Ömer
Yönetici
Hazreti İbrahim ve İsmail kurban hadisesi hikayesi
Kurban bize nasıl vacip olundu? Kurban ibadeti nasıl ortaya çıktı? Hepimizin az çok bildiği o hadiseye kısaca değinmek istiyoruz.
Hz. İbrahim’in uzun yıllar çocuğu olmamıştı. İçi Allah sevgisiyle dopdolu idi. Allah sevgisinin yerini hiçbir şey alamazdı; alamazdı; ama neslini devam ettirme arzusu, beşer sıfatı taşıyan herkeste olduğu gibi onda da vardı.
Bu duygular içinde Hz. İbrahim bir gün ellerini yüce dergaha açarak: ‘Ya Rabbî, salih evlatlar lütfeyle bana.’ diye dua etti. Bu dua kabul gördü ve İsmail doğdu. Daha sonra Hz. İbrahim, hanımıyla oğlu İsmail’i, ekin bitmez, ziraate elverişsiz bir vadiye bırakmak zorunda kaldı. İsmail orada büyüyüp gelişmeye başladı. Annesiyle beraber bırakılan çocuk büyümüş ve koşup oynayacak yaşa gelmişti. Bu devre bir baba için çocuğun en çok sevilebileceği yaştı.
Hz. İbrahim bir rüya görmüştü; rüyasında kendisini oğlu İsmail’i boğazlama girişiminde bulunurken görüyordu. Pek ehemmiyet vermedi önce. Sonra bu rüyalar devam etti. Sonunda anladı ki, bu İlahi bir işarettir.
Hz. İbrahim hanımına rüyasını ve niyetini anlatmadan, sadece oğluyla dağa gideceklerini söyledi. O da bir panayıra gidiyormuş gibi oğlunu güzelce giydirdi ve babasıyla beraber yola koydu.
Oğlunu alıp kurban edeceği yere götürmek üzere yola çıktığı zaman şeytan durumu anlamıştı. Hz. İbrahim yine tam bir teslimiyet içinde Allah’ın emrini yerine getirecekti. Onu kandıramazdı artık, çünkü daha önce denemişti. Bir şefkat timsali olan annenin yanına koştu. Ancak şefkati ne kadar çok olursa olsun, o Hz. İbrahim’i tanıyordu. O yanlış bir şey yapmazdı. Zaten Hz. İbrahim’den teslimiyet ne demektir tam manasıyla öğrenmişti. Annenin yanından da yüzgeri edildi şeytan. Son çare olarak kurbanlık İsmail kalmıştı. Ona da gitti. Ancak Hz. İsmail şeytanı kovmakla kalmadı, aynı zamanda onu taşladı da. Bugün hacılar şeytan taşlarken Hz. İsmail, babası ve annesinin işte bu hatırasını canlandırıyorlar bir çeşit.
Hz. İbrahim oğlunu kurban etmek üzere yoluna devam ediyordu. Bu İlahi bir emirdi, yapacaktı. Ancak içini bir endişe kaplamıştı. Endişesi oğlundan yanaydı. Acaba oğlu ne derdi bu emre? İsyan mı ederdi? Kaçar mıydı?
Endişesi boşa çıkmıştı. Zira konuyu açtığında oğlunun cevabı şu olmuştu:
–Babacığım! Hiç çekinme, Allah tarafından sana ne emrediliyorsa onu yap. İnşallah benim de sabırlı ve dayanıklı olduğumu göreceksin.”
Her şey tamamdı kurban merasimi için. Oğlunu şakağı üzerine yatırdı. Kesmek üzere bıçağı çıkardı. Ancak olanlar onu çok şaşırtmıştı. O kadar bileyip, ağzını keskinleştirdiği bıçak kesmiyordu. Zira ateşe “İbrahim’e karşı serin ve selametli ol.” diyen Allah. bıçağa kesmemesini emretmişti. Tam teslimiyet içindeki Hz. İbrahim’e bir nida geldi:
–“Rüyanın gereğini yerine getirdin.”
