Hz.Nesibe ( r.a )

HENA Üye
Yaratılışın bir tarz senfonisi olan kaderle, aşk ve sevgi birtakım hilkât şaheseri yapar. İşte bu hilkât şaheseri içerisinde Hz.Nesibe’nin sevgisine bütün insanlık, İslam ve İslamiyet ve bizler çok şey borçluyuz.
Hz.Nesibe’nin sevgisi ve İslamiyetin coşan sırrı ile, takdirin İslamiyetin zaferine verdiği coşku çok ilginç değişmeler göstermiştir. Burada Hz.Nesibe’nin sevdası gönülde bir marş olmuştur.
Hz.Nesibe tam kırk yaşındaydı. Fahr-i Kâinat Efendimizi tanıyıp iman ettiği zaman, akebe biatına gelen o büyük kahramanlardan bir tanesiydi. Bu geniş sırrı içerisindeki Fahr-i Kâinat Efendimizi gördüğü an, Fahr-i Kâinat Efendimiz onlara, tenezzülen akabeye gelerek, hitap ettiği an, gönlünde bir dua belirdi. “Yarabbi… Şu yarattığın, mahlukatın tümünün, alemlerin tümünün şahıdır.Padişahı, sultanıdır. Bunun aşkını gönlümden çıkartma.”
Bu aşk bütün ömrü boyunca devam ettiği gibi aynısı evlatlarına da yansıdı. Hz.Nesibe, bu sevda öyküsünü kurarken gönlünden o kadar sıcaktı ki; günlerden birgün Fahr-i Kâinat Efendimiz Hz.Hatice’yi kaybetmenin, Hz.Ebu Talip’i kaybetmenin elemiyle hüzün yılı dediği yılda Cenab-ı Hakka Gönlünden ricada bulunuyordu. İslamların en ağır şartlarda eza gördüğü yıllardı.
Niyazı Müslümanların biraz daha feraha çıkması, bu hüznün manevi bir neşeye dönmesi içindi. Nihayet gönlüne gelen bu niyazın etkisiyle Taif’ten davet geldi.

Taiflilere Şefkat Duası



Efendimiz sevgili kölesi Zeyd’i alarak Taife ayak bastıktan sonra grup grup vahşi hainler tarafından çocuklarına taşlattılar.
Kendileri çocukların ellerine büyük büyük çocukların kaldıramayacağı taşları verdiler. Efendimizi taşlatı, adeta orada yok etme savaşına girdiler. Hz.Zeyd’in Efendimizin etrafında pervane gibi dönerek, Efendimize o taşlardan bir tanesini isabet ettirmemek için gösterdiği büyük gayret sonunda Taif’in sokaklarından zor kaçıp bir bağın kenarına geldiler. Efendimiz de ayaklarından yaralanmış, Zeyd’in bütün gayretlerine rağmen onun da kanı akmaktaydı. Efendimiz Cenab-ı Hakka;
“Âman Ya Rabbi! Sakın bu kavmi kahretme … Bilmiyorlar. Onlara azabını verme..” diye duaya başladı.
“Ya Rabbi!... Sen çarelerin hazinesisin…Elbet bir çare sıcaklığıyla gelmiştim buraya. Bu çare sıcaklığını kendi iç dünyamda ve âlem-i İslam üzerindeki hüznün kaldırılması ümidiyle gelmiştim. Ama sen çarelerin hazinesisin. Çare tükenmez. Sen yeni bir çare halkedersin…Ya Rabbi…"
İşte bu duanın ani bir neticesi oldu. Ve Medine hicreti Hz.Nesibe’nin gönlündeki Sevday-ı Muhammedi’nin ışık ışık yanmasıyla coştu. Ve o andan sonraki bildiğimiz tarihi hadise zuhur etti. Taif’te Resûlallahı’ın sende çare tükenmez Ya Rabbi, dediği duanın mukabilindeki çare; Cenab-ı Hakkın, gönüllerdeki Fahr-i Kainata ait en sıcak sevdayı aradı. Mekke dışındaki en sıcak sevdayı Hz.Nesibe’nin gönlünde buldu. Ve onu ışık ışıl Efendimizin gönlüne yansıttı. Fahr-i Kainat Efendimiz Medine’ye geldiği zaman, Hz.Nesibe’yi Akabe biatından sonra Medine devletinin oniki kişilik yönrtim kadrosuna üye olarak aldı.


