Ömer
Yönetici
İstiklal Marşının Anlamı
Daha değişik bir İstiklal Marşı Açıklaması
Birinci Kıta
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
İstiklal Marşı, Türk milletinin içinde bulunduğu sıkıntılı günlerin sonunda yazılır. Bu dönemde Türk ordusu düşmanla savaş hâlindedir. Bu sebeple ordu ve millete cesaret vermek isteyen şair, şiirine “Korkma…” sözcüğüyle başlar. Hem Akif’in hem de milletimizin kaybetmeyi göze alamayacakları en önemli varlıkları istiklalidir. İstiklal Marşı’nda şafak sözü ile karanlık son bulacağı, korkuların biteceği, bağımsızlığın kazanılacağına olan inanç ifade edilir. Birinci dizede yüzmek, dalgalanmak anlamında kullanılmıştır. Şafağın rengi kırmızıdır. Al sancak ise Türk milletinin sembolüdür. Türk bayrağının al rengi şairde bir alev izlenimi uyandırmıştır. Bu alev “sönmez”. Zira onun çıktığı kaynak, her Türk ailesinin evinde yanan ocaktır. Ocak, ateşin yandığı yer olmasıyla beraber, sonradan ev anlamını kazanmıştır. Ocakta ateşin yanıyor olması hayatın, canlılığın işarettir. Bayrağımız, yurdumuzun üstünde en son ocak tüttükçe, bu bayrağın alevi de bu şafaklarda dalgalanacaktır ve milletimiz istiklalini kaybetmeyecektir. Şair bu benzetmeyle “bayrak” ile “millet” arasındaki bağlantıyı ifade ediyor.
Üçüncü dizede bayrağımızdaki yıldız ile gökteki yıldızın adeta birleştiği görülür. Nasıl ki gökyüzündeki yıldıza kimsenin eli dokunamazsa, “Türk milletinin yıldızı” olan bayrağa da kimse dokunamaz. Parlayan yıldız canlılığı, ümidi simgeler. Bayrağımızın yıldızı her zaman parlayacak ve bize ümit verecektir. Yıldız kelimesi aynı zamanda milletin kaderini, talihini de temsil eder. O parlıyorsa, millet de aydınlık günlerini yaşamaktadır. Dördüncü dizede muhteşem milletimizin her ferdinin bayrağımıza sahiplenmesi gerektiği vurgulanır. İstiklal Marşı, milletimizin içinde bulunduğu acılı günlerde yazılır. Âkif, tüm bu olumsuzluklara rağmen milletimize ümit aşılar. Şair için İstiklal Marşı, milletimizin ölüm-kalım çağının destanıdır. Şair şiire “korkma” ile başlar. Marşın ilk kelimesi büyük bir iman ve emniyet duygusunun, aynı anda eşsiz bir tesellinin, ruhsal bir sekinetin, manevi bir sükûnetin ve mâverâî bir müjdenin göstergesidir.
İkinci Kıta
Çatma kurban olayım çehreni, ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet, bu celâl
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin, istiklâl!
Şair bu kısımda hilale, yani Türk bayrağına sesleniyor. Bayrak adeta nazlı bir sevgili, hilal ise kaşıdır. Bayrak, bütün bir milletin sevgilisidir. Hilal’in kaşlarını çatması, milletin karamsar olması demektir. Milletin istiklalini kaybetmemesi için her ferdin düşünmeden canını verebilmesi gerekir. Şair, ikinci dizede milletiyle ve milliyetiyle övünüyor. Bayrağın kahraman ırkımıza gülmesi demek, istiklalin kaybedilmemesi demektir. Eğer, bayrak kahraman Türk milletine gülmezse bu millet onun uğruna döktüğü kanları kendisine helâl etmeyecektir; çünkü bayrak, rengini bu al kanlardan almıştır ve bu sebeple Türk milletine borçludur. Akif, son dizede “Hak” kelimesi Allah ve adalet anlamlarında kullanarak, milletimizin yüksek değerlere verdiği önem ifade edilir. Milletimiz, inançlı olduğundan dolayı eninde sonunda hak ettiği istiklaline kavuşacaktır.