Zaten ondan istenen de oğlunu kurban etmekten ziyade kendisine dünyaya geliş sebebini unutturacak her şeyi, bu canından bir parça olan oğlu bile olsa feda edebileceğini ispat etme ve Allah’a karşı görevlerini her türlü şart altında yerine getirebileceğini göstermesiydi. Kur’an’ın ifadesiyle bu gerçekten ağır bir imtihandı. Kazanıldıktan sonra imtihanın ne kadar zor ve ağır olduğunun ne ehemmiyeti olabilir ki! İmtihan kazanılmış ve sonrasına bir sünnet olarak kalacak olan Allah tarafından gönderilen büyük ve gösterişli bir koç kurban edilmek üzere gönderilmişti.
Büyüklerin imtihanı da büyük olur!
Hz. İbrahim’in İlahi emir gelince kendi öz oğlunu bile feda edebileceğini gösterdiği bu olay, Allah’ın emirlerine teslimiyet ve itaat adına bir ufuk olarak sunulmaktadır. Zira senelerdir evlat hasretiyle yanan Hz. İbrahim’e Allah yaşlılık devresinde bir evlat vermişti. Gördüğü İlahi bir rüya üzerine oğlunu kesmeye karar verebilmişti. Halbuki bu açık bir vahiy değil sadece bir işaretti. Ama ona Allah’ın emirlerine itaat için işaret yeterliydi. Ancak istenen şey oğlunu ölüm mukadder olan bir savaşa göndermek veya ona hayatına mal olacak bir şeyi emretmek değildi. Emir bunlardan daha ağırdı; oğlunu kendi elleriyle kurban etmesi isteniyordu. Zaten imtihanın büyüğü, büyüklerin imtihanı değil miydi?
Allah’a karşı vazifelerimizi yerine getirirken bize engel olan şey her ne ise onu iyi teşhis etmeli ve hiç duraklamadan kurban edebilmeliyiz. Bunun için de doğru olduğuna inandığımız yolumuzu çok iyi bilmeli ve önündeki engelleri de iyi tanımalıyız.
Kurban bize nasıl vacip olundu? Kurban ibadeti nasıl ortaya çıktı? Hepimizin az çok bildiği o hadiseye kısaca değinmek istiyoruz.
Hz. İbrahim’in uzun yıllar çocuğu olmamıştı. İçi Allah sevgisiyle dopdolu idi. Allah sevgisinin yerini hiçbir şey alamazdı; alamazdı; ama neslini devam ettirme arzusu, beşer sıfatı taşıyan herkeste olduğu gibi onda da vardı.
Bu duygular içinde Hz. İbrahim bir gün ellerini yüce dergaha açarak: ‘Ya Rabbî, salih evlatlar lütfeyle bana.’ diye dua etti. Bu dua kabul gördü ve İsmail doğdu. Daha sonra Hz. İbrahim, hanımıyla oğlu İsmail’i, ekin bitmez, ziraate elverişsiz bir vadiye bırakmak zorunda kaldı. İsmail orada büyüyüp gelişmeye başladı. Annesiyle beraber bırakılan çocuk büyümüş ve koşup oynayacak yaşa gelmişti. Bu devre bir baba için çocuğun en çok sevilebileceği yaştı.
Hz. İbrahim bir rüya görmüştü; rüyasında kendisini oğlu İsmail’i boğazlama girişiminde bulunurken görüyordu. Pek ehemmiyet vermedi önce. Sonra bu rüyalar devam etti. Sonunda anladı ki, bu İlahi bir işarettir.
Hz. İbrahim hanımına rüyasını ve niyetini anlatmadan, sadece oğluyla dağa gideceklerini söyledi. O da bir panayıra gidiyormuş gibi oğlunu güzelce giydirdi ve babasıyla beraber yola koydu.
