Ömer
Yönetici
kurban nedir - kurban ne demek - neden kurban kesilir - kurban nedir niçin kesilir
Hz. İbrahim A.S'a gönderilen ilk günden günümüze kadar gelen kurbanın islamiyetteki yeri nedir?
KURBAN NEDİR?
Allahü Teâlâ inanan kullarına kulluk borcu olarak bedenî, lisânî, kalbî ve mâlî ibadet ve mükellefiyetler yüklemiştir. Her biri Allah’ın rızasını kazanmaya rahmet ve nusretine yakın olmaya ve ahiret hayatında büyük nimet ve yüce derecelere kavuşmamıza vesile olacak mâlî ibadetlerden birisi de kurban kesmektir.
Kurban Allah rızası için, ibâdet niyyeti ile belirli günlerde cins, yaş ve vasıflarını dinimizin tayin ve tesbit buyurduğu hayvanlardan birini kesmektir.
Kurban, Bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde kesilir. Efdal olanı birinci gününde bayram namazından sonra kesilmesidir.
KURBAN NİÇİN KESİLİR?
Kurban; Cenâb-ı Hakk’ın “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” emrine uyarak, rızası kazanılmak için kesilir.
Kesilen kurbanın akan kanı ile birlikte sahibinin günahlarının da bağışlanacağı Peygamberimiz (s.a.v) tarafından müjdelenmiştir.
Kurban; kendisine kurban kesmek vâcip olanların vücuduna bedel olarak kesilir.
KURBAN KESMEK KİMLERE VÂCİP OLUR?
Akıllı, hür ve mukim olan, aslî ihtiyaçlarından fazla nisap miktarı mal veya paraya sahip (yani Kurban Bayramı günlerinde bir kurban alıp kesebilecek durumda olan) kadın-erkek her müslümana kurban kesmesi vâciptir.
KURBAN HANGİ HAYVANLARDAN OLUR?
Kurban şu dört cins hayvanlardan olur:
1- Koyun (Bir yaşını doldurmuş olması lâzımdır. Ancak anası kadar gelişmiş ve 6 ayını doldurmuş bir kuzu da kesilebilir)
2- Keçi (Bir yaşını doldurmuş olması lâzımdır)
3- Sığır-manda (İki yaşını doldurmuş olması lâzımdır)
4- Deve (Beş yaşını doldurmuş olması lâzımdır)
Bunlardan başka (Tavuk, Ördek, Kaz vb.) hayvanlardan kurbanın hiçbir nev’i (yâni vâcip, adak, akîka) câiz olmaz.
KURBAN NASIL KESİLİR?
Kurban kesecek müslüman, kurbanlık hayvanı incitmeden kıbleye karşı yatırır. Ayakta olarak :
“Bismillahirrahmanirrahim” dedikten sonra biliyorsa “İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillahi rabbil âlemîn” Âyet-i Celîlesini okur ve şöyle niyet eder:
“Yâ Rabbî, şu vücudum sana karşı o kadar isyan etti ki, affedilmem için bu vücudumu sana kurban etmem icabediyor. Fakat sen Kitab’ınla insanın kurban edilmesini haram kıldığından, vücuduma bedel olarak bu hayvanı senin rızan için kesiyorum. Kabul buyur yâ Rabbî” dedikten sonra üç defa “Allahü ekber, Allahü ekber, lâilâhe illâllahü vallâhü ekber, Allahü ekber velillâhil hamd” diye tekbir alır ve “Bismillâhi Allâhü ekber“ der ve kurbanı keser.
Burada dikkat edilmesi gereken iki husus daha vardır:
1- Kurbanlık hayvan kesileceği yere incitilmeden götürülmeli ve önceden hazırlanmış keskin bıçak ile kesilmeli, eziyet ve zahmet verilmemelidir.
2-Fazla eziyete sebebiyet vermemek için hayvan kesilir kesilmez hemen yüzmeye başlamamalı, haraketleri sükun bulduktan sonra soymalıdır.
KURBAN KESİLDİKTEN SONRA NE YAPILIR?
Kurban kesen müslüman, kurban kesilip yüzüldükten sonra Allah rızası için iki rek’at namaz kılar. Namazın birinci rek’atında Fatiha’dan sonra Kevser sûresini (İnnâ a’taynâ kel kevser), ikinci rek’atta Fatiha’dan sonra İhlâs sûresini (Kul hüvallâhü ehad) okur.
Bu namaz Allah’a şükür secdesi makamında menduptur.
Yine kurban kesen müslümanın o gün ilk olarak kurbanın ciğerinden yemesi menduptur.
Kurbanın eti üçe taksim edilerek, bir bölümü evde çoluk-çocukla yenilmeli, bir bölümü civardaki (kurban kesemeyen) fakir müslümanlara verilmeli geriye kalan bölümü eşle-dostla yenilmeli veya hediye edilmelidir. Gerekirse Hıristiyan komşulara verilmeli.
Müşterek kesilen kurbanların etleri, ortaklar arasında tartılmak suretiyle eşit ağırlıklarda ayrılmalıdır ki, birbirlerine hakları geçmemiş olsun. Ayrıca et taksimâtını yaptıktan sonra ihtiyâten helâlleşmeleri daha muvâfık olur.
KURBAN KİM TARAFINDAN KESİLİR?
Kurban sahibinin elinden geliyorsa bizzat kendisinin kesmesi evlâ ve eftaldir. Şayet elinden gelmiyorsa, münasip bir müslümana vekâlet vererek kurbanını kestirmeli ve mümkünse başında bulunarak şâhit olması müstehaptır.
GAZETE VE TV’LERDEKİ KURBAN MÜNÂKAŞALARI ÜZERİNE…
Hemen her kurban bayramı öncesinde, bazı çevreler tarafından ısrarla gündeme getirilen ve sanki o güne kadar hiç yapılmamış bir iş gibi takdim edilen “kurbanın hükmü” ve “kesim şekli”, geçen sene olduğu gibi yine mutad üzere memleketimizde gazete ve televizyonlarda tartışılmaya başlandı. Üzülerek ifâde edelim ki; bir yanda ortalıkta aç-sefil dolaşan sahipsiz binlerce “toplum kurbanı” çocuklar, bir yanda da ortalıkta halledilmesi gereken binlerce ictimâî meseleler dururken, medyamız, kendisini hiç de alâkadar etmeyen dinî meselelerle uğraşıyor. Her bayram öncesinde milletin önünde; ehil olan, olmayan kişiler tarafından yapılan bu münâkaşalar, cemiyetimizde, ister istemez bir gerginlik meydana getirerek yer yer kafaların karışmasına da sebebiyet veriyor. Dolayısıyla bu noktada vatandaş soruyor:
“Kessek mi, kesmesek mi? Şoklasak da mı kessek, yoksa şoklamadan mı kessek? Kurban alıp kesmek yerine, bu parayı fakirlere-yoksullara mı versek?..”
Biz de maalesef, 1400 küsur senedir tatbik olunan ve sıradan her Müslüman tarafından dahi bilinen şeyleri tekrar etmeye, yeniden yazıp çizmeye mecbur kalıyoruz.
Her şeyden evvel kurban, mâlî bir ibâdettir. İbâdetlerin Allah ile kul arasında sadece kulluğun ifadesinden, emrin yerine getirilmesinden ibâret olan ferdî olanları bulunduğu gibi, yine ibâdet olup da iktisâdî, ictimâî, idarî, hatta kültürel tarafları olanları da vardır. Kurban, hem kul ile Allah arasında bir ibâdet, hem de ictimâî ve iktisâdî ciheti olan bir vecîbedir. Dolayısıyla Allâh’ın emrini yerine getirmenin yanında, herkesin şuur ve idrâkine göre dînî duygu ve düşünceleri yaşamasıdır.
