve hayatımızı rastgele sürdürürsek, dualarımızı hangi yüzle yapacağız? Bu, hiç samimiyetle bağdaşır mı?

Dünya hayatında, günü geldiği halde borcumuzu ödemediğimiz bir şahsın kapısının önünden geçmeyiz. Hatta onun evine, dükkânına yakın yerlerde dahi dolaşmayız, kaçınırız, belki karşımıza çıkar diye. Kulluk borcumuzu ödemediğimiz ve isteklerini yerine getirmediğimiz bir zâtın mülkünde dolaşırken de benzer duygular içinde mahcûbiyet duymalı ve dua edip bazı isteklerde bulunmak için O’nunla aramızı devamlı sıcak tutmalıyız.

Yine çoğu zaman yaptığımız gibi, sadece sıkışık anlarımızda ve çaresiz kaldığımızda el açıp ‘Ya Rabbi!’ diyoruz. Diğer zamanlarda Allah’a ihtiyacımız yok zannediyoruz. Hâlbuki insanın Allah’a muhtaç olmadığı bir saniyesi bile yoktur. Nedense insan sanki sadece darda kaldığı anlarda Allah’a muhtaç olduğunu zannederek dua eder. Oysa o her an muhtaç olduğunun şuurunda olmalıdır. İşte bu noktada şuuru yakalamış olmak, hayatın rahat zamanlarında da dua etmeyi gerekli kılar. Zaten duanın aynı zamanda bir ibadet ve kulluk olduğunu söylemiştik. Kulluk ise süreklidir. O halde dua da sadece dar zamanlarda yapılmamalıdır. “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et.” (Hicr, 15/99) Rahat olduğumuz zamanlarda yapacağımız dualar darda kaldığımız zaman yapacağımız duaların kabul edilmesini kolaylaştırır. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulur: “Kim zor ve sıkıntılı zamanlarında dualarının kabul edilmesini istiyorsa, rahat zamanlarında çok dua yapsın.”6

Allah’ın Dinine Hizmet Edenler de Dua Etmeli midir?

Allah’ın dinini tebliğ eden, yani başkalarına anlatan bir kimsenin dua yanı önemlidir. O kimse, sözlerinin tesirli olmasını ancak Cenâb-ı Hak’tan bekler. Mülk sahibi O’dur. Kalbler O’nun kudret elindedir.

Evet, en güzel ve büyüleyici ifadelerin dahi tesir etmediği nice insanlar vardır ki; onlar, yürekten ve candan yapılan dualarla hidayete ermişler, Müslüman olmuşlardır. Dua mü’minin silahı olduğu gibi, tebliğ adamının da ilk ve son sığınağıdır. O, evvela kendilerine İslâm’ı anlatacağı kişilere dua eder, sonra da söyleyeceklerini söyler. Böyle yapması, hiçbir zaman onun akıl ve mantık zemininden ayrılması anlamına gelmez. Aksine her ikisinin de yerini çok daha iyi anlama ve kavrama mânâsına gelir. İslâm’ı anlatma ve tesirde duanın ne müthiş bir tesiri olduğunu gösteren bir-iki misal:

Allah Resûlü (s.a.s.), insanların hidayeti için dine uygun olan her yolu denemiştir. Ama, duayı da hiçbir zaman elden bırakmamıştır. Mesela O, Hz. Ömer’in (r.a.) hidayeti için daima dua edip durmuş ve nihayet bir gün, hem de hiç ümit edilmeyen bir zamanda Allah (c.c.), Hz. Ömer’e (r.a.) hidayet nasip etmiştir. Buna, Allah Resûlü’nün (s.a.s.) duasının bereketi denebilir.

Yine bir gün Ebu Hureyre (r.a.), Allah Resûlü’ne (s.a.s.) gelerek annesi için dua talep etmiştir. Çünkü o güne kadar kadının gönlüne bir türlü İslâm yol bulup girememiştir. Ebu Hureyre’nin isteği üzerine Allah Resulü (s.a.s.) ellerini açar ve: “Allah’ım Ebu Hureyre’nin annesine hidayet et.” diye dua eder. Ebu Hureyre sevinerek mescitten çıkar ve koşarak eve gelir.. tam kapıyı açacağı sırada içeriden annesi Ebu Hureyre’ye, “Olduğun yerde kal, içeriye girme.” der. Ebu Hureyre (r.a.) kapının önünde beklerken kulağına bir su sesi gelir. O, ihtimâl annem yıkanıyor diye düşünür. Biraz sonra da bu yaşlı kadın kapıyı açar ve dışarıya çıkar, kelime-i şehadet getirir ve Müslüman olur. Evet, Ebu Hureyre (r.a.) yanlış duymuyordu. Annesi kelime-i şehadet getiriyor ve Müslüman olduğunu müjdeliyordu. O güne kadar hidayete ermesi için onca uğraşılan bu kadına da Allah Resûlü’nün (s.a.s.) duası yetivermişti.