Oğlunu alıp kurban edeceği yere götürmek üzere yola çıktığı zaman şeytan durumu anlamıştı. Hz. İbrahim yine tam bir teslimiyet içinde Allah’ın emrini yerine getirecekti. Onu kandıramazdı artık, çünkü daha önce denemişti. Bir şefkat timsali olan annenin yanına koştu. Ancak şefkati ne kadar çok olursa olsun, o Hz. İbrahim’i tanıyordu. O yanlış bir şey yapmazdı. Zaten Hz. İbrahim’den teslimiyet ne demektir tam manasıyla öğrenmişti. Annenin yanından da yüzgeri edildi şeytan. Son çare olarak kurbanlık İsmail kalmıştı. Ona da gitti. Ancak Hz. İsmail şeytanı kovmakla kalmadı, aynı zamanda onu taşladı da. Bugün hacılar şeytan taşlarken Hz. İsmail, babası ve annesinin işte bu hatırasını canlandırıyorlar bir çeşit.
Hz. İbrahim oğlunu kurban etmek üzere yoluna devam ediyordu. Bu İlahi bir emirdi, yapacaktı. Ancak içini bir endişe kaplamıştı. Endişesi oğlundan yanaydı. Acaba oğlu ne derdi bu emre? İsyan mı ederdi? Kaçar mıydı?
Endişesi boşa çıkmıştı. Zira konuyu açtığında oğlunun cevabı şu olmuştu:
–Babacığım! Hiç çekinme, Allah tarafından sana ne emrediliyorsa onu yap. İnşallah benim de sabırlı ve dayanıklı olduğumu göreceksin.”
Her şey tamamdı kurban merasimi için. Oğlunu şakağı üzerine yatırdı. Kesmek üzere bıçağı çıkardı. Ancak olanlar onu çok şaşırtmıştı. O kadar bileyip, ağzını keskinleştirdiği bıçak kesmiyordu. Zira ateşe “İbrahim’e karşı serin ve selametli ol.” diyen Allah. bıçağa kesmemesini emretmişti. Tam teslimiyet içindeki Hz. İbrahim’e bir nida geldi:
–“Rüyanın gereğini yerine getirdin.”
Zaten ondan istenen de oğlunu kurban etmekten ziyade kendisine dünyaya geliş sebebini unutturacak her şeyi, bu canından bir parça olan oğlu bile olsa feda edebileceğini ispat etme ve Allah’a karşı görevlerini her türlü şart altında yerine getirebileceğini göstermesiydi. Kur’an’ın ifadesiyle bu gerçekten ağır bir imtihandı. Kazanıldıktan sonra imtihanın ne kadar zor ve ağır olduğunun ne ehemmiyeti olabilir ki! İmtihan kazanılmış ve sonrasına bir sünnet olarak kalacak olan Allah tarafından gönderilen büyük ve gösterişli bir koç kurban edilmek üzere gönderilmişti.
Büyüklerin imtihanı da büyük olur!
Hz. İbrahim’in İlahi emir gelince kendi öz oğlunu bile feda edebileceğini gösterdiği bu olay, Allah’ın emirlerine teslimiyet ve itaat adına bir ufuk olarak sunulmaktadır. Zira senelerdir evlat hasretiyle yanan Hz. İbrahim’e Allah yaşlılık devresinde bir evlat vermişti. Gördüğü İlahi bir rüya üzerine oğlunu kesmeye karar verebilmişti. Halbuki bu açık bir vahiy değil sadece bir işaretti. Ama ona Allah’ın emirlerine itaat için işaret yeterliydi. Ancak istenen şey oğlunu ölüm mukadder olan bir savaşa göndermek veya ona hayatına mal olacak bir şeyi emretmek değildi. Emir bunlardan daha ağırdı; oğlunu kendi elleriyle kurban etmesi isteniyordu. Zaten imtihanın büyüğü, büyüklerin imtihanı değil miydi?
Allah’a karşı vazifelerimizi yerine getirirken bize engel olan şey her ne ise onu iyi teşhis etmeli ve hiç duraklamadan kurban edebilmeliyiz. Bunun için de doğru olduğuna inandığımız yolumuzu çok iyi bilmeli ve önündeki engelleri de iyi tanımalıyız.
Son düzenleme: