köşe yazıları!!

Cenk Atılgan - 9 doğurtan 9 puan kaybı!

Son dört haftada alınan üç mağlubiyetin, Beşiktaş camiasında nelere yol açtığını merak ediyor musunuz? Haydi birlikte bakalım.... Şampiyonluk yarışından başlayalım. Evdeki hesap çarşıya uymadı, her şey alt üst oldu. Trabzon maçından sonra yapılan "Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olmak için şunları, bunları yapmalıyız" konuşmaları, bugünlerde yerini "UEFA'ya gidebilecek miyiz acaba?" düşüncesine bıraktı. Nereden nereye.. Yine dört hafta öncenin en 'sağlam' hocasının, bugünlerde 'alternatifi' aranıyor. Yönetimin "Önümüzdeki sezon da Ertuğrul Sağlam ile yola devam edeceğiz" açıklamasına ben de inanmak istiyorum elbette. Ama ne zaman, "Hocamızın sonuna kadar arkasındayız" söylemleri dillenmeye başlansa, o hocanın ömrünün uzun olmadığını gördük yıllarca. (Bakınız; Del Bosque, Rıza Çalımbay, Tigana.) Bu yüzden dört haftanın sonunda hep birlikte göreceğiz hocanın akıbetini...

Nereden nereye...
Futbol takımına göz atalım biraz.. Kimler kalmalı, kimler gitmeli diye soruyor herkes birbirine. Takımda kalması istenen oyuncu sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Toraman, Holosko, Delgado, Tello ve Serdar Özkan en çok rağbet gören isimler. Gençlerden Aydın Karabulut ve İbrahim Kaş'ı da bu listeye ekleyebiliriz. Bobo, Nobre, Cisse, İbrahim Üzülmez, Ali Tandoğan, Gökhan Zan, Rüştü, Hakan, Serdar Kurtuluş, Batuhan ve Mehmet Sedef için "Kalsalar da olur, gitseler de" yorumları yapılıyor. Gordon, Ricardinho ve Baki Mercimek için yorum bile yapılmıyor! Yani takımın yarısına yol göründü, hayırlı işler! Bitmedi... Suskunluğunu koruyan muhalefet, başkan Demirören ve yönetiminin artık görevi bırakması konusunda fikir beyan etmeye başladı bile. Hür türlü fikre saygımız var ama zamanlama yanlış bence. Bu takım kaybettiği son üç maçı kazanmış olsa şu anda 70 puanla liderdi ve futbolcular omuzlarda, yönetim de göklerde olacaktı! Yalan mı? Şimdi hepsi yerin dibine batırılıyor. Neyse, bu konu biraz derin, onu başka gün yorumlayacağız. Sportif başarı yok, hocanın durumu belirsiz, takımın yarısı gidici, yönetim çatırdıyor, taraftarlar çıldırmış... 9 puan kaybı, Beşiktaş'a 9 doğurtturdu resmen!..
 
ßiR iNsaN daHa Né KdaR yaNLı$ anLaMaya DevAm edEr ...?

'Bir insan ne kadar süre yanlış anlamaya devam eder... Birincisinde yanlış anlayabilirsiniz, ikincisinde yine yanlış anlayabilirsiniz, üçüncü, dördüncü ya diğerlerinde yanlış anlamakta ısrar etmek...' Nilay ılmaz'ın Milliyet Gazetesi'ndeki köşe yazısı:
Bir insan ne kadar süre yanlış anlamaya devam eder... Birincisinde yanlış anlayabilirsiniz, ikincisinde yine yanlış anlayabilirsiniz, üçüncü, dördüncü ya diğerlerinde yanlış anlamakta ısrar etmek... Buna ne denir? Bizim buralarda art niyetlilik diye bahsedilir adı geçen eylemden...
Başlıktan da anlaşılacağı gibi Erman Toroğlu'ndan bahsediyorum. Beşiktaş maçlarıyla ilgili yazdığı her yazısında Beşiktaş taraftarıyla uğraşmayı alışkanlık haline getirdi her şeyi bilen ağır abi...
Toroğlu'na Maraton programları yetmemiş olacak ki; Hürriyet gazetesindeki köşesinde de Beşiktaş taraftarını anmadan edemiyor. Mesela 20 Ocak 2008 tarihli "Zevk vermiyor" başlıklı yazısında "MAÇ başlıyor, Kasımpaşa 2-0 öne geçiyor. Ne Kasımpaşalı futbolcular, ne Beşiktaşlı oyuncular, ne de seyirciler bu skora inanmıyorlar. Seyirci başlıyor, klasik tezahürata: 'Ölümüne ölümüne Kara Kartal.' Daha sonra ötekine geçiyor: 'Ölmeden mezara koymayın bizi.' Bir başka tezahürat: 'Allah belanı versin'"diye yazmış.
Ünlü yorumcumuz, 27 Ocak'taki "İp de koptu maç da" yazısında ise "Beşiktaş seyircisi ne zaman o 'Allah belanı versin' tezahüratına başlıyor, o zaman kalesinde golü görüyor. Dün gece aynen oldu" demiş...
Şimdi...
Sayın Toroğlu, lütfen insanları kandırmayın!
Belki de kandırmıyorsunuz. Belki de o tezahüratta ne söylendiğini çok iyi biliyorsunuz ve sadece hakemliğinizde yaptığınız gibi ilgi odağı olmayı sevdiğinizden dolayı böyle yapıyorsunuz... Ama yine de yapmayın.
Bu tezahürat yıllardır söyleniyor ve her seferinde de aynı şekilde söyleniyor. "BU SEVDADAN VAZGEÇERSEK ALLAH BELAMIZI VERSİN" diyor taraftar. Belki çok tercih edilesi bir söylem değil ama sevilesi şeylerden vazgeçmeyi kahrolacak denli ağır görüyor. Belki bu sebeple çok iyi anlayamıyorsunuz ve yanlış yazıyorsunuz, söylüyorsunuz. Gazetecilik aynı zamanda doğrusunu öğrenmek değil midir? Eğer niyet varsa tabii...
 
Kaan Bora - Transferde oyuncu değil ekol seçin

Sezon bitmeden Beşiktaş bir kez daha transfere sarıldı. Şimdiden menacerler kulübün kapısını aşındırmaya başladı. Boşa giden her sezonun sonunda olduğu gibi yapılacak transferlerle, taraftarın ağzına bir kaşık bal çalınmaya çalışılacak. Ancak ne yazıkki zaman zaman takıma kaydadeğer isimler kazandırılsa da Beşiktaş’ın bir transfer sistematiğinin olduğunu söylemek imkânsız. Bunun en güzel örneğini Gordon Schildenfeld’in transferinde gördük. Beşiktaş ne hikmetse Zago ve Ronaldo’nun gidişinin ardından savunmanın göbeğindeki sorunu bir türlü çözemedi. Geçen sezon başında ve devre arasında gündeme gelen 30 kadar yabancı stoper adayından sonra Hırvat oyuncunun transferi, gariplikler içinde gerçekleşti. Şu anda kadroda beş stoper bulunuyor. Şimdi de biri yerli olmak üzere üç savunmacıyla daha kadronun takviye edileceği konuşuluyor. Kimseyi işbilmezlikle nitelemiyoruz. Ancak Higuain, Diatta ve Gordon’da olduğu gibi her yanlış transfer kulübün bütçesinde maddi delikler açıyor. Beşiktaş’ın artık bu konuda hata yapma lüksü kalmamıştır.
Siyah-Beyazlılar, savunmadaki problemi çözmek için ani reflekslerle hareket etme huyundan vazgeçip, bir fizibilite çalışması yaparak transferi bir sonuca bağlamalı. Bunu yaparken de belli futbol ekolleri üzerinde yoğunlaşılmalı. İtalyanlar’ın spagetti ve pizzadan sonra yaptıkları en iyi iş savunmadır... Tabii ki Juventus, Milan, İnter ve Roma gibi takımlardan oyuncu almak zordur, ama Serie A’da forma giyen iki ortalama defans oyuncusu bile Beşiktaş’ın işini görebilir. Bu arada gündeme gelen onca isme rağmen göz önündekilerin değerlendirilmemesi düşündürücü... Geçen sezon Antalyaspor’a gelen ve hâlâ 1. Lig’de forma giyen iki Polonyalı Bieniuk ve Dziewicki örneğinden hareket edilerek, Beşiktaş’ta savunma için benzer bir yapılanma içine gelebilir. Şimdi “Küme düşen takımın göbeğindeki iki adam iyi örnek olarak gösterilir mi?” diyenler olacaktır. Ama unutmadan Antalyaspor geçen sezon düşerken, Beşiktaş ve Fenerbahçe’den sonra ligin en az gol yiyen takımıydı...
 
Ali Karaboğa -Kartal’daki gerçekler!..

