Felsefenin Ana Konuları

SüKuN Harbi Aktif Üye
Felsefenin Ana Konuları



Bilgi Felsefesi (Epistemoloji)

Bilgi Felsefesinin Konusu : Doğa ve evrenle ilgili sorunlara tanrı ve ruh bağlamında getirilen ****fizik açıklamalar duyu organlarının verileri ile açıklanamadığından bilginin kaynağına doğrudan yönelmek gereği doğmuştur. Böylece bilgi, felsefenin ana konularından birini oluşturmuştur. Bilgi felsefesinin konuları :
Bilgi Kuramı (teorisi) : Sübje (bilen) ile obje (bilinen) arasındaki ilişkiyi inceleyen bilgi felsefesi alanına bilgi kuramı denir. Sübjenin, objeyi incelerken ulaşacağı sonuçlar felsefe açısından tartışmalıdır. Bu tartışmalar bilgi kuramında iki temel çerçevede ortaya çıkmaktadır.

Bilgi Kuramının Temel Kavramları

Doğruluk (Hakikat) : Bilginin bilgi konusu ile tam uygunluk içinde bulunmasıdır. Bir bilginin doğruluğu, onun kanıtlanabilmesi ile mümkündür. Çünkü doğruluk düşünce ile nesne (obje) nin uygunluğudur.

Gerçeklik : İnsan bilincinden bağımsız olarak var olanlardır. Gerçeklik varlığın bir özelliği başka bir deyişle var oluş tarzıdır.

Temellendirme : Bir yargının doğruluk iddiasının dayanağının gösterilmesidir. Felsefede ileri sürülen her yargı gerekçeleri gösterilerek temellendirilir. Temellendirme yargıları derinliğine ve genişliğine araştırarak yapılır.

§ Bilginin kaynağı : “İnsan bilgiye hangi araçlarla ulaşır?” sorusuna yanıt arar. Bu soruya verilen yanıtlar farklı felsefi sistemlerin doğmasına yol açar. Bilginin kaynağı akıldır, çünkü duyu organlarının bilgisi zorunlu ve kesin değildir diyen rasyonalizme karşı empirizm, bilginin kaynağı deneydir, doğru ve kesin bilgiye duyu organları aracılığı ile yapılan deney ve gözlem ulaştırır görüşünü savunur. Entüisyonizm (sezicilik) ise bilginin kaynağının sezgi olduğunu ileri sürer.

§ Bilginin değeri : Neleri ne derece bilebiliriz? Bilginin insan yaşamındaki yeri ve önemi nedir? Nelere bilgi demek gerekir? Sorularına bilgi kuramı yanıt arar.



© Mantık : Doğru bilgiye ulaşmak için düşünceler arasındaki ilişki ve düzeni yöneten ilke ve yasaları saptayan alan mantık (lojik) tır. Mantık doğru düşünmenin kurallarını koyar, ilkelerini saptar. Bilgi kuramı, bilginin objesi ile uygunluğunu temellendirirken mantığın kural ve ilkelerine dayanır.

Bilgi Felsefesinin Temel Problemleri (Doğru Bilginin Olanağı Problemi) : Bilgi felsefesinin tartıştığı temel sorun, doğru bilginin olanaklılığı sorunudur. Mutlak, kesin bilgilere ulaşılıp ulaşılamayacağı sorununa verilen yanıtlar iki başlıkta toplanabilir:
© Doğru Bilginin Olanaklılığı : Mutlak, doğru bilginin mümkün olduğunu savunan sistem ve felsefeciler, doğru bilgiye nereden, nasıl ve hangi araçlarla ulaşılacağı konusunda farklı görüşler ileri sürerler.

§ Rasyonalizm (Akılcılık) : Rasyonalizme göre, zorunlu, kesin ve genel geçer bilgilere ancak akılla ulaşılır. O halde doğru bilginin kaynağı akıldır. Duyu organlarının verileri geçici ve doğruluğu kesin olmayan bilgilerdir ve bu verilere güvenilemez. Felsefe evreni ve insanı kavrarken aklı kullanarak doğru bilgilere ulaşabilir.

Temsilcileri :

- Sokrates : İ.Ö. 5. yüzyılda yaşamıştır. Sofist göreliliğe (relativizme) karşı çıkmış, bilgilerimizin doğuştan var olduğunu savunmuştur. Sokrates’e göre öğretmenin görevi yeni bir şey öğrenmek değil insanın aklında saklı olan bilgileri doğurtmaktır. Sokrates’in bu yöntemine diyalektik adı verilir ve karşılıklı konuşmaya, tartışmaya dayanır.

- Platon : Platon’a göre bilginin kaynağı duyu organları olamaz. Çünkü duyu verileri kişilere göre değişir. Oysa matematiğin bilgileri kesindir. Platon’a göre iki türlü dünya vardır : idealar ve görünenler (fenomenler) dünyası. İçinde yaşadığımız nesneler dünyası gerçek değildir. Fenomenler dünyası dediği bu dünyanın bilgisi doxa (sanı) dır. Gerçek olan idealar dünyasıdır ve bu dünya ancak akılla kavranır. Duyularla kavradığımız fenomenler dünyası idealar dünyasının bir gölgesi bir kopyasıdır.

- Aristoteles : Aristoteles’e göre idealar nesnelerden bağımsız değildir. İdealar, tek tek nesnelerin özünde tümel kavramlar olarak vardır. Bilginin amacı tekil yani bireysel olanı bilmektir. Çünkü gerçekten var olan tek tek şeylerdir. Ancak tekilin bilgisine genelin bilgisinden yani tümelden ulaşılır. Gerçek bilgi genel yargılara dayanan önermelerdir. Bunun yöntemi de tümdengelim (dedüksiyon) dir. Tümdengelimin en mükemmel biçimi ise kıyas (tasım) tır.

- Farabi : Farabi’ye göre, bilginin üç kaynağı duyular, düşünce ve akıldır. Düşünme ve akıl yürütme yoluyla tekil bilgiler biçimlendirilerek hakiki bilgiye ulaşılır. Böylece genel geçer ve kesin bilgi elde edilir. Farabi’ye göre akıl, iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini, doğru ve yanlışı birbirinden ayırarak en yüce erdem olan bilgiye ulaşılır; böylece Tanrı’ya ulaşmanın da yolunu bulmuş olur.

- Descartes : Descartes, bilgi modeli olarak analiz ve senteze dayanan matematiği benimser. Matematik bilgilerin kaynağı akıldır. Araştırmaları sırasında ünlü “metodik şüphe” yöntemini kullanır. Bu yönteme göre;

> Her şeyden şüphe ederim

> Şüphe ettiğimden şüphe edemem

> O halde şüphenin kaynağı olan kendi varlığımdan şüphe edemem. Düşünüyorum, öyleyse varım (Cogito, ergo sum).

> İnsanın Ben’inde (Ego) Tanrı kavramı vardır.

> Tanrı’nın yarattığı evrenin varlığından şüphe etmem.

- Spinoza : Spinoza da ****fiziği ve geometriyi bütün bilimlerin ideal modeli olarak görür. Çünkü, ****fizik ve geometrinin sonuçları kesin ve zorunludur. Bu özelliği de kullandığı yöntemden gelir. O halde felsefe alanına da bu yöntem uygulanmalı ve felsefede de açık ve seçik bilgilere ulaşılmalıdır. Spinoza “Etika” adlı yapıtında felsefi sorunları, tıpkı geometri problemlerini çözer gibi ele almıştır.

- Leibniz : Leibniz’de Spinoza gibi matematiğin yöntemini felsefeye uygulamak istemiş, matematik dili kullanarak yapılan bir felsefe düşünmüştür.Duyu verilerini inkar etmeyen Leibniz, bunların yeterince açık seçik olmadığını savunur. Mükemmel bilgi, matematiğin bilgisi olan rasyonel bilgidir. Çünkü matematiğin kavramları arasındaki ilişkiyi akıl kurar. Leibniz’e göre, Tanrı fikri ve aklın ilkeleri, insan zihninde deneyden önce ve doğuştan vardır.

- Hegel : Kesin bilgiye akılla ulaşılabileceğini savunan Hegel, duyu verilerinin varlığın özünü vermeyeceğini savunur. Hegel’e göre, gerçeğe, diyalektik adı verilen “kavram” la ulaşılabilir. Diyalektik, tez, anti-tez, sentez aşamalarından geçerek bilgiyi oluşturur. Önce ide (fikir) kavram olarak vardır (tez). İde kendi dışına çıkarak doğayı oluşturur (anti-tez). Kendine yabancılaşan ide ahlak, din, hukuk, sanat gibi alanlarda tekrar kendi tinsel (ruhsal) varlığına döner (sentez).

§ Empirizm (Deneycilik) : Doğru bilgiye duyu verileri ve deneyle ulaşılabileceğini savunan akımdır. İnsan aklında doğuştan bilgi olmadığını ve bilgiye dış dünyadan gelen deney verileri ile ulaşılabileceğini ileri sürer. Bilginin kaynağı deneydir. Empirizm deneye dayanan fiziği temel alır. Empirizmin ilk örnekleri ilkçağda Epiküros’ta görülür. Ona gör bütün bilgilerin ilk kaynağı duyudur.

Temsilcileri :

- John Locke : Locke, rasyonalizme karşı çıkarak insan aklının doğuştan “boş levha” (tabular asa) olduğunu savunur. Boş levha deneyler ve alışkanlıklarla sonradan dolar ve bilgiye dönüşür. Locke’a göre insan aklında doğuştan bilgi yoktur. Locke bilginin oluşumunu hep ikili gruplara ayırarak inceler. Önce bilgiyi oluşturan deney alanını ikiye ayırır :

Dış Deney : Dış dünyayı duyularla tanımamızı sağlar.

İç Deney : Zihinsel işlemlerle içimizde oluşan olayları bildirir. Dış ve iç deney düşünce ve tasavvurlarımızın (ideal) kaynağıdır. Düşünce ve tasavvurlar da iki biçimde oluşur.

Yalın Tasavvurlar : Duyumlar ve ruhsal olaylarla ilgili tasavvurlardır.

Bileşik Tasavvurlar : Yalın tasavvurları birleştirerek düzenleyen, zihin tarafından üretilen tasavvurlardır.