Bir şâir, “Kebş-i nefsim Hakk’a kurbân eyledim” yani nefis koçumu Allâh’a kurban ettim, diyor. Kezâ mü’minler kurbanlarını keserken, “Yâ Rabbî, şu vücudum sana karşı o kadar hata, o kadar isyan etti ki; affedilebilmem için bu vücudu sana kurban etmem îcap ediyor. Fakat şerîatinle insan kurban etmeyi haram kıldığından, vücuduma bedel olarak bu hayvanı kesiyorum, kabul eyle” derler. Böyle hâlisâne bir niyetle keserler kurbanlarını.
Demek ki kurban kesmek, bu duyguları yaşatabiliyor... Sûreten bir hayvanın kesilmesinden ibâretmiş gibi görülen bu kurban ibâdeti; îfa edilirken, en kıymetli şeylerin bile Allah için hiç çekinmeden fedâ edilebileceğinin mesajını vermektedir.
Kurbanın ictimâî yönünden de bahsetmiştik... Elbette ki yoksullar, bayram olan günü yokluk içinde değil, ictimâî refaha iştirak ederek yaşayacaklar. Zira, her zaman yiyemedikleri bir gıdâyı temin etmelerine vesîle oluyor kurban...
KURBAN, İSLÂM DİNİNİN ŞEÂİRİNDENDİR
Kurban, Allah Teâlâ’ya kurbet (yaklaşmak) için kurban niyetiyle belirli bir vakitte kesilen hususi hayvanın adıdır. Kurban kesmek, zekât ve bayram namazları gibi hicretin ikinci yılında meşrû kılınmıştır. Meşrûiyeti Kitap, sünnet, ve icma’ delillerine dayanır.
Cenâb-ı Hakk, Kevser Sûresinde, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” buyuruyor. Bu âyet-i kerimedeki “namaz”dan maksat bayram namazı, “kesmek”ten kasıt da, kurban kesme günlerinde kesilen hayvanlardır. Başka bir âyet-i kerimede ise, kurbanlık develerden şöyle bahsedilir: “Kurbanlık develeri de size, Allâh’ın şeâirinden kıldık.” (S. Hac, 36) “şeâir”in mânâsı, Allâh’ın dininin alâmeti, işâreti olan hususlardır. Pek çok şey alâmetleri ve işâretleri ile tanınır; bunlar hiç terk edilebilir mi?
Hâl böyle olunca yapılacak iş; kurbanı kesmemek için bahaneler aramak yerine, kesebilmek için çareler aramak olmalıdır.
Sünnette de kurbanla alâkalı birçok delil vardır. Müslim (r.h.)’in Hz. Enes (r.a.)’den yapmış olduğu rivâyet bunlardan birisidir: “Resûlüllah (s.a.v.), beyazı siyahından çok, boynuzlu, iki koç kurban etti. Onun; ayağını hayvanın yanlarına koyduğunu, Bismillah deyip tekbir getirerek eliyle onları kestiğini gördüm.” (Kitâbü’l-Edâhî, 17; Buhârî, K. Edâhî, 9)Bir diğeri de Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemizin rivâyet etmiş oldukları şu hadîs-i şeriftir: “Âdemoğlu, kurban bayramı gününde kan akıtmaktan daha sevimli bir amelle Allâh’a yaklaşabilmiş değildir. Kanını akıttığı hayvan, kıyâmet günü boynuzları, çatal tırnakları ve kılları ile gelecektir. Akan kan yere düşmeden önce, Allah Teâlâ katında yüksek bir makama ulaşır. Bu bakımdan kurbanlarınızı gönül hoşluğu ile kesiniz.” (İ. Mâlik, Muvatta’, Kur’an 24; Tirmizî, Edâhî, 1; İbn-i Mâce, Edâhî, 3)
Ayrıca, Müslümanlar’ın tamamı, kurbanın meşru’ olduğu üzerinde icma’ etmişlerdir.
Kurban vecîbesinin yerine getirilmesi; hak yolundaki fedâkârlığın bir nişânesi, Allah Teâlâ’nın verdiği nimetlere karşı kulun bir şükrânesidir. Ayrıca günahların bağışlanmasını dilemektir. Bunların neticesi olarak da sevâba nâil olmak ve bir takım belâlardan korunmaktır. Velhâsıl kurbanın meşrûiyeti; dînî, ahlâkî, ictimâî bir takım hikmetlere, maslahatlara istinat eder, dayanır. Bunu takdir etmeyecek bir akıl sahibi tasavvur olunamaz. (Ö. Nasuhi Bilmen, B. İslâm İlmihâli, Yedinci kitap, s. 410)
KURBAN KESMENİN HÜKMÜ
Kurban bayramında; hür, mukim, zengin, olan yani temel ihtiyacı dışında 200 dirhem gümüş veya bunun karşılığı bir paraya sahip bulunan her Müslüman için kurban kesmek bizim mezhebimize (Hanefî mezhebine) göre vâciptir. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre ise kurban, sünnet-i müekkededir. Hatta Hanbelîler’e göre, ödeme imkânına sahip olan kimse, borç ederek de olsa, kurban parasını temin edebiliyorsa, kurban kesmeye muktedir sayılır. (el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa)
Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır merhum şunları söylüyor: “Kurban kesmek, zekât ve sadaka-i fıtır vermekten daha fazla bir fedâkârlık ifade eden bir ibâdettir. Onun için bunda kudret şart olmakla beraber, zekât kadar kudret-i müyessire (yüksek mertebede bir mâlî kudret) de şart değildir.” (Hak Dini Kur’an Dili, 9/1697)
Kur’ân-ı Kerim’deki kurbanla alâkalı âyetlere ve bu mevzûdaki hadîs-i şeriflere, sıradan mukallid bir mü’min olarak baktığımızda bile, kurban kesmenin ehemmiyeti çok açık bir şekilde görülmektedir. Bu husustaki nasslardan, gücü yeten mü’minin senede bir kere kurban bayramı namazından sonra ve üç gün içinde kurban kesmesi gerektiğini, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’in bu ibâdetin yerine getirilmesi için açık îkazlarda bulunduğunu anlıyoruz. Binâenaleyh mezhep imâmımız İmâm-ı A’zam (rh.) hazretlerinin kurban kesme hükmünü vâcip olarak görmesi de, elbette ki edille-i şer’iyyenin bu iki sağlam temellerine (Kitap ve sünnete) dayanmaktadır. Bununla birlikte Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebi müctehidleri kurban kesmenin sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Kurban kesmenin sünnet olduğuna kail olanların görüşü şu hadîs-i şerife dayanmaktadır:“Zilhicce ayının on günü girip de biriniz kurban kesmek isterse, kurbanın ne kıllarından ne tırnaklarından bir şey almasın.”(Müslim, Edâhî, H. no: 1977)
Kurban kesmenin sünnet olduğunu söyleyenler, hadîs-i şerifte geçen “men erâde (isterse)” kelimesinin ihtiyar (istediği gibi hareket edebilme, serbestlik) ifade ettiğine kail olmuşlardır. Halbuki İmâm Mergınânî (rh.), bunun keyfîlik ve ihtiyar değil, sehvin zıddı olduğunu, dolayısıyla “kurban kesmeyi kastederse” mealinde anlaşılabileceğini söylemektedir. (el-Hidâye, 4/113)
Hanefî mezhebi Müctehdilerinden İmam-ı Muhammed (rh.), kurban kesmenin sünnet olduğuna ictihad etmekle beraber, “terkine ruhsatı olmayan bir sünnettir” diyor. Cumhur da, “Kifâye yoluyla bir sünnet-i müekkededir” kanaatini beyan eder. Aynı şekilde İmam Mâlik (rh.), “Kurban vâcip değil sünnettir. Ama gücü yetenin kesmemesini hoş karşılamam” der. (Muvatta’, 2/384)
Gazetete ve televizyonlardaki Kurban münâkaşasını yapanların maksadı başkadır. Bunlar kendi başına bir fıkhî usûl çerçevesi içinde farklı görüşleri ortaya koyma ve bu görüşlerden tercih olunanları tesbit etme, hatta müctehid taslaklarının “yeni bir ictihad” yapma heveslerinin de ötesinde çok daha farklı ve tehlikeli bir mânâsının bulunduğu kanaatindeyiz. Şöyle ki:
“Tartışma”nın özü, hac dışında kurban kesilip kesilmeyeceği ve bizâtihî kurban ibâdetinin kendine hâs bir ibâdet mi, yoksa bir infak mı olduğu, dolayısıyla şahsî karara göre kurban bedelinin fakir ve muhtaçlara infak edilip edilemeyeceği meselesiyle alâkalıdır.