Sadece Belâ ve Musibet Anlarında mı Dua Etmelidir?

Bir Müslüman’ın, sadece belâ ve musibet anlarında dua edip, daha sonra duayı terk etmesi doğru değildir. Çünkü böyle bir durum, Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan kâfirlerin durumuna benzemektedir. Kâfirler, sıkıntıya düşünce yana yakıla Allah’a kendilerini kurtarması için dua ettikleri halde, sıkıntı geçince Allah’a duayı terk ettikleri gibi, O’na şirk koşmaya başlarlar. Bir Müslüman olarak biz de aynı duruma düşmemeliyiz.

Allah’ın izniyle biz günlük duamızı okur ve devam edersek Kur’ân’da anlatılan kâfirlere benzememiş oluruz. Onun için boş kaldığımız anlarda dudaklarımız devamlı dua ile kıpırdamalıdır.

Bu hususta Hz. Yunus’un hali bize örnek olmalı. Yunus (a.s.), kavminin kendisine inanmaması sonucu, geçmiş kavimleri helak eden bir kısım bela emareleri zuhur edince, bulunduğu beldeden, Allah’tan açık bir emir almadan ayrılmış ve yüklü bir gemiye binmişti. Geminin yükü fazla olduğundan gemi taşıyamamış, yolculardan birini denize atmak gerekmişti. Atılacak kişinin tespiti için gemidekilerle kur’a çekti. Kur’ân’ın ifâdesiyle “Kur’a çekti, (kur’a kendisine isabet ettiği için) yenilenlerden oldu. Yunus (a.s.) yaptığından ötürü pişman bir vaziyette iken balık onu yutuverdi.” (Sâffât, 37/141-142).

Hz. Yunus (a.s.), iç içe üç karanlık içinde Rabbine dua etti; deniz, gecenin karanlığı ve balığın karnı. Yunus(a.s.) duasında; لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنْ الظَّالِمِينَ “Senden başka ilah yoktur. Sen bütün eksiklerden uzaksın, yücesin, ben zâlimlerden oldum” (Enbiyâ, 21/87) diyerek yalvardı. Yüce Allah da; “Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, inananları böyle kurtarırız” (Enbiyâ, 21/88) diyerek cevap verdi.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, Yunus(a.s.)’ı kurtarmasının sebebini onun rahatlık ve bolluk anında da Allah’ı çok zikretmesi olduğunu bildirdi: “Eğer (rahatlık ve bolluk anında da) tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) diriltilecekleri güne kadar onun (balığın) karnında kalırdı” (Sâffât, 37/143-144).

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), bir hadislerinde; “Kederli, hüzünlü bir kimse, kardeşim Yunus gibi dua ederse, Allah onun duasına cevap verir. O dua da لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنْ الظَّالِمِينَ duasıdır.”7 Öyleyse, “Sıkıntılı anında Allah’ın, duasını kabul etmesi kimin hoşuna gidiyorsa, rahatlık ve bolluk anında Allah’a çok dua etsin.”8

Kişi bolluk ve mutluluk zamanında Allah’a dua etmeye devam ederse, daha sonra başına şiddetli belâ ve musîbetler geldiğinde yine Rabbine dua ettiği zaman melekler; “Ya Rabbi! Bu ses, tanıdık bir kuldan ve tanıdık bir ses. Allah’ım, onun duasını kabul et” derler. Bundan dolayı bazı büyük kimseler şöyle dua etmişlerdir:



* Sakarya Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt.Üyesi


DİPNOTLAR
1. Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Yay., s. 150.
2. Tirmizî, Daavât 1; Ebû Dâvûd, Salât 358.
3. Arif Arslan, Dua ile Ruhsal Tedavi, Samanyolu Yay., s. 18.
4. Müslim, Birr 55.
5. Bkz. Bakara, 2/186.
6. Tirmizî, Daavât 9.
7. Tirmizî, Daavât 82.
8. Tirmizî, Daavât 9.
اللهُمَّ اِنِّي اُمِرْتُ بِالدُّعَاءِ وَ وُعِدْتُ بِالاِجَابَةِ وَ قَدْ سَاَلْتُكَ كَمَا اَمَرْتَنِي فَاسْتَجِبْ لِي كَمَا وَعَدْتَنِي “Ya Rabbi! Bana dua etmem emredildi ve duama cevap verileceği de vaat edildi. Senin emrettiğin gibi sana dua ediyor ve senden istiyorum. Vaat ettiğin gibi duama icâbet et.”
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
5B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
5B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Üst