Dil Kirlenmesü Üzerine

Betül17 denizimsi
Dil kirlenmesi olgusunu Cumhuriyet’ten önce Osmanlıcayla yaşayan bir ulusuz. Osmanlıca, biraz da çokuluslu bir imparatorluğun doğasından kaynaklanan kırma ve karma bir dil görünümündeydi ve saray çevresinden başka yerde geçerli değildi. Kabaca bir sınırlamayla 1300-1900 yılları arasında Anadolu’da ve Rumeli’de yaşayan Türkler sokakta Osmanlıcayı mı kullanıyorlardı? Halk edebiyatımızın ürünlerine baktığımızda bunun açık yanıtını görebiliriz. Hayır, halkın kullandığı dil Türkçedir. Şimdi de öyle, politikacıların, parti başkanlarının çoğunun, televizyonlardaki haber sunucularının, bilgisayarcıların, din bezirganlarının, içine kapalı bazı meslek toplulukların kulladığı dil Türkçe değildir, kırma ve karma bir dildir. Dil devrimiyle başka dillerin boyunduruğundan kurtarılan Türkçe günümüze başta İngilizce (Amerikanca) olmak üzere bir yandan batılı ve emperyalist kökenli öte yandan da doğulu (güneyli) ve İslamiyet kökenli dillerin saldırısı altındadır. 1950’den bu yana izlenen İslamcı/ümmetçi politikalar Türkçeyi zayıflatmıştır, ve bugün batılı emperyalist/küreselci saldırıya olanaklar sağlamış, uygun ortamlar oluşturmuştur.
Dili olmayan toplulukların ulus olamayacağı gerçeği biliniyor. Anadilinden koparılan insanın birey olamayacağı da bir başka gerçek. Birey olabilmenin başkoşulu, insanın kendisine, çevresine, dünyaya, olaylara, geleceğe ilişkin düşünce üretebilmesidir. Başkasının diliyle ve o dilin verili değerleriyle ya da değersizlikleri, yozlaşmayı öne çıkaran olumsuz etkileriyle oluşmuş yapay ve kırma bir dille içi boşaltılmış düşünceler üretilebilir ancak. Dilin bozulması, giderek yok edilmesi toplumsal kimliğimizin ve bireysel varlığımızın yok edilmesidir. Bu süreç, kimlik yitiminin sonunda düşünce üretemeden, kendisini ve dünyayı eleştiremeden yaşayan, yani yiyip içen, çiftleşen ve sürüleşen canlılar düzeysizliğine götürür insanı. Bu sürüklenişin temel amacı küreselleşme sürecinde güneye, yani ucuz insanın ve ucuz kanserin bulunduğu bölgelere taşınan uzaktan kumandalı sanayi işletmelerine modern köleler yetiştirmektir.
Osmanlının yaptığı da bunun benzeriydi aslında, sanayi işletmeleri yoktu ama sürüleştirilmiş kimliksiz insan gücü barışta tarım ve hayvancılık için, savaş sırasında da savaşmak için hazır tutuluyordu. Günümüzün dünya imparatorluğunu da benzeri bir gereksinmeyi karşılamak üzere, az gelişmiş ya da gelişmemiş ülkelerdeki ekonomik, toplumsal dengeleri bozduğu gibi o ülkelerdeki, kültür birikimini ve dili de bozmaktadır. Amaç bellidir. Modern köleler topluluğu oluşturmak. Söz konusu küresel saldırıya katılanlar arasında ne yazık ki yerli mandacıların yanı sıra yazarlar, gazeteciler, medya patronları, iş adamları, politikacılar, bilim adamları da bulunmaktadır. Dilini, kimliğini, düşünme yetisini yitirmiş kalabalıklar gerektiğinde fabrikalarda ucuz insan gücünü oluşturacaklar, gerekince de dövüşeceklerdir. Bu oluşum, Türk/İslam sentezcilerinin Türkçe düşmanlığını da yeterince açıklamaktadır. Ulus olmayı değil de ümmet olmayı savunanlar elbette düşünen, eleştiren, irdeleyen bireyler istemezler; onların egemenliği ve iktidarı dilini, kimliğini, ulusal varlığını yitirmiş kölelerin oluşturduğu sürülerin omuzlarında yükselmiştir ve ancak bu yolla sürdürülebilecektir.
Bu durumda, dış saldırı ile iç saldırı birleşmektedir.
Oysa gerçek yurtseverler biliyorlar ki, Türkçe konuşan, anadiliyle kurulmuş düşünce dizgesi içinde özgür düşüncesini oluşturan özgür bireyler, ülkemizin geleceğinin mimarları ve sahipleri olacaktır. Bu yüzdendir ki onlar, dildeki yozlaşmaya, bozulmaya karşı çıkarlar, dilimizin gelişmesi ve güzelliklerinin korunması için yaşamın her alanında çaba gösterirler.
Dildeki kirlenme, aydınlık düşmanlarının saldırılarının kültür ayağının somut karşılığıdır. Bu saldırganların başında küreselleşmeciler vardır. Sanat-kültür-edebiyat alanındaki tetikçileri ise postmodernistlerdir. Postmodernistler, küreselleşmeyi gerçekleştirmek için ülkemizde uygulanan programlarda görev almış bilinçli, kaypak, ikiyüzlü, yalancı, numaracı, yurdunu ve insanını sevmeyen, halkına tepeden bakan, modern yaşam yerine arabesk yaşam anlayışlarını yerleştirmeye çalışan, her türlü gerici, tutucu yaklaşımlara göz kırpan, bu arada kültürümüzü, dilimizi bozup sözümona demokrasiyi savunan, edebiyatta ise dili bozdukları yetmezmiş gibi, bu yaptıklarını hüner bellememizi isteyen saldırganlarla işbirliği halindedir. Bu anlayışın edebiyattaki temsilcilerine göre, sözcüklerin anlamları yoktur, kullanımları vardır, (P Guiraud).
Çünkü, sanayi sonrası toplumlarda dil artık teknolojinin bir nesnesi durumuna gelmiştir. (Lyotard) Sözün kısası, her şey uluslararası sanayi şirketlerinin üretimine ve sonra da ürünlerini pazarlamasına hizmet etmelidir. Dil de, bu amaçla Amerikanlaşmalı, ulusal özelliklerinin yok edilmesi için her şey yapılmalıdır. Yapılmalı ki, yetiştirilen modern köleler bu süreçte baş eğip olguyu kabullensinler...
Günümüz koşullarında dilimize sahip çıkmak hem birey olmanın hem de yurtsever aydın olmanın kaçınılmaz zorunluluğudur. Dildeki savaşım var olma savaşımıdır ve yaşamın tüm alanlarındaki aydınlıkçı, özgürlükçü insan olma savaşımının ilk adımıdır.

ALINTI
 

Benzer Konular

Yanıtlar
3
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
10B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
4B
Üst