İkincil nitelikler : Algılayan sübjeye bağlı olarak duyumsanan ve tasavvur edilen niteliklerdir.

Birincil nitelikler : Nesnelerin sübjeden bağımsız olarak kendiliğinden sahip oldukları özelliklerdir.

- George Berkeley : Empirizmi, doğrudan duyu algısı olarak kabul eder. Duyu algılarının dışındaki bilgi kaynaklarını reddeden Berkeley, zihnin soyutlama gücüyle elde ettiği kavramların bilgi olduğunu da reddeder.

- David Hume : Hume’a göre tek deney alanı vardır. O da dünyayı duyularla tanımamızı sağlayan dış deneydir. Zihinde yalnızca duyumlar ve izlenimler ile fikirler (idealar) vardır. Düşünme ilkelerinin kaynağı da dış dünyadır. Nedensellik ilkesi aklın zorunlu sonucu değil, olayların ard arda yaşanmasının yarattığı bir “alışkanlık” ya da “çağrışım” dır. Olaylar arasında objektif bir nedensellik bağı yoktur. Ona göre deneysel bilimler yalnızca olaylar arasındaki ilgiyi saptamalı daha ileriye gitmemelidir.

- Condillac : Empirizmi tümüyle duyumculuğa (sensüalizm) indirger. Condillac’a göre tüm bilgilerin kaynağı duyulardır. Duyu verilerinin dışında hiçbir sonuç bilgi değildir. İnsanınki gibi iç organları olan bir heykelin dışı mermerle kaplı olduğu için hiçbir etkilenimi olmaz. Ancak heykelin mermer kabukları kaldırılınca duyumlar ortaya çıkar. Böylece heykel ruhsal ve zihinsel bir yaşama ulaşır.

§ Kritisizm (Eleştiricilik) : Kristizm, bilgi teorisine aklı inceleyerek yaklaşmaya çalışır. Bunun için de bilgiyi sağlamada aklın rolünü ve deneyin rolünü ayrı ayrı ele alarak rasyonalizmle empirizmi uzlaştırmak ister.

Temsilcisi

- Immanuel Kant : Kant’a göre, “Bütün bilgi deneyle başlar ama deneyden doğmaz.” Deney bilginin hammaddesini sağlar, dolayısı ile deney verileri tek başına bilgi değildir. Deney verilerini bir düzene koymak için akla gereksinim vardır. Akılda, deneyden gelmeyen (a priori) kategoriler (kalıplar) vardır. O halde bilgi, deneyden gelen (aposteriori) verilerin zihinde doğuştan bulunan ve deneyden gelmeyen kategorilerde düzenlenmesi ile elde edilir.

UYARI : Kant deneyden gelen bilgi ve verilerini bilginin hammaddesi kabul ederek empirizme; ancak bu deney verilerinin zihinde doğuştan bulunan kategorilerde işlenerek bilgiye dönüştüğünü kabul ederek de rasyonalizme yaklaşır. Kant ayrıca, doğru ve kesin bilgiye ulaşılabileceğini savunan dogmatizm ile tüm bilgilerin duyu verilerinden kaynaklandığı için göreli olduğunu savunan septisizmi de uzlaştırmaya çalışır. Kant bu uzlaşmayı sağlarken bilgi alanını ikiye ayırır. Fenımenler ve numenler alanı. Fenomenler (görünenler) alanının bilgisi duyu verileriyle oluşur ve nesneler dünyasının bilgisi duyu organları ile kavranır. Bu bilgi insanlara göre değişmez, bu nedenle nesneldir (objektiftir). Ancak duyu organlarının bilgilerinin dışında kalan numenler alanının bilgilerini bilemeyiz. Çünkü bunlar zihinde doğuştan bulunan kategorilere göre biçimlenmez. Numenler alanının bilgisi ****fizik bilgilerdir ve ****fizik bilgiler kesin değildir. Kant, duyu verilerinin bilgilerinin tüm insanlar için aynı olduğunu savunarak nesnelliği ön plana çıkartıp dogmatizme yaklaşırken, numenler alanının ****fizik bilgilerinin göreli (relatif) olduğunu savunarak septisizme yaklaşır.

§ Pozitivizm (Olguculuk) : Doğa bilimlerinin hızlı bir biçimde geliştiği 19. yüzyılda doğmuştur. Felsefi sistemler yaşadıkları çağın özelliklerinden etkilenerek biçimlenir. Pozitivizm de 19. yüzyıla damgasını vuran doğa bilimlerinden etkilenerek doğmuştur. Pozitivizm ancak duyu verilerine ve deneye dayanan olgusal dünyanın bilinebileceğini ve bu bilgiye de bilim aracılığı ile ulaşılabileceğini savunur.

Temsilcisi :

- Auguste Comte : Pozitivizmin kurucusu Comte’a göre, insan yalnızca, duyu verilerine dayanan dış dünyayı bilebilir. Deneyle denetlenemeyen her türlü felsefi soru anlamsızdır. Bu yüzden, olguların arkasında yatan nedenler değil, olguların arasındaki ilişkilerin bilgisine ulaşmayı amaçlamak gerekir. Felsefe, deney sonuçlarını sistemleştirerek ahlak, din, siyaset gibi alanlarda kullanmalıdır. Felsefenin görevi bilimin içine karışan ****fizik unsurları, bilimden ayıklamak olmalıdır. Comte, insanlığın bilimin egemen olduğu pozitif döneme ulaşana dek üç aşamadan geçtiğini söyler. Comte’un bu görüşüne üç hal yasası denir :

¨ Teolojik dönem : İlkel toplumlar dünyayla ilgili tüm soruların yanıtlarını tanrıda ve tanrısal güçlerde aramışlardır. Teolojik dönemin ürünü dindir.

¨ ****fizik dönem : Bu dönemde insanlar dünyayı soyut güçlerle açıklamaya çalışmış ve felsefe bu döneme damgasını vurmuştur.

¨ Pozitif dönem : Bu dönemde insan dünyayı doğa yasarlı ile açıklama yolunu seçmiştir, tüm soruların yanıtları bilimde aranmıştır.

§ Analitik Felsefe : Analitik felsefe, felsefeye bilimlerin dilini analiz etmek işlevi yükler. Böylece felsefe, düşünsel bir etkinlik alanı olmaktan çıkarılır, yalnızca dil analizleri yapan bir alan haline getirilir. Felsefe, bilimlerin dilini çözümleyecek, onların kavram yapılarını araştıracaktır. Bunu yaparken de sembolik mantığı kullanacaktır. Neo pozitivizm (yeni pozitivizm) ya da mantıkçı empirizm adıyla da anılan analitik felsefe, felsefeyi modern (sembolik) mantık alanı olarak görür.

Temsilcisi :

Ludwig Wittgenstein, Schlick, Rudolf Carnap ve Reichenbach’dır.

- Ludwig Wittgenstein : Wittgenstein’e göre, dilin sınırları ile gerçekliğin ve düşüncenin sınırları aynıdır. O halde dilde kullanılan anlamlı önermeler gerçekliğin yansımalarıdır. Varlık ancak dili bilmekle olasıdır. Bu nedenle doğruya dil analizleri ile ulaşılır. Dil ile anlatılamayan konularda susmak gerekir.

§ Entüisyonizm (Sezgicilik) : Kesin ve değişmez bilgilere sezgi aracılığı ile ulaşılabileceğini savunan akım enstüisyonizmdir.

Temsilcileri :

- Henri Bergson : Bergson’a göre doğru bilgiye sezgi ile ulaşılır. İnsanları bilgiye ulaştıran iki yeti vardır. Zeka ve içgüdü. Zeka, madde dünyasının durağan (statik) halini kavratır. İçgüdü, sürekli hareket ve değişim içinde olan gerçek yaşamı kavratır. Böylece madde dünyasının anlık bilgilerini veren zeka ile değişen yaşamın bilgilerini veren içgüdünün birleşmesinden sezgi oluşur ve insan kesin ve değişmez bilgilere ulaşır. Zeka + İçgüdü = Sezgi

- Gazali : Orta Çağ İslam dünyasında Gazali sezgiyi hakikate götüren tek kaynak olarak kabul eder. Gazali’ye göre duyularla elde edilen verilere güvenilmez. Akıl da her konuyu kavramada yetersiz kalır. Nitekim akla dayalı bütün felsefi sistemler birbiri ile çatışmaktadır. Gazali’ye göre kesin bilgiye imanla ulaşılır ama akla da gereksinim vardır. Bilginin temelinde akıl olmasına karşın, onu kesin bilgiye dönüştüren “iman” dır. İmana dayanan din, akla dayanan felsefeden her zaman üstündür. Kesin bilgi, Tanrı bilgisidir. Tanrı bilgisine de iman ve sezgiyle ulaşılır.

§ Pragmatizm (Faydacılık) : Bilgiye fayda açısından yaklaşan pragmatizm bir yaşam felsefesidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde doğan bu akım, felsefi bir akım olmanın ötesinde geniş halk kitlelerinin yaşam biçimine dönüşmüştür. Temeli İlkçağ filozoflarından sofistlere kadar inen pragmatizm bilgiyi faydaya dayandırır. Pragmatizme göre, ne ki faydalıdır o bilgidir, ne ki bilgidir o faydalıdır.

Temsilcileri :

- William James : İnsanın teme amacının kendini korumak olduğunu söyleyen W. James bilgiye de bu açıdan yaklaşır. Ona göre doğrular pratik yaşam içinde, eylem içinde oluşur. Doğruluğun ölçütü faydadır. Bilimlerin verileri, pratik yaşamamızı kolaylaştırıyorsa, bilgidir. Yaşamda insanların gereksinimlerini sürekli değişir. Bu yüzden doğrulukta bu değişime paralel olarak değişir.

- John Dewey : John Dewey’e göre düşünce, doğadan yararlanmayı sağlayan, mutlu olmayı öğreten bir araçtır. Dewey, insanın biyolojik işlevlerinden yola çıkarak, bilgiye çevreye uyum sürecini sağlayan bir araç olarak bakar. Pragmatizm felsefeyi ****fizik sorunların dışına taşıyarak yaşanan olgularla sınırladığından pozitivizme yaklaşır. Ancak faydanın zamanla değişebileceğinden söz etmesi de bu akımın relativist yönünü ön plana çıkarır.