Şayet bu iki düşünceden biri esas alınacak olursa, mesele çok vahim ve tehlikeli bir mecrâya kayar!.. Ve kimsenin şüphesi olmasın ki; bu iş, “dinde reform” mânâsına gelir. O da “tartışmacılar”ın boyunu çok çok aşar!
Velhâsıl sormazlar mı adama, “mademki namazda gözün yok, kulağın niye ezanda?” Veya “kılmadığın namazın duâsından sana ne?”
KURBAN PARASI YOKSULLARA TASADDUK EDİLEBİLİR Mİ?
“Kurban alıp kesmek yerine, bu para fakirlere, yoksullara verilebilir mi?”
Bu suâlin vevabını, geliniz Fâtih devri kadıasker ve şeyhulislâmlarından, büyük âlim Molla Hüsrev (rh.) hazretlerinden alalım. O büyük zât, Düreru’l-Hukkâm, fî şerhi Gureri’l-Ahkâm isimli muhallet eserinde diyor ki:
“Kurban kesme günlerinde kurbanını kesmek, kurbanın parasını tasadduk etmekten efdaldir. Zira kurban kesmek vâcip veya sünnettir... Tasadduk ise sadece tatavvu’dur, yani nâfiledir.” (Kitâbü’l-Udhiyye, c. 1)
Daha önce de ifade ettiğimiz üzere kurban, Ehl-i Sünnet mezheplerinden hiçbirine göre nâfile bir ibâdet hükmünde değildir. Mensûbu bulunduğumuz Hanefî mezhebine göre ise vâciptir. Vâcip olmasının delili de, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in “Bir kimsenin hâli vakti yerinde olur da kurban kesmezse, sakın bizim namazgâhımıza yaklaşmasın” kavl-i şerifidir. Bu hadîs-i şerifi, İmam Ahmed bin Hanbel ile İbn-i Mâce rahımehümallâh rivâyet etmişlerdir. Bunun gibi vaîde yani tehdide, ancak vâcibi terk eden lâyık olur. (Molla Hüsrev, a.g.e.)
Ayrıca dinimizde mâlî yardım şeklindeki ibâdetler zaten mevcut. Kurban kesme emrinin verildiği zamandan beri sadaka, fitre, zekât gibi ibâdetler var. Yani her bireri ayrı ayrı emredilmiş. Allah Teâlâ kurban kesmeyi emrederken, diğer ibâdetleri de farz veya vâcip kılmış, bazılarını da teşvik etmiş. Bu demektir ki, ayrıca kurban kesmeye ihtiyaç var. Haddizatında bu mâhut soru, haccın ne olduğunu bilmeyen, hacla hiçbir alâkaları da olmayan bir gürûhun, “Efendim, memleketimizde büyük bir iktisadî sıkıntı yaşanmaktadır, binaenaleyh bu sene hacca gidilmesin, hac paraları bilmem nereye verilsin” zırvalarının aynısı. Zira hiçbir ibâdet edâ makamında diğerinin yerine ikame edilemez. Hepsi de ayrı ayrı yapılır. Çünkü âlemlerin Rabbi olan Mevlâmız böyle emretmiş. Bunu kimse kendi hevâsına göre değiştirmek hakkına sahip değildir.
Zamanında yapılamayıp kazâya kalması hâlinde ise, hangi ibâdetin nasıl kazâ edileceği hususu en küçük teferruâtına varıncaya kadar açıklanmıştır. Bu vaziyet kurban için de böyledir: “Kesim günlerini geçiren bir kimse şayet fakirse, kurbanın kendisini diri olarak tasadduk eder; çünkü bizim mezhebimizde, fakirin kurban kesmek niyetiyle satın aldığı kurbanın edâsı vâciptir. Zengin ise, gerek kendi mülkünde bulunan veya gerekse satın aldığı kurbanın bedelini yani kıymetini tasadduk edebilir. Böylece bu vecîbeyi uhdesinden çıkarmış olur.” (Molla Hüsrev, a.g.e.)
SEVÂBINI ÖLÜYE BAĞIŞLAMAK ÜZERE KESİLEN KURBAN
Hanefîlere göre bir kimse, kendi parasıyla alıp sevâbını ölmüş bir yakınına veya herhangi bir mü’min kardeşine bağışlamak üzere bayram günlerinde veya sair günlerde kurban kesebilir. Kişi, kestiği bu kurbanın etinden kendisi yiyebildiği gibi, başkalarına da verebilir. Zira kendi kurbanı gibi hüküm alır, sevabı da bağışlanana gider. Fakat bir kimse vefât eden kişinin, irtihâlinden önceki emri ile, onun adına keseceği kurbanın etinden yiyemez. Zira bu, adak hükmündedir, kesen ve yakını yiyemez. Bunu tam olarak tasadduk etmesi gerekir. (İbn-i Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 5/229)
Hâsılı, ebedî âleme göç etmiş mü’minler adına da nafile olarak kurban kesilebilir, sevâbı onlara bağışlanabilir. Bunun da bayram günü, yahut da öncesinde kesilmesi hususunda bir ayrı hüküm yoktur. Her zaman kesilebilir. Ancak vefat etmiş bir Müslümanın vasiyeti üzere kesilecek kurbanın mekanla ilgisi yoksa da zamanla ilgisi vardır. Zira bu udhiyye olarak kesilmekte ve sevabı vasiyet eden kimseye ait olmaktadır. Bu sebeple Kurban Bayramı günlerinde kesilmesi icabeder. Bu mes’elenin belgesini teşkil eden bir hadis-i şerif’te şöyle açıklanmaktadır. Hz. Ali (r.a.) Peygamber (s.a.v.)’in ahirete göç etmesinden sonra Kurban Bayramı’nda iki tane kurban kesmiş. Bunu gören Haneş (r.a.), bu ikinci kurban nedir diye sormuş. Hz. Ali, “Resûlüllah (s.a.v.) vefatından sonra bana, kendisi için kurban kesmemi vasiyet etmişti; işte ben onu kesiyorum” cevabını verdi. (Sünenü Ebî Dâvud, cilt 3, sayfa 94)
Şâfiîlere göre, izni olmaksızın başkası adına kurban kesilemez. Vasiyet etmemişse, ölü adına da kurban kesilemez.
KURBANIN SÜTÜ, ETİ VE POSTU İLE ALÂKALI BAZI MESELELER...
Kurbanın sütünden istifade etmek, etini ve derisini satıp parasını almak, veya demirbaş olmayacak bir şey ile değiştirmek mekruhtur. Şayet böyle bir şey yapılırsa, kıymetini yani kaç para ise o miktarı sadaka olarak vermek gerekir. Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kurbanın derisini satan kimsenin kurbanı olmaz.” (ez-Zeylâî, Nasbu’r-Râye, 4/218)
Kurbanın et ve derisinden kasap ücreti de verilmez. Yani kasaba, “gel benim hayvanımı kesiver; karşılığında bir miktar et vereyim yahut derisi senin olsun” denilemez. Peki, kasaba et veya deri vermek câiz olmaz mı? Tabii ki câiz olur; ancak, kasaplık ücretini de ayrıca vermek şartıyla... Nitekim Hz. Ali (r.a.)’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Resûlüllah (s.a.v.), develer kurban kesilirken başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını paylaştırmamı emretti. Onlardan herhangi bir şeyi kasap ücreti olarak vermeyi bana yasakladı. Kasap ücretini biz kendimiz veririz.” (Müslim, Hacc, 348)
Kurbanın derisi sadaka olarak verilir veya ondan seccâde ve saire gibi evde kullanılacak bir şey yapılır.Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemizin ve diğer bazı sahâbîlerin kurban derilerinden su tulumu yaptıkları rivâyet edilmiştir. (Müslim, Edâhî, 28)
Kurbanın, kesilmezden evvel yünlerini kırkmak mekruhtur. Eğer kırkılacak olursa, bu yünler de sadaka olarak verilir. Fakat kesildikten sonra yünü yolunup veya kırkılıp kullanılabilir, bu câizdir. (Ö. N. Bilmen, B. İslâm İlm. İst. 1985, s. 413-414)
KURBANIN KESİLME VAKTİ VE YERİ
Zengin bulunan her Müslümanın, keseceği kurbanı, fıkıh kitaplarımızda belirtilen esaslara uygun olarak boğazlaması dinî bir mecbûriyettir. Bir vazifeyi ifâ ederken dikkate alınancak husus, sadece o işin yapılması değil, sünnete ve fıkhî esaslara uygun biçimde ifa edilmesidir. Gösterilecek bu hassasiyet, dinî emirlere bağlılığın alâmeti olduğu kadar ibâdetlerin makbul olmasının sebebi bulunmaktadır.
Kurban kesmek, Hanefi mezhebine göre, zengin bulunan her Müslümana vacibtir. Şu cihet dikkatten uzak tutulmamalıdır:Mal ve servet kimin ise kurban kesmek de ona vacibtir. Dinî olçülere göre zengin sayılan bir mü’min, nezâket göstermiş olmak için, aldığı bir kurbanı kesmeyip de bedelini sadaka olarak bir yoksula verse vaya aldığı hayvanı diri olarak bir fakire vermiş olsa üzerindeki borcu ödemiş sayılamaz.
Uhdiyye (kurban Bayramında kesilmesi vacip olan) kurbanı’nın birinci gününde kesilmesi daha faziletlidir. Bir mazeret bulunduğunda, bayramın ikinci veya ücüncü günlerinde de kesilebilir. Bayram namazı kılınmayan obalarda ve küçük köylerde, tan yerinin ağarması ile kurban kesilebilirse de bayram namazının eda olunduğu mahallerde namazı takiben kesilmesi vacip bulunmaktadır. Ashaptan Uveymir bin Eskar (r.a.)uhdiyyesini bayramdan önce kesmişti. Durumu Rasülullah (s.a.v.) e haber verince yüce peygamberimiz, “Kurbanını iade et” buyurdu. Kurban, bayramından önce kesilecek olsa, nafile; daha sonra boğazlansa kaza edilmiş olur.
Uhdiyye kurbanında mekan şartı yoktur. Bu ibadetle mükellef bulunan bir müslüman, mukim sayılacağı yerlerden nerede dilerse kurbanını kesebilir. ”Misafirlikte bulunduğu yerde kurban kesmesi vacip değildir” sözü, “Kurban kesilirse makbul olmaz” manasında olmayıp, “Kesmediği için sorumlu değildir” anlamındadır. Misafir olmasına rağmen kurban kesecek olsa nafile kurban sevabını kazanmış olur.
Hacca giden müslümanlar, misafir bulundukları için, uhdiyye kurbanı kesmekle mükellef tutulmamışlardır. Bu sebeple bir kimse hac yolculuğuna çıkarken geride kalan yakınlarına “Benim kurbanımı vekaleten kesiverin” diye bir tenbihte bulunma mecburiyeti yoktur. Şayet kesilmiş olsa hata yapmış olmaz. Sadece nafile kurban kesme sevabına erişmiş olur. Unutulmamalıdır ki; Hacc’a giden müslümanlar misafir bulundukları için kurban kesmekle mükellef tutulmamıştır derken Hacc’a gitmeseler memleketlerinde kesmeleri icabeden kurban kasdedilmektedir.
Kıran veya temettu haccına niyet eden bir müslümanın, umre ile birlikte hac vazifesini tamamlamaya muvaffak kıldığından dolayı, Cenab-ı Hakk’a şükür için bir kurban kesmesi vaciptir. Hacıların kestiği bu kurban, hem zaman ve hem de mekanla şartlandırılmış bulunmaktadır. Yani, bayramın birinci, ikinci veya üçüncü günü harem hudutları içinde kesilmesi lazımdır.
Kezâ bi hacı ihramlı bulunurken kurban kesmeyi gerektirecek bir hata yapacak olursa, kesilecek “Ceza kurbanı”nın da hudutları içinde kesilmesi mecburiyeti vardır. Fakat kesim işi bayram günleri ile sınırlandırılmış değildir. Senenin hangi gününde boğazlansa hac vazifesinde meydana gelen eksiklik telafi edilmiş olur. Şu kadar fark var ki, ne kadar çabuk kesilirse o kadar iyidir. Çünkü yapılan hata tamir edilmiş ve borç ödenmiş olur. Bir müslüman, kurban kesme cezasını gerektiren bir iş yaptığını, memleketine döndükten sonra anlasa gidenlerden birisi ile para gönderip kurbanı Harem hudutları içerisinde kestirmesi gerekir.
Hac’da -Mina’da- kesilen kurbanların etini verecek fakir bulmak kolay olmadığı için, kesilen kurbanları olduğu gibi yerde bırakmanın israf olduğunu dikkate alan ve fakat dini hükümleri etraflıca bilmeyen bazı kimseler, “Orada kurban kesip de israf etme! Memlekete dönünce bir Hac kurbanı, birde bunu geciktirmekten dolayı ceza kurbanı kesersin” diye ahkam imal etmektedirler. Bu kabil sözlerin ilmi ve islâmî bir değeri yoktur. Verilen fetva geçersiz, yapılan tavsiyede mesnetsizdir.
Evet, en küçük bir değerin israf edimesine yüce dinimiz müsade etmemiştir. Fakat fetva vermeye ehil olmayan kimselerin sözleri ile pek değerli hac vazifesini israf etmek de islam dinine aykırı bulunmaktadir.
Yolculuk sırasında hastalanan veya parasını tüketen yahut çaldıran bir kimsenin, vekalet yoluyla kestireceği kurban da zaman ve mekanla alakalı bulunmaktadır. Şöyle ki: Muhsar adı verilen (hac veya umre için ihrama girdikten sonra meşru bir mazeret sebebiyle arafat vakfesini ve ziyaret tavafını yapamayan) kimsenin, kurbanı veya onun bedelini Mekke’ye giden bir kimse ile göndermesi ve bu işi görüverecek şahısla gün ve saat tesbiti yapması gerekir. Vekaleti üzerine alan şahıs, aralarında tesbit ettikleri gün ve saatte kurbanı keser, muhsar da ihramdan çıkar.
Adak kurbanına gelince, eğer zamanı belirtilmiş bir nezir ise, tayin edilmiş günde kesilmelidir. Nezirde yapılan mekan kayıtlamaları itibarsızdır. “Falan yerde bir kurban keseyim diye adak yapan bir Müslüman herhangi bir yerde nezrini ifâ edebilir.
Netice olarak ibadetlerimizin dini esaslara uygun olması, Allah katında makbul olmasının en mühim şartıdır. Kurban kesecek müslümanların bu cihetleri asla ihmal etmemesi icap etmektedir.
TEŞRİK TEKBİRLERİNİ UNUTMAYALIM
Kurban Bayramına has bir başka vecibe de “Teşrik Tekbirleri”dir.
Zilhicce’nin dokuzuncu günü, yâni Kurban Bayramı’nın arefesinin sabah namazından başlayarak, bütün farz namazların arkasından cemaatle olsun - yalnız olsun, kadın-erkek her müslüman üzerine bayramın dördüncü günü İkindi namazına kadar (İkindi namazı dâhil) 23 vakit tekbir getirmek (yâni Allahü ekber, Allahü ekber, lâ ilâhe illallâhü vallâhüekber, Allahü ekber velillâhil hamd demek) vâciptir.
Şâyet herhangi bir namazdan sonra unutulursa, Teşrik günlerinde kılınacak bir namazın farzını müteâkip kâzâ edilir.
