şeker
Üye
Bereketin kaynağı nerede saklı?
Uzun bir yolculuktan sonra yolu bir köye düş­­müştü. İyice susamış, üstelik acıkmıştı da... Gözüne kestirdiği bir evin kapısını hafifçe tıklattı. Kapıyı evin hanımı açtı.
Bir tas suyunuz var mı bacım, çok susadım da dedi.
Bir tas suyun lafı mı olur kardeş, yoldan geliyorsun, görü­nen o ki, acıkmış olman lâzım. Siz içeri buyurun, çok kal­maz beyim de gelir.
Misafir daveti kabul etti. Serin bir köşeye çekildi oturdu. Kısa bir süre sonra ev sahibi de geldi. Hoş beşten sonra misafirin önüne sofra serildi. Birkaç parça yiyeceğin yanında bir tabağa da pekmez koymuşlardı. Pekmez hoşuna gitmişti.
Ev sahibi yıllardır uyguladığı bir âdetini anlatmaya başladı misafirine:
Köye girerken gözünüze çarpmıştır. Önemli bir gelir kaynağımız üzüm bağcılığıdır. Benim de bir parça bağım var. Her sene hasat mevsimi olunca, üzümü keserim, suyunu sıkar, pişiririm, pekmez yaparım. Dört teneke pekmez çıkar. Üç tenekesini köylüye dağıtırım, bir tenekesini de eve bırakırım. Gelirken siz de görmüşsünüzdür. Bu sene bir çekirge âfeti geldi. Ne kadar yeşillik varsa, hepsini yedi bitirdi. Köyün bağları da bu felâketten nasibini aldı. Ne yeşil bir yaprak kaldı, ne de bir salkım üzüm...
Ancak benim bağa hiçbir şey olmadı. Çekirge sürüsü benim bağa uğramadı, bir zarar da vermedi. Sapa sağlam kaldı. Her sene olduğu gibi, bu sene de yine üzümü kestim, suyunu sıktım, pekmez yaptım, dört teneke çıktı, birini eve bıraktım, geri kalan üç tenekesini de köyde fakir fukaraya dağıttım. Bu yüzden, çekirge bütün bağları kırıp geçirdiği halde benim bağa dokunmadı.
Misafir hayranlığını gizleyemedi, Gözüyle görmüştü, o ka­dar bağın içinde tek yeşil kalan bir bağ vardı ve hayranlığını Mâ­şaallah! diyerek dile getirdi ve örnek davranışından do­la­yı ev sahibini kutladı.
* * *
Uzun bir yolculuktan sonra yolu bir köye düş­­müştü. İyice susamış, üstelik acıkmıştı da... Gözüne kestirdiği bir evin kapısını hafifçe tıklattı. Kapıyı evin hanımı açtı.
Bir tas suyunuz var mı bacım, çok susadım da dedi.
Bir tas suyun lafı mı olur kardeş, yoldan geliyorsun, görü­nen o ki, acıkmış olman lâzım. Siz içeri buyurun, çok kal­maz beyim de gelir.
Misafir daveti kabul etti. Serin bir köşeye çekildi oturdu. Kısa bir süre sonra ev sahibi de geldi. Hoş beşten sonra misafirin önüne sofra serildi. Birkaç parça yiyeceğin yanında bir tabağa da pekmez koymuşlardı. Pekmez hoşuna gitmişti.
Ev sahibi yıllardır uyguladığı bir âdetini anlatmaya başladı misafirine:
Köye girerken gözünüze çarpmıştır. Önemli bir gelir kaynağımız üzüm bağcılığıdır. Benim de bir parça bağım var. Her sene hasat mevsimi olunca, üzümü keserim, suyunu sıkar, pişiririm, pekmez yaparım. Dört teneke pekmez çıkar. Üç tenekesini köylüye dağıtırım, bir tenekesini de eve bırakırım. Gelirken siz de görmüşsünüzdür. Bu sene bir çekirge âfeti geldi. Ne kadar yeşillik varsa, hepsini yedi bitirdi. Köyün bağları da bu felâketten nasibini aldı. Ne yeşil bir yaprak kaldı, ne de bir salkım üzüm...
Ancak benim bağa hiçbir şey olmadı. Çekirge sürüsü benim bağa uğramadı, bir zarar da vermedi. Sapa sağlam kaldı. Her sene olduğu gibi, bu sene de yine üzümü kestim, suyunu sıktım, pekmez yaptım, dört teneke çıktı, birini eve bıraktım, geri kalan üç tenekesini de köyde fakir fukaraya dağıttım. Bu yüzden, çekirge bütün bağları kırıp geçirdiği halde benim bağa dokunmadı.
Misafir hayranlığını gizleyemedi, Gözüyle görmüştü, o ka­dar bağın içinde tek yeşil kalan bir bağ vardı ve hayranlığını Mâ­şaallah! diyerek dile getirdi ve örnek davranışından do­la­yı ev sahibini kutladı.
* * *