§ Fenomenoloji (Görüngübilim) : Fenomenoloji, pozitivizmin duyusal verileri yani olguları ön plana çıkaran anlayışına karşı “genel objeler” in ruhsal (tinsel) olarak kavranabileceği anlayışını ortaya koyar. Görünenler (fenomenler) içinde bulunan “öz” doğru bilgidir ve bu “öz” ancak bilinçle kavranır.

Temsilcisi :

- Edmund Husserl : Husserl, fenomen kavramını olay karşılığında değil, görünenlerin içindeki öz olarak kullanır. Bu yüzden ona göre, gerçek bilgiye özden ulaşabilir. Bilginin bir yanında özne (sübje), diğer yanında nesne (obje) vardır. Özne, nesne dünyasındaki özleri bilebilir, ve bu özler özneye önceden verilmiştir. Bilgiye ulaşmak için duyuların sağladığı verilerden vazgeçip, bilinci ve özü incelemek gerekir. Husserl, felsefenin bütün bilimlerin özlerini ortaya koyan bilimler bilimi işlevini de üstlenmesini ister.

© Doğru Bilginin Olanaksızlığı : İnsanın açık, kesin ve mutlak bilgiye ulaşamayacağını savunan felsefi sistemler, Sofizm, Septisizm (Kuşkuculuk) ve Akademi kuşkuculuğu akımlarıyla karşımıza çıkar.

§ Sofizm : Sofist felsefe İ.Ö. 5. yüzyılda, doğa filozoflarına tepki olarak doğar. Sofistlere göre duyu verileri insanlara göre değiştiğinden kesin bilgilere ulaşmak olanaksızdır. Bu yüzden bilgi görelidir (relatiftir).

Protagoras’a göre insan her şeyin ölçüsüdür.

Gorgias ise “Hiçbir şey yoktur. Olsa bile bilinemez. Bilinse bile başkasına aktarılamaz.” diyerek doğru bilginin olanaksızlığını dile getirmiştir.

§ Septisizm (Kuşkuculuk, Şüphecilik) : Kuşkucu Pyrhon (Piron), verilen her yargının çelişiği için de güçlü nedenler olduğunu söyleyerek, hiçbir konuda kesin yargıya varılamayacağını ileri sürer. Duyumcu (Sensüalist) kuşkuculardan Sextus Empricus’a göre doğru bilgi olanaksızdır. Çünkü;

> Aynı şeyler farklı insanlarda farklı etkiler yapar.

> Her insan duyu bakımından farklı yaratılmıştır.

> Algılar, içinde bulunduğumuz duruma göre değişir.

Septisizmin Eleştirisi : Septisizm hiçbir konuda yargıya varmadan her konuda şüphe ederek yaşamayı savunan uç bir görüştür. Ancak septisizm, dogmatizmin “mutlak doğrucu” anlayışına karşı insan zihnini uyarmış böylece bilimsel şüphenin doğuşunun ortamını hazırlamıştır. Bilimde şüphe araç, septisizmde şüphe amaçtır. Bilim, doğru bilgiye ulaşana dek her şeyden şüphe eder. Oysa septikler yaşam boyu her şeyden şüphe etmeyi savunmuşlardır.



Bilim Felsefesi

Bilim Felsefesine Giriş :
© Bilim Felsefesinin Konusu : Bilim felsefesi, bilimlerin ortaya koyduğu kavram, kuram (teori) ve yasalarla bunların ait olduğu olayları inceler. Felsefe, bilim felsefesi aracılığı ile bilim üzerinde düşünme, bilimin mantığını oluşturma gereğini duymuştur.

Bilim felsefesinin yanıt aradığı başlıca sorular şunlardır :

§ Bilimsel bilgi birikerek ilerleyen bilgi midir?

§ Bilimsel yasalar kesin midir?

§ Bilimsel önermeler doğrulanarak mı, yoksa yanlışlanarak mı kabul edilmelidir?

§ Bilimler hangi yöntemleri izlemelidir?

© Bilimin Tarihsel Gelişimi : Zamanla konularını ve yöntemlerini belirleyen alanlar felsefeden ayrılıp bağımsız bilimler haline geldiler. İlk olarak Euclides (Öklid), geometriyi felsefeden ayırarak bağımsız bir bilim haline dönüştürdü.

Rönesansla birlikte Kopernik, Kepler, Galilei gibi düşünürler ve Newton’un çalışmaları fizik biliminin kurulmasını sağladı.

Rönesansla tümevarım yönteminin yaygınlaşması doğa bilimlerinin gelişmesinin önünü açan temel etkenlerden biridir.

19. yüzyılda Labochevsky, Bolyai ve Rieman, Euclides dışı geometri anlayışının temellerini attılar. Euclides dışı geometrilerin yarattığı yeni fizik anlayışı bilimin kendi içindeki alternatiflerini çoğalttı.

De Morgan, Boole, Frege, Peano’nun çalışmalarıyla, önermeleri ve çıkarımları matematiksel dille ifade eden modern (sembolik) mantık doğdu.

Doğa bilimlerinde ve geometride doğan alternatif anlayışlar, felsefedeki yaygın nedensellik açıklamalarına karşı olasılığa dayalı nedensellik anlayışlarını doğurdu.

Bilime Farklı Yaklaşımlar : Düşünce tarihi sürecinde bilime farklı bakış açıları hep görülmüştür. Bu farklı bakış açılarının ikisi bilimi ürün olarak ve etkinlik olarak gören görüşlerdir.
© Ürün Olarak Bilim : Yeni pozitivizmde (Mantıkçı Empirizm) ifadesini bulan bu görüşe göre, bilimsel sonuçlar birer orandır ve felsefe bu ürünleri tarihsel gelişim sürecinde anlamaya çalışır. Bilimsel ürünler önermelerle ifade edilir. Felsefe, bu önermelerin doğrulamasını mantıksal analizlerle yapar.

Pozitivizmin başlıca sayıtlıları (ön kabul) şunlardır :

§ Bilim olgular hakkında araştırma yapma tekniğidir.

§ Gerçek tektir; bilimlerin yöntemi de tektir.

§ Bilim, birikerek ilerler.

§ Bilim olguların bir arada görülme sıklığını araştırmalıdır.

Yeni pozitivizme göre felsefenin görevi bilimin içine karışan ****fizik unsurları mantık aracılığıyla ayıklamaktır. Yeni pozitivizmin temsilcilerinden Carnap’a göre, bilimsel önermeler duyu verileri ve gözlemlerle pekiştiriliyorsa, ondan çıkan önermeler de pekiştirilmiş olur. Duyu verilerine ve gözlemlere dayanmayan önermeler, ****fizik önermelerdir ve bunların bilimde yeri olmamalıdır.

Reichenbach’a göre olgusal dünya ile örtüşmeyen önermeler ****fizik önermelerdir ve bilgi değildir. Olasılığın yüksek derecede belirlenmesi bilgiyi geçerli kılar. Hempel ise, ****fizik ve mantığın fiziksel dünyanın özünü ortaya koyamayacağını savunur. Wittgenstein’a göre, her cümleye karşılık bir olgu vardır ve böylece dilin yapısına bakarak evrenin yapısını ortaya koyabiliriz.

© Etkinlik Olarak Bilim (Yaygın Bilim Anlayışına Getirilen Eleştiriler) : Bilime ürün olarak bakan pozitivizme karşı bilime etkinlik olarak bakanlar şu eleştirilerden yola çıkarlar :

§ Bilim adamları, bilime objektif bakamazlar.

§ Farklı bilimleri, matematiksel fiziğin yöntemine bağlamak dünyayı anlamakta yetersiz kalır.

§ Bilimler birikerek ilerleyen bir süreçte değil, her çağın değerler sisteminden (paradigmalarından) kopuşlarla, yani sıçramalı devrimlerle gelişir.

Thomas Kuhn, bilimin birikerek ilerleyen bir süreçte geliştiğini reddeder. Bunu da paradigma kavramı ile açıklar. Bilim adamları, kendilerinden önceki dönemlerin bilim yapma anlayışını (paradigmasını) reddederek yeni paradigmalar ortaya koyarlar. Bu da sıçramalı bir devrimle yeni bir bilim anlayışına geçiştir. Her çağın kendi paradigmalarına göre doğrular vardır. İlkçağın paradigmalarına göre Aristoteles fiziği Newton fiziği, günümüz paradigmalarına göre de kuantum fiziği doğrudur.

Toulmin, Darwin’in evrim teorisinden esinlenerek bilim anlayışının da evrimleştiğini söyler. Darwin’e göre nasıl ki çevreye uyum sağlayamayan canlılar yok oluyorsa bilimde de gereksinimleri karşılamayan anlayışlar yok olur. Yeni gereksinimler yeni bilim teorileri oluşturur.

Bilimin Değeri : Bilim insanların doğayı ve toplumu daha iyi tanıyarak doğayı denetlemesini ve toplumsal yaşamı düzenlemesini sağlar. 19. yüzyılda bilimsel gelişmelerden etkilenen felsefe, bilimleri dünyadaki her türlü sorunu çözebilecek bir araç olarak görmüştür. Bilimlerin amacı insanı, toplumu ve evreni tanımak, gerçeği aramaktır. Teknoloji insan yaşamını kolaylaştıran bir işleve sahip olabileceği gibi toplumlara zarar veren bir işleve de sahip olabilmektedir.
Bilimsel çalışmaların sonuçlarının kullanımı sorunlu olabilmektedir. İnsanlar, bu sonuçların olumlu kullanılmasının yollarını araştırmak zorundadırlar. Bilimi tümüyle reddetmek de, insanın varoluşunu yok saymaktır.

Bilimin olumlu sonuçları, olumsuz sonuçlarından çok daha fazladır. Bilim, sayılamayacak kadar çok yararı ile insanların daha rahat yaşamasının ortamını hazırlamıştır.



Varlık Felsefesi (Ontoloji) :

Varlık Felsefesinin Konusu : Varlık felsefesi açısından var olanlar iki biçimde ele alınır.
Gerçekte var olan : Gerçekte var olan belirli bir zaman ve mekanda var olandır. Gerçekten var olanlar duyu organları ile kavranır.

