Bİrİncİ DÜnya SavaŞi DÖnemİnde TÜrk-ermenİ İlİŞkİlerİ

SüKuN Harbi Aktif Üye
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİNDE TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
Osmanlıların 1 Kasım 1914'te İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı savaşa girmesi, Ermeni komi-telerince büyük bir fırsat olarak görülmüştür. Gönüllü alaylar kurarak Rus saflarına katılan Ermeniler, Rus işgal kuvvetleriyle birlikte Doğu Anadolu topraklarına girmişlerdir. Ayrıca, A-nadolu'nun çeşitli bölgelerinde yeni isyanlar çıkartılmış, Osmanlı kuvvetleri arkadan vurulmuş, sivil Türk halkı büyük bir katliama uğratılmıştır. Bu katliam yalnızca Türkleri hedef almamış Trabzon civarındaki Rumlar ve Hakkari çevresindeki Museviler de Ermeniler tarafından katle-dilmişlerdir.
Osmanlı Devleti savaşa girmeden kısa bir süre önce Haziran 1914'te Erzurum'da Taşnaksutyun komitesi toplanmış ve şu kararları almıştır:
"İttihat ve Terakki Hükümeti'nin, Hıristiyan unsurlara ve özellikle Ermenilere karşı eskiden beri takip ettiği iktisadi, sosyal ve idari birbirine zıt politika, baskıyı ve ıslahatı uygulama konu-sunda gösterdiği aldatıcı hareketleri göz önünde tutan Taşnaksutyun Kongresi, İttihat ve Te-rakki'ye karşı muhalefet du rumunda kalmaya, onun siyasi programını eleştirmeye, kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadeleye girişmeye karar vermiştir."
Osmanlı seferberlik ilan eder etmez, Marsilya'da yaşayan Türk Ermenileri 5 Ağustos 1914'de bir beyanname yayınlamışlardır. Çeşitli gazetelerde yayınlanan söz konusu beyannameden birkaç cümle şöyledir:
"Rus Ermeniler, Moskova orduları saflarında, kardeşlerimizin cesetleri üzerine yapılan tahkirin intikamını almak için, vazifelerini yapacaklardır. Bize Türk tahakkümündeki Ermenilere gelin-ce, hiçbir Ermeni'nin silahı, ikinci vatanımız olan Fransa'ya ve onun müttefik ve dostlarına çev-rilmemelidir.(...)
Ermeniler, kime karşı olduğunu söylemeden Türkiye sizi silah altına çağırıyor; demiryollarının rayları 300.000 kardeşimizin cesetlerinden geçen II. Wilhelm'in ordularını ezmeye yardımcı ol-mak için Fransa ve onun müttefiklerinin ordularına gönüllü yazılın..."
Savaş başlayınca Ermenilerin Ruslarla işbirliğine giriştiklerini hemen her kaynakta bulabiliyo-ruz.
Bu konuda Philips Price şu ifadeleri kullanmaktadır:
"... Savaş patlak verince bu bölgelerdeki Ermeniler (Doğu vilayetleri kastediliyor) Kafkasya'daki Rus makamları ile gizlice temasa geçtiler ve geliştirilen bir yer altı teşkilatı ile bu Türk vilayet-lerinden Rus ordusuna gönüllü sevk edilmeye başlandı..."
Rafael de Nogales şunları yazmaktadır:
"Savaş fiilen başlayınca, Meclis'teki Erzurum Mebusu Garo Pasdermichan (Pastırmaciyan) ü-çüncü ordudaki hemen bütün Ermeni Subay ve askerlerle öte tarafa Rusya'ya geçti. Kısa bir sü-re sonra onlarla geri dönerek, köyleri yakmaya, ellerine geçen bütün masum Müslümanları in-safsız şekilde kılıçtan geçirmeye başladı. Bu kanlı mezalimin zaruri karşılığı, Osmanlı makam-larının, her halde henüz kaçmayı başaramadıkları için, halen orduda bulunan Ermenileri asker-lerle jandarmaları silahtan soyutla¤¤¤¤¤, onları yol inşaatında ve malzeme nakliyatında kulla-nılmak üzere iş taburlarına nakletmesi oldu."
Clair Price ise şöyle yazmaktadır:
"1908 Anayasası gereğince Enver Hükümetinin askerlik çağına gelmiş Türkler gibi Ermenileri de silah altına çağırmak hakkı vardı, ama, silahlı bir karşı koyma, özellikle Zeytun'da derhal başladı. Doğu hudutları boyunca Ermeniler Rus ordusuna kaçmaya başladılar. Enver Hükümeti geri kalanların sadakatinden şüphe ederek onları iş taburlarına sevk etti."
Osmanlı Hükümeti 3 Ağustos'ta seferberlik ilan etmişti. Zeytun'lu Ermeniler Osmanlı bayrağı altında bulunmayı istemeyerek kendi subaylarının yönetiminde bir Zeytun Fedai Alayı kurarak bölgelerini korumak istemişler, tabiatıyla kabul edilmeyen bu talepleri üzerine 30 Ağustos tari-hinde fiilen isyan etmişlerdir. Takip sonunda 60 kadar asi silahları ile yakalanmış ve bir süre sakinlik oluşmuşsa da Aralık ayında, Zeytunlular yeniden mülkiye memurlarına ve jandarmala-ra saldırmaya başlamışlardır.
1915 Mayıs ayına gelindiğinde, Ruslar Doğu Anadolu'da ilerler, İngiliz ve Fransızlar Çanakka-le'yi zorlar ve Güney'de kanal harekatı yapılırken, ülkenin iç durumu budur. Zeytun, Van ve Muş'ta isyan çıkmıştır. Van isyanı, şehrin Rusları tarafından işgaline yol açmıştır. Zeytun ve Muş isyanı devam etmektedir. Ülkenin her tarafı asker kaçakları ile dolu, her taraf çetelerin saldırılarına maruz, eli silah tutan Türklerin askere gitmeleri neticesinde meydan Ermenilere kalmıştır. Devlet bir taraftan savaşırken, bir taraftan da isyanlarla uğraşmaktadır. Osmanlı böyle bir durumda tehcir kararı almak zorunda kalmıştır(1).
Türkiye'deki Ermenilerle ilgili olarak savaş içinde alınan bir karar daha vardır ki, Patrikhane'yi ilgilendirir. 10 Ağustos 1916 tarihli Takvim-i Vekayi'de neşredilen yeni bir nizamname ile, Tür-kiye'deki Ermeni Kiliselerinin Eçmiyazin (Vagrsabat: Erivan'ın batısında) ile ilgisi tamamen kesilmiş, Sis ve Akdamar Katogikoslukları birleştirilip, Katogikosluğun merkezi Kudüs'e nakle-dilmiş ve İstanbul Patrikliği de bu Katogikosluğa bağlanmıştır. İstanbul Patriğinin ise ancak mezhepler nezareti ile temas edebileceği hükme bağlanmıştır. Nizamname ayrıca Patrik seçimi ve Patrikhane Meclislerine de yeni bir şekil vermiştir(2).

