cicozz
Çocukluk cicozlarda saklı
Gıybet nedir? Gıybetin etmenin dinimizdeki yeri
İnsan güzel ahlak ile âlâ-yi illiyyîne yükseldiği gibi, kötü ahlak ile de esfel-i safiline düşer. İşte insanı aşağıların aşağısına düşüren günahlardan birisi de gıybet etmektir.
Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır.
Gıybet, Kitap ve Sünnet’in ona karşı onca tahşidatı, dinî, millî ve içtimaî onca zararlarına rağmen, âlim olsun cahil olsun, hemen hemen her kültür seviyesindeki Müslüman’ın müptela olduğu bir hastalıktır.
Bildiğiniz gibi; bir insanı, onun gıyabında, duyduğu zaman hoşuna gitmeyecek şekilde anmaya “gıybet” denir. Eğer söylenen söz doğru ise o gıybettir; fakat yalan ise, hem gıybet hem de iftiradır ve kat kat çirkin bir günahtır. Bununla beraber, gıybetin de çeşitleri ve derekeleri (aşağı doğru inen basamakları) vardır. Hak dostları olumsuz duygu ve düşünceleri bile bu kategoride mütalaa etmiş ve onlara “kalbin gıybeti” demişlerdir. Bir insanı, hafife alır şekilde elle göstermek ve kaş-göz işaretleriyle onu tahkir etmek de bir nevi gıybettir. “Falanın boyu kısa” ya da “Filanın ceketi münasebetsiz duruyor” türünden sözlerin gıybet olduğunda da şüphe yoktur. Bütün bu gıybet çeşitleri birer günahtır ve burada hayatın bereketini götürdükleri gibi ötede de insanı rezil rüsvâ ederler.
Fakat gıybetin öyle bir çeşidi vardır ki, o, diğerleriyle kıyaslanmayacak kadar tehlikeli ve kahredici bir günahtır. Öyle ki, bir hadis-i şerifte gıybetin bu türünün yirmi küsur zinadan daha büyük bir vebal olduğu ifade edilmiştir. Mesela, bir topluluğu, bir hareketi ya da bir cemaati temsil eden bir zatın gıybetini yapmak bu türden bir cürümdür. Çünkü o insanın kaderi, temsil ettiği cemaatle bütünleşmiştir; dolayısıyla onun hakkında yapılan bir gıybet bütün cemaatin gıybetini yapmak gibi sayılır.
Dahası, şayet böyle bir gıybet, herhangi bir insanla alakalı değil de, diyelim ki, Şâh-ı Geylanî gibi bir Hak dostu hakkında, ya da herhangi bir hareket veya sıradan bir cemaat değil de, mesela, Muhammed Bahauddin Nakşibendî Hazretleri’nin temsil ettiği bir daire etrafında yapılmışsa, bir de küçük bir gıybet gibi başlayan bu kîl ü kâller medya yoluyla ve ekran aracılığıyla çok geçmeden koca koca iftiralara dönüşmüş ve her yana yayılmışsa, işte bu öyle korkunç bir cinayettir ki, -Allah korusun- o günahta küfre açılan sadece bir değil pek çok yol vardır ve insanın imansız gitmesine bâdî olabilir. Evet, bu öyle öldürücü bir cürümdür ki, onun içinde Nakşibendî Hazretleri’nin hakkı olduğu gibi, onun altın silsilesinde bulunan Ubeydullah Ahrâr, Muhammed Zahid, İmam-ı Rabbânî, Abdullah Dihlevî, Mevlânâ Halid Bağdâdî gibi Hak erlerinin ve onların takipçilerinin de hakları vardır. Çünkü bu zatlar, Üstadlarından aldıkları ışıkla kendi dönemlerinden bugüne kadar yeryüzünü aydınlatmış ve nurlarını sürekli neşretmişlerdir; belki farklı versiyonlarıyla halkalar oluşturmuş ve hep irşada vesile olmuşlardır.