Zihinde (ideal) var olan : İdeal var olan ise, insanların zihinlerinde oluşturdukları kavramlardır ve duyu organları ile kavranamazlar.

© Bilim ve Felsefe Açısından Varlık : Bilim ve felsefenin varlığa bakış açıları şu noktalarda farklılaşır:

§ Bilime göre varlık tartışmasız vardır. Bilim, varlığın var olduğunu ön kabul olarak benimser ve var kabul ettiği varlıkla ilgili neden-sonuç ilişkileri kurar. Felsefe varlığın varolup olmadığını da tartışır. Olaylar arasında neden-sonuç ilişkileri kurmak yerine nedenlerin nedenlerini de araştırır.

§ Bilimler konularına göre varlığı parçalayarak ve kedilerine özgü yöntemlerle inceler.

Felsefe, varlığı bütün halinde görür ve bütün halinde açıklamaya çalışır.

© ****fizik ve Ontoloji : Varlıkla ilgili sorunların tartışıldığı ****fizik alanı ontolojidir. Ontoloji ****fiziğin varlıkla ilgili alanı olarak şu sorulara yanıt arar:

§ Varlık var mıdır?

§ Varlığın ana maddesi nedir?

§ Evren nasıl oluşmuştur?

§ Evrenin bir amacı var mıdır?

§ Varlıkta özgürlük var mıdır?

§ Ruh nedir?

§ Ruh ölümsüz müdür?

§ Ölüm nedir?

Doğa filozofları Varlığın ana maddesi (arkhe) nedir? Sorusuyla ilgilenmişlerdir. Aristoteles varlığın ilk nedenlerini araştırarak ****fiziğin ilkelerini belirlemiştir. Wolf ontolojiyi, Tanrı’nın ruhun ve dünyanın varlığını kanıtlamak isteyen bir alan olarak belirledi. Kant’a göre ****fizik bilginin temellerini araştırmalı ve bilginin deneyden gelmeyen öğelerini saptamalıydı. Ancak, Fichte, Schelling, Hegel gibi düşünürler Kant’ın gözden düşürdüğü ****fiziği tinsel (ruhsal) varlık anlayışı ile yeniden güncelleştirdiler.

Günümüzde ****fizik, fenomenoloji, yeni ontoloji ve varoluşçuluk (existansiyalizm) felsefeleri ile varlığını sürdürmektedir.

Fenomenoloji, Edmund Husserl ile varlıkların arka planlarında bulunan ve kendi kendilerine var olan özleri dile getirir.

Yeni ontoloji, Nicolai Hartman ile varlık kategorileri oluşturup ontolojiyi deneysel temellerle, bilimsel sonuçlarla bağdaştırmaya çalışır.

Egzistansiyalizm, Heidegger ve Sartre ile varlığın temeline doğa bilimlerini koyanlara karşı çıkarak varlığı benin yaptığını söyler.

Varlıkbilimsel (Ontolojik) Problemler :
© Varlığın Var Olup Olmadığı Problemi : Varlığın var olup olmadığı ilk Çağlardan bu güne ontolojinin tartıştığı temel problemdir. Bu probleme genelde iki bakış açısıyla yaklaşılmıştır :

§ Nihilizm (Hiççilik) : Nihilizme göre hiçbir varlık gerçekten var değildir ve varlığı var olan olarak kabul eden görüşlere karşı çıkar. Ancak daha genel bakıldığında nihilizm hiçbir değer ve kural tanımayan bir görüştür ve toplumda düzeni sağlayan tüm otoriteleri reddeder. Nihilizm bu biçimiyle siyasal anlamda anarşizme temel oluşturur.

Nihilizmin Temsilcileri :

Gorgias : Ontoloji alanında nihilizmin, ilk temsilcisi ilk çağ sofist filozoflarından Gorgias’tır. Gorgias “varlık var mıdır?” sorusuna “yoktur” yanıtını verir. Gorgias’a göre; “Varlık yoktur, Olsa bile bilinemez. Bilinse bile başkasına aktarılamaz.”

W.F. Nietzsche : Nietzsche, toplumsal değer ve normları tümüyle inkar ederek nihilizmin 19. yüzyıldaki önemli temsilcisidir.

Taoizm : Nihilizmin bir başka biçimi de İlk Çağda Çin’de görülen taoizm’dir. Lao-Tse’nin kurduğu taoculuk, gerçeğin tüm çeşitliliğine karşın “bir” (Tao) olduğunu ve bunun adının, biçiminin, maddesinin, görüntüsünün olmadığını savunur. Aldatıcı olan dünya varlıktan yoksundur.

§ Realizm (Gerçekçilik) : Varlık vardır anlayışı realizmdir. Realizm varlığın insan bilincinin dışında, insan bilincinden bağımsız olarak var olduğunu savunur. Realizmle ilgili bir başka tartışma konusu da varlığın ne olduğu problemidir.

© Varlığın Ne Olduğu Problemi : Varlığı var olarak kabul eden realizmin temsilcileri varlığın ne olduğu konusunda farklı düşünceleri paylaşırlar. Bu farklı düşünceler başlıca beş başlık altında toplanabilir.

§ Varlık Oluştur : Bu görüşün ilk temsilcisi, İlk Çağ doğa filozoflarından Herakletios’tur. Herakleitos’a göre evrenin ana maddesi (arkhe) ateştir ve her şey ateşe dönüşecektir. Bu süreçte evrende her şey değişir. Değişimin temeli karşıtların çatışmasından doğan uzlaşma oluştur. “Değişmeyen tek şey varsa o da değişmenin kendisidir.” Herakletios, değişmenin düzenine logos (akıl) adını verir. Bu görüş çağımızda E. Mach, H. Bergson ve N. Whitehead tarafından temsil edilir.

E. Mach nesnenin ve “ben” in sürekli bir oluş sürecinde değiştiğini savunur. H. Bergson ise, evrendeki oluş ve değişmenin mekanik bir süreçte değil, yaratıcı bir süreçte “yaşam atılımı” ile gerçekleştiğini söyler. Whitehead’e göre evren, her şeyin birbirine bağlı olduğu sürekli bir oluş içindedir. Bu oluş, evrendeki birbirine karşıt iki gücün oluşturduğu yaratıcılığın ve sürekliliğin etkinlikleri ile gerçekleşir. Dinamik bir süreçte gerçekleşen oluş, Tanrı’nın yaratma ile sağladığı olanaklar içinde gerçekleşir.

§ Varlık İdeadır (İdealizm) : Varlığın idea (düşünce) türünden olduğunu ve her türlü gerçekliğin düşünceden kaynaklandığını savunan görüş idealizmdir.

Platon : Platon, felsefe tarihinde idealizmin kurucusu olarak kabul edilir. Platon, bu dünyada yer alan ve maddi olan her şeyin gerçekliğini reddeder, asıl gerçeğin düşüncede kavranan idealar dünyası olduğunu ileri sürer.

Aristoteles’e göre de varlığın asıl unsuru “idea” dır. Ancak idealar varlıkların “öz” ünde (formunda) bulunur. “İdea” ve “madde” iç içedir. Nesneler dünyası, idea ile form kazanmış varlık dünyasıdır. Hegel’e göre varlıktan önce idea vardı. İdeanın kendini dışa vurması sonucu doğa oluştu. Böylece idea, gerçeklik kazandı, ancak özgürlüğünü kaybetti. Özgürlüğüne yeniden kavuşmak için, idea yeniden ruhsal dünyaya döndü.

§ Varlık Maddedir (Materyalizm) : Materyalizm, idealizmin tam tersine düşünceyi (ideayı) maddenin bir sonucu olarak görür. Madde düşünceden bağımsız olarak vardır ve bütün varlıklar maddeden türemiştir. İlk Çağ doğa filozoflarından Demokritos’a göre, evrenin ana maddesi maddi nitelikteki küçük atomlardır. Düşünce ve ruhsal olaylar atomların boş mekandaki hareketlerinin sonucudur. Epikuros da Demokritos gibi “atom” u evrenin ana maddesi kabul eder.

Yeni Çağ materyalizminin öncülüğünü Thomas Hobbes yapar. Hobbes, dünyadaki tüm olayları mekanik hareketler çerçevesinde maddi hareketler olarak görür. La Mettrie’ye göre ruhsal faaliyetlerin kaynağı maddi bedendir. İnsan ve hayvan arasında mekanik faaliyetler açısından özde bir fark yoktur. İnsan da hayvan da birer makinedir. İnsan, doğa üstü bir varlık tarafından yaratılmamıştır.

19. yüzyılda, Yeni Çağla başlayan mekanist materyalist felsefe Karl Marx’la yeni bir boyut kazanır ve diyalektik materyalizme dönüşür. K. Marx’ın geliştirdiği diyalektik materyalizme göre düşüncelerin ve fikirlerin kaynağı maddedir. Doğa düşünceden önce vardır ve var olmak için düşünceye gereksinimi yoktur. Marx, bu değişmenin insanlar için de geçerli olduğunu söyler. Değişmenin temelinde ise çelişmeler vardır.

UYARI : Yüzyıllardır çatışan iki felsefi akım olan idealizm ve materyalizmin çatışması genelde uç örnekler dışında maddenin ve ideanın tümüyle reddi biçiminde yaşanmamıştır. Bu çatışma öncelikler ve kaynak sorunu çerçevesinde yaşanmıştır. İdealizm ideayı (düşünceyi) önce var sayar ve maddeyi onun bir ürünü olarak görür. Materyalizm ise önce maddeyi var sayar düşünceyi maddenin ürünü olarak görür.

§ Varlık Hem İdeadır Hem de Maddedir (Düalizm) : Düalizm (ikicilik) materyalizmle idealizm arasında bir uzlaşma çabasıdır. Descartes’a göre varlık madde ve ruh olmak üzere iki cevherden oluşur. Ruhun işlevi düşünmek, maddenin işlevi uzayda yer kaplamaktır. Evrendeki nesne dünyasındaki varlıklar salt madde, Tanrı ise salt ruhtur. İnsanda madde ve ruh bir aradadır.