KAYNAK:
(1) Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, sh. 193-209 (2) Gürün, a.g.e., sh. 229


BÜYÜK ERMENİSTAN HAYALİ
"Büyük Ermenistan" Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan tarafından orta-ya atılmıştır. Halep doğumlu olan Ter-Petrosyan'ın geçmişi ve düşünceleri, SSCB döne-minde ülkede faaliyet gösteren tek siyasî parti olan Ermenistan Komünist Partisi'nin (1) ilkelerine dayanmaktadır.

Ter-Petrosyan, Dağlık Karabağ meselesini alevlendiren ve 1987 yılından itibaren Erme-nistan'da yoğunluk kazanan nümayişlerin baş organizatörüdür. Onun Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan'dan ayrılarak Ermenistan'a bağlanmasını sağlamak amacı ile Şubat 1988'de kurduğu "Karabağ Komitesi", 1989 Kasım'ında ad değiştirerek "Ermeni Millî Hareketi" adını almıştır.

Partileşme sürecinde, Mayıs 1990 seçimlerinde en fazla oyu toplayan ve 4 Ağustos 1990 tarihinde Ermenistan Yüksek Sovyet Başkanı seçilen Ter-Petrosyan, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandıktan sonra, 1991 yazında Ermenistan'ın bağımsızlığını ilân etmiştir. 21 Aralık 1991 tarihinde Alma-Ata (Almatı) Deklarasyonu'nu imzala¤¤¤¤¤ Bağımsız Dev-letler Topluluğu'na katılan Ermenistan, 1992 başında da AGİK (AGİT) ve Birleşmiş Milletler'e üye olmuştur.

Aynı dönemde, Ermenistan Cumhuriyeti, milletlerarası antlaşmaları, kendi yükümlü-lüklerini, Helsinki ve AGİT ilkelerini çiğneyerek, Azerbaycan Cumhuriyeti'ne bağlı bir özerk bölge olan Dağlık Karabağ'ı fiilen işgal etmiştir. İşgalin de ötesinde buradaki Azeri Türkleri'ne karşı açık bir soykırım uygulamıştır(2).

Ter-Petrosyan, 1990 seçimlerindeki ilk demecinde, milletlerarası kuruluşlara, sözde 1915 Soykırımı'nı tanımaları çağrısında bulunmuştur(3).

Ter-Petrosyan, 8 Ağustos 1994 tarihinde, ABD Başkanı Bill Clinton'ı Beyaz Saray'da ziyaret etmiştir. Toplantıya katılanlar arasında, Taşnak Partisi liderleri ile Ermeni kili-se mensuplarından Papaz Rafael Andonyan, Başpiskopos Mesrob Aşcıyan, Başpiskopos Hayag Barsamyan ve Başpiskopos Vahe Hovsepyan yer almışlardır. Burada konuşulan ağırlıklı konular, Türkiye'nin ve Azerbaycan'ın Ermenistan'a çıkardığı güçlükler ile söz-de Ermeni soykırımının tanınması olmuştur(4).

