Yaman Dede Kimdir

Ömer
Yönetici
Yaman Dede Ortodoks bir ailenin çocuğu olarak Diyamendi Keçeoğlu ismiyle 1887 yılında Kayseri'nin Talas ilçesinde dünyaya geldi. Babası ticaretle uğraşıyordu. İlk eğitimini Ortodoks mektebinde aldı. İdadide (ortaokulda) okurken Arapça ve Farsça dersleri almaya başladı. Üçüncü sınıfa gelindiğinde Mevlana şiirlerine meftun oldu. Böylece Mevlana’ya derin bir muhabbet duymaya başladı.

Yaman Dede'nin Hayatı


Rum ve Hristiyan bir ailenin bireyi olmasına rağmen Mevlana şiirlerine âşık olmuştu. Farsça derslerine ilgisi onu şiire yönetti. Mesneviden ve İslam tasavvufu klasiklerinden beyitler ezberlemeye başladı. Din derslerinden gayrimüslim çocuklar muafken ve derslere katılmazken o din derslerine de çok ilgiliydi ve dersleri kaçırmıyordu. İlmihal bilgilerini diğer Müslüman çocuklar gibi öğrendiği gibi, Resulullah’ın hayatını da öğreniyordu. Aslında İslam’ın çekim alanına girmişti bile.

Kuran’dan ayetler ezberleyen, Resulullah’ın hadislerini okuyan, Arapça ve Farsça özel dersler alan ve de tasavvuf divan edebiyatına ilgi duyan bu Rum genci liseyi birincilikle bitirir ve ardından üniversite eğitimini görmek için 1907 yılında İstanbul’a gider. İstanbul Hukuk Fakültesini bitiren Diyamandi, mezun olduktan sonra devlet memuru olur. Aynı zamanda Edebiyat ve İslam ilimleri derslerini özel hocalardan almaya da devam eder. Diyamandi daha sonra bir söyleşi de söylediği gibi işte tam bu nokta da kalbi olarak hidayete ermiş ve İslam’ı seçmişti ama bunu henüz dil ile tasdik edip duyurmamıştı.

Yaman DedeGizliden gizliye Müslümanlığını sürdüren Diyamandi, daha sonra kendine “Yaman Dede” ismini vereck olan dönemin önde gelen Mevlevi dedelerinden Ahmet Remzi dededen Mesnevi okumalarını dinler. Bu okumalarda Mevlana’nın ta yıllar önce mikrop ve aşıdan haber verdiğini duydukça aşkı iyice artar. -Ki o beyit şöyledir:-

Zerhâ dîdem dehâ nîşân cümle bâz,
Ger begûyem horde, şân gerdad dirâz

(Ağızları hep açık zerreler gördüm/
Onların ne kadar küçük olduğunu söyleyecek olsam uzun gider.)

Mevlana’nın beyitlerini okudukça, mısralardaki ahengi ve manayı tefekkür ettikçe zaten Mevlana aşkı gönlüne sığmıyordu. Hele bir de Mevlana’nın ebced hesabıyla kendi ölüm tarihini bir beytine saklaması onun gönlündeki ateşi iyice harlıyordu. Aynı dönemde bir radyoda Mevlevilik ve Mevlana ile ilgili bir program yapmaya başladı. Bir yandan da mesleği olan muallimliğe gayrimüslim azınlık okullarında verdiği Edebiyat ve Farsça devam ediyordu. Bir süre sonra devlet memurluğundan ayrıldı ve serbest olarak avukatlık yapmaya başladı.

Türkiye’nin çeşitli illerinde Mevlana ile ilgili konferanslara katılır ve konuşmalarda bulunurdu. Müslümanlığını titiz bir gizlilikle sürdüren Diyamandi, gözden uzak camilerde namazlarını gizlice kılmaya devam ediyordu. Hatta kızının ve eşinin bile onun Müslüman olduğundan haberleri yoktu. Öyle ki hayatını not ettiği günlüklerinde ailesinden habersiz kırk yıl kadar sahursuz, bazen iftarsız oruç tuttuğunu anlatır. Mesleğine daha az zaman ayırıp, bütün vaktini Mesnevi ile geçirir ve manevi aşkın verdiği huşu ile yaşamına devam ediyordu.