§ Varlık Fenomendir (Fenomenoloji) : Varlığı görüngü (fenomen) olarak kabul eden görüş görüngübilim (fenomenoloji) dir. Fenomenolojinin kurucusu Edmund Husserl, fenomenlerin duyu verileri ile bilinemeyeceğini fenomenlerin özünün öznede kavranabileceğini savunarak idealizme yakınlaşan bir ****fizik geliştirir.



Ahlak Felsefesi (Etik) :



Ahlak Felsefesinin Konusu :
© Felsefe Açısından Ahlak : İnsan davranışlarını iyi ya da kötü olarak nitelendiren yaptırım gücünü ağırlıklı olarak bireyin vicdanından alan kurallara ahlak denir. Ahlak felsefesi (etik) ise ahlak alanını yöneten değerlerin neler olduğunu, özünü ve temellerini araştıran ahlaki eylemlerin ölçütlerini koyan özel bir felsefe alanıdır.

© Ahlak Felsefesinin Temel Kavramları :

§ İyi – Kötü : İyi-kötü ahlak felsefesinin en temel iki kavramıdır. Ahlakça değerli sayılan, ahlaki olarak yapılması gereken “iyi”, ahlakça değerli sayılmayan ve ahlaki olarak yapılmaması gereken “kötü” dür. Toplumun yalan söylememeyi değerli sayması “iyi”, değerli saymayarak yapılmaması gereken bir davranış olarak görmesi “kötü” dür.

§ Özgürlük : Bireyin kendini iradesi ile iyi ve kötüden birini seçmesidir. Bireyin kendi iradesi ile yalan söylememek ya da söylemekten birini seçmesi “özgürlük” tür.

§ Erdem : Bireyin iradesi ile ahlaki iyiye yönelmesidir. Bireyin kendi iradesi ile “iyi” olan yalan söylememeye yönelmesi “erdem” dir.

§ Sorumluluk : Bireyin kendi iradesi ile yaptığı eylemlerin sonuçlarını üstlenmesidir. Bireyin yalan söylememesi sonucu doğacak durumların sonuçlarını üstlenmesi “sorumluluk” tur.

§ Vicdan : Bireydeki, ahlaki iyi ile kötüyü birbirinden ayıran ve iyiye yönelmesini sağlayan duygudur. Bireyin yalan söylemekle söylememek arasında ayırım yapma yetisi “vicdan” dır.

§ Ahlak Yasası : Ahlak açısından genel geçer sayılan ve uyulması gerekli görülen kurallardır. Bireye, “yalan söylememelisin” diyen kurallar “ahlak yasaları” dır.

§ Ahlaki Karar : Ahlak açısından “iyi” sayılan ve ahlak yasalarına uygun olan kararlardır. Bireyin, “yalan söylememeliyim” diyerek ahlak yasalarına uygun karar alması “ahlaki karar” dır.

§ Ahlaki Eylem : Ahlak yasalarına uygun hareket etmektir. Bireyin, yalan söylememeyi yaşamında uygulaması “ahlaki eylem” dir.

§ Mutluluk : Ahlaki eylemlerin insana verdiği iç huzurdur. Bireyin, yalan söylememesi sonucu duyduğu iç huzur ise “mutluluk” tur.

Ahlak Felsefesinin (Etik) Temel Sorunları ve Yaklaşımlar:
© Ahlaki Eylemlerin Amacı Var mıdır? Varsa Bu Amaçlar Nelerdir?

Felsefe tarihinde pek çok filozof ahlaki eylemlerin bir amacının olduğunu kabul eder. Bu aynı zamanda mutluluk sorununun da temelidir. İnsan eylemlerinin amacı mutluluktur.

Sokrates : Mutlu olmak, bilgiye ulaşmaktır. İnsan mutluluğa bilgi ile ulaşır.

Aristoteles ve Platon : Mutlu olmak, ölçülü davranmak ve ahlaka uygun yaşamaktır.

Aristippos ve Epiküros (hedonizm) : Mutlu olmak haz duyarak yaşamaktır.

Farabi : Mutlu olmak aklın yöneldiği bilgiye, Tanrı’ya yönelmektir.

Kant (ödev ahlakı) : Mutlu olmak, bütün insanlar için geçerli ahlak yasalarına uygun eylemlerde bulunmaktır.

© İnsan Ahlaki Eylemlerinde Özgür müdür?

§ İnsan Ahlaki Eylemlerinde Özgür Değildir (Determinizm) : İnsanın, “ahlaki eylemleri ile ilgili kararları, içten ve dıştan belirlenen koşulların etkisiyle oluşur” görüşüne dayanarak ahlaki eylemlerinde özgür olmadığını savunan filozoflar vardır. Bunlar ahlak felsefesi alanında deterministtir.

§ İnsan Ahlaki Eylemlerinde Özgürdür (İndeterminizm) : Bu görüşe göre, insan ahlaki eylemleri ile ilgili kararları özgürce belirler.

§ Ahlaki Eylemlerde Özgürlüğü Birey Belirler (Otodeterminizm) : Determinizm ve indeterminizm arasında uzlaşma sağlamaya çalışan görüştür. Kant’ta ifadesini bulan bu görüşe göre, insan kendi iradesi ile ahlak yasalarını özgürce belirler. Bu nedenle ahlak yasaları insanın dışında konulan ve uyulması istenen yasalar değildir. İnsan, kendi özgür iradesiyle belirlediği genel geçer ahlak yasalarına yine kendisi uyar.

© Kişi Vicdanı Karşısında Evrensel Bir Ahlak Yasası Var mıdır?

§ Evrensel Ahlak Yasası Yoktur : “Tüm insanlar, toplumlar ve zamanlar için geçerli ahlak yasaları yoktur; ahlak insanlara, toplumlara ve zamana göre değişir” görüşünü savunan düşünürler evrensel ahlak yasalarının varlığını reddederler.

- Haz Ahlakı (Hedonizm) : İnsanın haz duyduğu şeylerle mutlu olabileceğini savunur. Haz duyulan şeyler öznel olduğundan evrensel bir ahlak yasasından söz edilemez. Bu görüş, ilkçağ düşünürlerinden Aristippos’a göre, “iyi” nin ve “kötü” nün ölçütü hazdır. Haz veren şeyler “iyi” , acı veren şeyler ise “kötü” dür. Epiküros’a göre ise insan acıdan kaçarak ve hazza yönelerek mutlu olur.

- Fayda ahlakı :”İyi” nin ve “kötü” nün ölçütü insana sağladığı faydadır. Ahlakın bireye sağladığı fayda zamanla değişeceğinden evrensel ahlak yasası olamaz.

- Bencillik (Egoizm) : İnsan eylemlerinin kökeninde “ben sevgisi” vardır. Ahlak ise insanın kendini koruma güdüsünün dışa vurulmasından başka bir şey değildir. Bu görüşü savunan Thomas Hobbes’a göre, insanda, hayvanlarda olduğu gibi “kendini sevme” ve ”kendini koruma” içgüdüleri vardır. Dolayısı ile insan doğası gereği “bencil” dir. Bencil olan insan her şeyden önce kendi “çıkar” ını düşüneceğinden evrensel bir ahlak yasası yoktur.

- Anarşizm : Toplumsal yaşamı düzenleyen tüm kurum ve kuralları reddeden anarşizm, doğal olarak ahlak kurallarının egemenliğini de reddeder. Bireysel iradenin her şeyin üstünde olduğunu savunan anarşizmin kurucusu Proudhon ve diğer temsilcileri Bakunin, Kropotkin ve Stirner, ahlak yasalarının diğer yasalar gibi insanları kolay yönetmek için uydurulduğunu savunurlar.

- İmmoralizm : Ahlakın dışlandığı bu felsefi anlayışın en önemli temsilcisi Friedrich Nietzsche’dir. Nietzsche’ye göre iki tür ahlak anlayışı vardır. Her şeye boyun eğen, zamanının ahlak anlayışına körü körüne inanan “sürü insan” ın ahlakı “köle ahlakı” dır. “Güç iradesi” ni simgeleyen “üst insan”, “köle ahlakını” yıkıp yerine “efendi ahlakı” nı koymalıdır. “İyi” ve “kötü” ile uğraşmak yerine “güce” dayanan bir ahlak anlayışı oluşturulmalıdır.

Nietzsche kendi çağına kadarki ahlak anlayışlarını reddederken immoralisttir. Ancak “üst insanın” ahlakının egemen olması gerektiğini söylerken de moralisttir.

- Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm) : Varoluşçuluk, insanın yaşamını kendisinin kurması açısından özgür olduğunu savunur. Kierkegaard, Heiddegger, Jaspers ve Sartre’a göre, insan, kendi varoluşunu kendisi yaratır. Bir bıçak, önce zihinde tasarlanır, sonra yapılır. Bıçak için özgür seçim yoktur. Sadece insan, değerlerini kendisi yaratır ve özgür iradesi ile yolunu seçer. O halde, insanın “varlık” ı, “öz” ünden önce gelir. İnsan ahlaki olarak “varlık” ı, “öz” ünden önce gelir. İnsan ahlaki olarak “iyi” ve “kötü” nün ölçütünü topluma göre değil kendi öz iradesi ile belirlemelidir. Bu nedenle evrensel bir ahlak yasasından söz edilemez.

§ Evrensel Ahlak Yasası Vardır : Tüm insanlar, toplumlar ve zamanlar için geçerli ahlak yasalarının olduğunu kabul eden görüştür. Ancak, evrensel ahlak yasalarının bireysel, öznel (subjektif) kaynaklı olduğunu iddia edenlerin yanı sıra, bireyin dışından kaynaklanan, nesnel (objektif) olduğunu iddia eden ikinci bir grup da vardır :

Evrensel Ahlak Yasasını Öznel Temelde Kabul Edenler : Evrensel ahlak yasasının insandan, insanın öznel yaşamından ve yapıp, ettiklerinden kaynaklandığını savunanlar, insandaki farklı özellikleri temel almaları açısından birbirlerinden ayrılırlar. Bentham’a ve J.S. Mill’e göre, insanlar doğaları gereği acıdan kaçınarak, hazza yönelerek mutluluğa ulaşır. Henri Bergson’a göre ise evrensel ahlak yasasının kaynağı insanın bir özelliği olan “sezgi” dir.