BEŞİKTAŞ’IN bugüne kadar yaptığı transferlere baktığımızda doğruların az, yanlışların çok olduğunu açıkça görüyoruz. Hem sezon başında hem de ortasında alınan oyuncular takıma uyum sağlayamadı. Yapılan transferlerin hiçbirisi tribünlere heyecan getirmedi. Beşiktaş taraftarı, her türlü sıkıntıya rağmen, tribünleri coşkuyla dolduruyor, maçlarda 12. adam rolünü ezeli rakip taraftarlarından daha iyi oynuyor. Dolayısıyla, bu başarısızlıklarda taraftara pay çıkarmak insafsızlık olur. Taraftar takımını seviyor. Hem de fazlasıyla seviyor. Ancak aralarında bazıları var ki, onlar bu işi abartıyor ve yaptığı yanlışlarla Beşiktaş’a zarar veriyor. Bunlara en yakın örnek: Fenerbahçe maçında sahaya atılan su şişelerinden gelen cezalar. Yazık değil mi? Bu nasıl sevgi?.. Yani takımı maçta 90 dakika canla-başla desteklemek de yetmiyor. Oyunu kuralına göre oynayacaksın, takımını zarara sokmayacaksın... Kartal, lig boyunca yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen, 24. haftada liderlik koltuğuna oturmayı başardı ve 2 hafta süren bu mutluluğun ardından birkaç hakemin yaptığı hatalar yüzünden inişe geçti. Eğer bu tür olumsuzluklar yaşanmasaydı Beşiktaş hala şampiyonluk yolunda en avantajlı takımdı. Bunu tartışacak ne bir birim var ne de hesap soracak yönetim. Rüştü, Baki, İbrahim Kaş Cisse, Tello ve Bobo’yu sakat ve cezalı olmaları nedeniyle oynatamayan Sağlam, eldeki kadroyla şampiyonluk yolunda fire vermeye başladı. Bunun yanında, Avrupa’da başarı gösteren Fenerbahçe’nin moral değerlerinin yükselişi, Feldkamp’ın gitmesine rağmen Galatasaray’ın kazanmaya devam etmesi, Beşiktaş cephesinde umutsuzluk rüzgarları estirmeye başladı. Ertuğrul Sağlam’ı suçlamak en kolay yol. Peki bu kadro Zico’nun elinde olsaydı, durum değişecek miydi? Tabii ki değişmeyecekti... Çünkü Zico’nun elinde Gökhan Gönül, Edu, Deivid, Aurelio, Alex, Semih, Kezman ve Colin Kazım gibi her an skoru değiştirecek yetenekte oyuncuları olmayacaktı... Daha kötü olacağı bir gerçekBu yüzden Ertuğrul Sağlam’ı suçlarken bu gerçekleri görmemiz gerektiğini de unutmayalım
 
Turgay Demir - Disiplin müfettişleri!

Futbol ailesinin büyük bölümü Tahkim Kurulu'nun noter görevi gördüğünü düşünür. İşin detaylarını bilmeyen, araştırmayan da bunun böyle olduğunu sanır. Tahkim Kurulu'nun cezaları onaylamak veya indirmek dışında bir şey yapamayacağına inanır. Oysa gerçek bu değil. Tahkim Kurulu'nun (Müracat olmadan) ceza artırım yetkisi yok, bu doğru. Yani Tahkim kendisine yapılan müracata cevap verir. Herkes cezası indirilmesi için başvurduğu için de Tahkim'e düşen onaylamak ya da indirim yapmaktır. En azından bizde yıllardır yaşanan manzara böyledir. Her önüne gelen bin YTL verip Tahkim'e gider. Dolayısıyla Tahkim Kurulu, cezayı aynen onaylayan ya da indirim yapan kurum olarak görülür. Böyle görülmesinin bir nedeni de, bugüne kadar sadece bir kez ceza arttırımı yapmış olmasındandır. Ancak bunda da Tahkim Kurulu'nun suçu yok. Daha doğrusu ortada bir suç yok, peki ne var derseniz, 'görevini yapmayan futbol müffettişleri var' derim. Çünkü gerçek bu. Gelin isterseniz bizdeki sistemi açıklayıp, problemin nereden kaynaklandığını daha net ortaya koyalım. Bizim sistemimiz şu şekilde işlemektedir. Hukuk Kurulu'nun incelediği dosyaları PFDK'ya futbol müfettişleri sevkeder. Bu müffetişler bir anlamda futbolun savcılarıdır. Pek bilinmez ama onların da Tahkim Kurulu'na başvurma hakları vardır. Zaten işin sırrı da buradadır. Misal, bir kişi ya da kulübe ceza verilmesi için PFDK'ya başvuran müffettişler verilen cezayı yetersiz buldukları taktirde cezanın arttırılması istemiyle Tahkim'e başvurabilirler. Levent Bıçakcı döneminde yapılan yasal düzenlemeler buna izin veriyor. Peki hal böyleyken neden hiç bir müffettiş bu konuda bir başvuru yapmıyor diye soranlar olabilir ama bunu bana değil müffettiş arkadaşlara sormaları gerekir. Onlar işlerini layıkıyla yaptıkları taktirde, aldığı cezayı yerden göğe kadar hak ettiğini bile bile hiç kimse Tahkim Kurulu'na, indirim için başvuramaz. Eğer gerçekten haksız ise en azından müffettişlerin karşı hamlesinden korkar. Yeter ki müffettişler görevlerini yapsın. Bakın Tahkim'in havası nasıl değişiyor, cezalar nasıl caydırıcı hale geliyor. "Cezamı indirin" diyenlerin sayıları nasıl azalıyor.
 
Cem Dizdar -'Körler Meseli'

Derin düş kırıklığı, keskin bir umutsuzluk var Beşiktaşlılar’da. Çoğu, önlerini görememenin şaşkınlığı içinde. Nostalji kabarmış. Haksızlığa uğradıkları duygusunun da payı var bu ‘Baba Hakkı’ ve ‘Şeref Bey’ göndermelerinde ya, ille de bu düş kırıklığı ve umutsuzluk bana sorarsanız nostaljiyi yaratan. Futbol bir umut oyunuyken, neden umutsuz bu kadar insan?
Sanırım yanıtı hepimiz biliyoruz. Beşiktaş’ı her düzeyde yönetenlerin -idari ve teknik- gözle görünür yetersizliği bu umutsuzluğun kaynağı. Kaç sezondur işler iyi gitmiyor ve peynir gemisi hep lafla yürütülmeye çalışılıyor.
Hatırlayın, Mayıs’a kadar taraftardan süre isterken ne demişti menacer Sinan Engin, geçen yılın Kasım ayında! Aynen şöyle; “Bize zaman verilsin. Hoşgörülü olsunlar. Bıraksınlar, transferlerimizi yapalım. Başarısız olursak isterlerse büstümü yapıp sonra da yaksınlar...”
Kimsenin ne büstünün ne de kendisinin yanmasına gerek yok. Ama bir yangın olduğu da aşikâr. Ve bu yangının sorumlularının kim olduğu da!
Bunca yanlış transfer yapan teknik kadro hâlâ Belçika’dan, Çek Cumhuriyeti’ne oradan Rusya’ya kadar futbolcu arayışı içinde. “Sezon bitmeden transferi bitireceğiz” diyorlar. Peki ama bunca yanlışa rağmen bu ısrar niye? Çok açık, bu kadro ya futbolcu seçmeyi bilmiyor ya da seçtiği futbolcuları oynatmayı. Hatta biraz daha ileri gideyim, futbolcuları sağlam tutmayı bile beceremiyor.
Kendini eleştirmeyen, gelişemez.
Varolan borçların ne kadar olduğu, başkana olan şahsi borcun miktarının bilinmediği, basit bir hukuk davasının bile akıl almaz zararlarla kapatıldığı bir kulüp için iyi yönetiliyor denebilir mi?
Bütün sezon iyi oyun adına -dikkat edin kazanma demiyorum sadece iyi oyun- bir kaç maç dışında kısa da olsa bir periyot yakalayamamış bir takımın teknik kadrosu için başarılı denebilir mi?
Bütün bu başarısızlıklar sadece ‘dış kaynaklı’ ya da ‘istenmeyen sakatlıklardan’ kaynaklanıyor olabilir mi? Beşiktaş’ın kaybettiği şampiyonluk değil, sorunumuz bu değil. Beşiktaş hızla vakurunu, o çok övünülen duruşunu, ağırbaşlılığını, itibarını yitiriyor. Beşiktaşlı olsun olmasın, herkesi acıtan şey bu. “Falanca takımı tutmasaydım Beşiktaşlı olurdum” dedirten o dili, o duyguyu kaybediyor Beşiktaş.
Flaman ressam Pieter Bruegel’in bir tablosu vardır üzerine çok yazılan çizilen. İncil’deki ‘Bir körü bir başka kör güderse ikisi de bir çukura düşer!’ cümlesinden yola çıkarak yapılan bu tablonun adı ‘Körler Meseli’dir. Bu yazıyı yazarken birden aklıma bu tablo geldi nedense...
 