Üçüncü Kıta
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Bu dörtlükte, Türk milletinin bağımsızlığa olan düşkünlüğü dile getirilir. Şair “ben” kelimesini mecaz-ı mürsel sanatı yaparak millet yerine kullanır. Türk milleti, ezelden beri hür yaşamış ve hür yaşamaya alışmıştır. Bundan dolayı ona zincir vurulamaz. Batılılar, ezelden beri hür yaşamış Türk milletine zincir vurmak istedikleri için çılgındırlar. Türk milleti tarihin en eski zamanlarından beri esir olmayı kabul etmemiş, Ergenekon Destanı’nda bile demir dağları eritmiştir.
Ezelden beri hür yaşamış olan ve sınır tanımayan Türk milleti, esir edilmek istendiğinde kükremiş sel gibi, bendini çiğneyerek aşacaktır. Dağları yırtacak, okyanuslara sığmayarak taşacaktır. Hürriyetin başlıca özelliği sınır tanımamaktır. Hür yaşamak Türk milletinin en önemli karakteristik bir özelliklerindendir.
Dördüncü Kıta
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma, nasıl böyle bir îmânı boğar,
“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Bu dörtlükte Türk milleti ile Batı dünyası karşılaştırılmaktadır. Batı her ne kadar çelik zırhlarını kuşanmış, silahlarına güvenerek Türkiye’ye saldırmışsa da, Türk’ler sarsılmayan imanlarıyla buna karşı koyacaktır. Batı’nın çelik zırhlı duvarları varsa Mehmetçiğin, milletimizin de iman dolu göğsü vardır. Serhat, sınır boyu demektir. Sınırları askerler korur. İman dolu göğüsleriyle askerlerimiz çelik zırhlı duvarların karşısında duruyorlar.
Dördüncü dizede medeniyet, tek dişi kalmış, kudurmuş bir canavara benzetilmiştir. Batı medeniyeti, can çekişmekte olup ve son saldırışlarını yapan, tek dişi kalmış bir canavara benzer. Şair, Batı medeniyetine tek dişi kalmış diyerek, Batı’nın dehşet verici gözükmesine rağmen eski gücünü kaybettiğini belirttiğini ifade eder. Ayrıca, bu kadar vahşi olmasına rağmen, medenî olduğunu iddia eden Batı dünyasıyla bir alay da görülür. Şair medeniyete karşı olmamakla birlikte, Batı’nın medeniyet adı altında yaptığı vahşete de tepkisiz kalmaz.
Beşinci Kıta
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın;
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın;
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.
Şairin “arkadaş” diye düşmanla savaşan askerimize hitap etmektedir. Şair, Türk yurdunu işgal edenleri hayâsız ve alçak olarak niteler. Şair, Türk askerinden yurdumuza alçakları uğratmamasını, bu hayâsız akını, göğsünü siper ederek durdurmasını istiyor. Daha sonra ise imanın karşılığı olan “zafer” müjdelenir. Allah, kitabında inananlara zafer vadetmiştir. Zaferin yakınlığı inananların gayretine ve kahramanlığına bağlıdır. Şair geleceğe büyük bir ümit ve inançla bakarak zaferin çok yakın olduğunu ifade ediyor.
Altıncı Kıta
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı!
