***
Birkaç sene sonra bir yaz mevsimi, hasat zamanıydı. Ekinler biçilmiş, toplanmış, harman yapılmıştı. Harman yerlerinde tepecikler halinde buğday ve arpa desteleri vardı. Çiftçinin bir yıllık emeğiydi bu. Yıllık gelirini buradan karşılayacaktı.
Ancak acı haber kısa sürede her tarafa ulaştı: Kilisin harmanlarına ateş düşmüş, yangın bütün harmanları sarmıştı.
Çevreden duyanlar koşmuş, bir an önce yangını söndürmeye koyulmuştu. Kendisi de yerinde duramamış, bu insanların yanında yer almaya gitmişti. Gerçekten de manzara dehşet vericiydi. Alevler göklere yükseliyor, harmanlar cayır cayır yanıyordu. Fakat olanca gayrete rağmen harmanların büyük bir kısmı yanmış, öbek öbek kül yığınları oluşmuştu.
Ancak herkesi şaşırtan bir görüntü vardı kül kümelerinin yanında. Yangının ortasında kalmasına rağmen koca bir buğday harmanı olduğu gibi duruyordu. Dev alevler orayı atlamış geçmişti. Harman sahibi ise harmanının yanında bekleyip duruyordu. Bir şaşkınlık içindeydi.
Yanına vardı. Sordu Kardeş, sebebi ne ola ki, herkesin harmanı yanıp kül olduğu halde senin harmanın böyle olduğu gibi kalmış Yangından ve ateşten bir zarar görmedin!
Harman sahibi üzüntülüydü, çünkü bütün komşuların bir yıllık emeği kül olmuştu; sevinçliydi, kendi harmanı kurtulmuştu.
Ben, dedi, her sene harmanı kaldırırken, içinden onda bir zekâtını (öşrünü) ayırırım, fakir ve muhtaçlara veririm, ondan sonra buğdayı ambara çekerim. Böylece Rabbim benim harmanı korudu.
Evet, hadis-i şerifler açıktı:
Mallarınızı zekâtla koruyun. Hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin. Belâ dalgalarına dua ve yakarışla karşı koyun.
Karadaki ve denizdeki bir mal ancak zekâtının verilmemesinden dolayı telef olur.
Zekat, sadaka ve infak manevi bir sigortaydı.