Kazım Kanat -Beşiktaşlı duruşu, şampiyonluktan önemli

Beşiktaşlı duruşu, şampiyonluktan önemli

Beşiktaşlı, bugün Beşiktaşlı olduğunu göğsünü gere gere söyleyemiyor. Çünkü utanıyor! Beşiktaşlıları utandıracak en son şey şampiyon olamamaktır. Saha başarılarının o kadar önemi de yoktur. Önemli olan Beşiktaşlıların sahada Türkiye'ye örnek davranışıdır. Bunun adı da 'Beşiktaşlı duruşu' dur.
Elbette Türkiye'de, 'yükselen değerlerin takımı Beşiktaş' ı yönetenler, bu gerçeği bilmiyorlar, göremiyorlar. Asıl sorun buradadır. Gelinen çok önemli iki noktanın altını çiziyorum:
A-Artık çocuklar, babaları gibi Beşiktaşlı olmuyor.
B-Beşiktaşlı olan çocuklar, babalarına kızıp, takım değiştirmek istiyorlar.
Peki Beşiktaş bu hale niye geldi?
1-Beşiktaş'ın, 'cesur kalbi' olan ve bir yaşam felsefesi taşıyan dünyaya örnek olan Çarşı'nın içine sızdılar. Çarşı, Çarşı'ya karşı oldu. Maç seyretmek cesaret işi oldu. (Tribün terörü var. Dikkat!)
2-Beşiktaş, öz kaynaklarına ihanet ederek, evlatlarına sahip çıkmadı. F.Bahçe ve G.Saray'ın kapıya koyduklarını aldı. Beşiktaş sevgisini taşıyan
kolej gibi takım karizması çizildi.
3-Yönetenler, Beşiktaş'ın paralarını sokağa attılar. Beşiktaş'ın geleceğini ipotek altına aldılar. (Asıl tehlike burada!)
4-Beşiktaş'ı yöneten başkanların sözü senettir; tartışılmaz. Ama Demirören, söylediklerini yapamayan başkan oldu.
5-Menajeri mafya ilişkileri için yargılanırsa, antrenörü tarikat bağlantılarının içinde olursa; Atatürk'ün takımında bu utanç dolu görüntüler olursa elbette Beşiktaş büyük yara alır.
SON SÖZ: Ey Beşiktaş'ın büyükleri... Beşiktaş elden gidiyor. Lütfen Beşiktaşlı gibi davranın ve 2010 yılını beklemeyin.
 
Şansal Büyüka'dan Değerlendirmeler!

Hani verdiğin sözler

Galatasaray Başkanı Adnan Polat ve yönetimin yeni üyeleri göreve geldikleri günden beri , yani aşağı yukarı bir aya yakın bir zamandır , aynı iddialı açıklamayı ısrarla yaptılar:
“ Hem ligi , hem kupayı alacağız ... “
Ne oldu ? Kupa gitti ...
Ligi kazanma şansı yüksek ... Tabi kaybetme riski de...
Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören ‘e bakıyorum , sezon başından beri inadına “ Beşiktaş şampiyon olacak “ diye açıklamalar yaptı.
Ne oldu ?
Beşiktaş ne ligde ne kupada var ...
Bırakın şampiyonluğu , Beşiktaş ‘ın avrupaya gitme şansı bile ciddi biçimde tehlikede...
Fenerbahçe ‘ye bakıyorum ... Belki de geçmiş yıllarda yaptıkları yanlışlardan ders almış olacaklar “ kupayı kazanacağız , ligi alacağız “ diye bir açıklamalarına rastlamıyorum...
Kaldı ki ligi alma şansları da varken ...
Üstelik bu kupalar her zaman “ üç büyükler” e de kalmıyor ...
İşte örnek ...
Fortis Türkiye Kupası finalini Kayserispor- Gençlerbirliği oynayacak...
O zaman ısrarla böyle açıklamalar yaparsanız , camianın beklentileri büyüyor , gerilim artıyor , futbol takımı baskı altında kalıyor...
Bugün Chelsea’nin , Barcelona ‘nın , Real Madrid ‘in , avrupanın devlerinin başkanları , o dev kadrolara rağmen “ şampiyonluk “ için peşin sipariş veriyorlar mı ?
Vermiyorlar ... O kadar pahalı kadrolara rağmen veremiyorlar ...
Ama biz bol keseden atmaya meraklıyız ya ...
Üstelik bu kadar iddialı açıklamalar kısa bir süre sonra boşa çıkıyor , beklentiler damdan düşmüş gibi yere çakılıyor...
İşin en kötü tarafı başkanlar ve yöneticiler verdikleri sözlerin altında kalıyor ...
İddianızı , takımınıza güveninizi elbette sürdürün... Ama bu konuda daha gerçekçi yöntemler deneyin ...
Biliyorum , yılların verdiği kötü alışkanlıklar var ...
Hani ne demişler :
“Alışkanlıklar paslanmış çiviye benzer , söküp atmak zordur... “
Doğru , bu alışkanlıklardan kurtulmak zor da , böyle bol keseden atmanın da kimseye bir faydası yok ...Başta Başkan’lara...



Doktor bana bir çare

Fenerbahçe’de Roberto Carlos ‘un önümüzdeki hafta Galatasaray maçında oynaması bekleniyordu , sezonu kapadığı açıklandı . Fenerbahçe ‘nin orta alandaki en büyük gücü olan Deniz neredeyse sezon başından beri ortalıkta yok. Appiah deseniz “ çürüğe “ çıktı.Fenerbahçe’nin Sağlık Kurulu ... Sevgili doktorlar, neler oluyor oralarda...



Sessiz fırtına

Federasyon’da sessiz bir fırtına var . Daha doğrusu kıyım var .Hasan Doğan federasyonunun yeni bir düzenleme içinde olması doğal karşılanabilir . Ama adam çıkarmaların , adam almaların belli bir kriteri olmalı .Duyuyoruz ki , Ankara ‘dan gelen bir telefonla bir çıkış durduruluyor , bir başka telefonla yeni kurulan bir birime atama yapılabiliyor.Sözün özü şu : Torpil her devirde çalışıyor.



Göçek dikkat

Hüseyin Göçek , son dönemlerin Türk hakemliğinde sivrilen isimlerinden biri . Üstelik sıkça maç alıyor , neredeyse boşu yok . Hepsi tamam , hoş da , bu kadar sık görev alan , bu kadar kritik maçları yönetin bir hakemin çok dikkatli olması gerekiyor . Sevgili Göçek ‘e son yönettiği Galatasaray- Gençlerbirliği kupa maçını bir kez daha dikkatlice izlemesini öneririm.



Paşa ‘nın yeri dolmadı

Beşiktaş Delgado ‘yu “ baştacı “ yaptı , “ Paşa “ ilan ettiği Ricardinho ‘nun apoletlerini söktü.Bu yönetimin , teknik adamların tercihidir elbette . Ama forvetin arkasındaki etkili oyunuyla , çapraz pasları , dar alandan çıkışıyla , oyunu yönlendirmesi , yaratıcılığı ve futbola kattığı görsel zenginlikle , sanki Beşiktaş “ Paşa “ sını arıyor gibi geldi bana. “ Ricardinho koşmuyordu “ diyenlere Delgado ‘nun ne kadar koştuğunu sorarım. “ Takıma hangisi daha yararlı “ derseniz , onu da tartışırım.



Tarihi eser

Beşiktaş yönetimi Barcelona ‘nın Brezilyalı yıldızı Edmilson ‘u almak üzereyken , Ertuğrul Sağlam ‘ın vetosuyla karşılaştı. Kabul edelim ki Edmilson geçmiş yılların çok önemli bir oyuncusuydu . Ama geçtiğimiz sezon yaşadığı uzun sakatlıklar ve kulübe bağımlılığı Edmilson ‘u “ tarihi eser “e çevirdi.Beşiktaş ‘ın tarihi esere değil , takımı sırtlayacak , maçın kaderini değiştirecek “ top klas “ oyunculara ihtiyacı var .



Bu futbol yetmez

Pazartesi günü birinci lige çıkmaya hazırlanan iki takımın mücadelesini, Sakaryaspor- Antalyaspor maçını izledim.Antalyaspor , rakip ceza alanına giremeden maçı kazandı . Sakaryaspor doksan dakika, rakibin ikişer metrelik iki stoperine rağman havadan oynadı. Futbol fakiri bir maçtı.Zirvenin diğer iki adayı Eskişehirspor ile Kocaelispor ‘a bakıyorum , onlar da pek farklı değil. Dost acı söyler : Bu futbolla gelirseniz, geldiğiniz gibi gidersiniz .



Ya gelin ya susun

Beşiktaş kongresinin yapılalı bir yıl oldu . Başkan Yıldırım Demirören ‘in karşısına aday bile çıkmadı .Eğer yanlış transfer varsa , eğer aşırı borçlanma varsa , eğer kötü bir yönetim varsa , o gün de vardı ...
Kongre günü aday bile çıkaramayanlar şimdi gölge kabineler kuruyorlar , çalışma grubu oluşturuyorlar , açıklamalar yapıyorlar.
Kardeşim , bir yıl önce de aynı şeyleri yaptınız , aday bile çıkartamadınız. Yıldırım Demirören yönetiminden madem bu kadar şikayet var, yaparsınız projeleri , toplarsınız paraları, attırırsınız yeterli imzaları, gidersiniz genel kurula.
Demirören ‘e “ git “ diyorsunuz, ama “ gel “ denince ortalıkta görünmüyorsunuz...
 
Asena Özkan - Kızgın Beşiktaşlılara...