Sen şehîd oğlusun, incitme yazıktır atanı:
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Mehmet Âkif, bu kıtada “vatan” kavramının anlamını ifade ediyor. Vatanımız, bir toprak parçası gibi görünmesine rağmen, aslında sadece bir toprak parçası değil, atalarımızın, şehitlerimizin kanıyla, canıyla yoğrulmuş kutsal bir mekandır. Onu kutsal kılan maddî yönü değil, millet ve tarih ile olan münasebetidir. Bizler bu sebeple, vatana bakarken toprağı değil, onda gömülü olan şehitleri görmeliyiz. Toprağın altında kefensiz yatanlar, şehitlerdir. Âkif, cennet vatanımızın dünyalara değişilemeyeceğini söyleyerek, düşmanların vatanımıza zarar vermesinin atalarımızı incineceğini ifade eder. “Şehit oğlu” sözüyle vatan uğrunda canlar veren bir ecdada sahip olduğumuz anlatılmak isteniyor. Uğrunda canlar verilen vatanımıza sahip çıkmak ve onu muhafaza etmek, şehitlerin (atalarımızın) hatırasına olan saygının gereğidir. Cennet, inanan insanların gideceği yerdir. Burada vatan, cennete benzetilmiştir. Bu nedenle vatan hiçbir şeyle değişilemez.
Yedinci Kıta
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ,
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Bu kıtada da “vatan” izleği ön plandadır. Şair, herkesin bu cennet vatanın uğruna feda olabileceğini söylemektedir. Vatanımız, bağrında binlerce şehit barındırmakta olup adeta, toprak sıkılsa içinden şehitler fışkıracaktır. Vatanımı, milletini seven bir insan için en büyük yoksulluk, vatandan uzak kalmaktır. Şair, vatanın candan ve sevgiliden daha değerli olduğunu söylüyor. Âkif’in Allah’tan tek isteği vatanından ayrı düşmemektir ve bunun için canını, cananını kaybetmeyi göze alıyor. Her şeyini kaybetse bile vatan toprağında yatmak onun için yetecektir. İnsan, böyle bir inanca sahip olmazsa vatanı için ölümü göze alamaz. Mehmet Âkif burada bütün Türk milleti adına konuşmaktadır.
Sekizinci Kıta
Rûhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu ezanlar -ki şehâdetleri dînin temeli –
Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.
Şairin, dolayısıyla, şehitlerimizin, gazilerimizin kısaca bütün milletimizin bir Müslüman olarak Allah’tan tek isteği, mabedine, vatanına yabancı elinin değmemesi ve dinin temeli olan ezanların yurdun üzerinde sonsuza kadar duyulmasıdır.
Dokuzuncu Kıta
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa - taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!
Âkif, önceki kıtayla bağlantılı olarak, burada da şehitler adına konuşarak, istekleri gerçekleştiği takdirde çok mutlu olacağını söylüyor. Şehit, isteğine kavuştuğunda -eğer mezar taşı varsa- coşkuyla Cenab-ı Hakk’a bin secde edecektir. Yaralarından kanlı yaşlar aka aka, her şeyden soyunmuş bir ruh gibi naaşı yerden fışkıracaktır. Ve o zaman başı yükselerek belki de arşa değecektir.
Onuncu Kıta
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl!
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl.
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Bu bölümde artık istiklalin kazanılacağına dair inanç en üst seviyededir. Birinci kıtadaki ‘şafak’, güneş battıktan sonraki alaca karanlığı ifade ederken buradaki ‘şafak’ ise güneş doğmadan önceki alaca karanlığı karşılar. Bu vakit zaferin habercisidir. Birinci kıtadaki ‘nazlı hilal’, son kıtada ‘şanlı hilal’e dönüşür. İstiklal kazanıldığı için bayrak uğruna dökülen bütün kanlar ona helaldir. Bu sebeple milletimiz ve bayrağımız sonsuza kadar var olacaktır. Türk bayrağı ezelden beri hür yaşamıştır, bundan sonra da hür yaşamak onun hakkıdır. Türk milleti inançlı olduğu ve Hakk’a taptığı için istiklali hak etmiştir.
