Elbistan Tarihçe

BlueBerry Harbi Aktif Üye
Bu beldenin adının nereden geldiği tarihçi uzmanlar tarafından oldukça çok tartışılmıştır.Günümüzde de Elbistan sözcüğünün, sözlük anlamının ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir .Niçin bu bölgeye Elbistan denilmiştir? Bunun üzerinde bir çok araştırma yazıları ortaya çıkmış olmasına rağmen bu sözcüğün anlamı kesin olarak şudur demek mümkün olmamaktadır.

Bu sözcüğü tarihsel bir süzgeçten geçirerek günümüze kadar geçirmiş olduğu evreler, şu şekilde görülmektedir.

Urfa’lı tarih yazarı Mathieu (Matiya) ve aynı görüşte birleşen diğer Ermeni tarih yazarları ABLASTA, Suryani olan tarih yazarı Mihal ABLASTAYN, başka bir tarih yazarı olan Yakut Hamavi ise ABULUSTAYN olarak yazdıkları eserlerde belirtmişlerdir.

Selçuklu tarihi üzerine eserler veren yazarlar ile İranlı tarihçilerden Reşit Al-din ve Şeref Al-din, bölgeyi ABLİSTAN şeklinde eserlerinde belirtmişlerdir. 16.Yüzyılda eser veren tarih yazarları ALBİSTAN veya ELBİSTAN yazmışlardır. Ayrıca (1465-1466) yıllarında Kudüs’e haccı olmaya giden Rus yazar BAZİL, yazdığı seyahatnamesinde ELBİSTAN olarak kaydetmiştir.1831 yılında yazılmış olan ORUÇ BEĞ tarihinin sayfa 20, satır 25 ve sayfa 27, satır 16’da bölgenin adı ABİLİSTAN şeklinde geçmektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlarından Anadolu Beylikleri adlı eserin Elbistan Beyliği (Dulkadır Beyliği) yazısı incelendiğinde şunları okuyoruz : 13.yüzyılın sonlarında 14.yüzyılın başlarında Muğla Vilayeti tarafında Menteşeoğulları bir beylik kurduklarını Selçuklu Devleti kayıtlarında öğreniyoruz .İşte Türkmenler tarafından kurulan Menteşe Beyliğin ilk beyi bilinmediği fakat yazılara göre Menteşe beyinin babasının adının ELBİSTAN Bey olduğu, bunun babasının adınınsa Kuru Bey şeklinde yazıldığı okunmuştur.Elbistan ismi aynı zamanda kişi ismi denilebilir. Tarihte bunun örneklerine bolca rastlanmaktadır.(Mısır, Bağdat, Mardin , Isfahan vs.)Elbistan adı da bir kişi ismi olabilir.

Birinci Haçlı seferi sırasında vakanüvislerinden (tarihi yazan kişi ) Beaudri De Dol(1097) bu bölgeye PLASTANTİA demiştir. Or.Prof.Mükrimin Halil Yinanç eserlerinde teyit etmiştir.

İslâmiyet’ ten sonra Anadolu’ya Halim Bin Velid Komutasında akınlar yapan Arapların Elbistan’ı bağlık bahçelik görmeleri nedeniyle ELBİSTAN -ALBOSTAN demişlerdir.

Yine Arap kaynaklarına göre buraya BİLİSTİN (Arapça bostan anlamına gelmektedir) denilmiş, ayrıca ünlü pehlivan ve yiğitlerin çokça bulunmasından dolayı Alpler şehri anlamına gelen ALP-STAN isimlendirildiği, sonradan ALBİSTAN-ELBİSTAN şekline dönüştüğü yazılmıştır.

Halk arasında ALBİSTAN –ALBUSTAN şeklinde söylenen bu isme 15.yüzyıldan beri kayıtlarda ELBİSTAN olarak rastlanmıştır.