Evrensel Ahlak Yasasını Nesnel Temelde Kabul Edenler : Bu görüş, evrensel ahlak yasasının kaynağının insanın dışında bir güç olduğu görüşünden hareket eder. Bu güç çoğu filozofta Tanrı’dır ve Tanrı’nın koyduğu ahlak yasaları evrenseldir. Platon’a göre “iyi” ve “kötü” eylemlerin ölçüt “iyi ideası” na uygun olup olmamaktır. Farabi’ye göre, insanın amacı “hayır” a (iyiye) ulaşmaktır. Spinoza’ya göre ahlakın görevi, insanın tutkularının yönlenmesini sağlayarak Tanrı’nın yasasına yani iyiliğe ulaşmasını sağlamaktır. Kant, ahlaki eylemleri ödev ahlakı ve çıkar ahlakı olarak ikiye ayırır. Toplumun isteğine uyarak yaptığı ahlaka uygun eylemlere çıkar ahlakı denir. Ödev ahlakı ile eylemlerde bulunmak gerçek anlamda ahlaklı olmaktır. Çünkü toplum tinsel-ahlaki bir varlıktır. O halde ödev ahlakı kesin uyulması gereken bir buyruktur ve bu buyruğa uymak insanlar için yükümlülüktür.

Evrensel Dinler : Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi tek tanrılı evrensel dinler evreni ve insanı yaratan Tanrı’yı kabul ederler. Bu dinlere göre Tanrı, mükemmel ve en yüksek “iyi” dir. Tanrı’ya yaklaşmanın yolu da “iyi” eylemlerle mümkündür. Kutsal kitaplar, insanın dışından Tanrı’nın buyruklarını içerir. İnsan bu buyruklara uygun davrandığı sürece “iyi” yi yapar ve mutlu olur. Tanrı’nın buyruklarına uyanlar için ödül (cennet), uymayanlar için ceza (cehennem) vardır. Görüldüğü gibi evrensel dinler evrensel ahlak yasasını objektif temelde kabul ederler.

Tasavvuf : Tasavvuf, insanın sezgi yoluyla, ibadet yoluyla kendinden geçerek Tanrı’ya erişmesinin ve onla bütünleşmesinin yollarını gösteren bir öğretidir. Tasavvufa göre insan Tanrı’ya akıl yoluyla değil, gönül yoluyla ulaşır. Bu yüzden tasavvuf insanın dinsel anlamda nasıl yaşamasını işaret eden bir yaşam felsefesidir.

Başlıca Tasavvufçular :

Mevlana : Mevlana’ya göre öncesiz, sonrasız mutluluk, güzel iyi ve mutlak doğru olan Tanrı gücünü ve yüceliğini göstermek için bu evreni yaratmıştır. O halde evren Tanrı’nın kendini gösterdiği görüntüler alanıdır. Vahdet-i Vücud (varlığın birliği) adı verilen bu anlayışa göre tanrı evrenin özü, diğer varlıklar ise belirtileridir. Yani evren Tanrı’nın güzelliğinin bir görüntüsüdür. İnsan ise eşref-i mahluktur (varlıkların en şereflisi). Tanrı, insanı diğer yarattıklarından ayrı tutarak ona Tanrı’nın bilgisine ulaşma şerefi vermiştir. Varlıklar içinde bir tek insan, Tanrı’nın verdiği ilahi ruh ile Tanrı’nın özünü ve güzelliğini sezebilir. Ancak bedensel ve toplumsal zevkler Tanrı’ya ulaşmayı engeller. Bunun için insan bu zevklerden uzaklaşıp aşk yolu ile Tanrı’ya ulaşmalıdır. Aşk sayesinde insan, Tanrı’nın yarattığı her şeyi Tanrı adına sever. Mevlana’nın felsefesi, aşk temelinde evrensel bir ahlak yasasının varlığını kabul eder.

Yunus Emre : Mevlana gibi Yunus Emre’ye göre de gerçek varlık Tanrı, doğru bilgi ise Tanrı’yı tanımaktır. Tanrı’ya ulaşmanın yolu ise hiçbir çıkar beklemeden sevmektir. Varlık, Tanrı’nın bir yansımasıdır. O halde evrendeki her şey Tanrısaldır ve her şeyi sevmek gerekir. Sevgi, insanı Tanrısal öze götürür. Yunus Emre de evrensel ahlak yasasının varlığını kabul eder.

Hacı Bektaş Veli : Hacı Bektaş Veli de “vahdet-i vücud” anlayışını kabul ederek evrenin Tanrı’nın güzelliğinin bir yansıması olduğunu kabul eder ve Tanrı’ya ulaşmanın yolunu üç aşamada gösterir.

- Vahdet-i Şuhud aşamasında insan çevresinde gördüğü her şeyi Tanrı ile açıklar.

- Vahdet-i Kusud aşamasında, insan çevresinde gördüğü değişik şeylerin aynı “öz” den geldiğini anlar.

- Vahdet-vücud aşamasında ise her şeyin tek bir varlığın insan biçimdeki belirtisi olduğunun bilincine varır.

Vahdet- vücud aşamasında insan “kamil kişi” (olgunlaşmış insan) olur ve yaratanla yaratılanı bir görür.

Hacı Bektaş Veli de evrensel ahlak yasasının varlığını kabul eder.



Siyaset Felsefesi

• Siyaset Felsefesinin Temel Kavramları :

Hukuk : Toplumda kişiler arasındaki ve kişilerle devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen yazılı kurallar sistemidir.

Yasa : Bireylerin toplum içindeki eylem ve davranışlarını düzenleyen yazılı hukuk kurallarıdır.

Bürokrasi : Yasaların uygulamalarını üstlenen memurların idari işleyişidir.

Sivil Toplum : Devlet otoritesi ve kurumları dışında kendi hak ve özgürlüklerini savunabilen örgütlenmelerdir.

• Siyaset Felsefesinin Temel Soruları :

· İktidar kaynağını nerden alır? Devleti oluşturan öğeler, ülke, halk, iktidar ve egemenliktir. İktidar, halk ve ülke üzerinde siyasi gücü kullanma yetkisini elinde bulunduran güçtür. Ancak, iktidarın kaynağında farklı otoriteler bulunabilir .

Teokratik otorite : Devleti yönetenler yönetme gücünü tanrıdan, dinden ve kutsal kitaptan alırlar. Daha çok krallıklarda görülür, kral tanrı adına toplumu yönetir.

Karizmatik otorite : İktidar gücünün kaynağı liderin özellik ve eylemleridir.

Demokratik otorite : Yönetenler gücünü halktan alır ve halk adına toplumu yönetir. Demokratik yönetimlerde otoritenin kaynağı hukuktur. Yönetenler yasalara uygun olarak yönetmek durumundadır.

· Meşrutiyetin ölçütü nedir? Devlette meşrutiyetin ölçütü yasalardır. Yönetenlerin meşru olması yasalara göre iktidara gelip yasalara göre iktidardan düşmesidir.

· Egemenlik hakkını kimler kullanır? Totaliter yönetimler de egemenlik hakkını lider kullanırken, demokratik yönetimlerde halk kullanır.

· Bürokrasiden vazgeçilebilir mi? Devleti yönetenler değişebilir. Ancak, devletin işlerini yürütmekle yükümlü olan bürokrasi devlet için vazgeçilmez bir unsurdur.

· Sivil toplumun işlevi nedir? Devlet kurumlarının dışında, özgür vatandaşların, kendi haklarını korumak ve yönetenleri denetlemek işlevini yerine getiren sivil toplum örgütlenmeleri özellikle demokratik toplumların vazgeçilmez unsurlarıdır.

· Siyaset Felsefesinin Ana Sorunları :

© Devlet ve Düzen : Siyaset felsefesinin ana sorunlarından biri toplumda düzenin gerekli olup olmadığı, özellikle de bir devlet düzenine ihtiyaç duyulup duyulmadığıdır.

§ Devlet düzeni gereklidir : Bu görüşe göre, insan yalnızca iyiliğe yönelen bir varlık değildir. İnsan kötüye de yönelebilir. Toplumsal değer ve normlar olmadığında kötülük eğilimleri engellenemez. Toplumsal değerlere yaptırım gücü kazandıracak bir otoriteye gereksinim vardır. O otorite devlettir. Devlet düzeninin gerekli olduğunu savunanlar da kendi aralarında ayrılırlar.

- Devlet Doğa Düzenidir : Bu görüş, düzen ve devletin toplumların doğasında var olduğunu savunur. Platon’a göre insan tek başına kendine yetemez. Devlet mutlaka olmalıdır ve insanların yaşamını düzenlemelidir. Aristoteles’e göre devletin temelinde politik bir hayvan olan insan vardır.

- Devlet Yapay Bir Varlıktır : Bu görüşe göre devlet ve düzen insanın doğasında yoktur. Devlet, insanlar arasında bir uzlaşmanın sağlanması amacıyla oluşmuştur. Thomas Hobbes’a göre doğası gereği insan, insanın kurdudur. Öte yandan insan kendini koruma altına da almak ister. Bu nedenle başka insanlarla uzlaşmaya gider. Jean Jacques Rousseau’ya göre, insanlar doğa durumundan sonra tarımın başlamasıyla, mülkiyeti ve eşitsizliği güvence altına almak üzere aralarında toplumsal sözleşme olarak devleti kurarlar.

§ Devlet düzeni gerekli değildir : Hiçbir otoriteyi kabul etmeyen anarşizm ve nihilizm, bir otorite olarak devleti de reddeder. Marksizm ise devleti egemen sınıfların diğer sınıflar üzerinde kurdukları bir baskı aracı olarak görür ve toplumsal eşitliğe dayalı bir toplum düzeninde (sosyalizm) devletin yavaş yavaş ortadan kalkacağını iddia eder.

§ İdeal düzen : Toplumda insanları mutlu edebilecek ideal bir düzenin olup olmadığını da siyaset felsefesinin tartıştığı bir başka görüştür. Bu tartışma çerçevesinde ideal düzenin olamayacağını savunan ve ideal düzenin olabileceğini savunan iki ana görüş ortaya çıkar :

- İdeal Düzen Yoktur : Sofistler, bilginin göreli (relativ) olduğunu söylerken, düzen anlayışının da insanlara göre değiştiğini ileri sürerler. Protagoras’ın deyişi ile “İnsan her şeyin ölçüsüdür.” O halde her insan “kendine yararlı” olanı aramalıdır. Bu anlamda ideal bir devlet düzeni tasarlanamaz. Nihilistler (Hiççilik) siyasi alanda hiçbir otoriteye boyun eğmemek görüşünden hareketle ideal düzenin olabileceğini reddederler.