Hz. İbrahim A.S'a gönderilen ilk günden günümüze kadar gelen kurbanın islamiyetteki yeri nedir?
KURBAN NEDİR?
Allahü Teâlâ inanan kullarına kulluk borcu olarak bedenî, lisânî, kalbî ve mâlî ibadet ve mükellefiyetler yüklemiştir. Her biri Allah’ın rızasını kazanmaya rahmet ve nusretine yakın olmaya ve ahiret hayatında büyük nimet ve yüce derecelere kavuşmamıza vesile olacak mâlî ibadetlerden birisi de kurban kesmektir.
Kurban Allah rızası için, ibâdet niyyeti ile belirli günlerde cins, yaş ve vasıflarını dinimizin tayin ve tesbit buyurduğu hayvanlardan birini kesmektir.
Kurban, Bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde kesilir. Efdal olanı birinci gününde bayram namazından sonra kesilmesidir.
KURBAN NİÇİN KESİLİR?
Kurban; Cenâb-ı Hakk’ın “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” emrine uyarak, rızası kazanılmak için kesilir.
Kesilen kurbanın akan kanı ile birlikte sahibinin günahlarının da bağışlanacağı Peygamberimiz (s.a.v) tarafından müjdelenmiştir.
Kurban; kendisine kurban kesmek vâcip olanların vücuduna bedel olarak kesilir.
KURBAN KESMEK KİMLERE VÂCİP OLUR?
Akıllı, hür ve mukim olan, aslî ihtiyaçlarından fazla nisap miktarı mal veya paraya sahip (yani Kurban Bayramı günlerinde bir kurban alıp kesebilecek durumda olan) kadın-erkek her müslümana kurban kesmesi vâciptir.
KURBAN HANGİ HAYVANLARDAN OLUR?
Kurban şu dört cins hayvanlardan olur:
1- Koyun (Bir yaşını doldurmuş olması lâzımdır. Ancak anası kadar gelişmiş ve 6 ayını doldurmuş bir kuzu da kesilebilir)
2- Keçi (Bir yaşını doldurmuş olması lâzımdır)
3- Sığır-manda (İki yaşını doldurmuş olması lâzımdır)
4- Deve (Beş yaşını doldurmuş olması lâzımdır)
Bunlardan başka (Tavuk, Ördek, Kaz vb.) hayvanlardan kurbanın hiçbir nev’i (yâni vâcip, adak, akîka) câiz olmaz.
KURBAN NASIL KESİLİR?
Kurban kesecek müslüman, kurbanlık hayvanı incitmeden kıbleye karşı yatırır. Ayakta olarak :
“Bismillahirrahmanirrahim” dedikten sonra biliyorsa “İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillahi rabbil âlemîn” Âyet-i Celîlesini okur ve şöyle niyet eder:
“Yâ Rabbî, şu vücudum sana karşı o kadar isyan etti ki, affedilmem için bu vücudumu sana kurban etmem icabediyor. Fakat sen Kitab’ınla insanın kurban edilmesini haram kıldığından, vücuduma bedel olarak bu hayvanı senin rızan için kesiyorum. Kabul buyur yâ Rabbî” dedikten sonra üç defa “Allahü ekber, Allahü ekber, lâilâhe illâllahü vallâhü ekber, Allahü ekber velillâhil hamd” diye tekbir alır ve “Bismillâhi Allâhü ekber“ der ve kurbanı keser.
Burada dikkat edilmesi gereken iki husus daha vardır:
1- Kurbanlık hayvan kesileceği yere incitilmeden götürülmeli ve önceden hazırlanmış keskin bıçak ile kesilmeli, eziyet ve zahmet verilmemelidir.
2-Fazla eziyete sebebiyet vermemek için hayvan kesilir kesilmez hemen yüzmeye başlamamalı, haraketleri sükun bulduktan sonra soymalıdır.
KURBAN KESİLDİKTEN SONRA NE YAPILIR?
Kurban kesen müslüman, kurban kesilip yüzüldükten sonra Allah rızası için iki rek’at namaz kılar. Namazın birinci rek’atında Fatiha’dan sonra Kevser sûresini (İnnâ a’taynâ kel kevser), ikinci rek’atta Fatiha’dan sonra İhlâs sûresini (Kul hüvallâhü ehad) okur.
Bu namaz Allah’a şükür secdesi makamında menduptur.
Yine kurban kesen müslümanın o gün ilk olarak kurbanın ciğerinden yemesi menduptur.
Kurbanın eti üçe taksim edilerek, bir bölümü evde çoluk-çocukla yenilmeli, bir bölümü civardaki (kurban kesemeyen) fakir müslümanlara verilmeli geriye kalan bölümü eşle-dostla yenilmeli veya hediye edilmelidir. Gerekirse Hıristiyan komşulara verilmeli.
Müşterek kesilen kurbanların etleri, ortaklar arasında tartılmak suretiyle eşit ağırlıklarda ayrılmalıdır ki, birbirlerine hakları geçmemiş olsun. Ayrıca et taksimâtını yaptıktan sonra ihtiyâten helâlleşmeleri daha muvâfık olur.
KURBAN KİM TARAFINDAN KESİLİR?
Kurban sahibinin elinden geliyorsa bizzat kendisinin kesmesi evlâ ve eftaldir. Şayet elinden gelmiyorsa, münasip bir müslümana vekâlet vererek kurbanını kestirmeli ve mümkünse başında bulunarak şâhit olması müstehaptır.
GAZETE VE TV’LERDEKİ KURBAN MÜNÂKAŞALARI ÜZERİNE…
Hemen her kurban bayramı öncesinde, bazı çevreler tarafından ısrarla gündeme getirilen ve sanki o güne kadar hiç yapılmamış bir iş gibi takdim edilen “kurbanın hükmü” ve “kesim şekli”, geçen sene olduğu gibi yine mutad üzere memleketimizde gazete ve televizyonlarda tartışılmaya başlandı. Üzülerek ifâde edelim ki; bir yanda ortalıkta aç-sefil dolaşan sahipsiz binlerce “toplum kurbanı” çocuklar, bir yanda da ortalıkta halledilmesi gereken binlerce ictimâî meseleler dururken, medyamız, kendisini hiç de alâkadar etmeyen dinî meselelerle uğraşıyor. Her bayram öncesinde milletin önünde; ehil olan, olmayan kişiler tarafından yapılan bu münâkaşalar, cemiyetimizde, ister istemez bir gerginlik meydana getirerek yer yer kafaların karışmasına da sebebiyet veriyor. Dolayısıyla bu noktada vatandaş soruyor:
“Kessek mi, kesmesek mi? Şoklasak da mı kessek, yoksa şoklamadan mı kessek? Kurban alıp kesmek yerine, bu parayı fakirlere-yoksullara mı versek?..”
Biz de maalesef, 1400 küsur senedir tatbik olunan ve sıradan her Müslüman tarafından dahi bilinen şeyleri tekrar etmeye, yeniden yazıp çizmeye mecbur kalıyoruz.
Her şeyden evvel kurban, mâlî bir ibâdettir. İbâdetlerin Allah ile kul arasında sadece kulluğun ifadesinden, emrin yerine getirilmesinden ibâret olan ferdî olanları bulunduğu gibi, yine ibâdet olup da iktisâdî, ictimâî, idarî, hatta kültürel tarafları olanları da vardır. Kurban, hem kul ile Allah arasında bir ibâdet, hem de ictimâî ve iktisâdî ciheti olan bir vecîbedir. Dolayısıyla Allâh’ın emrini yerine getirmenin yanında, herkesin şuur ve idrâkine göre dînî duygu ve düşünceleri yaşamasıdır.