'Sen ne anlarsın futbolcudan? İstanbul gecelerinde dolanıp, kazan-kepçe bütünleşmesini sağlamakla yükümle değil misin? Kim gönderiyor seni futbolcu izlemeye? Albenili hanım kişiler, keyifli yemekler, kaliteli şaraplar senin ilgi alanın değil mi? Sanırım karıştırdı birileri, yapman gerekenleri!.." Sohbet dilini, yazım diline çevirince buna benzer cümleler, beraberinde de anlatımlar 'peydahlanıyor' istem dışı. Arkadaş sohbetlerinde anlatımı kolay da 'başını belaya sokmadan' yazılımını gerçekleştirmek gerçekten oldukça güç!
Beşiktaşlılar 'kızgın', Beşiktaşlılar 'kırgın...' Şampiyonluktan söz ederken gündemi Intertoto Kupası oluşturmaya başlarsa, nasıl kızgın olmasınlar? Sohbetlerde çözüm üretemediğimiz varsayımları paylaşma gereksinimi duyuverdim bu kez durmadık yerde! Bizlere, 'paradokslar' yaşayan 'şüpheci' yaftası mı yapıştırılmalı yoksa 'gerçekçi düşünenler' yakıştırmasını mı sunmalı, onun kararını siz verin! Öncelik; elbette ki, 'ecnebi' futbolcu alımı ile satımının. Eşin, dostun, arkadaşın 'haklı' takılmalarından utanır olmuş Beşiktaşlı, futbolun 'f' sini duymak bile istemiyor şu aralar. Benzer duyarlılığı yöneticisinden, teknik kadrosundan ve de daha bilumumundan bekliyor. Bekleye dursunlar, bir de bekleyemeyenler ve 'tabakhaneye' yetiştirme derdinde olanlar var! Olacak bitecek belirsiz, ama harıl harıl 'birileri' yurt dışında futbolcu arıyor, takımın teknik direktörü kalacak mı, gidecek mi bilinmezlik denklemi çözülememişken. Bugüne kadar alınlara ödenen rakamları yan yana konunca durumun 'vahameti' tüm açıklığı ortaya çıkarken...
İşte tam burada kilitleniyoruz! Neden futboldan ve futbolcudan anlamayanlar yurt dışına, oyun ile oyuncu izlemeye giderler, üstüne üstlük izlemekle de yetinmeyip futbolcuların menajerleri ile uzlaşırlar? Olmaz tabii ki, ancak yine de irdelemeli! Acep, burada bireysel 'çıkar' söz konusu olabilir mi? Futbolcuya ödenen rakam, menajerine ödenen rakam, hep bilinir mi? Ya da 'resmi' midir, yoksa gayrı-resmi mi? Sohbetlerde çok şeyi aşıyoruz, ender de olsa Beşiktaş'ı düze bile çıkardığımız oluyor ama gel gelelim buraya takılıyoruz!
Beşiktaş son dört sezondur kaç 'ecnebi' futbolcu transfer etti, bu oyunculara ne kadar, menajerlerine ne kadar 'dolar' ödendi? 'Birileri' bu transferlerden kazanç sağladı mı, sağlamadı mı? Transfer ödentilerinin resmi evrakları mevcut mudur, mevcut yönetimde? Başta da belirttiğimiz gibi, gereksiz 'şüphecilik' yapıyor olabiliriz ama her olasılığı göz önünde bulundurmak gerekiyor! Bu sistem yürürlükle olduğu sürece, Beşiktaş Kulübü'nün başkanına borcunun 40 milyon dolarla sınırlı kalmayacağı, 140 milyon doları bulmasının 'an meselesi' olduğu 'gün' gibi ortada! Kim alıyor, niçin alıyor, neden alıyor? Sorular yanıt bekliyor. Ayrıca alınıyor alınıyor da, İbrahim Üzülmez hala bu takımda oynuyor! Bizler sadece sohbetlerimizin bir bölümünü yazım diline uyarladık. Uygulamayı kim ya da kimler yapacak? Tartışmasız; Beşiktaş'ı 'çıkar' gözetmeksizin sevenler, tribündeki 'cefakar' yandaş grubu ve kendisini değil Beşiktaş'ı ileriye taşıyacak, gerçek Beşiktaşlı...
 
Cahit Eroğul - Muhalefetin daha önce aklı nerdeydi?

Beşiktaş’ın tam da Del Bosque davasını kaybetmesinin üzerinden 1 ay geçmişken, tam da ligde dördüncülüğe düşüp ufukta İntertoto ihtimali belirmişken, tam da yabancıları baş kaldırıp birer birer tüymenin yollarını ararken, muhalefet ayaklandı, Yıldırım Demirören’e karşı bir cephe kurmanın peşine düştü. Eleştirdikleri şey hep aynı; yanlış transfer politikası, kulübün uçup giden milyon dolarları ve hatada ısrar...
Yıldırım Demirören 4 yıldır bu kulübün başında. Daha son kongrenin üstünden 1 yıl geçti. Muhalefetin bahsettiği hataları her seferinde “tekrarlamayacağız” diye diye yaptılar.
İstikrarsızlığın istikrarı şu tablo:
Del Bosque - Rıza Çalımbay - Jean Tigana - Ertuğrul Sağlam...
4 yılda 40’tan fazla futbolcu alındı, bir o kadarı gönderildi...
Yönetime talip olmak, şartları uyan her kongre üyesinin hakkıdır. Da, son kongrede bu oluşum neredeydi? O zamanlar kulüp yeterince borç içinde değil miydi, o zamanlar her şey güllük gülistanlık mıydı? Transferler “cuk” mu oturuyordu? CAS’a giden davalar, kasaya geri mi dönüyordu?
Hem başarısızlığın faturasını hakem hatalarına kes, hem de “kulüp iyi yönetilmiyor” de... Hangisi doğru? Yoksa hepsi birden mi? Cevap; hepsi birden diyorsanız niye şimdi ayaklandınız. 1 yıl önce kulübün borçlarını karşılayacak paranız mı yoktu, projeniz mi?
Muhalefetin aklı daha önce neredeydi? Değişen ne, sadece bunu anlamış değilim...

ah basına gelenler
Kör talih!
Bundan 10-12 yıl önce... Seyit Kalender bizim Ankara muhabirimiz... Ankaralı fanatik bir bayan, sürekli büroyu arayarak Seyit’le akşama kadar futbol muhabbeti yapıyor. Seyit bıkmış, başından nasıl savacağını bilemiyor. Kız doğuştan görme özürlü olduğu için de tersleyip sohbeti kesemiyor.
O hafta Ankara’da Ankaragücü-Beşiktaş maçı var... Seyit’in telefonu çalıyor, yine o kız... Bir-iki “İyidir ne olsun işte, koşturup duruyoruz” muhabbetinin ardından kız aniden, “Beni de maça götürsene” diyor...
Seyit, “N’apacaksın sen maçta yaa” diye geveliyor. Ama kız ısrarlı, “Bir maçın havasını yaşamak istiyorum, taraftarın tezahüratlarını duymak istiyorum” deyince bizimki bombayı patlatıyor;
- Yav kızım ben nasıl uğraşacam orada seninle. Hem televizyon naklen veriyo, otur evinde izle!..

Unutulmaz anılar
Liverpool’un efsane kaptanı Steven Gerrard, geçen yıl çıkardığı ve hayatını anlattığı kitabında Galatasaray’a da özel bir yer ayırmış. Geçtiğimiz gün Fanatik’te de çıktı... İşte Gerrard’ın gözüyle, Galatasaray’ın Liverpool’la 2003’te Amsterdam’da oynayıp 2-1 kazandığı maçta yaşananlar...
“Ve tarih 3 Ağustos 2003... Kendimizi Hollanda’nın Amsterdam Arena Stadı’nda Galatasaray’la oynarken buluyoruz. Bu kesinlikle sezon öncesinde centilmence oynanan bir hazırlık maçı değildi. Bu, gerçek bir savaştı. En ufak bir kıvılcım bile tansiyonu artırıyordu.
Maça yedek kulübesinde başlamıştım. Türkler Michael (Owen) ve Emile’e (Heskey) sert giriyordu. Dayanamıyordum, hocamız Gerard Houlier’e sürekli beni oyuna almasını söylüyordum. Bundan yarım saat sonra (Dk.64) sahadaydım. Harry Kewell’a çok sert bir müdahale yapıldı. Bu tıpkı bir vahşi batı filmi gibiydi. İki taraf arasında savaş devam ediyordu. Benim oyunda olmadığım süreyi telafi etmem gerekiyordu...”
Devamı haftaya...

Unutulmaz sözler...
“Ben rakip takıma karşı değil, yenilme düşüncesine karşı oynuyorum”
(Eric Cantona)

Kompleks işte
Eric Gerets, “G.Saray’ı çalıştırdığım dönemde F.Bahçe’ye iki defa yenildim ve bu, camiada utanç vesilesi olarak kabul edildi. Orada F.Bahçe’yi yendin mi bütün sezonun iyi geçmiş sayılır” demiş...
Orası öyle... Hele de Kadıköy’de yenersen tadından yenmez... Hele bir de sahanın ortasına bayrak dikersen, bir ömür unutulmazsın... Bakınız; “Ulubatlı” Greame Souness...
 
