Hz. Muhammedin merhametli ile ilgili hikaye

Ömer
Yönetici
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammedin (s.a.v) merhametli ile ilgili hikaye

Peygamber Efendimiz çocuklara ilgisiz kalmamış, onlar ağladığında susturmaya çalışmış, onlarla oyunlar oynamış, bazen devesine bindirmiş, bazen omzuna almış, içlerinde mahzun ve yetimleri sevindirmiş, onların başını okşamış, rastladıklarında onlara selam vermiş, hal ve hatırlarını sormuş, onlarla şakalaşmış, onlara isim takmış, hastalandıklarında ziyaretlerine gitmiş ve onlara en güzel numune ve şefkatli bir baba olmuştur.

Rasulullâh'ın çocuklarla münasebetlerinin temelinde, belki de onların geleceğin mimarı oluşlarının mühim bir rolü vardır. Bu yakınlık ve bir hayat boyu birlikte taşınacak hatıralar onların gönül dünyalarına aksetmiş güzeller güzeli bir insanı canlandıracaktır.

Bu konuyla ilgili hadis mecmualarında pek çok misal vardır. Biz burada onun bu müşfik dünyasından birkaç misalle iktifa etmek istiyoruz:

Çocukluğundan itibaren Peygamber Efendimizin yanında 10 yıl kalan Enes -radıyallahu anh-, Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi şöyle tarif eder:

"-Ailesine karşı Hazret-i Peygamber'den daha müşfik olan hiç kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim'in, Medine'nin biraz kenarında oturan süt annesi vardı. Süt annenin kocası demirciydi. Bizimle birlikte oraya gider, demircinin dumanıyla dolmuş eve girer, çocuğunu kucaklar, öper, koklar, bir müddet yanında kaldıktan sonra tekrar Medine'ye dönerdi." (Buhari, Müslim)

Hazret-i Peygamber, herkesi çocukları öpmeye teşvik eder: "Çocuklarınızı çok öpün. Zira her öpücük için Cennet'te size bir derece verilir. Melekler öpücüklerinizi sayarlar ve sizin için yazarlar." buyurmuşlardır. (Müsned-i Zeyd b. Ali)

Torunları Hazret-i Hasan ve Hüseyin'i kucağına almış öperken, Akra b. Habis bunu yadırgamış ve "Benim on çocuğum var, hiçbirini öpmedim." demiştir. Bunun üzerine iki cihan güneşi Efendimiz:

"-Şefkatli olmayana merhamet edilmez." (Buhari, Tirmizi, Ebu Davud) Başka bir rivayette de "Allah kalplerinizden merhameti çıkardı ise ben ne yapabilirim?" (İbn-i Mace) buyurmuşlardır.

Enes -radıyallahu anh- anlatıyor: Hazret-i Peygambere hizmet eden bir Yahudi çocuğu hastalanmıştı. Rasulullah ona geçmiş olsun ziyaretine gitti. Başucuna oturup, "Müslüman ol!" dedi. Çocuk babasına bakınca, babası "Ebu'l-Kasım'a itaat et." dedi. Bunun üzerine çocuk Müslüman oldu." (Ebu Davud)

Bir rivayete göre Hazret-i Ömer, Hasan ve Hüseyin'i Hazret-i Peygamberin iki omzu üstünde görür ve "Altınızdaki at ne kıymetli attır!" der. Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem- de "Onlar da ne değerli atlıdır!" buyururlar. (K. Ummal, Tirmizi)

Hazret-i Enes, Peygamberimize hazerde ve seferde on yıl hizmet ettiğini, işlerinin her defasında Rasulullah'ın istediği şekilde olmamasına rağmen kendisine bir defacık olsun ne vurduğunu, ne sebbettiğini, ne azarladığını, ne surat astığını, ne ayıpladığını, hatta bir kere olsun "of be" demediğini, yaptıkları arasında hoşuna gitmeyen bir şey için "ne fena yaptın" demediğini, veya yapılan bir şey için "bunu niye böyle yaptın", yapılmayan bir şey için "bunu niye yapmadın" diye hesaba çekmediğini, yanlışlıkla hanımlarından birisi "keşke şöyle yapsaydın" diye müdahale edecek olsa, "Bırakın bu çocuğu, o Allah'ın murad ettiğinden başka bir şey yapmamıştır" buyurduklarını anlatmaktadır. (Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, Prof. Dr. İbrahim Canan, 163)