Gönlü artık daha fazla bunu gizlemeye el vermiyordu. Artık dil ile de tasdik etmeli ve haykırmalıydı. 15 Şubat 1942 yılını gösteriyordu takvimler. Ve artık Diyamandi değil Mehmet Abdülkadir Keçeoğlu’ydu. Müslüman olmuştu ve ailesinin bunu kabul etmesi mümkün değildir. Hadise hemen Patrikhane’ye ulaşır. Öyle ya Hristiyan din adamlarına göre Hristiyanlıktan dönen biri ile evli kalamaz bir kadın. Mehmet Abdülkadir zor bir karar alır ve evinden ayrılır. Bir dönem avukatlık için tuttuğu büroda ikamet eder. Yeri gelir talebelerinin evlerine misafir olur.

Sonrası İmam Hatip Okulu ve Yüksek İslam Enstitüsünde Farsça ve Arapça dersleri vermeye başladı. Günümüzde birçoğumuzun tanıdığı Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Emin Işık, Osman Nuri Topbaş gibi birçok güzide şahsiyet Farsça’yı, ağlayarak anlattığı derslerden Mevlana’nın hayatını ondan öğrenir. İçindeki Allah, Muhammed (s.a.v) ve Mevlana sevgisi umman gibiydi. O kadar ki bu isimleri duyduğunda gözleri dolar ağlamaya başlardı. O yıllarda yakınlarının vesilesi ile öğretmenlikten emekli olan Hatice Hanımla evlendi. Ama eski eşi ve kızına ahde vefayı hiç terk etmedi. Onları sürekli telefonla arayıp, onlara hediyeleri eksik etmedi.

Yaman Dede’yi kâinat efendisi Hz. Muhammed’e (s.a.v) yazdığı o muhteşem Naat-ı Şerif’inden tanıyoruz biz. Bu ve buna benzer birçok şiirlerde peygamber aşkını yansıtan Yaman Dede artık son günlerindedir. Hasta yatağında yatarken bir gün Ali Kemal Belviranlı, Fevzi Özçimi, Şevket Evgi ve Nuri Yılmazgil dedeyi ziyaret ederler. Ali Kemal Bey ona rast makamı ile Yanan Kalbe Devasın Sen naatını bestelediğini söyler. Hep bir ağızdan besteyi okumaya başlarlar. Besteyi duyunca hıçkırarak ağlamaya başlayan yaman dede birden cezbe haline girer ve yatağından fırladığı gibi semazenler gibi ortada dönmeye başlar. Öylece kendinden geçen Yaman Dede, duvarlara vurur kendini. Daha önce kalp krizi geçiren ve vücudu bitkin düşen Yaman Dede bu hadiseden sonra 3 Mayıs 1962 gününde hakka yürüdü.

Ondan bize harika şiirler kaldı. Ama öyle bir naat kaldı ki okuduğumuzda, duyduğumuzda burnumuzun direği sızlar. Resulullah’ın hayali gelir gözümüzün önüne. İşte o güzel naatı:

Dahilek Ya Resulallah

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Resulallah
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Resulallah
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Resulallah
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Yanar kalbe devâsın sen bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen dilersen rûnümâsın sen
Habîb-i Kibriyâsın sen Muhammed Mustafâsın sen
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Gül açmaz çağlayan akmaz İlâhî nûrun olmazsa
Söner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa
Firâk ağlar visâl ağlar ezel mesrûrun olmazsa
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Erir canlar o gülbûy-ı revanbahşın hevâsından
Güneş titrer yanar dîdârının bak ihtirâsından
Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Susuz kalsam yanar çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Ne devlettir yumup aşkınla göz râhında cân vermek
Nasîb olmaz mı Sultânım Haremgâhında cân vermek
Sönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermek
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Boyun büktüm perîşânım bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu aşkından döner pâyinde tezkîri
Ne dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle kıtmîri
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
9B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
1B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
4B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
9B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Üst