Kerbela

BERKİTO Üye
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem(A.S.)’dan bu yana 10 Muharrem günü İslâm ümmetleri için hep sevinç günü olmuştur. Pek çok peygamber bu mübarek günde tehlikelerden kurtulmuş, düşmanları da helak edilmiştir. Yalnız bir istisna yıl var ki, işte o sene yüreklerin tâ iç kısmına kan damlamıştır.

Cihâna doğan İslâm güneşinin üzerinden henüz üç çeyrek asır bile geçmemiştir. Hâtemü’n-Nebi vefat edeli sadece yarım asır olmuştur. O nur deryasından feyz alan sahabelerin bir kısmı henüz hayattadır. Lâkin, hilâfet merkezinin başında bir zalim bulunmaktadır.

Müslüman bir idareci olarak ilk defa namazı terk eden ve içki içen bu Yezid, hakkı olmayan bir makamda zulmetmektedir...


Hz. Ömer (R.A.)’un Müslüman olmasıyla kırk sayısına ulaşan Sahabe-i Kiramdaki samimiyet, ihlâs, sadakat öyle bir derecede idi ki, aradan sadece kırk sene geçtiğinde Asya, Avrupa ve Afrika topraklarında kırk devlet İslâm’ın hâkimiyeti altına girmişti. Horasan’dan Endülüs’e kadar geniş bir coğrafyada gümbür gümbür Kur’an okunur olmuştu. Lâkin, bu arada yeni yeni kavimler Müslüman olmuşlar, dini hiç bilmeyen insanların sayısı hızla çoğalmıştı. Rabbimizin “imtihan” kanunu çalışıyordu. “Siz nasılsanız, öyle idare olunursunuz” hükmü orada da geçerli idi. Ekseriyet dinde cahil olunca, sırf Allah rızası için hareket yerine, dünyevî niyetler işin içine karışınca; devletin başına da Yezid gibi bir zalim geçmişti.

Medine’de bulunan birkaç sahabiden başka, istemeyerek de olsa Müslümanlar Şam’ın yeni halifesi olan Sultan Yezid’e biat ettiler. Hz. Hüseyin, Yezid’e biat etmeyen sahabilerdendi. Onunla beraber biat etmeyenler, Yezid’in bu işe layık olmadığını söylüyorlardı. Ne var ki onlar, biat etmedikleri gibi, bu konuda bir karşı eyleme de girişmediler. Hz. Hüseyin’in tavrı ise başka oldu. O; biat etmeyişini eyleme dönüştürdü ve baba bir kardeşi Muhammed b. Hanefiyye hariç bütün aile fertlerini yanına alıp Mekke’ye doğru yola çıktı.

Hulefâ-i Râşidîn devrini gören insanlar bu zulümden rahatsız oluyorlardı. Bir çıkış yolu arıyorlardı. Hz. Ali (K.V.) devrinde başşehir yapılan Kûfe şehrinin ahalisi de hemen hemen topluca imzalı mektuplar göndererek, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in muazzez torunu Hz. Hüseyin (R.A.)’yu davet ettiler. O’nun halife olmasını istediler. Hz. Hüseyin’in Yezîd’e biat etmeyip Mekke’ye gittiğini haber alan Kûfeliler’den bilhassa Şebes b. Rib’î ve Süleyman b. Surad gibi bazı ileri gelenler onu hilâfete getirmek için kendisine davet mektupları yazdılar. Ayrıca, Ebu Abdullah el-Cedeli başkanlığında bir heyet gönderdiler. Kûfeliler bu davetIerini yaparlarken, Yezid’i tanımadıklarını, Hz. Hüseyin’e halife olarak biat etmek islediklerini yazıyorlardı. Bunun üzerine Hz. Hüseyin, durumu yerinde incelemesi için amcasının oğlu Müslim b. Akil’i Kûfe’ye yolladı. 5 Şevval 60 (9 Temmuz 680) tarihinde şehre ulaşan Müslim b. Akil, Muştan b. Avsece’nin evine indi ve Hz. Hüseyin adına biat almaya başladı. İlk aşamada 12-30.000 kişinin biat ettiği ve hatta Müslim’in Kûfe Mescidi’nde açıkça bir konuşma dahi yaptığı rivayet edilmektedir.