Çocuğun yaramazlıklarına da tahammül edilmesini öğütleyen Peygamber Efendimiz:

"Çocuğun küçüklüğündeki yaramazlığı, büyüdüğü zaman aklının çok olacağının alametidir." buyurmuşlardır. (Feyzu'l-Kadir)

Ümmü'l-Fadl şunu anlatır: "Ben, Hazret-i Ali'nin oğlu Hüseyin'i emzirirken Rasulullah yanıma girdi, çocuğu istedi, verdim. Çocuk hemen üzerine akıttı. Almak için elimi uzatınca: "Çocuğumun işemesini kesme!" buyurdular ve sonra kendi üzerine su çiselediler. (Müstedrek)

Daha pek çoklarını sıralayabileceğimiz bu misaller Allah Rasulünün çocuklara bakışını yansıtmaya yeterlidir. Peygamber Efendimiz bize her hususta olduğu gibi, çocuk terbiyesinde de başlı başına bir örnektir. Onun hayatı, öğrenildiği, taklid edip yaşanıldığı ölçüde bize, çevremize ve neslimize binbir türlü fayda sağlayacaktır.

Şükürler olsun, bizi böyle bir Nebi'nin ümmeti kılan Rabbimize!..
 
Ömer
Yönetici
Peygamberimizin merhametiyle ilgili örnek davranışları ve affetme duygusu

Allah’ın en sevgili kulu, son ve en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.s) bir saadet güneşi olarak doğdu. Kurumuş yapraklar su ile yeşerdiği gibi Peygamberimizin gelmesiyle insanlık yeniden hayat buldu.

Onun kalplere yerleştirdiği iman ışığı sayesinde kalplerden yanlış inançlar silindi, cehaletin yerine ilim, zulmün yerine hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerine insan sevgisi, acımasızlığın yerine şefkat ve merhamet geldi. Gerçek anlamda İslam kardeşliği kurularak toplum barış ve huzura kavuştu.

İnsanlara dünya ve ahirette mutlu olmanın aydınlık yolunu gösteren Peygamberimiz, öğrettiği ahlak ilkelerini önce kendisi uygulayarak en güzel örnek oldu.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde Peygamberimiz hakkında: “Ve sen elbette yüksek bir ahlaka sahipsin” buyurarak O’nun çok yüksek ahlak sahibi bir şahsiyet olduğunu bildirmiştir. O, ahlakını Kuran’dan almış, bütün iyilikleri kendisinde toplamıştır. Saygı değer eşi Hz. Aişe’ye Peygamberimizin ahlakının nasıl olduğu sorulduğunda,
“O’nun ahlakı Kur’an idi” demiştir.

O’nu yüce Allah yetiştirdi ve insanlığa örnek olsun diye özel olarak terbiye etti. Nitekim Peygamberimiz “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı” buyurmuştur.
O, davranışları ve üstün kişiliği ile insanlık için en güzel örnektir.

Bununla ilgili olarak Allah Teala Kur’an-ı Kerimde:
“Andolsun Allah’ın elçisinde sizin için uyulması gereken güzel örnek vardır” buyurmuş ve onun yaşayışını örnek almamızı istemiştir.

Müslüman olarak bizim görevimiz, peygamberimizin ahlak ve fazilet dolu hayatını iyice öğrenmek, ve onun ahlaki davranışlarını örnek alarak yaşamaktır.

Peygamberimizin Merhameti
Peygamberimizin kalbi şefkat, merhamet ve insan sevgisi ile idi, Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde o’nun hakkında şöyle buyuruyor.
“Ey Muhammed! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”

O’nun şefkat ve merhameti, hayatının her döneminde açıkça görülür, merhametle dolu olan kalbi, hep iyilik için çarpardı. Kimseye bir kötülük dokunmasını, hiç kimsenin incinmesini istemezdi.

Saygıdeğer eşi Hz. Hatice ile amcası Ebü Talip, Peygamberimize çok yardımcı olmuşlardı. Kısa aralıklarla her ikisi de vefat edince İslam düşmanları Peygamberimize eziyeti artırdılar. Bunun üzerine Peygamberimiz ilk Müslümanlardan olan Zeyd b. Harise ile birlikte Mekke’den ayrılarak Taif halkını İslam’a davet etmeye gitti. Taifliler İslamı kabul etmedikleri gibi Peygamberimizi taşa tuttular,Zeyd, atılan taşlardan Peygamberimizi korumak için vücudunu siper etti.