Elbistan ilçesi eskiden beri önemli bir bölge sayılan dört tarafından yüksek dağlarla çevrili Türkiye’nin sayılı ovalarından biridir. Kaynağını yüksek dağlardan alan Ceyhan ve kolları (Söğütlü, Rumman(Hurman), Sarsap, Köksün, Nahrikali(Nerğele) başta olmak üzere irili ufaklı bir çok ırmak ve çaylar ile büyüyen Ceyhan(yerli halkça buna, orta zamanda olduğu gibi, bugün de CAHAN adı verilmektedir) nehri ile sulanan Elbistan ovası, eski çağlarda intikal eden şehirlerin ve höyüklerin enkazı ile doludur. Hititler ile Kumagenlerin devrine ait olan ve TİL(Akbayır), Kara-Elbistan (eski Elbistan) Ozan (Doğanköy), Mehre, Celeği(Ekinözü),Hunu(Arıtaş) ve Efsus(Afşin) höyükleri gibi büyük harabeler başta gelmek üzere, bir çok şehir ve kasabalar ile süslenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Günümüze kadar ulaşmış bazı höyüklerde azda olsa kazılar yapılabilmiştir.

Elbistan’ın 10 km kuzeybatısındaki Kara höyükte gerçekleştirilen kazılar sonucunda, yörenin Asur Ticaret Kolonileri çağında ve Hitit İmparatorluğu döneminde önemli bir yerleşim merkezi olduğu sonucuna varılmıştır. Bu kazılarda M.Ö. 2000’in yerel biçimini simgeleyen hiyeroglifli resimli damga mühürler, bulleler (mühür baskıları) ve Suriye biçemli silindir mühürler yer almaktadır. Ayrıca Hitit krallık dönemine ait höyük katmanında Hitit kültürünü yansıtan çanak çömlek ayrıca, ev, kaldırım gibi yapı kalıntıları koç biçiminde bir riton (kutsal içki kabı) hiyeroglifli ve hiyeroglifsiz mühürler, süs eşyası, hayvan heykelcikleri bulunmuştur

Bu çalışmalar bizlere göstermiştir ki, Elbistan’ın tarihi M.Ö. 4000’ lere uzanmaktadır. Bölgenin en meşhur yerleşim yerleri şunlardır : Arabisus(Afşin) Hunu(Arıtaş) Tandaris(Tanır) adları verilen antik kentleri bünyesinde barındırmaktadır.

Hititler bölgede uzun zaman kalmışlardır. Bölge sırasıyla Akadlar, Sümerler, Asuriler, İranlılar Mekadonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Memluklar, Mogollar, Dulkadırlılar, Osmanlılar yanı sıra bölge geçiş alanı olması sebebiyle bir çok orduların geçiş güzergahı haline gelmiştir.(Elbistan ovası, gerek doğrudan doğruya Darb –al Hadus (bugünkü Göynük Geçidi)ten orta Anadolu’ya, Malatya’dan Kayseri’ye yapılmakta olan akınların sürekli uğrağı idi .Hele Malatya’nın Bizanslıların eline geçmesinden sonra, orduların tek geçid güzergahı Elbistan ovası olmuştu. Ovanın 3000 metreye varan yüksek dağlarla çevrilmiş olması ve her taraftan geçilmesi çok zor derin ve uzun geçitler, boğazlarla kapalı bulunması burasını daima bir isyan ve ihtilal merkezi yapmaya elverişli kılmıştır .Bu sebeplerden Elbistan bölgesi baskıların ve akınların ilk uğrak yeri olmuş, dolaysıyla en çok tahribe uğrayan bölgelerin başında gelmiştir. Sürekli bütün medeniyetlerin ilgi odağı ve yerleşim merkezi olarak seçilmesine rağmen, günümüze tarihi bir şehrin veya harabesinin intikali mümkün olmamıştır .Bölgede yeterli tarihi kazılar yapılmadığından, tarihi şöhretine zıt olarak geçmişini belgeleyecek eserler bakımından yoksulluğu sürmektedir.

İmparator Romanos Diogenis (Romen Diojen) ‘in , Malazgirt meydan savaşından sonra Alparslan’a esir düşmesini fırsat bilen Bizanslı komutan Filaretos 1072-1073 yıllarında Anadolu’nun bir kısmı ile birlikte Elbistan’ı da ele geçirmişti. Filaretos 1073 ‘te Hunu (Arıtaş) şehrinde Ermeni rahiplerini toplayarak, bir katilikos seçtirmiş ve bu şehri katolikosluğa merkez yapmıştı.

1085’te Türklerin fethetmek için uğraştığı CEYHAN(Elbistan Bölgesi )nihayet Anadolu fatihi Kutulmuşoğlu Süleyman Şah ‘ın kamutanlarından Emir BULDACI tarafından fethedilmiş ve Türk’ün hakimiyetine girmiştir.

