Sanat Neyi Konuşmalı?

prenses MoNo MeLeği ♥
Hiçbir zaman inandırıcı görünmemiştir bana, “sanatın bir şey söylemesinin gerekmediği” savı. Her davranış, her seçim, her duruş, hatta her soluk alış... Evren, bütün evrenliğiyle, canlı cansız her varlık ise yalnızca kendi var oluşuyla bile her an bir şey söylerken, nasıl inanabilirdim kendiliğinden değil, ‘yapmak’la var olabilen ‘yapıt’ın, o etkin yaratığın bir şey söylemeksizin var olabileceğine!
Öyleyse, hiçbir şey söylememeye çalışmak bile bir şey söylemekti. Olanaksızdı, bir şey söylemeden sanat yapmak.
Peki, neyi söylemeli, neyi konuşmalı sanatın diliyle?
Bireylerin de, toplumların da, yaşamlarında en çok yer tutan şeylerin, seçtikleri konular üstüne konuşmaları olduğunu düşünmüşümdür zaman zaman.
Neyi önemsediğimizi seçmek midir konuşmak? Bir başka açıdan sorarsak, sanatçının önemsediği midir, sanatına seçtiği konu?
Diyelim haftalardır, aylardır hiç durmadan yağmur yağıyor, sular, önüne geleni sürükleyip yutuyor. Birisi çıkıp da, kalıcı bir biçimde “Aylardır yağmur yağıyor, sular her şeyi yutuyor” demezse, insanlık bu doğa olayından habersiz kalacak, sonraki kuşaklara bunu aktaramayacaktır.
Gündelik dilden başka, ondan çok daha etkili ve kalıcı bir dilde ‘söylemek’tir sanat. Kendi toplumuna, çağdaşı olan öteki toplumlara ve sonraki toplumlara... Sanatta neyin söylendiği bu yüzden önemlidir.
Günümüz sanatçısının çoğu, güncel olanın, yani içinden geçilen sürecin, sanat dilinde kalıcı olarak anlatılamayacağını düşünüyor. Oysa içinden geçilen alabildiğine bireysel süreçlerin, alabildiğine özel kalmış duygularla yazılıp çizilmesine ilişkin böyle bir kuramsal direniş yok sanatçımızda.
Her güncel olan değil de, yalnızca toplumsal olan mı, şimdi değersiz sayılan?
Yirmi beş otuz yıl önceye gidersek durumun bugünkünün tam tersi olduğunu görürüz. O zaman beğenilme olasılığı düşük olan yapıtlar, bireysel olan, toplumsal güncelimizin dışında olan konuları işleyen yapıtlardı. Gözden kolayca kaçıverebilirdi konusu nedeniyle toplumsal kurtuluşumuzun değirmenine su taşımadığı düşünülerek küçümsenen güzel yapıtlar.
Sanatta konulara yönelişin toplumsal dönemleri mi var?
Sanatçının önemseyip seçtiği konunun, toplum için de önemli konulardan olması gerekli midir? Sanat türleri ayrı ayrı düşünüldüğünde, yanıtı da değişir gibi olan bir soru? Örneğin, tiyatro için başka, fotoğraf için başka yanıt verilebilirmiş gibi sanki. Türler için aldatıcı bir görünüşü olsa da, bireysel ya da toplumsal dönemler için doğru bir görünüş. Bugün gözdemiz olan bir konu ya da konu alanı, bir de bakmışız sırtımızı döndüğümüz konular listesine atılıvermiş.
Toplumlar için de böyle değil mi?
Sol’un yükseldiği 1960-80 arası dönemde, sanat yapıtının toplumsal olmayan bir konuyla ilgi görmesi kolay iş değildi. Ölçütün salt konu olduğu dönemlerde iyiyle kötü, güzelle kaba da birbirine karışır. Konuya indirgenir beğenilen ya da beğenilmeyen. Sanat için en tehlikeli hastalık: Konuyu sanatın kendisi sanmak.
İyiyle kötünün karşılaştırılmasında, yalnızca yapıttır iyi ya da kötü olan, konu değil. Yapıt başarısızsa, konu da payını alır ortaya çıkan hoşnutsuzluktan, ama aldatıcıdır bu. Tıpkı başarılı yapıtın, konusunu da sevdirmesi gibi.
Bu aldanışı kurmaca bir örnekle somutlayalım: ‘Günceldeki toplumsal’ı işlemiş olsun bir sanatçı, ama başarısız olmuş olsun. Bir başka sanatçı da, ortak güncelimizde olmayan bir konuyu işlemiş olsun, ama başarılı olmuş olsun. İşte böyle örneklerin karşılaştırılmasıyla, “sanatta güncel, toplumsal, siyasal olanın işlenemeyeceği, işlenirse ortaya iyi bir iş çıkmayacağı” görüşü elde ediliyor ve günümüz sanatçısına sürekli fısıldanıyor. Oysa bu görüş bana hep, aynı çerçevede bulunması olanaksız iki nesnenin yapay olarak yan yana getirilmesiyle elde edilen bir fotoğrafı, bir doğal görünüşün, bir doğal sonucun fotoğrafı sanmak, başkalarını da bu sanıya inandırmaya çalışmak gibi gelmiştir. Böyle bir fotoğraftaki görüntünün doğallığına inanabilmem için, güncel-toplumsal-siyasal olanı işleyen başarılı, başarılı olmaktan da öte, çok güzel nice sanat yapıtının varlığını unutmam gerekir. Onlar karşımda dururken nasıl inanabilirim böyle bir savın doğruluğuna?
Öyleyse neden tam tersi karşılaştırmalar da yapılmaz? Hani başarısız olanın, kötü olanın bireyci, bireyselci; güzel olanın ise ortak güncelimizdeki konuyu işleyen, toplumsalcı yapıt olduğu karşılaştırmalar?
Yapılırmış... Eskiden... Sonra dönem değişmiş; 12 Eylül’le birlikte değerler altüst olunca, konuyu sanatın kendisi sanma yanlışlığı tersyüz edilip giyilmiş yeniden.
Melih Cevdet Anday diyor ki “Konu Konusu” başlıklı denemesinde: “Şiirimizi, genellikle yazımızı çeşitli siyasal açılardan ele alma alışkanlığı, görüyorum ki, yazın, sanat ölçülerini neredeyse ortadan kaldırdı. Bunun en belirgin örneği köy romanı tartışmasıdır; bu tartışmalarda Anadolu köyünün ekonomik, toplumsal durumu öylesi bir yer tutuyor ki konunun başını sonunu, kimler arasında geçtiğini bilmeyen biri, iktisatçıların, sosyologların tartıştığını sanır (elbet bilimsel düzeyde olmamak üzere).”
Yalnız konular mı? Türler bile payına düşen etkiyi almış dönemsel eğilimlerden: “Ben yazın alanına girdiğimden beri solcu bakış divan şiirini yerer, sağcı bakış tutardı,” diyor Anday. “Sonra ne oldu, solda bir Osmanlıcılık tutumu belirince, bu kez koltuklarının altında divanlarla dolaşan gençten solcular gördük. (...) Osmanlı dönemi siyasal, sosyal açıdan yüceltilince, demek onun şiiri de kendiliğinden estetik değer kazanıyordu. (...) ...divan şiirini beğenmeyi gerilik, beğenmemeyi ilerilik mi sayacağız? (...) Son yıllarda düşünceler öylesine allak bullak oldu ki, solcu görüşte olanların bir bölümü Osmanlıcılığı tuttuğu için divan şiiri de baştacı edilince, yukarıdaki soru içinden çıkılamaz bir duruma geliverdi.”
Demek, yalnızca sosyalist düzenler çökünce allak bullak olmamış düşünceler, bizim daha eski bir hastalığımızmış.
Sözün ucunu bırakmadan, dönelim sorumuza. Neyi seçmeli sanatçı sanatını konuşturmak için? Neyi seçmeli öykücü, anlatmak için?
Sanatçı da bireyse, ‘bizden biri’ olarak konuşma sorumluluğu ister birey olmak. Toplumdan biri olarak konuşma sorumluluğudur bu. Ne bireysel olanı yasaklar ne toplumsal olanı kutsar; sorumluluktur yalnızca. Hem bireyden sorumlu olan topluma, hem de toplumdan sorumlu olan bireye gerekli olandır.
Ne toplumsalı ne bireyseli... Sakız çiğneyen edebiyat var ki bir de... Koşullar, dönem dönem parlatır onun yıldızını da.
Hürriyet Yaşar
ALINTI
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
17B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
4B
Üst