Dinimizde affetmenin ve bağışlamanın önemi

Ömer
Yönetici
Dinimizde affetmenin ve bağışlamanın önemi ile ilgili yazı

Zaman gazetesinden Reyhan Gül hoşgörü, affetmek ve bağışlamak üzerine çok güzel bir makale yazmış. Sizlerle paylaşmak istedim.
affetmek-bagislamak.jpg

Affet ki affedilesin
Hayal kırıklığına uğradığımızda ya da canımız yandığında ‘Bir daha asla affetmem. Hakkımı helal etmiyorum. Bana bunu nasıl yapar? Ondan nefret ediyorum’ cümlelerini çok sık kullanırız. Oysa Rahmet Peygamberi’nin hayatı, affedici olma konusunda emsal teşkil ediyor. İlahiyatçılar affetmeyi İlahî ahlakın bir derinliği olarak nitelerken psikologlar ise geçmişin olumsuz duygu yükünden kurtulmanın ön şartı olduğunu söylüyor.
Affetmek zordur. Hatta bazen imkânsız görünür… Hele kalp kırılmış, haksızlık, hayal kırıklığı ve büyük bir zulme uğramışsak… Böyle durumlarda en kolayıdır darılmak, kin gütmek ve ‘Seni asla affetmeyeceğim’ demek. Oysa affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırdığımızın, ruhumuzu ağır yükler taşımaya mahkûm ettiğimizin ne kadar farkındayız?

Yaşananların unutulması kırgınlıkların tamiri için zamana ihtiyaç var. Ancak imkânsız değil, olmamalı da. Zira affederek ruhsal ve fiziksel anlamda en büyük iyiliği kendimize yapmış oluyoruz.

Çoğumuz bu gerçeği bilmesine rağmen başaramıyor affedici olmayı. Kimisi gururuna yenik düşüyor, kimi affederek kendine onca kötülük yapmış kişiyi ödüllendireceğini düşünüyor, kimi de bunu bir ‘yenilgi’ olarak görüyor. İlahiyatçılar ve psikologlar ise affetmeyi kişinin fiziksel ve ruhsal yüklerinden kurtulması, özgürleşmesi ve derinleşmesi adına büyük bir avantaj olacağı konusunda hemfikir. Dahası affetmediğimiz sürece karşımızdakini değil asıl kendimizi cezalandırmış bir süre sonra nefret dolu bir yaşam denizinde boğulma tehlikesinin altını çiziyorlar.

Affetmek lütuf değil, haddini bilmektir!

İnsan hata yapmaya meyilli yaratıldığından kendisinin de günün birinde affedilmesi gereken hatalar yapması muhtemel. Bu hataların bazıları yaratanına karşı da olabilir. İnsan Rabb’ine karşı bile hatalar yapabiliyor ve ihlâslı bir tevbe ile bağışlanacağına dair onlarca ayetle müjdeleniyorsa, başkalarının yaptığı hatalara karşı müsamahalı olması gerekmiyor mu?

Doç. Dr. Ekrem Demirli, Peygamber Efendimiz’in hayatına değinerek açıklıyor bu konuyu. “Hz. Peygamber Allah tarafından ‘âlemlere rahmet’ diye tavsif edilmiştir. Yani Hz. Peygamber’in bizzat varlığı bir rahmet ve lütuftur. Tevbe Sûresi’nde Rahim ve Rauf diye isimlendirildi. Hz. Peygamber sürekli olarak rahmet sıfatıyla nitelenmiştir. Dolayısıyla onun hayatı başından sonuna merhamet misalleriyle doludur.” diyen Demirli, Rahmet Peygamberi’nin (sas) hayatında intikam, lanet ve beddua olmadığının altını çiziyor. Efendiler Efendisi’nin hayatı boyunca çok istisnai olarak beddua ettiği durumlar olduğunu ifade ediyor. Ekrem Demirli, “Bu rahmet en çok insanları doğru yola davet ederken ortaya çıkar. Hz. Peygamber’in bize öğrettiği düstur şudur: ‘İnsanlara karşı merhametli olun ki Allah da size merhamet etsin.’ Bunu başka hususlar için de geçerli sayabiliriz. İnsanların eksikliklerini görmemek, bağışlayıcı olmak, insanlara karşı hayırhah olmak, hayrı tavsiye etmek, dinin temel ilkeleridir. Asr Sûresi bir Müslüman’ın insanlarla ilişkisinin genel çerçevesini belirler. Müslüman ‘hayrı ve sabrı tavsiye eden’ kişidir, hayrı ve sabrı tavsiye etmek ise insanların iyiliğini istemek, onlara karşı merhametli olmak demektir. Affetmek bu genel çerçeve içerisinde ele alınmalıdır.” diye konuşuyor.