1097-1098’de Haçlı ordusu bölgeyi yeniden Türklerin elinden alarak hakimiyetini Bizanslı şövalye Pieerre Daulps’a vermişse de çok sürmeden Türkler yeniden almıştır .1103’te Bölge Frankların eline düşmüştür .1105’te Selçuklu sultanı Kılıç Arslan tarafından alınarak Vezir Ziya Al-Din Muhammed’e teslim edildi. Sultan Kılıç Aslan’ın ölümünden sonra çıkan karışıklıktan faydalanan Antakya prensi Taner’de Elbistan’ı işgal etmişsele 1111’de Malatya hükümdarı Malik Tuğrul Aslan’ın atabeği olan İl Arslan tarafından geri alınmıştır .1114 yılında meydana gelen depremde Elbistan yerle bir olmuştur .

1124 senesi sonunda Malatya ‘nın Emir Gazi Bin Danişment tarafından zaptından sonra Elbistan havalisi Danişment’lerin eline geçmiştir.1143-1144 ‘te Selçuklu Sultanı Mesut(1.Kılıç Arslan’ın oğlu ) tekrar almış ve oğlu 2.inci Kılıç Arslan’ı vali tayin etmiştir.Elbistan bölgesi Danişmentliler ile Selçuklular arasında mücadele sahası olmuştur. Sonunda bölge tamamen Selçuklulara kalmıştır.

Sultan 2.inci Kılıç Arslan Elbistan valiliğine oğlu Mugisüddin Tuğrul’u getirmiştir. Tuğrul Şah babasının yaşlığında istifade ederek, Elbistan ve havalisinde hükümdarlığını ilan etmiş, akıllı bir siyasetle bölgede uzun süre varlığını sürdürmüştür

1201’de Anadolu Selçuklu Devletinin hükümdarı Süleyman Şah, kardeşi Tuğrul Şah’ın elinden Elbistan havalisini alarak doğrudan doğruya merkeze bağlı bir vilayet yapmıştır. Bundan sonra bütün 13.yüzyıl boyunca Elbistan başkent olan Konya’dan tayin edilen valiler tarafından idare edilmiştir . Bu valilerin hepsini sıra ile tespit etmek mümkün değildir.Bazıları şunlardır: Husam Al-Din Yusuf(Emir Yusuf mezrası buna aittir) Emir İlyas ( adına köy ismi vardır ) Mü-bariziddin Çavlı (adına Çavlı köyü teşkil etmiştir) Elbistan Ulu Camiinin bu vali tarafından yaptırıldığı caminin kapı üzerindeki kitabesinden anlaşılıyorsa da, yapılan çeşitli araştırmalarda , bu kitabenin şimdiki camiinin değil, başka bir caminin kitabesi olduğu ortaya çıkmıştır.

Türkler eski Elbistan’ı bırakarak (eski Elbistan, Hasankendi ve Karaelbistan köyleri arasındaki bölge ) Ceyhan’ın Pınarbaşı ‘ndan çıktıktan sonra biraz sonra ikiye ayrılıp tekrar birleşmek suretiyle bir ada teşkil ettiği mahalde,yeni bir şehir meydana getirmiştir. Gerek Ermeni Devletine ve gerek Süriye haçlıları ile diger devletlere karşı Anadolu’nun mühim bir savunma hattı olmak dolaysıyla Selçuklu devrinde önemli vilayetlerden biri sayılıyordu

1237-1238 yıllarında iki defa Kayseri’ye Sultan 2.inci Giyas Al-Din Kayhusrav elçilik vazifesi ile gönderilmiş olan Halep Eyyubi Devleti veziri Kamal Al-Din ve Al-Adim bu seyahatlarında Elbistan’dan geçmiş Efsus(Afşin) ‘na uğramış ve bize her iki şehir hakkında bilgi vermiştir.

Ceyhan’ın Elbistan ‘ın bir mil cenup(güney) doğusunda bir kayalık içinden çıktığını ve bu kayalığın üzerinde eski bir kilise mevcut olduğunu, nehrin membasında(doğduğu yer) KİZMİTE adlı bir köy bulunduğu, nehrin kasabaya gelince ikiye ayrılıp, sonra birleştiğini ve Elbistan’ı her tarafından çevrelediğini söyler.