Bir şâir, “Kebş-i nefsim Hakk’a kurbân eyledim” yani nefis koçumu Allâh’a kurban ettim, diyor. Kezâ mü’minler kurbanlarını keserken, “Yâ Rabbî, şu vücudum sana karşı o kadar hata, o kadar isyan etti ki; affedilebilmem için bu vücudu sana kurban etmem îcap ediyor. Fakat şerîatinle insan kurban etmeyi haram kıldığından, vücuduma bedel olarak bu hayvanı kesiyorum, kabul eyle” derler. Böyle hâlisâne bir niyetle keserler kurbanlarını.
Demek ki kurban kesmek, bu duyguları yaşatabiliyor... Sûreten bir hayvanın kesilmesinden ibâretmiş gibi görülen bu kurban ibâdeti; îfa edilirken, en kıymetli şeylerin bile Allah için hiç çekinmeden fedâ edilebileceğinin mesajını vermektedir.
Kurbanın ictimâî yönünden de bahsetmiştik... Elbette ki yoksullar, bayram olan günü yokluk içinde değil, ictimâî refaha iştirak ederek yaşayacaklar. Zira, her zaman yiyemedikleri bir gıdâyı temin etmelerine vesîle oluyor kurban...
KURBAN, İSLÂM DİNİNİN ŞEÂİRİNDENDİR
Kurban, Allah Teâlâ’ya kurbet (yaklaşmak) için kurban niyetiyle belirli bir vakitte kesilen hususi hayvanın adıdır. Kurban kesmek, zekât ve bayram namazları gibi hicretin ikinci yılında meşrû kılınmıştır. Meşrûiyeti Kitap, sünnet, ve icma’ delillerine dayanır.
Cenâb-ı Hakk, Kevser Sûresinde, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” buyuruyor. Bu âyet-i kerimedeki “namaz”dan maksat bayram namazı, “kesmek”ten kasıt da, kurban kesme günlerinde kesilen hayvanlardır. Başka bir âyet-i kerimede ise, kurbanlık develerden şöyle bahsedilir: “Kurbanlık develeri de size, Allâh’ın şeâirinden kıldık.” (S. Hac, 36) “şeâir”in mânâsı, Allâh’ın dininin alâmeti, işâreti olan hususlardır. Pek çok şey alâmetleri ve işâretleri ile tanınır; bunlar hiç terk edilebilir mi?
Hâl böyle olunca yapılacak iş; kurbanı kesmemek için bahaneler aramak yerine, kesebilmek için çareler aramak olmalıdır.
Sünnette de kurbanla alâkalı birçok delil vardır. Müslim (r.h.)’in Hz. Enes (r.a.)’den yapmış olduğu rivâyet bunlardan birisidir: “Resûlüllah (s.a.v.), beyazı siyahından çok, boynuzlu, iki koç kurban etti. Onun; ayağını hayvanın yanlarına koyduğunu, Bismillah deyip tekbir getirerek eliyle onları kestiğini gördüm.” (Kitâbü’l-Edâhî, 17; Buhârî, K. Edâhî, 9)Bir diğeri de Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemizin rivâyet etmiş oldukları şu hadîs-i şeriftir: “Âdemoğlu, kurban bayramı gününde kan akıtmaktan daha sevimli bir amelle Allâh’a yaklaşabilmiş değildir. Kanını akıttığı hayvan, kıyâmet günü boynuzları, çatal tırnakları ve kılları ile gelecektir. Akan kan yere düşmeden önce, Allah Teâlâ katında yüksek bir makama ulaşır. Bu bakımdan kurbanlarınızı gönül hoşluğu ile kesiniz.” (İ. Mâlik, Muvatta’, Kur’an 24; Tirmizî, Edâhî, 1; İbn-i Mâce, Edâhî, 3)
Ayrıca, Müslümanlar’ın tamamı, kurbanın meşru’ olduğu üzerinde icma’ etmişlerdir.
Kurban vecîbesinin yerine getirilmesi; hak yolundaki fedâkârlığın bir nişânesi, Allah Teâlâ’nın verdiği nimetlere karşı kulun bir şükrânesidir. Ayrıca günahların bağışlanmasını dilemektir. Bunların neticesi olarak da sevâba nâil olmak ve bir takım belâlardan korunmaktır. Velhâsıl kurbanın meşrûiyeti; dînî, ahlâkî, ictimâî bir takım hikmetlere, maslahatlara istinat eder, dayanır. Bunu takdir etmeyecek bir akıl sahibi tasavvur olunamaz. (Ö. Nasuhi Bilmen, B. İslâm İlmihâli, Yedinci kitap, s. 410)
KURBAN KESMENİN HÜKMÜ
Kurban bayramında; hür, mukim, zengin, olan yani temel ihtiyacı dışında 200 dirhem gümüş veya bunun karşılığı bir paraya sahip bulunan her Müslüman için kurban kesmek bizim mezhebimize (Hanefî mezhebine) göre vâciptir. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre ise kurban, sünnet-i müekkededir. Hatta Hanbelîler’e göre, ödeme imkânına sahip olan kimse, borç ederek de olsa, kurban parasını temin edebiliyorsa, kurban kesmeye muktedir sayılır. (el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa)
Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır merhum şunları söylüyor: “Kurban kesmek, zekât ve sadaka-i fıtır vermekten daha fazla bir fedâkârlık ifade eden bir ibâdettir. Onun için bunda kudret şart olmakla beraber, zekât kadar kudret-i müyessire (yüksek mertebede bir mâlî kudret) de şart değildir.” (Hak Dini Kur’an Dili, 9/1697)
Kur’ân-ı Kerim’deki kurbanla alâkalı âyetlere ve bu mevzûdaki hadîs-i şeriflere, sıradan mukallid bir mü’min olarak baktığımızda bile, kurban kesmenin ehemmiyeti çok açık bir şekilde görülmektedir. Bu husustaki nasslardan, gücü yeten mü’minin senede bir kere kurban bayramı namazından sonra ve üç gün içinde kurban kesmesi gerektiğini, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’in bu ibâdetin yerine getirilmesi için açık îkazlarda bulunduğunu anlıyoruz. Binâenaleyh mezhep imâmımız İmâm-ı A’zam (rh.) hazretlerinin kurban kesme hükmünü vâcip olarak görmesi de, elbette ki edille-i şer’iyyenin bu iki sağlam temellerine (Kitap ve sünnete) dayanmaktadır. Bununla birlikte Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebi müctehidleri kurban kesmenin sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Kurban kesmenin sünnet olduğuna kail olanların görüşü şu hadîs-i şerife dayanmaktadır:“Zilhicce ayının on günü girip de biriniz kurban kesmek isterse, kurbanın ne kıllarından ne tırnaklarından bir şey almasın.”(Müslim, Edâhî, H. no: 1977)
Kurban kesmenin sünnet olduğunu söyleyenler, hadîs-i şerifte geçen “men erâde (isterse)” kelimesinin ihtiyar (istediği gibi hareket edebilme, serbestlik) ifade ettiğine kail olmuşlardır. Halbuki İmâm Mergınânî (rh.), bunun keyfîlik ve ihtiyar değil, sehvin zıddı olduğunu, dolayısıyla “kurban kesmeyi kastederse” mealinde anlaşılabileceğini söylemektedir. (el-Hidâye, 4/113)
Hanefî mezhebi Müctehdilerinden İmam-ı Muhammed (rh.), kurban kesmenin sünnet olduğuna ictihad etmekle beraber, “terkine ruhsatı olmayan bir sünnettir” diyor. Cumhur da, “Kifâye yoluyla bir sünnet-i müekkededir” kanaatini beyan eder. Aynı şekilde İmam Mâlik (rh.), “Kurban vâcip değil sünnettir. Ama gücü yetenin kesmemesini hoş karşılamam” der. (Muvatta’, 2/384)
Gazetete ve televizyonlardaki Kurban münâkaşasını yapanların maksadı başkadır. Bunlar kendi başına bir fıkhî usûl çerçevesi içinde farklı görüşleri ortaya koyma ve bu görüşlerden tercih olunanları tesbit etme, hatta müctehid taslaklarının “yeni bir ictihad” yapma heveslerinin de ötesinde çok daha farklı ve tehlikeli bir mânâsının bulunduğu kanaatindeyiz. Şöyle ki:
“Tartışma”nın özü, hac dışında kurban kesilip kesilmeyeceği ve bizâtihî kurban ibâdetinin kendine hâs bir ibâdet mi, yoksa bir infak mı olduğu, dolayısıyla şahsî karara göre kurban bedelinin fakir ve muhtaçlara infak edilip edilemeyeceği meselesiyle alâkalıdır.