Hz. Peygamber’in hayatının affetmenin misalleriyle dolu olduğunu vurguluyor ve “Mesela Mekke’yi fethederken kendisini yurdundan çıkartan insanların hiçbirinden hak talebinde bulunmadı. Taif’e gittiğinde kendisini taşlayanlara ‘hidayet’ duası yaptı. ‘İman ve İslâm geçmiş günahları siler’ ilkesiyle İslâm’a yaklaşan herkesi bağışladı ve geçmişi unuttu. Bize de affetmeyi öğretti.” diyor.

“Affetmek İslâm’da Allah ve insan ilişkisinin temel ilkesidir. İnsan günahkârdır ve eksiktir, buna mukabil Allah bağışlayandır. Allah’ın isimlerinin önemli bir kısmı günahları affetmek, bağışlamak, silmek ile ilgilidir.” söylüyor Ekrem Demirli ve insanın gerçek manada ahlaklı olmasının, Allah ahlakına sahip olmasının Allah’a benzemeye çalışmasıyla mümkün olabileceğine dikkat çekiyor. Doç. Dr. Demirli, konuyu şu şekilde açıklıyor: “Yani Allah nasıl affederse insan da öyle affedici olarak Allah’a benzemek ister. Affediciliği, Allah’ın bir vasfı olarak görmek lazım. Affeden Allah’tır, insan ise Allah’a tabi olarak ve O’nun ahlakını taklit ederek affeder. Çünkü varlıkta hak sahibi olan mülkün sahibi de olan Allah’tır. İnsan gerçekte hak sahibi değildir. Bizim affedici olmamız esas itibarıyla bir lütuf değil, haddimizi bilmek demektir. Bu bakımdan İslâm bize üzerimizdeki insanların haklarını hatırlatır, fakat bu hak meselesini fazla abartmamak lazım. ‘Kul hakkı’ tabiri kendi içinde çelişkilidir. Çünkü kul aslında köle demektir ve kölenin hakkı sınırlıdır. Hak Allah’a aittir ve Allah bize kendisini affedici olarak tanıtmaktadır.”

Her şeye rağmen affetmeli mi?

Peki, her durumda koşulsuz şartsız affetmek mi gerekir? Canına, malına ve hatta ırzına halel getirecek derecede büyük yıkımlar ve zararlar geldiğinde bile mi? İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Reşat Öngören, Efendimiz’in (sas) hayatından kesitler vererek cevaplıyor soruyu: “Uhud Savaşı’nda Hz. Hamza şehit edilmekle bırakılmayıp vücudu parçalanınca Peygamber Efendimiz çok üzülmüş ve amcasının intikamını kat kat fazlasıyla alacağına yemin etmişti. Bunun üzerine gelen ayette ‘Eğer ceza verecekseniz size yapılan işkencenin misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.’ (Nahl, 126) şeklinde uyarıldı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz yeminine kefaret verdi ve intikamdan vazgeçti.”

Reşat Öngören, bu konuda bir başka örneği ise Hz. Aişe’ye iftira atılması hadisesinden veriyor: “Olayın faillerinden birisinin de Hz. Ebu Bekir’in maddi yardımlarda bulunduğu kişilerden Mistah olduğu ortaya çıkmıştı. Ebu Bekir bunun üzerine Mistah’a yardımı kesti. Ancak gelen ayette, ona yakışanın böyle davranmaması olduğu belirtilmekteydi: ‘Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin. Allah’ın sizi yarlıgamasını sevmez misiniz? Allah çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.’ (Nur, 24/22). Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, ‘Vallahi ben, Allah’ın beni yarlıgamasını elbette arzu ederim. Vallahi ben, artık bunu ondan hiçbir zaman kesmem.’ dedi ve Mistah’a yapmakta olduğu yardıma devam etti.”