13 yüzyıl içinde Elbistan ‘da cereyan eden en mühim vaka Sultan Malik Al-Zahir Baybars‘ın Mogullar ile olan şavaşıdır .15 Nisan 1277 yılında Memluklular ile Moğullar Elbistan’ın (Arıtaş) olma ihtimali yüksektir. Burada savaşmışlardır. Mogul tümen kumandanları TUKO ve TEFAVAN(Tefavun) Noyan’lar başta olmak üzere bütün moğol ordusunun imhası ile sonuçlanmıştır .Sultan Baybars bu zaferden sonra Hurman kalesine uğramış ve bu yoldan Kayseri’ye gitmiştir. Kayseri dönüşü tekrar Elbistan’a gelerek, bu güzergahtan geçmiş Akçe –Derbend yolu ile Suriye’ye gitmiştir. Bu olayı duyan Moğul Hakanı ABAKA Han Elbistan’a gelmiş Baybars’a ulaşamayınca tüm bölgedeki insanları kılıçtan geçirerek büyük bir katliam yapmıştır.

Anadolu’yu 30 yıl boyunca Mogul askeri valileri yönetmiştir. Bu sure zarfında Elbistan halkının durumu meçhuldür, gelişmeler ile ilgili ele tutulur tarihi belge yoktur.

Devletin kurucusu olarak bilinen HASAN DULKADIRLI Bey Cengiz Hanın istilaları sırasında Anadolu’ya göçlerle gelmiş olup, çeşitli kayıtlarda unvan ismi “HORASANİ” olarak belirtiliğinden İran’daki Horasan bölgesinden gelmiş olduğu kabul edilmektedir.

Anadolu’ya geldikten sonra, Binboğa ve Maraş (Ahır) dağları arasındaki bölgede bazı Türkmen boylarının da desteğini alarak, kısa zamanda kuvvetlenmiş ve Dulkadırli Devleti’ni (Anadolu’da kurulan beylikler içerisinde Osmanlıların tek devlet olarak kabul ettikleri beyliktir. Osmanlı kayıtlarında da Devlet biçiminde ifade edilmektedir) meydana getirmiştir.

Elbistan’ı da devletin ilk merkezi yapmıştır .İlk merkezi olarak seçiminde çeşitli sosyal ve siyasi sebeplerin yanında coğrafi özelliklerin ve yüzey şekillerinin başlıca rolü oynadığı sanılmaktadır. Etrafı yüksek dağlar ile çevrili bir kapalı havza özelliği gösteren Elbistan’ın en yakın büyük yerleşim yerleri olan Malatya’ya 135 km ve Maraş’a165 km olan uzaklığı göz önüne alındığında bu kadar geniş alanda bulunan bu beyliğin Elbistan’ı merkez olarak seçimindeki isabeti daha iyi anlaşılmaktadır.

Ortaçağ sonları ve yeniçağ başlarındaki 185 yıllık bir dönem içerisinde Elbistan’a yapılan sayısız baskın ve istilada, istilacıların çevredeki yüksek dağları aşarak şehre gelinceye kadar tedbirlerini çoktan almış olmakta idiler. Böylece istilacıların şehre ve halka az zarar vererek ülkelerine dönmeleri sağlanmıştır.

Elbistan Ovasının ortasında akan Ceyhan nehri ile buna ovada iken dökülen Hurman ve Söğütlü çayları, bu gözden uzak ovayı son derece verimli yapmıştır. Böylece burada hüküm süren Dulkadırlılar için açlık yokluk, gibi sosyal afetler halkı fazla sıkıntıya sokmamıştır. Elbistan’ın çevre ile bağlantısının düzensiz hatta kopuk olması buradaki halkın cesaret ve bağlılık özelliklerin korunması yanında örf ve adet gelenekleri üzerinde de olumlu bir durum yaratmıştır.

1337 Yılında HASAN DULKADIR oğlu ZEYNEDDİN AHMET KARACA Bey, İlhanlı (Mogul) hükümdarı Ebu Said Bahadır Hanın ölümünden sonra oluşan yönetim boşluğundan istifade eden bu yöredeki Türkmenlerin beyi Taraklı oğlu Halil Bey Elbistan’ı ele geçirip, Mısır Sultanı Melik Salih İsmail’den naiblik fermanını istemiş iken, KARACA Bey Halep Valisiyle birleşerek Elbistan’ı ele geçirmiş ve naiblik iznini elde etmiştir .Bu suretle Dulkadır Beyliğinin (Devletinin) temeli atılmıştır.

1337’den 1522’ye kadar 185 yıl bölgede hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir. Elbistan’da bu devletin 130 yıl başkentliğini yapmıştır.