Büyük ve ölümsüz şairimiz Mehmet Âkif’i bir kez daha saygı ve rahmetle anıyoruz... Mustafa Karabulut
Daha değişik bir İstiklal Marşı Açıklaması
Birinci Kıta
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
İstiklal Marşı, Türk milletinin içinde bulunduğu sıkıntılı günlerin sonunda yazılır. Bu dönemde Türk ordusu düşmanla savaş hâlindedir. Bu sebeple ordu ve millete cesaret vermek isteyen şair, şiirine “Korkma…” sözcüğüyle başlar. Hem Akif’in hem de milletimizin kaybetmeyi göze alamayacakları en önemli varlıkları istiklalidir. İstiklal Marşı’nda şafak sözü ile karanlık son bulacağı, korkuların biteceği, bağımsızlığın kazanılacağına olan inanç ifade edilir. Birinci dizede yüzmek, dalgalanmak anlamında kullanılmıştır. Şafağın rengi kırmızıdır. Al sancak ise Türk milletinin sembolüdür. Türk bayrağının al rengi şairde bir alev izlenimi uyandırmıştır. Bu alev “sönmez”. Zira onun çıktığı kaynak, her Türk ailesinin evinde yanan ocaktır. Ocak, ateşin yandığı yer olmasıyla beraber, sonradan ev anlamını kazanmıştır. Ocakta ateşin yanıyor olması hayatın, canlılığın işarettir. Bayrağımız, yurdumuzun üstünde en son ocak tüttükçe, bu bayrağın alevi de bu şafaklarda dalgalanacaktır ve milletimiz istiklalini kaybetmeyecektir. Şair bu benzetmeyle “bayrak” ile “millet” arasındaki bağlantıyı ifade ediyor.
Üçüncü dizede bayrağımızdaki yıldız ile gökteki yıldızın adeta birleştiği görülür. Nasıl ki gökyüzündeki yıldıza kimsenin eli dokunamazsa, “Türk milletinin yıldızı” olan bayrağa da kimse dokunamaz. Parlayan yıldız canlılığı, ümidi simgeler. Bayrağımızın yıldızı her zaman parlayacak ve bize ümit verecektir. Yıldız kelimesi aynı zamanda milletin kaderini, talihini de temsil eder. O parlıyorsa, millet de aydınlık günlerini yaşamaktadır. Dördüncü dizede muhteşem milletimizin her ferdinin bayrağımıza sahiplenmesi gerektiği vurgulanır. İstiklal Marşı, milletimizin içinde bulunduğu acılı günlerde yazılır. Âkif, tüm bu olumsuzluklara rağmen milletimize ümit aşılar. Şair için İstiklal Marşı, milletimizin ölüm-kalım çağının destanıdır. Şair şiire “korkma” ile başlar. Marşın ilk kelimesi büyük bir iman ve emniyet duygusunun, aynı anda eşsiz bir tesellinin, ruhsal bir sekinetin, manevi bir sükûnetin ve mâverâî bir müjdenin göstergesidir.
İkinci Kıta
Çatma kurban olayım çehreni, ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet, bu celâl
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin, istiklâl!
Şair bu kısımda hilale, yani Türk bayrağına sesleniyor. Bayrak adeta nazlı bir sevgili, hilal ise kaşıdır. Bayrak, bütün bir milletin sevgilisidir. Hilal’in kaşlarını çatması, milletin karamsar olması demektir. Milletin istiklalini kaybetmemesi için her ferdin düşünmeden canını verebilmesi gerekir. Şair, ikinci dizede milletiyle ve milliyetiyle övünüyor. Bayrağın kahraman ırkımıza gülmesi demek, istiklalin kaybedilmemesi demektir. Eğer, bayrak kahraman Türk milletine gülmezse bu millet onun uğruna döktüğü kanları kendisine helâl etmeyecektir; çünkü bayrak, rengini bu al kanlardan almıştır ve bu sebeple Türk milletine borçludur. Akif, son dizede “Hak” kelimesi Allah ve adalet anlamlarında kullanarak, milletimizin yüksek değerlere verdiği önem ifade edilir. Milletimiz, inançlı olduğundan dolayı eninde sonunda hak ettiği istiklaline kavuşacaktır.