Atılan taşlardan Peygamberimizin ayakları yaralandı, kan içinde kaldı, yürüyemeyecek duruma geldi ve yol kenarında bir üzüm bağına sığındı.

Onun bu derece sıkıntıya düşmesi Yüce Allah Cebrail’i göndererek, dağlar meleğinin emrinde olduğu ve ne dilerse onu bu meleğe emredebileceğini bildirdi. Bunun üzerine dağlara emreden Melek Peygamberimize seslenerek selam verdi ve:

- “Sen ne dilersen emrine hazırım, eğer şu iki dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve müşrikleri tamamıyla ezmesini istersen onu da emret” dedi.

Peygamberimiz eğer isteseydi, kendisine acımasız bir şekilde saldıranlar ve onu kanlar içinde bırakanlar bir anda yok edilecekti. Fakat Peygamberimiz, çok üzüntülü olduğu durumda bile sevgi ve merhamet dolu kalbi onların cezalandırılmalarına razı olmamış ve Meleğe şöyle demişti:

- Hayır! Ben onu istemem, ben isterim ki Allah, bu müşriklerin soyundan yalnız Allah’a ibadet eden ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan insanlar meydana çıkarsın.”

Peygamberimiz, insanlara ve diğer canlılara merhamet gösterenlere Yüce Allah’ın merhametle karşılık vereceğini bildirerek şöyle buyurmuştur.

“Merhamet edenlere Allah da merhamet eder, siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsin.”

Merhametsizler hakkında da şu uyarıda bulunmuştur:

“Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.”

O, sevgi ve yardıma muhtaç olan yetimlerle özellikle ilgilenir, Müslümanlara da yetimlere merhamet gösterilmesini tavsiye ederdi. Peygamberimize bir adam gelerek kabinin katılığından şikayet etti. Bunun üzerine Peygamberimiz ona:

- Kalbinin yumuşamasını ve muhtaç olduğun şeye kavuşmanı arzu ediyorsan, yetime merhamet et, başını okşa ve yemeğini ona yedir. Böyle yaparsan kalbin yumuşar ve muhtaç olduğun şeye kavuşursun.” Diye cevap verdi.

Peygamberimiz, sadece insanlara değil hayvanlara karşı da şefkat ve merhamet gösterirdi. O, susayan bir kediye kendi eliyle su içirmiş, hayvanların aç bırakılmamasını, onlara iyi davranılmasını emretmiştir. İbn Mes’ud (r.a) diyor ki: Peygamberimizle beraber bir yolculuk yapıyorduk. Peygamberimiz bir ihtiyacı için ayrılmıştı. Orada iki yavrusu olan bir serçe kuşu gördüm ve yavrularını aldım. Serçe peşimden gelerek yavruları için çırpınıp bağırmaya başladı. Bunu gören Peygamberimiz:

- Bu kuşu yavru acısı ile sızlandıran kimdir? Yavrusunu ona verin. Dedi. Bir defa Peygamberimiz aç bir deve görmüştü. Devenin karnı ile sırtı bir olmuştu. Bundan üzülen Peygamberimiz:

- “Hayvanlarınız hakkında Allah’tan korkunuz” buyurdu.

Yine bir defa Peygamberimiz Medineli Müslümanlardan birinin bağında bir devenin açlıktan bağırdığını görmüş, buna üzülmüştü.

Devenin yanına gelerek onu okşamış ve sahibinin kim olduğunu sormuş ve öğrenmişti. Sonra da:

“Hayvanlara gösterdiğiniz muamelede Allah’tan korkmuyor musunuz?” Buyurarak devenin sahibini uyarmıştı.
 