Hayri Ülgen - Gemi artık batıyor!

NE yazık ki bir sezon yine boşa gitti. Hem Şampiyonlar Ligi’nden oldu hem de ekonomik olarak büyük yara aldı Beşiktaş. Beşiktaş seyircisi sabretti sabretti sonunda Türkiye’nin her yerinde patlamaya başladı. Son günlerde de görüldü ki artık Beşiktaş ruhunu, kaybetmeye başlamış. Takıma usta futbolcuların yerine acemiler mangası dolmuş. Camia kulüp etrafında birleşeceğine herkes birbirine laf yetiştiriyor. Bakın gazetelere her gün bir şeyler yazılıyor. “Ben başkan olacağım yönetimimle geleceğim para vereceğim” gibi. Ama iş icraata gelince ortada kimseyi bulamıyoruz. Kim ne derse desin şu takımın başında Yıldırım Demirören var. Ancak üyelerin 3’te 2’sinin istemesi durumunda olağanüstü kongreye gidilir. Şunu herkes bilsin: Beşiktaş satılık değildir. Bu işler parayla olmaz. Yoksa görünen köy kılavuz istemez. Herkes Beşiktaş’ın bir tarafından çekip sahiplenmek istiyor. Bakın beyler; gemi her geçen gün su almaya başladı. Kulübe yardım eli uzatan yok. Yardım olmazsa bu gemi batmaz mı? Tabii ki batar. En büyük tehlike nerede biliyor musunuz?.. Şampiyon olursunuz olmazsınız, başarıyı yakalarsınız yakalamazsınız... Ama dikkat edin Milne zamanından sonra Beşiktaş’ın taraftarında yükselme yok azalma var. 2003’deki şampiyonlukta biraz seyirci topladı o kadar. Unutmayalım ki; kulüpler taraftarlarıyla ve camiasıyla büyür. Lobin yoksa ezilirsin. İmha edilirsin. Kimse bunu anlamaz. Anlayana kadar da atı alan Üsküdar’ı geçer. Bakın büyük maçlara Beşiktaş’ın önemli oyuncuları kırmızı kartla cezalıdır. Hakemler ise hiçbir kulübe olamayacak kadar da cesurdur. İşte bu gemiyi batırmak için dış güçlere dur demek zamanıdır. Yoksa o gemi de yok olur gider... Beşiktaşlı oyuncular kalan 4 maçı onur mücadelesi olarak görmelidir.
 
Orhan Yıldırım - Yalan rüzgarı!

Beşiktaş’ın bugün içinde bulunduğu durumun adını siz koyun! Biz, hafızaları tazeleyerek, gördüklerimizi-duyduklarımızı harmanlayıp, süzerek bir takım çıkarımlarda bulunalım ve size bu konuda yardımcı olmaya çalışmakla yetinelim.
Kulüp aslında 1998 seçimlerinde gerileme devrine girdi. Prof. Oktay Çokyüksel tehdit alıp, adaylıktan çekilince, İhsan Kalkavan, Turgay Ciner, Tevfik Yamantürk, Ahmet Hamoğlu, Bahattin Demir, Mehmet Kazancı gibi birçok isim aynı çatı altında birleşti. Bu güç birliğine atılmadık iftira bırakılmadı. Sonuçta hepsi küstürüldü. Kulüpten uzaklaştı. Eğer o yönetim iş başına getirilseydi, Beşiktaş rakiplerinin en az 30 yıl önünde olurdu. Bu isimler şimdi Türk ekonomisine yön veriyorlar.
Son seçimde Yıldırım Demirören’in karşısına aday çıkmadı. Düşünün, koskoca Beşiktaş camiasından aday çıkmadı. Bugün takım liderlikten indi diye, yönetime talip olduğu ileri sürülen isimler ortaya atıldı. Gerçi hiçbirinin ağzından bunları duymadık. Ancak ateş olmayan yerden de duman çıkmaz.
Üstünde en çok durulan isim Yalçın Sabancı... Kongre öncesi bizim Coşkun Türk, kendisi ile konuşmuştu. Bir dizi vaat açıklayan Sabancı, bir anda ortadan kaybolmuştu. Tuncay Özilhan gibi ne kongreye geldi, ne divana... Hiçbir yerde görmedik. Daha geçen ay yapılan mali genel kurulda hiçbirini göremedik.
Kongreler bazı çevreler için rant kapısı. Her ay yapılsa, ‘yeter artık’ demezler. Bana göre ise ‘ihtilal...’ Sadece geri götürür. Kulübün kötü durumunda reklam için ortaya çıkanlar, acaba daha 1.5 yıl önce neden aday olmadılar? Çünkü niyetleri yok, amaçlar farklı. Aslında o zaman yırtındığımız üzere; başarısızlıkta en büyük suç iktidarın değil, bu kişilerindir. Eğer aday çıksaydı, Demirören böyle mi yönetim kurardı! Ya da Serdar Bilgili son döneminde öyle mi liste hazırlar ve bırakıp kaçardı. Camianın elmalarla armutları ayırt etmesi lazım. Mesela kulübün kötü değil de, en iyi döneminde adam gibi cesurca eleştiri yapan Hasan Arat ve Erol Kaynar gibi eski aday ve onlar gibi yüzlerce değere sahip çıkılsın yeter.
Başkan Demirören’e gelince, ayrıca ve ayrıntılı yazı konusu yapacağız.
 
Atıf Keçeci - İbrahim Kaş olayının düşündürdükleri...

Beşiktaş'ta, geride kalan 4 sezonun başarısızlığından ders alınacak birçok husus varken, başlanılan yeni dönem çalışmaları hiç de umut verici görünmüyor.
Öncelikle bu başarısız dönem yetkililerini işe karıştırmak gerekir. Diatta'da, Higuain'de yaşananlar sonrasında Gordon'un transferi ve diğerleri beni bu düşünceye yönlendirmiştir.
Transfer çalışmalarına erken başlamanın faydaları mutlaka vardır. Önemli olan, isim ve yöntemi belirleyebilmektir. Ama Mario Berk isimli, futbol konusunda hiçbir tecrübesi bulunmayan ve yönetimin son iki yedek üyesinden biri olan kişiyi işlerin uzağında tutmak gerekir. Bazı medya kuruluşlarına haber sızdırmakla itham edilen bu şahısla ilgili geçen sezonda da bazı söylentiler vardı. Menajer Sinan Engin'in yollara düşüp futbolcu izlediğini okuyoruz. Aynı Sinan Engin, Aralık 2007'de "İki transfer yapalım, şampiyon olmazsak ceketimizi alıp giderim." dememiş miydi? Yaptıkları iki transfer Holosko ve Gordon'un durumları da ortada. Biri saman alevi gibi, diğerinin ise yokluğu varlığından daha fayda sağlar durumda. Şimdilerde gönderilmek istenildiğini duyuyoruz.
Defanstaki sıkıntı giderilmek istenirken, yuvadan yetişmiş İbrahim Kaş'ın Getafe'ye transferi haberi çok düşündürücüdür. Benzer durumdaki Gökhan Zan'la da bu saate kadar bir görüşme yapılmaması gözden çıkarıldığının işareti anlamındadır. Bu oyuncuların yerinde oynayan Gordon tercihi yarınlara endişe taşımaktadır. 2 milyon Euro gibi ederinin çok üzerinde bir transfer bedeliyle alınan bu futbolcuya ödenen para ile İbrahim Kaş'ın değerini karşılaştırdığımızda yapılan yanlışların boyutu rahatlıkla görülebilmektedir.
Yıldız takımındaki Muhammed ve Kubilay konusunda da geç kalınmaktadır. Bu yetenekler, talimatlar izin verdiği içindir ki profesyonel yapılmalı ve yarınki maddi kayıplar önlenmelidir. 'Beşiktaş yanlış yönetiliyor' diye giderek artan camianın sesini duymak bu konulara daha duyarlı yaklaşmak önemlidir. Ancak 4 sezonluk başarısızlıktan hâlâ ders alınılmamış olması endişe teşkil etmektedir. Transfer komitesi kurulacağı yönünde çıkan haberlerin, Sinan Engin'in, Evliya Çelebi gibi çıktığı seyahatler ile laftan öteye bir şey olmadığını anlıyoruz. Bilemeyiz, belki de bazı kesimlerin 'komite' oluşumundan serbestliği önlemesi açısından sıkıntıları vardır. 300 bin Euro'luk Gordon transferinin 2 milyon Euro'ya gerçekleşmesi ister istemez kafaları karıştırmaktadır. Bu konulardan teknik kadronun ne kadar haberdar olduğunu bilemiyorum. Ertuğrul Sağlam'ın tespit ettiği oyuncular mı izlenmekte yoksa menajer tavsiyeleri mi değerlendirilmektedir? Tek bildiğim, kadroya dahil edilmesi düşünülen isimlerin şimdiye kadar çoktan analiz edilmiş olması gerektiğidir. Bu yaşananlar deveye sorulan 'neden boynun eğri?' sorusuna verdiği 'nerem doğru ki' cevabıyla eşanlam taşımaktadır.
 
Ercan Taner -Beşiktaş nereye?