- İdeal Düzen Vardır : Toplumda yaşayan tüm insanları mutlu edebilecek ideal bir düzenin varlığını kabul edenler, ideal düzenin hangi temelde oluşabileceği sorusunda ayrışırlar.

Özgürlüğü Temel Alan Yaklaşımlar : Kapitalist ekonomi sisteminin ürünü olarak doğan özgürlükçü ekonomide (liberalizm), siyasette ve tüm düşünce alanlarında insanların kendilerini özgürce ifade ettikleri bir düzeni ideal düzen olarak kabul eder. Bu anlayışın temsilcileri A. Smith ve J.S. Mill’dir.

Eşitliği Temel Alan Yaklaşımlar : Bu görüş liberalizme tepki olarak doğar ve ideal bir düzende toplumsal sınıflar arasında eşitliğin bulunması gerektiğini savunur. Eşitlikçi görüş, iş ve üretim araçlarının kamulaştırılması gerektiğini söyleyerek ideal düzen olarak sosyalizmi gösterir. Temsilcileri St. Simon, Proudhon ve K. Marx’tır.

Adaleti Temel Alan Yaklaşımlar : Özgürlüğün ve eşitliğin güvencesi olarak hukuku gören anlayıştır. “İdeal bir düzen hukuk çerçevesinde adaletin sağlanması ile oluşur” anlayışını savunur. Adalet sayesinde kişi hak ve özgürlükleri güvence altına alınır, insan onuru korunur.

§ Ütopyalar : Hiçbir yerde var olmayan, ideal düzeni düşüncede tasarlayan devlet anlayışları ütopik devlet anlayışlarıdır. Ütopya devletler iki başlıkta incelenebilir :

İstenen Ütopyalar : Platon, Devlet adlı yapıtında devletin görevini tüm toplumun mutluluğunu sağlamak olarak tanımlar. Platon, ideal bir devletin iyi ideasını yansıtan bir ahlak devleti olduğunu söyler.

Farabi, Medinet’ül Fazıla(Erdemli Şehir) adlı yapıtında, iyilik, güzellik ve doğruluk gibi özelliklere sahip bir lider etrafında insanların toplandığı mutlu bir devlet (şehir) tasarlar.

Yeni Çağ’la birlikte ortaya çıkan ütopik sosyalistler birbiri peşi sıra ütopya devletler anlatan yapıtlar yazarlar.

Thomas More, Ütopya adlı yapıtında, özel mülkiyetin olmadığı, her şeyin ortak olduğu, paranın kullanılmadığı iyi eğitilmiş insanların yönettiği bir adada insanların mutlu bir biçimde yaşadıklarını anlatır.

Tommasso Campanella ise Güneş Ülkesi adlı yapıtında devletin, mülkiyetin, ailenin olmadığı bir toplum tanımlar.

Francis Bacon Nova Atlantis (Yeni Atlantis) adlı yapıtında bir adada, halkının yüksek bilgi ve kültüre sahip olduğu bir devleti anlatır.

Korku Ütopyaları : 20. yüzyılda teknolojinin yaşadığı hızlı gelişmenin olumsuz etkilemesine dayanan ve geleceğe yönelik karamsar beklentilerin ağırlık kazandığı korku ütopyalarıyla karşılaşıyoruz.

Aldous Huxley, “Yeni Dünya” adlı yapıtında teknolojinin çok ilerlemesi sonucu insanların korkutucu bir düzen yaşayacaklarını anlatır. İnsanlar mutsuzdur, yaşamın anlamsızlığını görüp kurtuluşu intiharda bulmaktadır.

George Orwell ise “1984” adlı yapıtında, 1984 yılında dünyaya zorbalığın egemen olacağını, toplumları zalim diktatörlerin yöneteceğini yazar.

© Birey ve Devlet : Sanayi devrimi ile başlayan uluslaşma süreci ve onun uzantısı olarak doğan ulus devlet anlayışına kadar dünyada yaygın devlet anlayışı emreden devlet ve itaat eden halk anlayışına dayalıdır.

Ancak sanayi devrimi ile birlikte bu eski devlet anlayışı tartışılmaya başlanmış, özellikle bireyi, bireyin hak ve özgürlüklerini temel alan hukuk devleti anlayışı yerleşmeye başlamıştır.

Hukuk devleti adı verilen yeni devlet anlayışında itaat eden yurttaş yerine hak ve özgürlüklerini kullanan yurttaş anlayışı egemen olmuştur.

Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig adlı yapıtında, akıl, adalet ve doğruluk ilkelerine göre yapılan yasaların olması gerektiğini söyler.

Batı’da ise J.Locke birey-devlet ilişkisinin hukuksal bir temele dayanmasını savunur. Locke’ a göre devlet, bireylerin özgürlüklerini, yaşam ve mülkiyet haklarını korumakla yükümlü olmalıdır.

Charles De Montesquieu ise Kanunların Ruhu adlı yapıtında birey-devlet ilişkilerinde yasalara, insan hak ve özgürlüklerine saygıyı devletin temel ilkesi saymıştır.

Günümüz düşünürlerinden K.Popper da Açık Toplum ve Düşmanları adlı yapıtında bireysel hak ve özgürlükleri temel alan devlet anlayışı ile totaliter devlet anlayışına karşı çıkmıştır.

Sanat Felsefesi (Estetik)

Felsefe tarihinde estetikle yakından ilgilenen pek çok düşünür olmasına rağmen, estetiğin felsefi bir disiplin olmasını sağlayan 18. yüzyıl düşünürlerinden Baumgarten’dir. Estetiğin ana konusu “güzel” ve “güzellik” tir. Ancak “güzellik” kavramının zorunlu olarak dayandığı yerlerden biri de “sanat” tır. Bu nedenle estetik, bir anlamda “sanat felsefesi” dir.

© Felsefe Açısından Sanat : Sanat felsefesi, sanatın, sanatsal yaratıcılığın ve beğenilerin özünü ve anlamını konu edinen felsefe dalıdır. Sanat felsefesinin tartıştığı konulardan biri sanatın amacı ve nasıl bir etkinlik olduğudur. Bu konuya, genelde üç türlü yaklaşım vardır :

§ Taklit olarak sanat : Sanatın doğayı taklit etmek olduğunu savunan bu anlayışa göre sanatçının görevi mükemmel doğayı sanat eserinde taklit ederek yansıtmaktır. Platon’a göre görünenler dünyası, idealar dünyasının bir yansıması, bir kopyasıdır. Sanatçı bu dünyadaki nesneleri kopya ederken aslında kopyanın kopyasını çıkarmaktadır.

§ Yaratma olarak sanat : Sanatı bir yaratma tekniği olarak algılayan anlayışa göre mükemmel olan doğa değil, yaratıcı insandır. Sanatçı, mükemmel olmayan doğayı kendi yaratma gücünü kullanarak yeniden yaratır. Benedetto Croce’ye göre, doğal güzel sanat için model olamaz, yalnızca sanatçı için ilham kaynağı olabilir. Bu nedenle, sanatın özgürlüğü sanatçının yaratıcılığından kaynaklanır.

§ Oyun olarak sanat : Oyun olarak sanat anlayışı, sanatı yaşamın sorun ve sıkıntılarından kurtulmak isteyen insanın kendini ifade ediş biçimi olarak görür. Schiller’e göre sanatla oyun arasında bir benzerlik vardır. Çünkü, her ikisinde de insan gerçeklikten uzaklaşır, gerçek dışı bir dünyaya yönelir.

© Estetiğin Temel Kavramları :

§ Güzellik Problemi : İnsanların gerek doğada gerekse sanat eseri karşısında yaşadıkları haz, “güzel” ve “güzellik” duygusuyla ifade bulur. O halde, güzel ve güzellik estetiğin dayandığı temel kavramdır.

Güzel nedir? Bu soru, yüzyıllar boyunca düşünürlerce ele alınmıştır. Platon’a göre güzel, bir ideadır. Doğada gördüğümüz her şey idealardan aldıkları pay oranında güzeldir. Platon’a göre güzelin ölçütü oran ve simetridir. Aristoteles için güzel, doğanın eksik kalan güzelliğinin yaratıcı güçle tamamlanmasıdır. Plotinos’a göre güzellik tanrısal aklın evrene yansımasıdır.

Baumgerten güzelliği “duyumsal bilginin mükemmelliği” olarak ifade eder. Schelling güzeli “sonsuzun sonlu olarak kendini göstermesi” olarak tanımlar. Croce’ye göre güzel “mutluluk veren ifade” dir.

Hegel, mutlak ruhun nesnelerde görünüşüne güzel der.

Schopenhauer de güzeli, mutlak iradenin kendini dışlaştırması olarak görür. Nicolai Hartman’a göre güzel tinin (ruhun) maddede kendini göstermesidir.

§ Güzel – Doğru – İyi – Hoş – Yüce İlişkisi :

Güzellik ve Doğruluk (Hakikat) : Güzellik ve doğruluk arasındaki ilişki ilk Çağlardan günümüze filozofları ilgilendiren bir sorundur. Platon’a göre, güzellik ve doğruluk aynıdır. Çünkü her ikisinin de kaynağı idealardır. Borleacu, yalnızca doğruluğun güzellik olduğunu söyler.

Kant, güzellik ve doğruluğu birbirinden ayırır. Ona göre güzellik nesnelerin duyusal görüntüleridir, doğruluk ise bilgisel ve mantıksal bir değerdir.

Güzellik ve İyi : Felsefe tarihinde güzel ve iyiyi aynı gören filozoflar çoğunluktadır. Güzeli iyiden kesin olarak ayıran Kant olmuştur. Kant’a göre güzel estetik bir değer, iyi ise ahlaksal bir değerdir.