Dulkadiroğulları, Türkmenlerin Bozoklu kolundan olup, önceleri Elbistan-Maraş Çevrelerinde görülürken bu beylik çekirdek bölgeden başka Malatya, Adıyaman, Sivas, Gaziantep(Ayıntap), Hatay, Kayseri, Kırşehir, Harput(Elazığ) gibi illerle bunların çevrelerine kadar uzanmışlardır. Osmanlılarla Memluklar arasında bir tampon beylik (Devlet) olmuş bazen Osmanlılara bazan Memluklara bağlı kalmak suretiyle varlıklarını devam ettirmişlerdir. 1337’den 1399’a kadar 62 yıl Memluklara tabi iken bu tarihten sonra 1399’dan 1522’ye kadar 116 yıl Mısır nüfuzuna düşmek ve Osmanlılara ara sıra başkaldırmakla birlikte Osmanlı tebaasından çıkmamışlar ve akrabalık bağı kurmuşlardır. (Tarihi belgelere göre Elbistan’dan Osmanlı sarayına beş gelin gittiği söylenmektedir. Yıldırım Bayezid’in Hanımı Devlet Hatun, Mehmet Çelebi’nin Hanımı Emine Hatun (Valide Sultan Olmuştur) II.Muratın annesi, dolayısıyla Fatih Sultan Mehmet’in babaannesidir. II. Murat’ın Hanımı Alime Hatun, Fatih Sultan Mehmet’in Hanımı Sitti Mükrime Hatun, II.Bayezid’in Hanımı Ayşe Hatun (Gülbahar Hatun), Aynı Zamanda Valide Sultan ve Yavuz Sultan Selim’in Annesidir.)

Elbistan Şehri 1522 yılında Osmanlı idaresine geçtikten sonra ilk çağ ve orta çağdaki ehemmiyetini ve stratejik konumunu kaybederek sıradan bir Osmanlı kasabası haline gelmiştir. Zaten şehir 1508 yılında Safevi Devletinin hükümdarı olan Şah İsmail Alaüddün Devle Beyin kızı Benli Hatunu (Yavuz Sultan Selim’in Teyzesi) istemiş, vermemişler; bunu bahane eden Şah İsmail Elbistan’a gelerek taş üstünde taş bırakmamış ve bütün şehri harabeye çevirmiştir.