Ömer
Yönetici
Yüce dinimiz İslam, kainatta her şeyin bir denge ile yaratıldığını bildirir. Kainattaki tüm varlıklarda görülen denge, Allah’ın varlığının birer işareti ve belgesidir. Kainattaki ekolojik dengeyi sağlayan en önemli unsurlarından birisi de hayvanlardır. Kur'an-Kerim ekolojik sistemin önemli üyeleri olan hayvanları, “ümmet” olarak isimlendirmektedir. En’am suresinin 38. Ayetinde;

“Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi ancak sizin gibi ümmettir. Biz o kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.”

buyrulmaktadır. Bu Ayet-i Kerime'de, yeryüzündeki bütün canlıların insanlar gibi birer tür oldukları, tek hücrelilerden, omurgalılara, sürüngenlerden, ayaklarıyla yürüyenlere ve kanatlarıyla uçanlara kadar bütün canlıların müstakil birer varlık oldukları bildirilmektedir.

Allah’ın yarattığı her şey güzeldir ve O’nun engin sevgisiyle yaratılmıştır. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifadesini bulmuştur:

“O ki yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır.”(1)

“Hayvanları da O yaratmıştır.”(2)

Canlı cansız yaratılmışların tamamı, kendi lisanı halleriyle Allah’ı tesbih etmektedir. Cuma Suresinin birinci ayetinde şöyle denilmektedir:

“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan her şey (herkes) O’nu tesbih eder. Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, aziz ve hakim olan Allah’ı tesbih eder.”

Yaratılmışların en şereflisi ve en üstünü olan insandan beklenen de, Allah’ı tesbih eden her varlığa şefkat ve merhametle muamele etmektir.

Resulullah (asv) sadece insanlara değil, bütün canlılara karşı merhametli olunmasını istemiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:

“Merhametli olanlara Rahman olan Allah merhamet eder. Yerde olanlara da merhametli olun ki, gökte olanlar (melekler) de size rahmet merhamet etsin.”(3)

Hadiste geçen “yerde olanlara” ifadesinin içine her çeşit canlı girmektedir.

Hz. Peygamber (asv)'in bu nasihatinin tarih boyunca Müslümanlar üzerinde çok etkili olduğu görülmektedir. Hz. Muhammed (asv)’den aldıkları bu öğütle hareket eden Müslümanlar, bütün canlılara merhamet ve hoşgörü ile bakmışlardır. Bu merhamet, sevgi ve hoşgörü medeniyetinden hayvanlar da nasibini almışlardır.

Büyük gönül insanı ve halk şairi Yunus Emre’nin “Yaratılanı sev, yaratandan ötürü.” şeklindeki sözü, atalarımızın kendi çevrelerine ve bu çevrede yaşayan her türlü canlıya karşı takındıkları tutumu çok özlü olarak dile getirmektedir.

Atalarımız hayvanlara karşı olan sevgi ve merhametlerini, hayvan hastaneleri, kuş evleri, kuş hastaneleri ve hayvanları korumaya yönelik çeşitli vakıflar kurarak göstermişlerdir.

Hayvanlara iyi davranmanın, cennete girmeye sebep olacağını bildiren Peygamberimiz (asv) sahabîlere şu olayı nakleder:

“Yolda gitmekte olan birisinin susuzluğu artar. Hemen bir kuyuya inip suyundan içer. Kuyudan çıkınca susuzluktan dilini çıkarıp soluyan ve rutubetli toprak yalayan bir köpekle karşılaşır. Adam kendi kendine: “Bu hayvan da benim gibi susamış.” deyip kuyuya tekrar iner. Ayakkabısına su doldurur ve ağzıyla tutarak yukarıya çıkar, köpeği sular. İşte Allah bu kulunu övmüş ve günahlarını bağışlamıştır.”

Bunun üzerine sahabîler: “Hayvanları sulamakla bize de sevap var mıdır?” diye sordular. Resulullah (asv): “Yaşamakta olan her canlıyı sulamakta sevap vardır.” buyurmuştur.(4)

Hayvanlara kötü davranmanın insanı cehenneme götüreceğini bildiren Hz. Peygamber (asv):

“Bir kadın, bağlayıp yemek vermediği ve yer haşerelerinin yemesi için serbest bırakmadığı kedi yüzünden cehenneme girdi.” buyurmuştur.

İslam dini, insana işkence yapmayı yasakladığı gibi hayvanlara da eziyet etmeyi ve işkence yapmayı yasaklamıştır. Sevgili Peygamberimiz (asv), “Cenab-ı Hakk'ın haksız olarak bir serçeyi öldürenden kıyamet gününde hesap soracağını...”,(5) bildirmiş; “Kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta ve yavrularının alınmamasını”(6) emretmiştir.