Güzel ve Hoş : Hoşluk duygusu eğilim ve gereksinimleri giderirken duyulan zevktir. Güzellik duygusu ise estetik bir değerdir. Hoşluk duygusunu hayvanlar da yaşarken, güzellik duygusu yalnızca insanlara özgüdür. Descartes’e göre hoşa giden şeyler yalnızca duyu organları ile sınırlıdır. Oysa güzellik, duyu organlarını da aşan bir duygudur.

Güzellik ve Yüce : Yüce kavramı ile güzelliği birbirinden ilk ayıran Kant olmuştur. Kant’a göre yüce, ahlak bilinci ile estetik duyguların karışımıdır. O halde her yüce olan güzeldir. Ama her güzel olan yüce değildir. Güzel, insanlarda heyecan yaratırken yüce, şaşırtır ve ürpertir.

© Estetik Yargı Problemi : Bir iddiayı dile getiren sözlere yargı denir. Yargılar gerçeklik yargıları ve değer yargıları olmak üzere ikiye ayrılır.

Gerçeklik yargıları (bilimsel yargılar) : Nesnelere yönelik yargılardır ve nesne ile onda bulunan özelliğin arasındaki ilişkiyi ifade eder. Örneğin, “Şu tebeşir beyazdır.” ya da “Üçgenin iç açıları toplamı 180° dir.” Yargıları gerçeklik yargılarıdır.

Değer yargıları : Değer yargıları bir tutum, davranış ve durum karşısında bireyin tepkisini anlatılar. Güzel, çirkin, iyi, kötü gibi yargılar değer yargılarıdır. “Yalan söylemek kötüdür.” ya da “Bu şiir güzeldir.” gibi yargılar değer yargılarına örnektir. Gerçeklik yargıları gücünü zihinden alırken değer yargıları gücünü duygulardan alır. Bir değer yargısı olan estetik yargıların temelinde beğeni duygusu vardır. Bu yüzden estetik yargılar insanlara göre değiştiğinden özneldir (subjektiftir). Estetik yargıların ortak olup olmadığı ise estetiğin bir başka tartışma konusudur.



Ortak estetik yargıların varlığı konusunda da iki farklı görüş vardır.

Ortak estetik yargıların varlığını reddedenler : Bu görüşe göre birinin güzel bulduğunu bir başkası güzel bulmayabilir. B. Croce, sanatçının ruhunda oluşan estetik olayların genel-geçer yargılarla ifade edilemeyeceğini söyleyerek sanat eserlerinin ortak estetik yargılarla nitelendirilemeyeceğini savunur.

Ortak estetik yargıların varlığını kabul edenler : Güzelin ölçütünün olduğunu ve sanat eserleri ile ilgili olarak yargılarda bulunabileceğini savunan görüştür. Kant’a göre, insanlar güzel buldukları bir sanat eserini herkesin güzel bulmasını isterler. Böylece özel olan bir duygu ortak bir duyguya dönüşür. Bu duygu ise sanat eserlerinin genel-geçerliliğini sağlar.

Din Felsefesi



Din Felsefesinin Konusu : İnsanların bir inanç sistemi içinde Tanrı’ya bağlanma yoluna din denir. Din, evren, doğa ve insanla ilgili ****fizik soruların aklın denetimi dışında kutsal bir varlığa dayanarak açıklanma çabasıdır. Dinlerin en önemli özelliği, temelinde iman yani dogma olmasıdır. Dogmalar, aklın eleştirisine başvurmadan kayıtsız koşulsuz inanılan düşüncelerdir.



Din Felsefesinin Temel Kavramları :

Tanrı : Evrende öncesiz ve sonrasız olarak var olan ve her şeyi yaratan yüce varlıktır.

Peygamber : Tanrı’nın, buyruklarını insanlara iletmek üzere seçtiği kişidir.

Vahiy : Tanrı’nın buyruklarının peygamberlere duyurulmasıdır.

İman : Tanrı’nın buyruklarına kayıtsız koşulsuz inanılmasıdır.

İbadet : Tanrı’ya inananların Tanrı’nın buyruklarına uygun olarak yaptıkları tapınmalardır.

Yüce : Tanrı’ya verilen en üstün sıfattır.

Kutsal : Kişilerin, nesnelerin ya da yerlerin yüceleştirilmesi ve değerlerinin Tanrısallaştırılmasıdır.



Teoloji ile Din Felsefesinin Farkı : Teoloji (Tanrıbilim – İlahiyat), Tanrıyı ve onun buyruklarını tartışmasız doğru kabul eder ve Tanrı’nın evrenle, yaratılışla ve yaratılmış olan varlıklarla ilgili buyruklarını açıklamaya çalışır. Teolojinin dayandığı kaynaklar, kutsal kitaplar, peygamberler ve din bilginleridir. Teoloji, insanların dinsel inançlarını güçlendirmek için çalışır.



Din Felsefesinin Temel Sorunları :

§ Tanrı var mıdır?

§ Tanrı’nın varlığını gösteren kanıtlar nelerdir?

§ Evren yaratılmış mıdır?

§ Evren öncesiz ve sonsuz mudur?

§ Vahiy mümkün müdür?

§ Ölüm son mudur?

§ Ruh ve beden beraber mi var olur?

§ Ruh ölümsüz müdür?

§ Ölümden sonra yaşam var mıdır?



Tanrı’nın Varlığına İlişkin Farklı Yaklaşımlar :

§ Tanrının Varlığını Kabul Edenler : Tanrının varlığını kabul eden üç görüş şunlardır :

- Teizm: Evreni ve insanı yaratan öncesiz ve sonsuz bir Tanrı’nın varlığını kabul edip, Tanrı’nın aynı zamanda dünya ile sürekli ilişki içinde olduğunu kabul eden görüş Teizm’dir. Teizme göre Tanrı dünya ile ilişkisini dinler aracılığı ile kurar. Bu görüşte olanlar Tanrı’nın varlığını açıklamak üzere şu kanıtları ileri sürerler :

Ontolojik Kanıt : Orta Çağ düşünürlerinden Anselmus’a göre Tanrı, en mükemmeldir. Eğer Tanrı gerçekte var olmayıp zihinde var olsaydı en mükemmel olamazdı. O halde en mükemmel varlık olan Tanrı’nın var olması zorunluluktur. Descartes da Tanrı düşüncesinin, insan zihninde açık ve kesin olarak olmasından hareketle Tanrı’nın var olduğunu savunur.

Kozmolojik Kanıt : Evrenin varlığından hareketle Tanrı’nın varlığının kanıtlanabileceğini savunan görüştür. İslam felsefesindeki hudus kanıtı bunun bir ifadesidir. Bu görüşe göre evren yoktan var edilmiştir. Sonradan var edilen şey onu yaratan bir varlığa muhtaçtır (Hudus). Sonradan var edilen evreni yaratan ezeli ve ebedi bir Tanrı’nın var olması zorunludur. İslam felsefesinde düzen ve amaç kanıtı da hudus kanıtını destekleyen bir iddiayı dile getirir. Buna göre evrendeki düzeni sağlayan ve ona bir amaç veren bir gücün olması gerekir. Bu güç de Tanrı’dır.

Erdem Kanıtı : Orta Çağ düşünürlerinden Saint Thomas’a göre evrende iyilik ve doğrulukların mükemmellik dereceleri vardır. Bu derecelendirmede en mükemmel olan Tanrı en üst basamakta yer alır.

Ahlaki Kanıt : Bu görüşe göre, iyilik yapmak ve kötülükten kaçmak ahlak yasasıdır. Bu yasayı vicdanımızda hazır olarak buluruz. Bu yasanın nedeni tümel ve mutlak neden olarak Tanrı’dır.

- Deizm : Deizm, Tanrı’nın evreni kendi yasalarına göre işleyen bir düzen olarak yarattığını savunur. Ancak yaratan ve düzeni kuran Tanrı’nın, evreni kendi başına bıraktığını kabul eder. Bu yüzden deizm, dinsel dogma ve ilkelerin varlığını kabul etmez. Deizm’e göre Tanrı’nın vahiy, mucize gibi kanıtlara gereksinimi yoktur.

- Panteizm (Tüm tanrıcılık) : Panteizm, Tanrı ve evreni bir gören, özdeş gören anlayıştır. Bu görüş, Tanrı’yı doğanın dışında düşünmez.

§ Tanrının Varlığını Reddedenler : Tanrı’nın varlığını reddeden görüş ateizmdir. (Tanrı tanımazlık). Ateizm tanrı’nın varlığını reddederek evreni, evrene dayanarak açıklamaya çalışır. Bu nedenle ateizmi savunan düşünürler genelde materyalisttir. Ateizm tanrı’nın varlığını şu nedenlerle reddeder :

- Kötülük sorunu kanıtı : Mutlak iyiliğin simgesi olan Tanrı olsaydı dünyada kötülükler olmazdı. O halde kötülük olduğuna göre ya Tanrı yoktur ya da Tanrı mutlak iyi değildir.

- Maddenin öncesizliği kanıtı : Öncesiz ve sonrasız olan maddedir. O halde maddenin öncesinde onu yaratan bir Tanrı yoktur.

- Sosyolojik kanıt : Tanrı, toplumda düzeni sağlamak için insanların gereksinimleri karşılamak üzere sonradan ortaya çıkmış bir kavramdır.

- Psikolojik kanıt : İnsan yaşamındaki zorlukların ve baskıların sonucunda, bu sıkıntıları yenmek için bağlanacak bir güç olarak Tanrı ihtiyacı doğmuştur. Kendi kendine yeten güçlü insanın Tanrı’ya ihtiyacı yoktur.

Tanrının Varlığının Bilinemeyeceğini Öne Sürenler : Tanrı’nın var olup – olmadığının bilinemeyeceğini savunan görüş Agnostisizm’dir (Bilinemezcilik). Örneğin sofist düşünürlerden Protagoras “Tanrılar üzerine bilgi edinmekte çaresizim; ne var oldukları ne de olmadıkları, ne de ne şekilde oldukları üzerine …” Agnostisizm adını ilk kullanan Thomas Huxley’e göre duyularımızla kavrayamadığımız şeyler konusunda kesin bir şey söyleyemeyiz.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
104B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
24B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
16B
Ahmet
A
Yanıtlar
0
Görüntülenme
6B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
4B
Üst