Yezid, Müslim’in bu faaliyetini öğrenince Valisi Numân b. Beşîr el-Ensâri’yi görevden alarak yerine Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ı tayin etti ve ondan Müslim’i şehirden çıkarmasını veya öldürmesini istedi. Ubeydullah’ın Hz. Hüseyin taraftarlarını ürküten tedbirler alması üzerine Müslim daha nüfuzlu bir kişi olan Hâni b. Urve el-Murâdî’nin evine yerleşti ve halkı ayaklanmaya çağırdı; hatta Ubeydullah’ın köşkünü kuşattı. Ancak Ubeydullah’ın safında yer alan Kûfe ileri gelenlerinin nasihat ve tehditleri üzerine ayaklanan halk dağılmaya başladı ve geceye doğru Müslim’in yanında sadece otuz kişi kaldı; daha sonra onlar da dağıldı. Bu gelişmeler üzerine geceleyin Kinde kabilesine mensup Tav’a adlı bir kadının evine saklanan Müslim ihbar üzerine yakalanarak öldürüldü. Bu yüzden Kûfeliler’den biat aldığını daha önce mektupla haber verdiği Hz. Hüseyin’e onların sözlerinden döndüğünü bildiremedi.

Hz. Hüseyin yeni gelişen olaylardan haberi olmadığı için Kûfe’ye hareket etmeye karar verdi. Her ne kadar Abdullah b. Abbas ona Kûfeliler’in babasıyla ağabeyine yaptıklarını hatırlatıp sözünde durmayan bu insanların davetine uymamasını ve eğer Mekke’de kalmak istemiyorsa Yemen’e gidip orada Müslim’in hâkimiyet kurmasını beklemesinin daha iyi olacağını söylediyse de Hz. Hüseyin kararından dönmedi. Yezîd’in halifeliğini tanımayan Abdullah b. Zübeyr ise Mekke’de kalmasını teklif etti ve biat almasına kendisinin de yardımcı olabileceğini bildirdi. Abdullah b. Ömer ve Ömer b. Abdurrahman b. Haris gibi şahıslar da kesinlikle Kûfe’ye gitmemesini istediler. İbn-i Abbas ise hiç değilse yalnız gitmesini önerdi.

Bazı Müslümanlar, Hz. Hüseyin’in böyle küçük bir grupta Yezid üzerine gitmesini yadırgadılar ve onu tenkid ettiler. O ise, Kûfelilerin kendisine yardım edeceklerini umuyordu. Ne var ki Iraklılar İbn-i Abbas’ın da söylediği gibi, pek güvenilir insanlar değillerdi. Nitekim Hz. Hüseyin’i Irak’a davet eden Kûfeliler, Hz. Hüseyin’in amcası oğlu olan Müslim b. Akil’i dahi koruyamamışlardı. Fakat Hz. Hüseyin. 8 Zilhicce 60 (9 Eylül 680) tarihinde umresini tamamladıktan sonra ailesi ve bazı taraftarlarıyla birlikte Kûfe’ye hareket etti, sonra bütün ailesini yanına aldığı için başlarına bir şey gelirse bunun soyunun tükenmesi demek olacağı endişesine kapılan amcasının oğlu Abdullah b. Ca’fer önce bir mektup yazarak durmasını istedi; sonra da Mekke Valisi Amr b. Saîd b. As el-Eşdak’tan onun adına eman alarak kendisine gönderdi. Ancak Hz. Hüseyin, rüyasında Resûlullah’ı gördüğünü ve ister lehine ister aleyhine sonuçlansın başladığı işi tamamlamakla emrolunduğunu söyleyerek geri dönmeyi reddetti. Yolda şair Ferezdak ile karşılaşıp Kûfe’deki durumu sorunca: “Halkın kalbi seninle, kılıçları Beni Ümeyye iledir; ilâhî takdir ise gökten iner ve Allah dilediğini yapar” cevabını aldığı halde: “Doğru söyledin, Allah’ın dediği olur. Allah dilediğini işler ve Rabbimiz her gün yeni bir iştedir. Takdir hoşumuza gidecek şekilde olursa nimetlerinden dolayı Allah’a şükrederiz; O şükredenlerin yardımcısıdır. Eğer takdir umulandan başka türlü çıkarsa niyeti hak ve takvası da teneşir tahtası olan kimse elbette taşkınlık göstermez” diyerek yolculuğunu sürdürdü.

Ancak daha sonra Sa’labiyye’de karşılaştığı iki yolcudan Kûfeliler’in biatlarından caydığını ve Müslim b. Akil ile Hâni’ b. Urve’nin öldürüldüğünü öğrenince geri dönmek istedi; fakat bu defa da Müslim’in oğulları ve kardeşlerinin ısrarı üzerine yola devam etmeye mecbur oldu. Bu arada taraftarlarına isteyenlerin ayrılabileceğini söyledi, onlar da ayrıldılar; yanında sadece aile fertleriyle birlikte yaklaşık yetmiş kişi kaldı. Böylece sayısı azalan kafile Ninevâ bölgesindeki Kerbelâ’ya vardı.

Kûfe Valisi Ubeydullah’ın emriyle kafileyi uzun süredir 1000 kişilik kuvvetiyle gözetlemekte olan Hür b. Yezîd Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’ya ulaştığını valiye bildirdi. O da kafilenin sarp ve müstahkem yerlere sığınmasına engel olunmasını, susuz ve savunmasız bir yerde konaklamaya mecbur edilmesini istedi. Rey valiliğine getirilen Ömer b. Sa’d b. Ebû Vakkas’a da ordusuyla Hz. Hüseyin üzerine yürümesini ve bu meseleyi halletmesini emretti. Ömer b. Sa’d önce bu işe yanaşmak istemediyse de yoğun ısrar ve Rey valiliğinden alınma tehdidi karşısında kafilenin üstüne yürüdü. Sureti haktan görünen, yüze gülen, arkadan hançer saplayan, konuşunca dilinden bal, dişinden ve işinden zehir akıtan insanları Rabbim, bize Kur’an’ında tanıtıyor. Kur’an okumayanların da gözlerine sokacak şekilde yaşanan hayattan örnekler sunuyor.

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, onun dünya hayatındaki sözü hoşuna gider. Kalbinde olana Allah’ı şahit tutar. Halbuki O, düşmanların en azılısıdır. O, işbaşına geçtiği zaman yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekini ve nesli yok etmeye çalışır. Allah, bozgunculuk yapanı sevmez.” (Bakara sûresi: 204-205)


Aslan yavrusu, Fatıma’nın ciğerparesi, Sevgili Peygamberimizin sevgilisi, Cennet delikanlılarının efendisi, Mazlumların öncüsü Hz. Hüseyin (R.A.)’i şehit edenlerin başında ordu komutanı olan Ömer ibn-i Sa’d ibn-i Ebi Vakkas, Hz. Ali’nin en yakın arkadaşlarından olan Sa’d ibn-i Ebi Vakkas’ın oğludur. Kûfe Valisi Ubeydullah ibni Ziyad, onu Rey şehrine vali olarak atar ama önce Hüseyin’i öldürmesini ister. Sabahlara kadar gözyaşı döken, en yakınları tarafından “Öl ama Hüseyin’i öldürme” diye nasihat edilmesine rağmen “Hüseyin’i öldürmede ateş var, valilikte tat var” diyerek hem ağlamış, hem öldürmek üzere ordusunu Hz. Hüseyin (R.A.)’in üzerine aç kurtlar gibi salmış.


İşte Ömer! Sa’d b. Ebi Vakkas’ın oğlu... İslâm için ilk defa kan döken, Aşere-i mübeşşereden olan Sa’d’ın oğlu. Yezid’in ordusunun başına geçmiş, Resûlullah (S.A.V.)’in torununu öldürmeye gidiyor.. Aslında bütün akraba ve dostları, dünyalık için Hz. Hüseyin’i öldürmeye gitmemesini söylemişlerdi Fakat O, Rey şehrine vali olmak için; ibn-i Ziyad’ın teklifini kabul etti ve ordunun başına geçti. Rabbim muhafaza eylesin. Amin.

Mal ve makam düşkünlüğü insanı ne kadar şaşırtıyor ve nasıl felâket çukuruna düşürüyor. Sa’d b. Ebî Vakkas Hazretleri, dünyayı ayaklarının altına almıştı. Onun yanında mal ve makamın hiçbir kıymeti yoktu. Üstelik hayatta iken Cennet’le müjdelenmiş olduğu halde toprakta gezerdi. İşte Ömer b. Sa’d, O babanın oğlu idi. Fakat kısa zamanda fikirler başkalaşmış, âlemin ahvalinde değişme olmuştu. Bunun, sonucu olarak Ömer b. Sa’d, Hz. Hüseyin’in şan ve şerefinin yüksekliğini bildiği halde Rey valiliğinden vazgeçememiş ve göz göre göre kendini Cehennem ateşine atmaya cesaret edebilmiştir.


Evet Ömer b. Sa’d... Bu kişi, Hz. Hüseyin’i vuran Emevî ordusunun kumandanı idi. Aile fertlerinin itirazlarına rağmen dünya hırsına aldanan ve kumandanlıktan vazgeçemeyen bir kimse... Bu davranışı ile muhterem babası Âşere-i Mübeşşere’den Sa’d b. Ebi Vakkas Hazretlerinin kemiklerini sızlatan biri. İşte dünya hırsının kişileri nerelere sürükleyeceğinin mücessem örneği. YaRabbi Sen bizi muhafaza eyle. Amin
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
12B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Üst