1970'li yıllar... Beşiktaş, İzmir'de Altay ile oynuyor. Yedek kulübesinden bir fotograf karesi hala gözümün önünde. Bir oyuncu avucunda sakladığı sigarası ile maçı seyrediyor. Sonra 85'inci dakikada atılan golle kazanılıp ligde kalınan Zonguldakspor maçı... 12 Eylül 1980 Öncesi... Edip Akbayram'ın 'Başın öne eğilmesin aldırma gönül aldırma' şarkısının sözleri 'Aldırma Kartal aldırma' diye tribünlerde söz değiştiriyor...

Yine transfer enflasyonu var... Gelen hep gideni aratıyor. Sık sık yapılan kongeler ve değişen başkanlar. Şeref Stadı'nın beton zeminine mahkum ve birer birer futbol hayatı toprak arasında kaybolan yıldızlar. Bu kaybolan yıllar arasında değişmeyen tek bir şey var. Takımını hiç yanlız bırakmayan Beşiktaş taraftarı. 1903'te kurulan bu camianın gitgide bir çıkmaza girdiğini taraftar da görüyor ama elden bir şey gelmiyor ne yazık ki. Para yok, takım deplasmanlara bile borç para ile gidiyor. İstanbulspor ile antrenmanlarda ortak kullanılan Şeref Stadı'nda siyah tozluk veya beyaz şort değiştirildiği bile söyleniyor... Çünkü çorap alacak bütçe yok. 'Beşiktaş için bir kibrit yak' adı altında yardım kampanyası bile düzenleniyor. Ama yine olmuyor işte, kulüp kendine gelemiyor...

2. Üstünkaya döneminde doğrulara dönülmek için hamle girişimi ve yıllar sonra gelen şampiyonluk. Fakat işler yine iyi gitmiyor. Ayakkabısının arkasına basarak ceketi omuzunda, elinde tesbihi ile yürüyen futbolcular hala vizyonda...

Ve Baba Hakkı ile ömrünü Beşiktaş'a adayan bir portre kulübün başına geliyor. Süleyman Seba... Akaretler'de küçücük bir binadan plazalar ve tesisler imparatorluğuna yolculuk böylece başlıyor. Ama en önemli operasyon 1 gecede genç takımdan A takıma alınan oyuncularla başlayan şampiyonluklar ve Gordon Milne dönemi. Yalnız bizim insanımızın en kötü huyu yine ortaya çıkar... Seba'nın dönemi bitmeliymiş, çağdışı kalmış zihniyeti varmış, falan filan... Beyefendiyi küstürdüler. Artık Seba yok... 100. yılda gelen şampiyonluk, Bilgili döneminin kaçan skandallarla dolu şampiyonlukla sona erişi...Ve Demirören dönemi... Şu örnekler bile bu dönemi anlatmaya
yetiyor herhalde.

Vicente Del Bosque: 8 Milyon 900 bin Euro'sunu afiyetle yemeye başladı bile...
Rıza Çalımbay: 'Atom karınca'ydı, seninle uzun zaman çalışacağız dendi. Bir anda çalılıklar arasında kayboldu.
Mehmet Ekşi: Bir kaç maç emanetçi olarak takımın başında kaldı...
Jean Tigana: Kupa aldı ama daha çok kürdanı ile hatırlanacak.
Ertuğrul Sağlam: 'Beşiktaş iyi futbol oynayacak' dedi, lig bitti iyi futbolu bırakın, bir maçta 5 pozisyon bile yok.

Ve arada danışman olarak gelen Gordon Milne'i mecburen anımsıyorum. Transfer edilen 45 oyuncu ve sonuç yine kocaman bir hiç.

Ya borçlar, ya 8-0’lık Liverpool faciası. Bunlar kağıt üzerindeki gerçekler. Beşiktaş'ın geleceği ne olacak peki? Artık zaman kalmadı. Beşiktaş camiası şu soruyu sormaya başladı bile: Nereye gidiyoruz?
 
Sanlı Sarıalioğlu - Adana'da Kartal şov

Beşiktaş'ın İstanbul dışındaki en görkemli taraftar resitaline tanık olduk. Yer gök siyah-beyazdı. Sanırsınız ki Beşiktaş şampiyonluk kutlaması yapıyor. Göz yaşartan, olağanüstü bir tabloydu. 16. dakikada Beşiktaş taraftarının arasına karışan bir grup Bursalının provakasyonu bile bu görüntüye gölge düşüremedi. Adanalı bilinçliydi. Adanalı delicesine aşık olduğu Beşiktaş'ını kucaklamaktan başka bir şey düşünmüyordu. Adanalı, Beşiktaş'ın Anadolu'daki gücünü çok net bir biçimde belgeliyordu. Bu, “Biz büyük camiayız, büyük kulübüz” haykırışıydı... Ve bu gövde gösterisinde şu anlamlı mesaj vardı, “Ey yönetim, gelecek sezon Beşiktaş'ın büyüklüğünü yaraşır bir kadro oluşturun.” Umarım bu sesleniş dikkate alınır. Beşiktaşlı artık peş peşe başarılar istiyor. Sabırları kalmadı. Lig üçüncülüğü dördüncülüğü onları mutlu etmez.
Şimdi sahanın içine girelim. Orada da Holosko şov vardı. İlk golde adeta slalom yaptı. Orta çizginin gerisinden topu aldı ve enfes driplinglerle Bursa ceza alanına yaklaştı ve Serdar Özkan'a “lütfen şu topu ağlara yuvarla” dedi. İkinci golde de vuruş tekniği mükemeldi. Bu iki gol zaten maçı bitirdi. Beşiktaş skoru yeterli buldu ve biraz da tribüne oynamaya başladı, fanteziye kaçtı. Tello ve Delgado ilk yarıda Holosko'ya biraz ayak uydursalardı Adanalı'nın keyfi çok daha farklı olurdu. Beşiktaş bu kez defansında çok dikkatliydi. Bedava gol yememe konusunda oldukça kararlıydı.
Bursaspor daha çok ölü toplarla Beşiktaş kalesinde tehlikeli olmaya çalıştı. Üstünlüğü sadece hava toplarındaydı. Yaratıcılığını kullanamadı. Bireysel girişimlerle de etkili olamadı. Sadece farkın artmaması için direnç gösterdi. Aslında tribünler sahanın içiyle fazla ilgili değildi. Onlar bir Beşiktaş bayramı yaratmışlardı. Ve bunun mutluluğunu doyasıya yaşıyorlardı. Çok renkli, çok sesli bir cümbüştü. Gurur veren örnek bir tablo oluşturdular.
 
Asri K. Uzun - Beşiktaş Adana'da

Beşiktaş Adana Stadı’nı dolduruyor. Şampiyonlukta iddia bitmesine rağmen stadı dolduran seyirciye bakarak bu camianın ne kadar büyük olduğunu anlamak yeterde artar bile.
Buradan dersler çıkarılması lazım. Bu, seyirciye laik olmak gerekir.
Transferi, bütçeyi, yönetim anlayışını bu gerçeğe göre oturtacaksınız.
Takımda lider arayıp duruyorsunuz. Serdar Özkan’ı, İbrahim Kaş’ı, Mehmet Sedef’i tutacaksınız. Beşiktaş’ın dışarıda oynayan oyuncularından da takıma monte edeceksiniz.
Fazla değil 2 iyi yabancıyla bu takım her yıl hem Türkiye’de hem de Avrupa’da neler yapıyor göreceksiniz.
Solda Sezer diye oyuncunuz var. Otuz tane Nobre edecek Adem’iniz var. Emre Özkan’ınız Can Erdem’iniz var. Bunların hepsi kiralık oynuyor.
Alttan gelen bir sürü cevherimiz var.
Ümraniye’den Menajerleri kovun yeter.
Alt yapıdan gelen oyuncuları bir pilot takımda bir sene tutun. Bu sistemde ısrar edin. Beşiktaş’ın bu günkü oyuncu portföyüyle en az 10 sene oyuncuya ihtiyacı yok. Yeter ki kör gözler açılsın. Zaten kör gözler açılınca kör oyunculara verilen paralar da kulübün kasasında kalır.
Sivas gerçeği
Sivas’ı patlayacak balon gibi gören sayın yorumcular başta Çavuşoğlu ligin bitmesine 2 hafta kala Sivas’ın Fenerbahçe ve Galatasaray kadar şansının devam ettiği gerçeğine acaba ne diyorlardır bilmiyorum.
Ama ben biliyorum ki takımlar iyi yönetilsin bu lig 6 - 7 takımla şampiyonluğa yürür. Türk Futbolu da iddialı hale gelir. Her yıl dünyaya en az 3 takım gönderir hale geliriz.
Şampiyonlar liginde ve UEFA da birden çok takımımız Şampiyonluğa oynar.
Sivas’ın başarısı buna işarettir.
Türk çocuklarına güvenin ve Sivas’ı örnek alın. İşinizi de ciddiyetle yapın. Sadece bu kadar...
 
Güntekin Onay: Futbol değişiyor, biz uyuyoruz...

Futbol değişiyor, biz uyuyoruz...

Süper Lig'de oynanan futbolun kalitesi kimseyi tatmin etmiyor.