Gıybet, Zinadan Şiddetlidir
Bir de, bu cürmü işleyen kimse, “cı” ve “cu” ekleriyle o kötü fiilini biraz daha çirkinleştirirse, o zaman, o sözle işaret ettiği dairedeki bütün fertlerden teker teker helallik almadıktan sonra Cennet’e girmesi çok zordur. Zira Peygamber Efendimiz “Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina edip tevbe eder de (bir daha yapmazsa), Allah Teâlâ onun tevbesini kabul eder. Fakat gıybet eden, gıybet edilen tarafından affedilmedikçe, o günahı bağışlanmaz.” buyurmuştur. Gerçi, Hazret-i Rahman, ekstradan bir lütufta bulunup mahşerde o mücrimi gıybetini ettiği kimselerle karşılaştırarak, “Benim şu kuluma hakkınızı helal edin.” diyebilir. Fakat böyle bir talihlilik sürpriz bir lütfa, ziyade bir ihsana vabestedir ve unutmamak lazımdır ki, ubudiyete dair meseleler ekstra lütuflar üzerine bina edilmez.
Bundan dolayıdır ki, mü’minler öyle kötü bir akıbete düşmemek için gıybetin her türlüsünden uzak kalmaya bakmalı ve dillerini o çirkin sözlerden arındırdıkları gibi zihinlerini de kötü duygu ve düşüncelerden temiz tutmaya çalışmalıdırlar. Zinadan daha beter bir felaket olan gıybet çeşidinden korunmak için kîl ü kâlin en küçüğünden bile kaçınmalıdırlar; farkına varmadan en büyüğüne maruz kalmamak için en küçüğünden de içtinab etmelidirler. Allah’ın belası olan o Cehennem zakkumunun kendi hisselerine düşmemesi için sürekli Cenâb-ı Hakk’a sığınmalı ve dil afetlerinin hepsine karşı tetikte olmalıdırlar.
1 - Bir insanın gıyabında, hoşuna gitmeyecek şekilde söylenen söz doğru ise o gıybettir; fakat yalan ise, hem gıybet hem de iftiradır.
2 - Hak dostları, bir kimse hakkındaki olumsuz duygu ve düşünceleri bile gıybet kabul etmiş ve onlara “kalbin gıybeti” demişlerdir.
3 - Bir topluluğu veya bir hareketi temsil eden bir zatın gıybetini yapmak, diğerleriyle kıyaslanmayacak kadar büyük bir günahtır.
İnsan güzel ahlak ile âlâ-yi illiyyîne yükseldiği gibi, kötü ahlak ile de esfel-i safiline düşer. İşte insanı aşağıların aşağısına düşüren günahlardan birisi de gıybet etmektir.
Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır.
Gıybet, Kitap ve Sünnet’in ona karşı onca tahşidatı, dinî, millî ve içtimaî onca zararlarına rağmen, âlim olsun cahil olsun, hemen hemen her kültür seviyesindeki Müslüman’ın müptela olduğu bir hastalıktır.
Bildiğiniz gibi; bir insanı, onun gıyabında, duyduğu zaman hoşuna gitmeyecek şekilde anmaya “gıybet” denir. Eğer söylenen söz doğru ise o gıybettir; fakat yalan ise, hem gıybet hem de iftiradır ve kat kat çirkin bir günahtır. Bununla beraber, gıybetin de çeşitleri ve derekeleri (aşağı doğru inen basamakları) vardır. Hak dostları olumsuz duygu ve düşünceleri bile bu kategoride mütalaa etmiş ve onlara “kalbin gıybeti” demişlerdir. Bir insanı, hafife alır şekilde elle göstermek ve kaş-göz işaretleriyle onu tahkir etmek de bir nevi gıybettir. “Falanın boyu kısa” ya da “Filanın ceketi münasebetsiz duruyor” türünden sözlerin gıybet olduğunda da şüphe yoktur. Bütün bu gıybet çeşitleri birer günahtır ve burada hayatın bereketini götürdükleri gibi ötede de insanı rezil rüsvâ ederler.
Fakat gıybetin öyle bir çeşidi vardır ki, o, diğerleriyle kıyaslanmayacak kadar tehlikeli ve kahredici bir günahtır. Öyle ki, bir hadis-i şerifte gıybetin bu türünün yirmi küsur zinadan daha büyük bir vebal olduğu ifade edilmiştir. Mesela, bir topluluğu, bir hareketi ya da bir cemaati temsil eden bir zatın gıybetini yapmak bu türden bir cürümdür. Çünkü o insanın kaderi, temsil ettiği cemaatle bütünleşmiştir; dolayısıyla onun hakkında yapılan bir gıybet bütün cemaatin gıybetini yapmak gibi sayılır.
