Naat Nedir

Peygamberimiz Hazreti Muhammed’i (s.a.v) öven, kendisine duyulan saygı ve sevgiyi dile getiren edebi eserlere naat denir. Kelime anlamı överek anlatmaktır. Naat-i Şerif, Naat-i Nebi, Naat-i Mustafa bunlara örnektir. Bunun yanında bir din büyüğünün övgüsüne tahsis edilmiş naatlar da bulunur. Özellikle de dört büyük halifenin övüldüğü naatlar Divan edebiyatında kendisine geniş yer bulmuştur. Ayrıca İran edebiyatında, 16. yüzyılda Hz. Ali hakkında yazılmış olan naatlar oldukça fazladır. Dört halifeye övgü olarak yazılanlara “Naat-i Çâryâr” ismi verilir. Hz. Ali’yi övmek üzere yazılanlara ise “Naat-i Ali” denir.
naat
Naatlar, çoğunlukla kaside olarak yazılmıştır, ancak şairler tarafından gazel, mesnevi, rubai, murabba, müstezad, terkib-i bend, tuyuğ şekillerinde de denendiği olmuştur. Naatlar beyitler veya dörtlükler şeklinde olabilir. Beyit sayısı 6-7 tane ile de kalabilir, yüzlerce beyite kadar da çıkabilir.

Resulullah’ın doğumu, çocukluğu, dış görünüşü, güzel ahlakı, mucizeleri, peygamberliği, hicreti, savaşları, Allah’a olan sevgisi, sabrı ve tevekkülü naatlarda işlenmiştir. Naat yazmakla ünlü kişilere “naat-gû”, özel dinsel törenlerde naat okuyanlara ise “naat-han” denir.

Divan şairlerinin çok büyük bir çoğunluğu naat yazmıştır. “Mürettep Divan” adı verilen ve bir düzen içerisinde hazırladıkları şiir kitaplarında şairler, “tevhid” (Allah’ın birliğini ve büyüklüğünü anlatan şiirler) ve “münâcât”ın (Allah’a yakarışlarını anlattıkları şiirler) ardından, yazdıkları naatları kitaplarına eklemişlerdir. Bu sıralı düzen istisnalar hariç olmak üzere hemen hemen tüm divan şairleri arasında bir gelenek olarak sürdürülmüştür. En çok naat yazan şair, Yahya Nazım’dır. Divanında 297 naat vardır. Bu naatlar hemen hemen bütün nazım şekilleriyle yazılmıştır. Nâbi’nin 137 beyitlik, Şeyh Galib’in müseddes nazım şekli ile kaleme aldığı naatları, Fuzuli’nin “su” ve “gül” kasideleri çok ünlüdür. Naat yazma konusunda ünlü olan başka şairler de şunlardır: Ahmed Paşa, Sabit, Necati, Şeyhi, Nefi, Naimi, İshak Efendi.

Yakın dönemde herkesçe bilinen naat örnekleri olarak ise: Yaman Dede, Arif Nihat Asya ve Mehmet Akif Ersoy’un naatlarını görmekteyiz.

Naat örneği olarak Nabi’nin naat-ı şerifi

Urfalı bir şair olan Nabi İstanbul’a yerleştikten sonra İslam ve Osmanlı medeniyetinin büyük şairlerinden birisi olmuştur. Kullandığı mahlasla iki kere kendini yok kılmıştır. Hem Arapça’daki yok “na”, hem de Farsça’daki yok “bi”. Mahlasının nişanesi olarak “Bende yok sabr u sükûn, sende vefadan zerre / İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre.” dizlerinin sahibidir.

Nabi bir peygamber aşığıdır ve 1678 yılında devlet ricali ile hac farizesini yerine getirmek için yola çıkmıştır. Haftalar süren bu yolculuğun ardından Medine-i Münevvere’ye varmaya yaklaşmıştır. Nabi Medine’ye ulaşmadan bir önceki konaklama yerinde bir paşa ayaklarını peygamberimizin ebedi istirahatgâhı Mescid-i Nebevi’ye karşı uzatıp yattığını müşahade eder. Bu durum karşısında aşağıdaki naatı o paşaya okumuştur. O paşa utanır edep eder ve bu durumun kendi aralarında kalmasını Nabi’ye rica eder. Ancak Mescid-i Nebevi’ye vardıklarında minarelerden Nabi’nin o paşaya söylediği beyitlerin okunduğunu duyarlar. Paşa şaşırır: “Hani aramızda kalacaktı?” der. Nâbi: “Paşam nasıl haber gönderebilirim ben onlara, ben bilmem.” der ve müezzin efendinin yanına giderler ve “Hayrolsun nedir bu?” diye sorarlar. Müezzin “Dün geceye kadar ben de bilmiyordum bunu. Efendimiz aleyhisselam gece rüyama geldi. Dedi ki “Ümmetimden biri ziyarete geliyor, onun adı Nabi’dir. Onun naatı şu şekildedir, onu bu naatla karşılayın” buydur burdan biliyoruz” deyince ikisi de göz yaşlarına gark olurlar.

Allah resulüne edebin nasıl olması gerektiğini anlatan bu naat-ı şerif, naatlar arasında en müstesna yere sahiptir.

Sakın terk-i edepten, kûy-i Mahbûb-i Hudâ’dır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ’dır bu!

Felekte mâh-ı nev Bâbu’s-selâm’ın sîne-çâkidir;
Bunun kandîli, cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bu!

Habîb-i Kibriyâ’nın, hâbgâhıdır fazîlette;
Tefevvuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.

Bu hâkin pertevinden oldu, deycûr-i adem zâil;
Amâdan açtı mevcûdât, çeşmin tûtiyâdır bu.

Murââd-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha;
Metâf-i kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu!

Nâbî