Şayet bu iki düşünceden biri esas alınacak olursa, mesele çok vahim ve tehlikeli bir mecrâya kayar!.. Ve kimsenin şüphesi olmasın ki; bu iş, “dinde reform” mânâsına gelir. O da “tartışmacılar”ın boyunu çok çok aşar!
Velhâsıl sormazlar mı adama, “mademki namazda gözün yok, kulağın niye ezanda?” Veya “kılmadığın namazın duâsından sana ne?”
KURBAN PARASI YOKSULLARA TASADDUK EDİLEBİLİR Mİ?
“Kurban alıp kesmek yerine, bu para fakirlere, yoksullara verilebilir mi?”
Bu suâlin vevabını, geliniz Fâtih devri kadıasker ve şeyhulislâmlarından, büyük âlim Molla Hüsrev (rh.) hazretlerinden alalım. O büyük zât, Düreru’l-Hukkâm, fî şerhi Gureri’l-Ahkâm isimli muhallet eserinde diyor ki:
“Kurban kesme günlerinde kurbanını kesmek, kurbanın parasını tasadduk etmekten efdaldir. Zira kurban kesmek vâcip veya sünnettir... Tasadduk ise sadece tatavvu’dur, yani nâfiledir.” (Kitâbü’l-Udhiyye, c. 1)
Daha önce de ifade ettiğimiz üzere kurban, Ehl-i Sünnet mezheplerinden hiçbirine göre nâfile bir ibâdet hükmünde değildir. Mensûbu bulunduğumuz Hanefî mezhebine göre ise vâciptir. Vâcip olmasının delili de, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in “Bir kimsenin hâli vakti yerinde olur da kurban kesmezse, sakın bizim namazgâhımıza yaklaşmasın” kavl-i şerifidir. Bu hadîs-i şerifi, İmam Ahmed bin Hanbel ile İbn-i Mâce rahımehümallâh rivâyet etmişlerdir. Bunun gibi vaîde yani tehdide, ancak vâcibi terk eden lâyık olur. (Molla Hüsrev, a.g.e.)
Ayrıca dinimizde mâlî yardım şeklindeki ibâdetler zaten mevcut. Kurban kesme emrinin verildiği zamandan beri sadaka, fitre, zekât gibi ibâdetler var. Yani her bireri ayrı ayrı emredilmiş. Allah Teâlâ kurban kesmeyi emrederken, diğer ibâdetleri de farz veya vâcip kılmış, bazılarını da teşvik etmiş. Bu demektir ki, ayrıca kurban kesmeye ihtiyaç var. Haddizatında bu mâhut soru, haccın ne olduğunu bilmeyen, hacla hiçbir alâkaları da olmayan bir gürûhun, “Efendim, memleketimizde büyük bir iktisadî sıkıntı yaşanmaktadır, binaenaleyh bu sene hacca gidilmesin, hac paraları bilmem nereye verilsin” zırvalarının aynısı. Zira hiçbir ibâdet edâ makamında diğerinin yerine ikame edilemez. Hepsi de ayrı ayrı yapılır. Çünkü âlemlerin Rabbi olan Mevlâmız böyle emretmiş. Bunu kimse kendi hevâsına göre değiştirmek hakkına sahip değildir.
Zamanında yapılamayıp kazâya kalması hâlinde ise, hangi ibâdetin nasıl kazâ edileceği hususu en küçük teferruâtına varıncaya kadar açıklanmıştır. Bu vaziyet kurban için de böyledir: “Kesim günlerini geçiren bir kimse şayet fakirse, kurbanın kendisini diri olarak tasadduk eder; çünkü bizim mezhebimizde, fakirin kurban kesmek niyetiyle satın aldığı kurbanın edâsı vâciptir. Zengin ise, gerek kendi mülkünde bulunan veya gerekse satın aldığı kurbanın bedelini yani kıymetini tasadduk edebilir. Böylece bu vecîbeyi uhdesinden çıkarmış olur.” (Molla Hüsrev, a.g.e.)
SEVÂBINI ÖLÜYE BAĞIŞLAMAK ÜZERE KESİLEN KURBAN
Hanefîlere göre bir kimse, kendi parasıyla alıp sevâbını ölmüş bir yakınına veya herhangi bir mü’min kardeşine bağışlamak üzere bayram günlerinde veya sair günlerde kurban kesebilir. Kişi, kestiği bu kurbanın etinden kendisi yiyebildiği gibi, başkalarına da verebilir. Zira kendi kurbanı gibi hüküm alır, sevabı da bağışlanana gider. Fakat bir kimse vefât eden kişinin, irtihâlinden önceki emri ile, onun adına keseceği kurbanın etinden yiyemez. Zira bu, adak hükmündedir, kesen ve yakını yiyemez. Bunu tam olarak tasadduk etmesi gerekir. (İbn-i Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 5/229)
Hâsılı, ebedî âleme göç etmiş mü’minler adına da nafile olarak kurban kesilebilir, sevâbı onlara bağışlanabilir. Bunun da bayram günü, yahut da öncesinde kesilmesi hususunda bir ayrı hüküm yoktur. Her zaman kesilebilir. Ancak vefat etmiş bir Müslümanın vasiyeti üzere kesilecek kurbanın mekanla ilgisi yoksa da zamanla ilgisi vardır. Zira bu udhiyye olarak kesilmekte ve sevabı vasiyet eden kimseye ait olmaktadır. Bu sebeple Kurban Bayramı günlerinde kesilmesi icabeder. Bu mes’elenin belgesini teşkil eden bir hadis-i şerif’te şöyle açıklanmaktadır. Hz. Ali (r.a.) Peygamber (s.a.v.)’in ahirete göç etmesinden sonra Kurban Bayramı’nda iki tane kurban kesmiş. Bunu gören Haneş (r.a.), bu ikinci kurban nedir diye sormuş. Hz. Ali, “Resûlüllah (s.a.v.) vefatından sonra bana, kendisi için kurban kesmemi vasiyet etmişti; işte ben onu kesiyorum” cevabını verdi. (Sünenü Ebî Dâvud, cilt 3, sayfa 94)
Şâfiîlere göre, izni olmaksızın başkası adına kurban kesilemez. Vasiyet etmemişse, ölü adına da kurban kesilemez.
KURBANIN SÜTÜ, ETİ VE POSTU İLE ALÂKALI BAZI MESELELER...
Kurbanın sütünden istifade etmek, etini ve derisini satıp parasını almak, veya demirbaş olmayacak bir şey ile değiştirmek mekruhtur. Şayet böyle bir şey yapılırsa, kıymetini yani kaç para ise o miktarı sadaka olarak vermek gerekir. Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kurbanın derisini satan kimsenin kurbanı olmaz.” (ez-Zeylâî, Nasbu’r-Râye, 4/218)
Kurbanın et ve derisinden kasap ücreti de verilmez. Yani kasaba, “gel benim hayvanımı kesiver; karşılığında bir miktar et vereyim yahut derisi senin olsun” denilemez. Peki, kasaba et veya deri vermek câiz olmaz mı? Tabii ki câiz olur; ancak, kasaplık ücretini de ayrıca vermek şartıyla... Nitekim Hz. Ali (r.a.)’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Resûlüllah (s.a.v.), develer kurban kesilirken başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını paylaştırmamı emretti. Onlardan herhangi bir şeyi kasap ücreti olarak vermeyi bana yasakladı. Kasap ücretini biz kendimiz veririz.” (Müslim, Hacc, 348)
Kurbanın derisi sadaka olarak verilir veya ondan seccâde ve saire gibi evde kullanılacak bir şey yapılır.Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemizin ve diğer bazı sahâbîlerin kurban derilerinden su tulumu yaptıkları rivâyet edilmiştir. (Müslim, Edâhî, 28)
Kurbanın, kesilmezden evvel yünlerini kırkmak mekruhtur. Eğer kırkılacak olursa, bu yünler de sadaka olarak verilir. Fakat kesildikten sonra yünü yolunup veya kırkılıp kullanılabilir, bu câizdir. (Ö. N. Bilmen, B. İslâm İlm. İst. 1985, s. 413-414)
KURBANIN KESİLME VAKTİ VE YERİ
Zengin bulunan her Müslümanın, keseceği kurbanı, fıkıh kitaplarımızda belirtilen esaslara uygun olarak boğazlaması dinî bir mecbûriyettir. Bir vazifeyi ifâ ederken dikkate alınancak husus, sadece o işin yapılması değil, sünnete ve fıkhî esaslara uygun biçimde ifa edilmesidir. Gösterilecek bu hassasiyet, dinî emirlere bağlılığın alâmeti olduğu kadar ibâdetlerin makbul olmasının sebebi bulunmaktadır.