Dahası, şayet böyle bir gıybet, herhangi bir insanla alakalı değil de, diyelim ki, Şâh-ı Geylanî gibi bir Hak dostu hakkında, ya da herhangi bir hareket veya sıradan bir cemaat değil de, mesela, Muhammed Bahauddin Nakşibendî Hazretleri’nin temsil ettiği bir daire etrafında yapılmışsa, bir de küçük bir gıybet gibi başlayan bu kîl ü kâller medya yoluyla ve ekran aracılığıyla çok geçmeden koca koca iftiralara dönüşmüş ve her yana yayılmışsa, işte bu öyle korkunç bir cinayettir ki, -Allah korusun- o günahta küfre açılan sadece bir değil pek çok yol vardır ve insanın imansız gitmesine bâdî olabilir. Evet, bu öyle öldürücü bir cürümdür ki, onun içinde Nakşibendî Hazretleri’nin hakkı olduğu gibi, onun altın silsilesinde bulunan Ubeydullah Ahrâr, Muhammed Zahid, İmam-ı Rabbânî, Abdullah Dihlevî, Mevlânâ Halid Bağdâdî gibi Hak erlerinin ve onların takipçilerinin de hakları vardır. Çünkü bu zatlar, Üstadlarından aldıkları ışıkla kendi dönemlerinden bugüne kadar yeryüzünü aydınlatmış ve nurlarını sürekli neşretmişlerdir; belki farklı versiyonlarıyla halkalar oluşturmuş ve hep irşada vesile olmuşlardır.
Gıybet, Zinadan Şiddetlidir
Bir de, bu cürmü işleyen kimse, “cı” ve “cu” ekleriyle o kötü fiilini biraz daha çirkinleştirirse, o zaman, o sözle işaret ettiği dairedeki bütün fertlerden teker teker helallik almadıktan sonra Cennet’e girmesi çok zordur. Zira Peygamber Efendimiz “Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina edip tevbe eder de (bir daha yapmazsa), Allah Teâlâ onun tevbesini kabul eder. Fakat gıybet eden, gıybet edilen tarafından affedilmedikçe, o günahı bağışlanmaz.” buyurmuştur. Gerçi, Hazret-i Rahman, ekstradan bir lütufta bulunup mahşerde o mücrimi gıybetini ettiği kimselerle karşılaştırarak, “Benim şu kuluma hakkınızı helal edin.” diyebilir. Fakat böyle bir talihlilik sürpriz bir lütfa, ziyade bir ihsana vabestedir ve unutmamak lazımdır ki, ubudiyete dair meseleler ekstra lütuflar üzerine bina edilmez.
Bundan dolayıdır ki, mü’minler öyle kötü bir akıbete düşmemek için gıybetin her türlüsünden uzak kalmaya bakmalı ve dillerini o çirkin sözlerden arındırdıkları gibi zihinlerini de kötü duygu ve düşüncelerden temiz tutmaya çalışmalıdırlar. Zinadan daha beter bir felaket olan gıybet çeşidinden korunmak için kîl ü kâlin en küçüğünden bile kaçınmalıdırlar; farkına varmadan en büyüğüne maruz kalmamak için en küçüğünden de içtinab etmelidirler. Allah’ın belası olan o Cehennem zakkumunun kendi hisselerine düşmemesi için sürekli Cenâb-ı Hakk’a sığınmalı ve dil afetlerinin hepsine karşı tetikte olmalıdırlar.
1 - Bir insanın gıyabında, hoşuna gitmeyecek şekilde söylenen söz doğru ise o gıybettir; fakat yalan ise, hem gıybet hem de iftiradır.
2 - Hak dostları, bir kimse hakkındaki olumsuz duygu ve düşünceleri bile gıybet kabul etmiş ve onlara “kalbin gıybeti” demişlerdir.
3 - Bir topluluğu veya bir hareketi temsil eden bir zatın gıybetini yapmak, diğerleriyle kıyaslanmayacak kadar büyük bir günahtır.