Üçüncü Kıta
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Bu dörtlükte, Türk milletinin bağımsızlığa olan düşkünlüğü dile getirilir. Şair “ben” kelimesini mecaz-ı mürsel sanatı yaparak millet yerine kullanır. Türk milleti, ezelden beri hür yaşamış ve hür yaşamaya alışmıştır. Bundan dolayı ona zincir vurulamaz. Batılılar, ezelden beri hür yaşamış Türk milletine zincir vurmak istedikleri için çılgındırlar. Türk milleti tarihin en eski zamanlarından beri esir olmayı kabul etmemiş, Ergenekon Destanı’nda bile demir dağları eritmiştir.
Ezelden beri hür yaşamış olan ve sınır tanımayan Türk milleti, esir edilmek istendiğinde kükremiş sel gibi, bendini çiğneyerek aşacaktır. Dağları yırtacak, okyanuslara sığmayarak taşacaktır. Hürriyetin başlıca özelliği sınır tanımamaktır. Hür yaşamak Türk milletinin en önemli karakteristik bir özelliklerindendir.
Dördüncü Kıta
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma, nasıl böyle bir îmânı boğar,
“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Bu dörtlükte Türk milleti ile Batı dünyası karşılaştırılmaktadır. Batı her ne kadar çelik zırhlarını kuşanmış, silahlarına güvenerek Türkiye’ye saldırmışsa da, Türk’ler sarsılmayan imanlarıyla buna karşı koyacaktır. Batı’nın çelik zırhlı duvarları varsa Mehmetçiğin, milletimizin de iman dolu göğsü vardır. Serhat, sınır boyu demektir. Sınırları askerler korur. İman dolu göğüsleriyle askerlerimiz çelik zırhlı duvarların karşısında duruyorlar.
Dördüncü dizede medeniyet, tek dişi kalmış, kudurmuş bir canavara benzetilmiştir. Batı medeniyeti, can çekişmekte olup ve son saldırışlarını yapan, tek dişi kalmış bir canavara benzer. Şair, Batı medeniyetine tek dişi kalmış diyerek, Batı’nın dehşet verici gözükmesine rağmen eski gücünü kaybettiğini belirttiğini ifade eder. Ayrıca, bu kadar vahşi olmasına rağmen, medenî olduğunu iddia eden Batı dünyasıyla bir alay da görülür. Şair medeniyete karşı olmamakla birlikte, Batı’nın medeniyet adı altında yaptığı vahşete de tepkisiz kalmaz.
Beşinci Kıta
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın;
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın;
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.
Şairin “arkadaş” diye düşmanla savaşan askerimize hitap etmektedir. Şair, Türk yurdunu işgal edenleri hayâsız ve alçak olarak niteler. Şair, Türk askerinden yurdumuza alçakları uğratmamasını, bu hayâsız akını, göğsünü siper ederek durdurmasını istiyor. Daha sonra ise imanın karşılığı olan “zafer” müjdelenir. Allah, kitabında inananlara zafer vadetmiştir. Zaferin yakınlığı inananların gayretine ve kahramanlığına bağlıdır. Şair geleceğe büyük bir ümit ve inançla bakarak zaferin çok yakın olduğunu ifade ediyor.
Altıncı Kıta
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı!