Kurban kesmek, Hanefi mezhebine göre, zengin bulunan her Müslümana vacibtir. Şu cihet dikkatten uzak tutulmamalıdır:Mal ve servet kimin ise kurban kesmek de ona vacibtir. Dinî olçülere göre zengin sayılan bir mü’min, nezâket göstermiş olmak için, aldığı bir kurbanı kesmeyip de bedelini sadaka olarak bir yoksula verse vaya aldığı hayvanı diri olarak bir fakire vermiş olsa üzerindeki borcu ödemiş sayılamaz.
Uhdiyye (kurban Bayramında kesilmesi vacip olan) kurbanı’nın birinci gününde kesilmesi daha faziletlidir. Bir mazeret bulunduğunda, bayramın ikinci veya ücüncü günlerinde de kesilebilir. Bayram namazı kılınmayan obalarda ve küçük köylerde, tan yerinin ağarması ile kurban kesilebilirse de bayram namazının eda olunduğu mahallerde namazı takiben kesilmesi vacip bulunmaktadır. Ashaptan Uveymir bin Eskar (r.a.)uhdiyyesini bayramdan önce kesmişti. Durumu Rasülullah (s.a.v.) e haber verince yüce peygamberimiz, “Kurbanını iade et” buyurdu. Kurban, bayramından önce kesilecek olsa, nafile; daha sonra boğazlansa kaza edilmiş olur.
Uhdiyye kurbanında mekan şartı yoktur. Bu ibadetle mükellef bulunan bir müslüman, mukim sayılacağı yerlerden nerede dilerse kurbanını kesebilir. ”Misafirlikte bulunduğu yerde kurban kesmesi vacip değildir” sözü, “Kurban kesilirse makbul olmaz” manasında olmayıp, “Kesmediği için sorumlu değildir” anlamındadır. Misafir olmasına rağmen kurban kesecek olsa nafile kurban sevabını kazanmış olur.
Hacca giden müslümanlar, misafir bulundukları için, uhdiyye kurbanı kesmekle mükellef tutulmamışlardır. Bu sebeple bir kimse hac yolculuğuna çıkarken geride kalan yakınlarına “Benim kurbanımı vekaleten kesiverin” diye bir tenbihte bulunma mecburiyeti yoktur. Şayet kesilmiş olsa hata yapmış olmaz. Sadece nafile kurban kesme sevabına erişmiş olur. Unutulmamalıdır ki; Hacc’a giden müslümanlar misafir bulundukları için kurban kesmekle mükellef tutulmamıştır derken Hacc’a gitmeseler memleketlerinde kesmeleri icabeden kurban kasdedilmektedir.
Kıran veya temettu haccına niyet eden bir müslümanın, umre ile birlikte hac vazifesini tamamlamaya muvaffak kıldığından dolayı, Cenab-ı Hakk’a şükür için bir kurban kesmesi vaciptir. Hacıların kestiği bu kurban, hem zaman ve hem de mekanla şartlandırılmış bulunmaktadır. Yani, bayramın birinci, ikinci veya üçüncü günü harem hudutları içinde kesilmesi lazımdır.
Kezâ bi hacı ihramlı bulunurken kurban kesmeyi gerektirecek bir hata yapacak olursa, kesilecek “Ceza kurbanı”nın da hudutları içinde kesilmesi mecburiyeti vardır. Fakat kesim işi bayram günleri ile sınırlandırılmış değildir. Senenin hangi gününde boğazlansa hac vazifesinde meydana gelen eksiklik telafi edilmiş olur. Şu kadar fark var ki, ne kadar çabuk kesilirse o kadar iyidir. Çünkü yapılan hata tamir edilmiş ve borç ödenmiş olur. Bir müslüman, kurban kesme cezasını gerektiren bir iş yaptığını, memleketine döndükten sonra anlasa gidenlerden birisi ile para gönderip kurbanı Harem hudutları içerisinde kestirmesi gerekir.
Hac’da -Mina’da- kesilen kurbanların etini verecek fakir bulmak kolay olmadığı için, kesilen kurbanları olduğu gibi yerde bırakmanın israf olduğunu dikkate alan ve fakat dini hükümleri etraflıca bilmeyen bazı kimseler, “Orada kurban kesip de israf etme! Memlekete dönünce bir Hac kurbanı, birde bunu geciktirmekten dolayı ceza kurbanı kesersin” diye ahkam imal etmektedirler. Bu kabil sözlerin ilmi ve islâmî bir değeri yoktur. Verilen fetva geçersiz, yapılan tavsiyede mesnetsizdir.
Evet, en küçük bir değerin israf edimesine yüce dinimiz müsade etmemiştir. Fakat fetva vermeye ehil olmayan kimselerin sözleri ile pek değerli hac vazifesini israf etmek de islam dinine aykırı bulunmaktadir.
Yolculuk sırasında hastalanan veya parasını tüketen yahut çaldıran bir kimsenin, vekalet yoluyla kestireceği kurban da zaman ve mekanla alakalı bulunmaktadır. Şöyle ki: Muhsar adı verilen (hac veya umre için ihrama girdikten sonra meşru bir mazeret sebebiyle arafat vakfesini ve ziyaret tavafını yapamayan) kimsenin, kurbanı veya onun bedelini Mekke’ye giden bir kimse ile göndermesi ve bu işi görüverecek şahısla gün ve saat tesbiti yapması gerekir. Vekaleti üzerine alan şahıs, aralarında tesbit ettikleri gün ve saatte kurbanı keser, muhsar da ihramdan çıkar.
Adak kurbanına gelince, eğer zamanı belirtilmiş bir nezir ise, tayin edilmiş günde kesilmelidir. Nezirde yapılan mekan kayıtlamaları itibarsızdır. “Falan yerde bir kurban keseyim diye adak yapan bir Müslüman herhangi bir yerde nezrini ifâ edebilir.
Netice olarak ibadetlerimizin dini esaslara uygun olması, Allah katında makbul olmasının en mühim şartıdır. Kurban kesecek müslümanların bu cihetleri asla ihmal etmemesi icap etmektedir.
TEŞRİK TEKBİRLERİNİ UNUTMAYALIM
Kurban Bayramına has bir başka vecibe de “Teşrik Tekbirleri”dir.
Zilhicce’nin dokuzuncu günü, yâni Kurban Bayramı’nın arefesinin sabah namazından başlayarak, bütün farz namazların arkasından cemaatle olsun - yalnız olsun, kadın-erkek her müslüman üzerine bayramın dördüncü günü İkindi namazına kadar (İkindi namazı dâhil) 23 vakit tekbir getirmek (yâni Allahü ekber, Allahü ekber, lâ ilâhe illallâhü vallâhüekber, Allahü ekber velillâhil hamd demek) vâciptir.
Şâyet herhangi bir namazdan sonra unutulursa, Teşrik günlerinde kılınacak bir namazın farzını müteâkip kâzâ edilir.