Ömer b. Abdulaziz, hilafeti döneminde valilerine gönderdiği mektuplardan birinde, atların boş yere koşturulup eziyet edilmemesini, bu şekildeki tatbikata kesinlikle mani olunmasını, atlara ağır gemlerin takılmamasını ve altında demir bulunan yularla eziyet verilmemesini istemiştir. Ömer b. Abdulaziz’in bu talimatı, hayvan haklarını koruma altına alınması bakımından son derece önemli tarihi bir örnektir.

Osmanlıların örfi hukukunda da hayvan haklarının korunduğu ve ihlal edenlere cezalar verildiğine dair bilgilere sahibiz.

Netice itibarıyla İslam, hayvanların sevilmesi, fıtrî yapılarına uygun işlerde çalıştırılması, kaldırabilecekleri kadar yük vurulması, yiyeceklerinin zamanında verilmesi, dövülmemeleri, hasta oldukları zaman tedavi ettirilmelerini emretmektedir.

Dipnotlar:

1. Secde, 32/7
2. Nahl, 16/5
3. Tirmizi, Birr, s. 16
4. Tecrit, c. vii, s. 223
5. Ebu Davud, 2/11
6. Buhari. Edebü’l-Müfred, 139
 
Ömer
Yönetici
O, insanlara doğru yolu göstermek üzere Allah’ın kutlu elçisi olarak gönderildi. O’nun sünneti, sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlığın mutluluğuna ve kurtuluşuna ışık tutabilecek niteliktedir. Barışı, müsamahayı, affı, rahmeti ve merhameti, mücerret bir söz olmaktan çıkarıp yaşanılan bir gerçekliğe dönüştüren de O’ydu...

Kur’an-ı Kerim’de “büyük bir ahlak üzere” (1) olduğu bildirilen Sevgili Peygamberimiz (sas), yine Kur’an’ın ifadesiyle “âlemlere rahmet olarak” (2) gönderilmiş, gerek yaşadığı ferdi, ailevi ve sosyal hayatı ile gerekse söz ve açıklamalara ile insanlığa kıyamete kadar kalıcı bir rehberlik ve örneklik sunmuştur. Onun sünneti, sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlığın mutluluğuna ve kurtuluşuna ışık tutabilecek niteliktedir. O, insanlara doğru yolu göstermek üzere Allah’ın kutlu elçisi olarak gönderildi. O’nun hidayeti sadece inanç ve ibadet alanıyla sınırlı kalmamış, O hayatın her alanında mü’minlere rehberlik etmiş, öğüt vermiş ve ahlakî erdemlerin egemen olduğu bir toplumun kuruculuğunu yapmıştır. Kendisinden düşmanlarına karşı beddua ve lanet isteminde bulunanlara O’nun verdiği cevap, kendisinin bunlar için değil rahmet ve merhamet peygamberi olarak gönderildiği şeklinde olmuştur. (3) Bu yönüyle Hz. Peygamber’in diğer insanları kaybetme, onlarla sosyal münasebetlerini kesme yerine onları kazanmayı, sahip olduğu güzellikleri onlarla paylaşmayı yeğlediğini görüyoruz.

Kur’an-ı Kerim’de “Andolsun ki Resûlullah’ta sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı zikredenler için mükemmel bir örnek vardır.” (4) buyurularak O’nun örnekliğine vurgu yapılır. Şu var ki, O’nun örnekliğinin ve temsil ettiği değerlerin iyi anlaşılması, bir bilinç ve hayat tarzı olarak canlılık kazanması gerekir. Peygamber Efendimiz’in örnekliğini ve sünnetini belirli alanlara ve davranış biçimlerine indirgemek yerine O’nun onun temsil ettiği değerler bütününü tanımak ve hayatımıza ışık tutan bir meşale yapabilmek çabası akla gelir. Artık bu noktada Hz. Peygamberi anmaktan çok O’nu anlamak, O’nun getirdiği kutlu ışıkla yolumuzu aydınlatmak önem kazanmaktadır.

Alemlere rahmet olarak gönderildi...

Hz. Peygamber, “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” (5) buyurarak, gönderiliş gayesinin güzel ahlakı tamamlamak olduğunu ifade etmiştir. Hz. Aişe’ye Onun ahlakından sorulduğunda, “Siz Kur’an’ı okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’andı.” (6) diyerek, getirdiği en büyük mucize olan Kur’an’ı bizzat kendisinin yaşadığını vurgulamış ve adeta O’nun Kur’an’ın hayata akseden canlı örneği olduğuna işaret etmiştir. Bu yönüyle Hz. Peygamber’i anlamanın Kur’an’ı anlamaya, Kur’an’ı anlamanın da Hz. Peygamber’i anlamaya bağlı olduğu görülür. Resûlullah (sas) güzel ahlâkın, iyinin, iyiliğin modeliydi, temsilcisiydi. Öz bir ifadeyle O, insanı insan yapan erdemlerin, değerlerin odaklandığı bir şahsiyetti. İnsanlık, artık iyi ile doğruyu, güzel ile çirkini onun penceresinden bakarak daha berrak görme şansına sahip oldu. O, örnek davranışlarıyla ve sabırla sürdürdüğü eğitimi ve rehberliği ile Cahiliye toplumunu medeni bir topluma dönüştürdü. Şirkin yerini tevhit inancı ve güveni, zulüm ve ahlâksızlığın yerini adalet ve üstün ahlaki erdemler, kibir ve nefretin yerini tevazu ve sevgi, sonu gelmez çekişmenin ve bencilliğin yerini barış, huzur ve iyilikte yarışma aldı. Öyle olduğu için de yeni dönem İslam’ın altın çağı, kalıcı mutluluk çağı anlamında “asr-ı saadet” olarak anıldı.

Hz. Peygamber barışı, müsamahayı, affı, rahmeti ve merhameti, mücerret bir iddia ve söz olmaktan çıkarıp yaşanılan bir gerçekliğe dönüştürmüştür. İşte bu seçkin ve seçilmiş insanın insanlığa tebliğ ettiği yüce İslam dini de; gönül kazanma, adalet, güzelliği paylaşım ve başkasının haklarını önceleme gibi önemli ilkeleri her zaman öne çıkararak, tebliğin başlangıcından zamanımıza kadar uzanan süreçte umutsuz insanların ümit ve ışık kaynağı haline gelmiştir. Yüce Allah’ın, İlahî davetini bütün insanlığa ulaştırmak için görevlendirdiği peygamberler halkasının son zinciri olan Peygamber Efendimiz’in doğumu, sıradan bir olay olmanın çok ötelerinde, insanlık tarihinde birçok değişim ve gelişmenin habercisi olmuştur. Bilindiği üzere insanî değerler açısından trajedilerin yaşandığı bir zaman diliminde, Hz. Peygamber aracılığı ile bütün insanlığa sunulmuş olan ilahi hakikatler, Müslümanların tarihinde olduğu kadar insanlık tarihinin akışında da köklü değişikliklere vesile olmuştur. İlahî lütfun bir tecellisi olarak bu olayın önemini çok iyi bir şekilde idrak etmiş olan milletimiz, asırlardan beri bu kutlu doğumu, Hz. Peygamber’e olan derin sevgi ve bağlılıklarının izharı ve O’nun getirdiği dipdiri ve hayat bahşedici öğütlerini hafızalarına nakşetmenin bulunmaz bir fırsatı olarak değerlendirmişlerdir.

Böyle bir anlayışın neticesidir ki, Peygamber Efendimiz doğumu münasebetiyle Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı işbirliğiyle 1989 yılından itibaren Kutlu Doğum Haftası kutlanmaya başlanıştır. Bu yıl da on yedincisini kutlamak üzere tertip ettiğimiz bu haftada gerek yurtiçi ve gerekse yurtdışında bir dizi ve geniş yelpazeli dini, sosyal ve kültürel etkinlikler planlanmıştır.

Kutlu Doğum Haftası denildiğinde, Hz. Peygamber’i anmak, daha da önemlisi onu anlamak, onun temsil ettiği değerler bütününü tanımak ve hayatımıza ışık tutan bir meşale yapabilmek çabası akla gelir. Kutlu Doğum Haftası’nda Peygamber Efendimiz’in dünyayı teşriflerini anarken, onun üstün şahsiyetini ve güzel ahlakını tanımaya, getirdiği evrensel çağrıyı anlamaya ve bütün bunları özünde barındırdığı dinamizmi içinde çağımıza taşımaya olan ihtiyacımızı bir kez daha fark ediyoruz. Böyle olduğu için de bu sene Kutlu Doğum Haftası’nda çeşitli dini, sosyal ve bilimsel etkinliklerin yanı sıra “dinlerin dünya barışına katkısı” ve “çağımızda aile ve gençliğin problemleri” konuları üzerinde özellikle durulacaktır. İstedik ki çocuklar, kendilerini çok seven Sevgili Peygamber’i daha iyi tanısınlar. Bunun için de bu hafta içinde Türkiye Diyanet Vakfı tarafından, çocuklarımıza onları çok seven Sevgili Peygamberimiz’i daha iyi tanımaları için yurt genelinde bu anlamlı haftaya yakışan bir armağan olarak “Peygamberimi Öğreniyorum” kitabı dağıtılacaktır.

Çağrısı tüm insanlığa...

O; Çocuklarla selamlaşır, omuzuna bindirir, dizlerine oturtur, başlarını okşardı. Onlarla şakalaşıp eğlendirirdi; onlar için dua ederdi. Çocuklarla rahatlıkla kaynaşırdı. Onlardan uzak değil, onlarla iç içe yaşardı. O sadece çocuklara nasıl davranılması gerektiğini öğretmez, aynı zamanda örnek olurdu. Çocukların sevgiye olan ihtiyaçlarını önemser ve onların bu ihtiyaçlarının karşılanması gerektiği hususunda tenbihte bulunurdu. Alemleri sevgiyle kucaklayan Peygamberimiz çocuklara karşı daha da hassastı.

Çünkü çocuklarımız için verilen her emek bizim için kutsal. Geleceği onların ellerine güvenle bırakabilmek için de daha çok çaba gerekiyor. O’nu anlayan ve O’nun çağrısına icabet eden kimseler, O’nun üstün ahlakını ve örnek şahsiyetini hayatlarının mihveri, eğitimlerinin rehberi yapmaya çalışmışlardır. İnsanlığı kurtuluşa ve hidayete davet eden İslam’ın ana gayesi, insanlara güzel ahlakı kazandırmak ve bu yolla birbirinin dertleri ile ilgilenen, güzellikte yarışan, kin ve nefretten uzak duran, ortaya çıkan her türlü problemi hak ve adalet ölçüsü doğrultusunda çözen, erdemli ve mükemmel bir toplumu oluşturmaktır.

Bugün bütün insanlık huzur ve güven dolu bir hayata erişmenin özlemini çekmektedir. Toplumumuzda suç oranlarının artması ve suç işleyenlerin yaş ortalamalarının çocuklara kadar inmesi, sorumluluk sahibi herkesi düşündürmelidir. Sokak çocuklarının sayılarının artması, aile içi iletişimin kaybedilip şiddetin artması, fertler arasındaki maddi ve ekonomik dengesizlikler, eğitim ve öğretimden mahrum olan kimselerin giriştikleri olumsuz eylemler umutsuz, sağlıksız ve güvensiz bir toplumun hazırlayıcısı olmaktadır.

Toplumun inşasında rahmeti esas alan Peygamberimiz yetimin elinden tutmuş, kimsesizlerin kimsesi olmuş, büyüklerin ve küçüklerin ihtiyaçlarına cevap vermiş, huzur ve güveni tehdit eden davranışları önleyici tedbirler almıştır. Bu itibarla hayatımızın örnek şahsiyeti olan Sevgili Peygamberimiz’i daha yakından tanımalıyız. O’nu ve getirdiği evrensel mesajı insanımıza tanıtarak dünya ve ahiret mutluluğuna giden yolu aydınlatmalıyız.

Mevlid Kandili’nin ve Kutlu Doğum Haftası’nın insanlığın Hz. Muhammed’i bütün yönleriyle tanımasına ve O’nu örnek almasına vesile olmasını diler, bütün insanlık için hayır getirmesini Yüce Allah’tan niyaz eder, vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın ve İslam âleminin Mevlid Kandili’ni tebrik ederim.

Kaynakça:

1. el-Kalem, 68/4.

2. el-Enbiyâ, 21/107.

3. Müslim, Birr, 87.

4. el-Ahzâb, 33/21.

5. İbn Hanbel, Müsned, II, 381. Müslim, Salâtü'l-Müsâfirîn, 139.

6. Müslim, Salâtü'l-Müsâfirîn, 139.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
1
Görüntülenme
5B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
49B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Üst