Canını Resûlallaha Vermek


Özündeki hikmet ise Hz.Nesibe’nin Resûlallaha canını niçin veremediğinin telaşıydı. Hz.Nesibe annemiz Uhud savaşına yaralıları tedavi etmek amacıyla gitmişti. Ama içerisindeki çok güzel bir duygu, savaşa gireceğini de söylüyordu. Bu yüzden kılıcını alarak gitti Uhud’a. Uhud savaşında özel bir sır vardır. Uhud’da Fahr-i Kainat Efendimizin Cenab-ı Hakka sunduğu bir taleb; “Ya Rabbi… ben burada hiçbir müdahale istemiyorum. Bu savaşta ben müminlerin kudretini sana göstermek istiyorum. Mümin’lerin nasıl senin için savaştıklarını, sana göstermek istiyorum “. Savaşta öyle bir an zuhur etti ki ; Efendimizin etrafındaki korumakla mükellef bütün mücahtler, bizzat üç adım ötedeki kafirin üzerine gitmek için, herkes büyük yakın bir savaşın içine girmişlerdi. İşte orada bir şey oldu. Fahr-i Kainat Efendimiz yalnız kaldı. Bir tek Nesibe vardı. Hz.Nesibe o sırada Efendimize direkt olarak saldıran ilk kafiri yok ettikten sonra, ikinci kafirle öyle bir mücadele girişti ki, belki de o vahşi kafirlerin içerisinde en büyük savaşçıydı karşısına düşen. Ama Hz.Nesibe vurmakla yere düşen kılıcını tekrar alıp tekrar vurarak kafirin karşısına çıktı. Kafirin çift sırrı vardı. Vuruyor…vuruyor bir türlü zırhından içeri giremiyordu. İşte o sırada kafir Hz.Nesibeyi yukarıdan aşağıya, sağ omzundan beline kadar yaran şiddetli bir darbe indirdi. Efendimizin savaşta yalnız kalması kırk saniye sürmüştü.
Hz.Nesibe’nin vücudu, yarıya kadar indirilen kılıç darbesi karşısında Fahr-i Kainat Efendimizin gözleri yaşardı, gözyaşlarını tutamayarak “aman ya Nesibe” diye omzunu sıvazladı. Ve yarasının görüntü sayfasını kapattı.
O zaman Hz.Nesibe ne dedi biliyor musunuz?
-“Ya Resûlallah! .. Senin uğruna şehid olmak şerefini bana niye mahrum ettin.”
Bu söz üzerine Fahr-i Kainat Efendimiz:
-“ Sen ve soyun cennette benimle olacaksınız. Ben seni mahrum etmedim” buyurdu.


Nesi Var Nesi Yoksa

O yaralarının en ağrılı en acılı zamanlarında ibadetini ve orucunu sırf Fahr-i Kainatı mutlu etmek için onun emirlerinin içerisindeki sıcaklığı kendi gönlündeki sevday-ı Muhammedi ile hamur etmek için kullanan gerçekten emsalsiz bir annemizdi.


Müthiş Dua

Hz.Nesibe’nin dudağından, ağzından düşürmediği duası; “Gönlümü Resûlallah’ın sevdasıyla yak! Yarabbi..” diye yaptığı duayı evlatlarına da ezberletti.
Efendimizin mübarek mutahhar, aziz, latif ruh-u şeriflerine, ehl-i beyt’in kerbela şehitlerinin ve Hz.Nesibe annemizin ve oğullarının ruhuna niyaz ederiz. Lütûflarından, keremlerinden, ilgilerinden, şefkatlerinden bizleri mahrum etme. Onların kölesi olma şerefini ebediyen bizde alma. Gönlümüzde Hz.Nesibe’ye layık bir sevdayı Sevday-ı Muhammedi gücü ver… Yarabbi !
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
6B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
8B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
7B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
1B
Üst