Osmanlı kaynağı ibn-Kemal' e göre bu savaşın asıl nedenini Ala ud- Devle Bey' in (Alaüddün Devle Bey) Şah İsmail' in elçisini il içinde hakaret ederek halka göstermesi idi. Gerçekten de Dulkadir Hükümdarı Safevi elçisi USTACAOĞLU OĞLAN EMET' i köz gölü adlı gölde hapsetmişti. Hoca Sadettin Efendi ise bu sebebi daha değişik olarak ele almaktadır. Ona göre Ala ud Devle' nin güzellikte eşi olmayan, benzeri bulunmayan kızlarından biri olan benli Hatun'un namını duyunca istedi. Devle bey bu isteği uygun bulduysa da daha sonra vermekten vazgeçti. Bu durum büyük tepkiye neden oldu. İki devlet arasında ilişkiler bozuldu. Dulkadir ülkesine hareket eden Şah İsmail bu Ülkeye girebilmek için Osmanlı topraklarından geçmesi gerekiyordu. Bundan dolayı II: Beyazıd' a mektup göndererek topraklarından geçmek zorunda kaldığından dolayı, özür diledi. Sultan Beyazıd ise bu olay karşısında gereken tedbirleri aldı. Bu nedenle Anadolu ve Rumeli askerine Yahya Paşa' yı serdar tayin edip Kapıkulu Sipahilerini tümü ile ve 5000 Yeniçeri askerini de ekleyerek Ankara da konaklamalarını buyurdu. Prof. Dr. Faruk SÜMER' e göre ise bu savaşın nedenleri arasında Ala ud- Devle Bey' in Akkoyunlu Ülkesinin Güneydoğu Anadolu bölümünü Hakimiyeti altına almak istemesi de vardır. Çünkü Ala ud Devle bey bu maksatla Akkoyunlu beyi Elvenel'in ölümü üzerine yanında bulunan Akkoyunlu Uğurlu mehmet' in oğlu Zeynel' i kendi kardeşi Abdurrezzak oğulları Ahmet ve Şahruh ile birlikte Diyarbakır bölgesine gönderdi. bu bölgede Mardin ile bazı yerler alınarak Zeyleni Diyarbakır da Akkoyunlu tahtına çıkardı. Fakat bu durum çok sürmemiş, Elvet beyin Beyler beyi Musullu Emir Bey Zeynel ve Dulkadirliları geri çekilmeye mecbur etmiştir. Buna rağmen Alaud Devle bey Emir beyi kendisini tanıması için tazzik ediyordu. Emir bey de bu baskıdan kurtulmak için Şah İsmail' in tabiiyyeti altına girmek zorunda kaldı. İşte Şah İsmail Dulkadırli Hükümdarının Akkoyunlu Ülkesi üzerindeki ihtiraslarına son vermek istiyordu. Yine Dulkadirli Hükümdarı Safevi taraftarlarının İrana gitmelerini önlemiş olmasından da şüphe edilemezdi. Şah İsmail, bu sefer için Erzurum ve Erzincan yolunu seçti, yukarıda söylediğimiz gibi Osmanlı Devleti tarafından gerekli önlemler alındıktan sonra bu davranışın sebebi soruldu. Bu soruya karşılık safevi Hükümdarı da "Padişah benim babamdır, Onun memleketinde gözüm yoktur." cevabını verdi. İbn-i Kemal'e göre Şah İsmail, Osmanlı Hududunda beklediği halde taraftarlarından hiç kimse ona katılamadı. nihayet Şah İsmail Osmanlı Hükümdarının müsaadesi üzerine Sarız yolundan Elbistan' a gitti ve şehri yerle bir etti. Dulkadırlar periyşan bir şekilde her tarafa dağıldı. Kışın yaklaşması üzerine şehirden ayrılarak Harput' a gitti. Bu bölgeyi de Safevi topraklarına kattı. Alaüddün Devle Bey Başkenti Elbistan’dan Maraş’a taşımıştır. 1515’te Ali Bey Başkenti tekrar Elbistan’a taşımış ve büyük bir imar faaliyetine girişmiş, ancak onun ölümü ile kurulmakta olan eserler yarım kalmıştır.

Dulkadır Devleti Osmanlıya katıldıktan sonra yerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1531 de Dulkadır eyaleti kurulmuş, yeni eyaletin merkezi Maraş şehri olmuştur. Eyaletin Beylerbeyi’si Maraş sancağında oturmakta idi. Dulkadır eyaletinin Maraş, Sis (Kozan) Ayıntap(Gaziantep), Samsat, Kars-ül Kadiriye (Kadirli) ve Elbistan olmak üzere beş tane livası bulunmakta idi.

Osmanlılar bu bölgedeki Türkmenleri kontrol altında tutamadıkları için yerleşik düzene geçiremiyorlardı. Bu yüzden bölge isyancıların toplanma merkezi haline gelmekte idi (Bölgede büyük çapta Celali İsyanları görülmüştür) Bunlardan en önemlisi 1526 yılında Kalenderoğlu isyanıdır.

Veziri Azam İbrahim Paşa Osmanlı Kuvvetlerinin başında bölgeye gelmiştir. TURNADAĞ (Yeri Kesin olarak bilinmemektedir) Savaşını yenerek isyanı kanlı bir şekilde bastırmıştır. Başta Mehmet Kalenderoğlu ve ailesi olmak üzere öldürülmüşlerdir.

Elbistan yöresi sık sık harp sahası olması ve bölgenin coğrafi durumu nedeniyle isyancıların sığınağı haline gelmesi ve bunların sonucu olarak emniyet ve asayişin sağlanamaması gibi nedenlerden dolayı şehrin imarı gerçekleşmemiştir. Böylece Elbistan tarihi karanlığa gömülmüştür.

1839 Tanzimat Dönemine kadar Elbistan önemsiz bir kaza olarak Maraş’a bağlılığını devam ettirmiştir.1866 yılında yapılan bir idari düzenleme sırasında lağvedilerek sancak haline getirilip Halep eyaletine bağlanmış, İkinci Meşrutiyetten sonra bağımsız sancak, Elbistan da bu sancağın içinde müsellimlik olmuş ve daha sonra Müdürlüğe ve Cumhuriyet le birlikte Elbistan da Kaymakamlığa dönüştürülerek Maraş iline bağlı ilçe haline gelmiş ve halen de ilçelik vasfı devam etmektedir.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
5B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
13B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Üst