Ne oynayan zevk alıyor ne de seyreden...

Yılda 3-5 teknik adam değiştiren sabırsız, plansız, sistemsiz, modelsiz, organizasyonsuz kulüplerimiz ve onların ateşten gömlek giyen ve doğal olarak koltuğunu sağlama almak için kısa vadede günü kurtarmaya çalışan teknik adamları...

Herkes zaten sadece sonuç bekliyor. Taraftar, yorumcu, medya...

Teknik adam da haliyle diyor ki: "Kardeşim, fırtına veya kasırga var mıydı? Kimse sormuyor, gemi limana yanaştı mı? Herkes buna bakıyor. Zaten idari ve mali sıkıntılar doruk noktada. Bu takımı da ben kurmadım. Transferi de ben yapmadım. Önemli olan günü kurtarmak. Kısa yoldan ne yapabilirsek yapmaya çalışıyoruz. Oyuncu kalitemiz de belli. 3-5 ay sonra ne olacağımız belli değil. Biz ne yapalım?"

Bu koşullarda hadi gel de pozitif futbol oynamaya çalış.

Yüzyılın en büyük futbol adamı Rinus Michels de kendi futbol felsefesini anlattığı "Teambulding" adlı kitabında "Kısa vadede başarıya ulaşmanın tek yolu savunma ve kontratak oyunudur. Evet, bu oyunla maçlar kazanabilirsiniz, fakat hiçbir zaman büyük zaferler ve şampiyonluklar kazanan keyif veren bir takım yaratamazsınız" diyor.

***

Bir de trendler var tabii. Çirkin futbolun baş sorumlularından...

Son Avrupa şampiyonu Yunanistan, son dünya şampiyonu İtalya veya son Şampiyonlar ligi şampiyonu Milan... Teknik adamların önlerindeki en kısa yoldan başarı hikayeleri bunlar.

4-5-1 veya 4-4-1-1... Tek forvet, arkasında ona destek olan bir oyuncu ve arkalarında koşan, rakibi bozan oyuncular. Dikkat edin! Oynayan değil de hep rakibi bozan takımlar. Hücuma pek katılmayan, stoper özellikli bekler vesaire vesaire... Bizim liglerde de üç aşağı beş yukarı tüm takımlar bu futbolu oynamaya çalışıyor. Süper Lig, Bank Asya veya gidin 3. ligde maç izleyin.

Ancak herkes şunu unutuyor. Yukardaki takımlar böyle oynayarak lig değil turnuva kazandı. İşte bir örnek: Son yıllarda Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olan Benitez yönetimindeki Liverpool, takım savunmasını mükemmel yapan, rakiplerini en iyi bozan ve oynatmayan takım. Devler Ligi'nde hep başarılı, ancak İngiltere Ligi'nde tam 18 yıldır şampiyon olamıyor. Hatta son 15 yılda sadece bir kez 2'nci olabildi. Kendi liginde son yıllarda ilk 3'e bile giremiyor. Rakipleri bozarak, oynatmayarak kupalarda veya turnuvalarda başarılı olabilirsiniz, ancak ligde uzun vadede hedefe koşamazsınız. Daha farklı şeyler üretmelisiniz.

LIVERPOOL

------------------ Reina-------------------------
Arbeloa-------Skrtel------- Carragher-----Aurelio
---------Mascherano--------- Alonso--------------
---------------------Gerard-----------------------
-------Kuyt-------------------------Babel----------
---------------------Torres-----------------------

CHELSEA

------------------Cech------------------
Ferreira-----Terry----Carvalho----A.Cole---
----------------Makalele------------------
---------Ballack---------Lampard---------
----J.Cole-----------------------Malouda--
-----------------Drogba------------------

Avrupa'da günümüz futbolunda artık koşmak ve mücadele etmek çamaşır makinesi gibi. Yani artık bir lüks değil. Bir gereklilik. Bizde ise oyunculara mikrofon uzattığınızda ilk söyledikleri şey, "İyi mücadele ettik..! "

İzleyici de bunu duyunca diyor ki: "İyi de biraz da top oynasaydınız keşke!"

Hem koşu temposu iyi olan hem de top ayağındayken çabuk karar veren, insiyatif kullanan, becerikli oyuncu sayısı ligimizde çok az.

İki ceza yayı arasında gidip gelen hem savunma hem de hücum yapabilen oyuncular bu işin anahtarı. Tıpkı 2000'deki Emre, Okan, Suat, Ümit Davala gibi. Pas yapabilen, hücum yapabilen ama ayak basmadık yer de bırakmayan çok yönlü orta saha oyuncuları..

Artık trendler değişiyor. Bu özelliklere forvetler de eklenmeye başladı..

Şampiyonlar ligi yarı finalindeki 4 takım birbirlerine benzer formasyonlar kullandılar.

4 teknik adamın da savunma yapıları -farklı oyuncular kullansalar da- genellikle aynı..

Dikkat edilmesi gereken husus orta alanda oynayan 3 futbolcu ve bu futbolcuların özelliklerinde. Hepsi sırtı dönükken top alıp baskı altında kullanabilen, iyi pas yapan ve hücuma destek verebilen çok koşan ve savunma yapan oyuncular. Şut atıyor, orta yapıyor, adam kovalıyorlar. Çabuk düşünüp karar verip, uygulayabiliyorlar.

Gelelim asıl değinmek istediğim farklılığa. Liverpool'da Babel ve Kuyt aslında birer forvet oyuncusu. Torres ile birlikte top kendilerindeyken forvet hattını 3'leyen bu iki oyuncu top rakibe geçince kendi kanadını büyük bir disiplinle savunuyor. Manchester United bunu Ronaldo, Tevez ve Rooney ile; Chelsea Drogba, Joe Cole ve Malouda (Kalou) ile; Barcelona Eto'o, Messi ve Iniesta ile yapıyor. Çünkü top rakipteyken 9-10 kişi ile savunma yapmalısınız ama top sizdeyken de hücumda çoğalabilmelisiniz. Rakibin üstüne farklı silahlarla, kalabalık ve hızlı gitmelisiniz. Top sizdeyken 4-3-3 ; rakipte iken 4-5-1'e dönmelisiniz. Forvetler de artık orta saha gibi oyunun içinde, öyle ki fedakarlık yapmayan, adamını kovalamayan Henry, Anelka, Kalou gibi süper yıldızlar bu yüksek seviyeli maçlarda yedek kalıyor. Düşünün yukarıdakiler gibi süper yetenekli ve hızlı bir santrforsunuz ama adam kovalamadığınız için yedek kalıyorsunuz. Yaşamak ve varolmak için koşmak zorundasınız. Ronaldinho, Shevcenko, Anelka veya Henry olmanız bile sizi kurtarmaya yetmiyor.

BARCELONA

-----------------Valdes----------------
Zambrotta---Milito-----Marguez----Abidal
----------------Yaya Toure-----------------
----------Xavi----------------Deco--------
---Messi---------------------------İniesta
------------------Eto'o--------------------

M.UNITED

----------------Van Der Sar--------------
Hargreaves--Ferdinand-----Brown-----Evra
------------------Carrick-----------------
------- Scholes---------------Park--------
---Ronaldo------------------------Tevez--
-----------------Rooney------------------

Avrupa futbolu artık bu noktaya geldi. Senede 50-60 maç oynayan hızlı, atletik, güçlü, yetenekli biyonik adamlar.

Başarı için gereken kriterler değişiyor. Orada varolmak, ayakta kalmak, yaşamak çok zor.

Gerçekten de savaşmak lazım.

Aslında bizle onlar arasında bence yetenek olarak çok da büyük uçurumlar yok. Ama zihniyet ve fizik gücü konularına gelince araya uçurumlar giriyor.

İşte somut bir örnek:

Bizde çok beğenilen Beşiktaşlı Delgado orta saha oynuyor. Yani kendisinin modern futbolda yerine getirmesi gereken bir çok sorumlulukları var. Ancak bırakın forveti orta sahada oynayan bu oyuncu en son faulünü Beşiktaş'ın Galatasaray ile oynadığı 24'üncü hafta karşılaşmasında yapmış. O maçta 1 faul yapan Arjantinli yıldız, forma giymediği Sivasspor maçı haricindeki 6 maçta rakiplerine tek bir faul bile yapmadan maçları tamamlamış.

Buradan bir yanlış anlaşılma çıkartan olmaz umarım. Rakiplerine tekme atsın, çeksin, itsin, vursun diye bekleyen yok... Ancak görünen o ki beyefendinin sahadaki mücadele ile, rakiple falan da hiç alakası yok.

Futbol hızlanıyor, değişiyor..Süper yetenekler de koşuyor, savaşıyor...

Peki değişimin farkında olup ayak uydurmaya çalışan var mı?