Bu örneklere göre haksızlığa ve zulme maruz kalanların misliyle mukabelede bulunma hakkı olduğunu söyleyen Reşat Öngören, “Ancak affetmek/edebilmek kişiye yüksek dereceler kazandıracak, Allah tarafından bağışlanmasına vesile olacaktır.” diyor.

Affetmek, kendimize verdiğimiz bir armağandır!

VAHDETTİN YAŞAR (Uzman Psikolojik Danışman):Bazı insanlar affetmemek için direnirler. Çünkü insanların yaptığı hataların onları teşvik etmesine ihtiyaç duyarlar. Bazıları da yapılan hataların gerçekten çok korkunç olduğunu düşündükleri için affetmeye karşı koyarlar… Oysa, birinin bize yaptıklarını affetmek, içerlemenin, gücenmenin, kızgınlıkların yarattığı ruhsal ve fiziksel yüklerden kurtulmak için kendimize verdiğimiz bir armağandır.

Affetmek zordur...

Gerçekçi olmayan istekler. Örneğin, geçmişi değiştirmek istemek, şu an ne yapabileceğinizi bilmiyor olmak, kendimizi zorluklarla baş edebilen bir kahraman gibi görmek yerine, kurban olarak görmek, bazen de bizi üzen, bize yanlış yapan kişi kendini affettirmesini bilmeyebilir. Bu durum da affetmeyi zorlaştırır.

Her şeye rağmen affetmek gerek

İnancımıza, kutsallarımıza, ailemize, aile bireylerimize yapılan hataları, yanlışları affetmek insana zor gelecektir. Ama her şeye rağmen ayet ve hadislerde affetmek ve affedici olmak tavsiye edilmiştir.

Büyük bir yük ile sürekli yolculuk yapmak gibidir

AYŞE HANDAN ÖZKAN (PSİKOLOG): Affetmek kendi ruh sağlığımız için gereklidir. İnsan affetmediği ölçüde suçluluk ve nefret duygusu yaşar. Bu yaşanan olumsuz duygular da, ruhsal ve fiziksel olarak kişinin sağlığını etkiler. Birini affedemediğimiz zaman, yanımızda sürekli büyük bir ağırlık taşıyormuşuz gibi hareket ederiz. Mesela 50 kg’lık bir ağırlık ile sürekli yaya yolculuk yapmak zorunda kalmak gibidir. Affedememek, insanın olumsuz hislere kapılmasına neden olduğu gibi birçok fizyolojik rahatsızlığa yakalanmasına da sebep oluyor. Şeker, tansiyon, kalp damar hastalıklarının oluşmasının altında yatan büyük nedenlerden biri de, insanın başka birine karşı duyduğu yoğun derecede öfke ve nefret duygusudur.Affetmek insanı olumlu yönde etkileyen ve birçok sıkıntıdan, stresten uzaklaştıran bir durumdur. Affedememek mutluluğa, hedeflere, huzura ermeyi geciktirmektedir. Affetmek kendimizi veya başkasını yaptığı olumsuz eylemlerinden dolayı hoş görmek veya yapılanlar karşısında vurdumduymaz davranmak demek değildir. Olumsuz bir durumun değerlendirilmesi, doğru algılanması ve neticesinde doğru bir davranış geliştirmek demektir. Kısacası, yaşanan sürecin sağlıklı bir şekilde tamamlanması anlamına gelmektedir.

Öfke duymuyorsak affetmişiz demektir

HASAN SEZEROĞLU (Psikiyatr): Affetmediğimiz müddetçe şuur altımızda devamlı haddini bildirme, intikam duyguları ve cezalandırma komutları gelişir. Affetmek, sevgi dolu güçlülerin işidir. Kişi affettiğinde başkalarının sebep olduğu yanlış durum ve koşullardan dolayı acı ve ızdıraptan soyutlanır, diyaloglarımız artar, güçlü ilişkiler kurabiliriz. Güne pozitif başlar, iş hayatımızda başarı ve verimliliğimiz artar. Bize fiziksel ya da ruhsal zararlarda bulunmuş kişinin adını duyduğumuzda öfke duymuyorsak affetmişiz demektir.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
19B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
2B
Üst