Sen şehîd oğlusun, incitme yazıktır atanı:
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Mehmet Âkif, bu kıtada “vatan” kavramının anlamını ifade ediyor. Vatanımız, bir toprak parçası gibi görünmesine rağmen, aslında sadece bir toprak parçası değil, atalarımızın, şehitlerimizin kanıyla, canıyla yoğrulmuş kutsal bir mekandır. Onu kutsal kılan maddî yönü değil, millet ve tarih ile olan münasebetidir. Bizler bu sebeple, vatana bakarken toprağı değil, onda gömülü olan şehitleri görmeliyiz. Toprağın altında kefensiz yatanlar, şehitlerdir. Âkif, cennet vatanımızın dünyalara değişilemeyeceğini söyleyerek, düşmanların vatanımıza zarar vermesinin atalarımızı incineceğini ifade eder. “Şehit oğlu” sözüyle vatan uğrunda canlar veren bir ecdada sahip olduğumuz anlatılmak isteniyor. Uğrunda canlar verilen vatanımıza sahip çıkmak ve onu muhafaza etmek, şehitlerin (atalarımızın) hatırasına olan saygının gereğidir. Cennet, inanan insanların gideceği yerdir. Burada vatan, cennete benzetilmiştir. Bu nedenle vatan hiçbir şeyle değişilemez.
Yedinci Kıta
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ,
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Bu kıtada da “vatan” izleği ön plandadır. Şair, herkesin bu cennet vatanın uğruna feda olabileceğini söylemektedir. Vatanımız, bağrında binlerce şehit barındırmakta olup adeta, toprak sıkılsa içinden şehitler fışkıracaktır. Vatanımı, milletini seven bir insan için en büyük yoksulluk, vatandan uzak kalmaktır. Şair, vatanın candan ve sevgiliden daha değerli olduğunu söylüyor. Âkif’in Allah’tan tek isteği vatanından ayrı düşmemektir ve bunun için canını, cananını kaybetmeyi göze alıyor. Her şeyini kaybetse bile vatan toprağında yatmak onun için yetecektir. İnsan, böyle bir inanca sahip olmazsa vatanı için ölümü göze alamaz. Mehmet Âkif burada bütün Türk milleti adına konuşmaktadır.
Sekizinci Kıta
Rûhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu ezanlar -ki şehâdetleri dînin temeli –
Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.
Şairin, dolayısıyla, şehitlerimizin, gazilerimizin kısaca bütün milletimizin bir Müslüman olarak Allah’tan tek isteği, mabedine, vatanına yabancı elinin değmemesi ve dinin temeli olan ezanların yurdun üzerinde sonsuza kadar duyulmasıdır.
Dokuzuncu Kıta
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa - taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!
Âkif, önceki kıtayla bağlantılı olarak, burada da şehitler adına konuşarak, istekleri gerçekleştiği takdirde çok mutlu olacağını söylüyor. Şehit, isteğine kavuştuğunda -eğer mezar taşı varsa- coşkuyla Cenab-ı Hakk’a bin secde edecektir. Yaralarından kanlı yaşlar aka aka, her şeyden soyunmuş bir ruh gibi naaşı yerden fışkıracaktır. Ve o zaman başı yükselerek belki de arşa değecektir.
Onuncu Kıta
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl!
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl.
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Bu bölümde artık istiklalin kazanılacağına dair inanç en üst seviyededir. Birinci kıtadaki ‘şafak’, güneş battıktan sonraki alaca karanlığı ifade ederken buradaki ‘şafak’ ise güneş doğmadan önceki alaca karanlığı karşılar. Bu vakit zaferin habercisidir. Birinci kıtadaki ‘nazlı hilal’, son kıtada ‘şanlı hilal’e dönüşür. İstiklal kazanıldığı için bayrak uğruna dökülen bütün kanlar ona helaldir. Bu sebeple milletimiz ve bayrağımız sonsuza kadar var olacaktır. Türk bayrağı ezelden beri hür yaşamıştır, bundan sonra da hür yaşamak onun hakkıdır. Türk milleti inançlı olduğu ve Hakk’a taptığı için istiklali hak etmiştir.
Büyük ve ölümsüz şairimiz Mehmet Âkif’i bir kez daha saygı ve rahmetle anıyoruz... Mustafa Karabulut