Güntekin Onay

Ertugrul Sağlamda umarım yanlısları görüp 2 forvet + Delgado ile oynamaktan vazgecer sene basında oynattıgı 4-4-1-1 sistemine dönüş yapar veya Delgado olmadan 4-4-2 sistemine gecer

4-4-1-1
-----------------rüştü(hakan)------------
s.kurtulus----toroman------yabancı------tello
s.özkan------yabancı-------cisse--------aydın
-------------delgado------------------------
-------------------------bobo(yabancı)------

4-4-2

-----------------rüştü(hakan)------------
s.kurtulus----toroman------yabancı------tello
s.özkan------yabancı-------cisse--------aydın
-------------holosko-----bobo(yabancı)------
 
Son düzenleme moderatör tarafından:
Vedat Okyar - Holosko farkı

Beşiktaş için lig Oftaş yenilgisiyle bitmişti. Sıradaki Rize maçı, çıkan söylentilerden dolayı onur maçıydı. O geçildi. Bursa maçları da Beşiktaş için derbiler kadar büyük prestij anlamı taşıyor.

Harika bir zemin, çok güzel bir tribün atmosferi, Beşiktaş’ın da bu büyük kalabalığa karşılık vererek maçı kazanması. Federasyonun iş bilmezliği, hadiselere gebe olacak bu maçı seyircili oynatmasıydı. Oftaş maçını seyircili oynatırsın, İnönü’de de seyircisiz Bursa maçı oynanır, olur biterdi. Bu güzel ambiyansı bozmanın alemi yoktu. İnşallah federasyon bundan ders çıkarmıştır.

Beşiktaş’ta Holosko diye bir fazlalık var. Maçı aldı, götürdü. Hem attırdığı hem attığı gol görülmeye değerdi. Beşiktaş istediği zaman gaza, istediği zaman frene bastı. Zor gibi gözüken maçı elini-kolunu sallaya sallaya kazandı. Beşiktaş dün her kornere kafayı vuran takımdı. Ligde geç kalınmış tedbirleri hem Rize maçı hem Bursa maçında gördüm. Topa giden yoktu, şimdi her topa Beşiktaşlı oyuncu gitti vurdu.

3. VAGONA BİNİLİR Mİ?

BURSASPOR’UN kaçırdığı gol yok. Üç İbrahim’den Toraman olanını beğendim. Çok dengeli oynadı. Yanındaki Gordon’un kaçırdığını o tuttu. Serdar Özkan, son bir kaç haftadır tanıdığımız o eski Serdar haline geldi. Hakemle ve yardımcılarıyla oynamadığı zaman yalnız işine bakıyor ve iyi de ediyor.

Delgado yakışıklı bir çocuk. Ayağına da top çok yakışıyor ama oyun içinde daha fazla etkili olması lazım. Çok şık şeyler yapıyor, devamlılığı olmuyor.

Bünyamin Gezer, benim bu ülkede en çok beğendiğim hakem. Çaldığı düdükler, hep inanarak üflenmiş düdükler. Oyunun sertliğine futbolun müsaade ettiği kadar izin veriyor. En önemlisi de iki takıma da eşit derecede tolerans gösteriyor. Koca maçta bana göre bir kart yanlışı oldu. Holosko’ya gösterdiği kart yanlıştı. Holosko haftaya cezalı. Bu arada Bobo’yu da atlamayayım; attığı gol, Bobo golü.

Yazının başında ‘Lig bitmişti’ dedim. Şampiyonluk treni kaçtı. 3. vagona binilir mi? Bu da başkasının ayaklarına bağlı. Beşiktaş ayağına kadar gelen liderlik şansını çok basit verdi. 5 maçtan 3 kayıpla çıkarsan buralarda dolaşman da normal olur.
 
Halis Güler - Bu kan davası bitsin artık...

Beşiktaş, Adana'da sürgünde...
Gözüm Beşiktaş-Bursa'da aklım ise Denizli-Sivas maçındaydı...
Çünkü ne de olsa serde Sivaslılık vardı...
Beşiktaş ile Bursaspor'un arasına, sporun ruhuna uymayan öyle bir düşmanlık tohumları ekilmiş ki, bunu tribünde de, sahada da gördük...
Taraftarlar birbirlerine karşı acımasız, koltuklar sökülüp adeta öldürmek için atılıyor rakibe...
Tribünden etkilenen futbolcular öyle tekmeler savuruyor ki, ayak kıracak cinsten...
Bu nasıl iştir, bu ne gaddarlıktır...
Futbol Federasyonu'na ve iki kulübün yöneticilerine büyük görev düşüyor...
Kan dökülüp can alınmadan bir an evvel bu kin, bu öfkeye dur denilmeli...
Yoksa yarın çok geç olabilir...
Gelelim maça...
Beşiktaş hırslı, Bursa öfkeli...
Kıran kırana maç olacağı ilk dakikalardan belli...
Beşiktaş savunmasındaki üç İbrahim ve Gordon ilk kez birbirleriyle anlaşmazlığa düşmedi, ilk toplara zamanında müdahale etti ve alınan topları da olumlu kullandı. Bu da orta alanın ve forvetin işini kolaylaştırdı...
Holosko tay gibiydi...
Hele Serdar Özkan'a attırdığı goldeki o uzun koşusu, pasını verişi mükemmeldi, tabii Serdar Özkan'ın vuruşu da...
İkinci yarıda ise yine o bildik sahneler yaşandı yaşanmasına da artık bunları fazla yadırgamıyorum...
Bursaspor'un sinirli oluşu futbolunu olumsuz yönde etkiledi...
Yani keskin sirke küpüne zarar verdi ve Beşiktaş karşısında hak ettiği bir yenilgi aldı...
Hani dedim ya, aklım da Denizli-Sivas maçındaydı diye...
Sivasspor kazanmıştı...
Beşiktaş'ı son maçta alkışlamak varmış, alkışladım...
Sivasspor'la da bir kez daha gurur duydum...
 
Atilla Gökçe -Zor maça güzel goller

Hedeflerinize ulaşamamış, düşme korkusundan da uzaklaşmışsanız vücudunuzdaki adrenalin azalır... Ruh ve gönül yorgunluğunuz adalelerinize de yansır... Ligin son haftaları oynamanız da zorlaşır, işinizi yapmanız da.
Beşiktaş ve Bursaspor’un Adana buluşması, nemli ve sıcak havanın da katkısıyla böyle bir zorluk oluşturuyordu. Gerçi Beşiktaş’ın menajeri ve teknik direktörü Şampiyonlar Ligi’ne katılmak, UEFA vizesi almak gibi olasılıkları hep göz önünde bulunduruyor, İntertoto temsilciliğini de görmezden geliyorlardı ama gerçek olanca çıplaklığı ile ortadaydı.
İki takım da artık “nafile maçlar”ı oynuyorlardı.
Yine de Adana’daki seyirciye en azından üç şık gol sundu Beşiktaş...
İkisinin yaratıcısı, planlayıcısı Filip Holosko idi.
İlkinde kendi yarı alanından topla çıktı, olağanüstü çabuk ve becerili bir driplingle Bursaspor cezaalanına yaklaşırken, hesaplı kitaplı derin bir ara pası attı Serdar Özkan’a. O da işin kolayını yapıp golünü yazdı. İkincisinde Nobre’nin zor durumda verdiği topla buluşup yine çabukluğunun ve vuruş tekniğinin ödülünü aldı Slovakyalı.
Beşiktaş savunmasında, orta alanında ve hücum bölgesinde kaygısız ve rahat bir maç çıkarıyordu... Bursaspor’un kadrosu da eldekilerden kurulmuştu... Karşılıklı ataklarla dolu, mücadele dozajı yüksek bir maç izletemediler bize.
Cezası biten ve Marsilya haberleriyle yeniden gündeme gelip yöneticilerin satış iştahlarını yeşerten Bobo girdi oyuna... Serdar Özkan’ın asitsiyle zor zaviyeden attığı golle kendini takdim etti.
Terim’i kutlamak gerek
Beşiktaş’ın sezon sonunda verdiği mesajlar açık artık... Bu takım çift santrfor oynadığında etkili bir hücum karakteri kazanıyor. Ne var ki o karakteri öne çıkarmak için savunma prensiplerini de sistematik olarak takıma kazandırmak gerek... Açıkçası bu konuda karamsarım. Çünkü yönetim de teknik ekip de transfer ezberinden kurtaramıyorlar kendilerini...
Avrupa’yı fellik fellik dolaşıp sürekli görücülük yapıyorlar. Sabırla eğitim ve hazırlık zahmetlerini unutuyorlar.
Böyle bir ortamda, yöneticiler yerinize adam ararken, siz ne kadar oynayabilir, işinizi ne kadar verimlilikle yaparsınız ? Ben söyleyeyim, böyle bir ortamda maç oynamak kahramanlıktır. Salt bu nedenle Beşiktaşlı futbolcuları kutluyorum.
Bir de Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim’i kutlamak gerek...
O sıcakta Adana’ya böyle bir maç için gitmek, aileyi, akrabaları doyasıya görmeden gece uçağa binip bugünkü derbiye yetişmek gerçekten zahmettir...
Umarım zahmetine değmiştir Hoca’nın.
Statta korsan seyirciler vardı, çıkarıldı... Gereksiz gerginlikler yaşandı.
Beşiktaş Bursa maçlarındaki yapay gerilim, bıktırdı usandırdı.
Umarım seneye normalleşiriz, hep beraber!
 

Benzer Konular

Yanıtlar
4
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
5B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
17B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
13B
LAL
Üst