Ter-Petrosyan'ın Clinton ziyareti, dikkat çekici olmuştur. Çünkü son on yıl içinde, bir ABD Başkanı tarafından ilk defa böyle bir toplantı yapılmıştır. Ayrıca, bir ABD Başkanı ile Ermeni liderleri arasında sözde Ermeni soykırımının tartışılması, yeni bir durum o-larak değerlendirilmiştir.

DİPNOTLAR
1) Ermenistan Komünist Partisi, 1993 yılında adını Ermeni Demokratik Partisi olarak değiştir-miştir. Dağlık Karabağ'ın bağımsızlığının dünyaya kabul ettirilmesi ve Türkiye sınırları içinde kalan topraklar ile ilgili iddialar, partinin ideolojik özellikleri arasında yer almaktadır.
2) Katliam (Albüm), İstanbul 1993; The Tragedy of Nagorno Karabakh, Ankara 1993, s.13, 15-16; Yankı., 3.7.1995, s. 36.
3) Yankı, 3.7.1995.
4) The Armenian Reporter, 13.8.1994.





DOĞU ANADOLU'DA TÜRK SOYKIRIMI VE ERMENİLER


Yrd. Doç. Dr. Erol KÜRKÇÜOĞLU(*)
"Ermeni meselesi", sadece Türk Dünyasının bir sorunu değil, Ortadoğu'da, Kafkasya'da çıkar ve emelleri olan emperyalist devletlerin hepsini birden ilgilendiren milletlerarası bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihi bir gerçektir ki, Ermeni meselesi hiçbir zaman sadece, Ermeniler'in hareketi olarak gündeme gelmemiştir. Bugüne kadar Rusya'nın, İngiltere'nin, Fransa'nın, Almanya'nın, Yunanistan'ın desteklemediği hiçbir Ermeni hareketi olmamıştır. Boğazın Hasta Adamı'nı ortadan kaldırmanın ve topraklarını parsellemenin adını "Şark Meselesi" olarak koyan batılı emperyalist devletler, farklı bir kisveye bürünüp, Ermenilerle izdivaç yaparak, onları Kafkasya'da kendi siyasi ve iktisadi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Sözde Ermeni Soykırım yasasını kabul eden ülkelerin, 21. yüzyılda da taşeron güç olan Ermenileri kullanmaya devam edecekleri görülmektedir. Türkiye iki asırdan beri "Şark Meselesi"nin kıskıcında bulunmaktadır. Ama maalesef bela kapımızı çalınca bu tarihi meseleyi hatırlıyoruz. Ermeni meselesi günlük politikalarla geçiştirilemez. Uzun vadeli, milli hedefleri belirle-nen ve Türkiye'nin milli çıkarları noktasında bir siyaset takip etmek gerekmektedir.
Ruslar'ın ünlü tarihçilerinden Kavkaz adlı eserin yazarı V.L.Veliçko, tarihi Ermeni siyasetini, "Ermeniler tarih boyunca devamlı surette efendilerini değiştirmişlerdir. Roma, Bizans, İran, Rus, İngiliz, Fransız, Alman, Türk... Tarih sahnesinde yeni yeni efendi çıktığında, Ermeniler eski efendilerini sistemli olarak satmışlardır" diyerek Ermenilerin tarihi, siyasi ve milli bir şahsiyetten mahrum bir millet oldukları ifade etmektedir.
Ermeni Taşnak, Hınçak, Ramgavar Terör Örgütleri için Fransız tarihçisi Jean Laurent'in daha 19120 yılında söylediği şu cümleler gerçekten çok anlamlıdır: "Ermeni çeteleri, kendilerine bol para veren ve servet sağlayan devletin hizmetine girerlerdi. Bu devlet, onların i stedikleri gibi soygun yapmaları ve katliam girişimlerine izin verdiği sürece sadakatlerine güvenebilirdi."
1878 Berlin Antlaşmasından sonra Anadolu'da "Ermeni toprakları"ndan bahsedilmeye başlandı. Ermeni komiteleri de bu sözde "Ermeni topraklarını kurtarmak" emeliyle ortaya atıldılar. Temel yanılgı işte buydu. Çünkü Selçuklu Türkleri Anadolu'yu Ermenilerden değil, Bazans'tan alarak Türk Yurdu haline getirmişlerdi. Çağdaş Ermeni kaynakları; Urfalı Matheos, Aristakes, Sebeos ve Süryani Mihael, Türkler'in Bizans'a karşı zafer elde etmeleri ve Anadolu'yu Türk Vatanı haline getirmelerini ibüyük bir sevinçle karşılamışlardı. Çünkü tarihte Ermeni ve Süryanilere karşı en büyük zulmü, katliamı yapan tehcire tabi tutan, mezheplerini ve kiliselerini yasaklayan Bizanslılar ve İranlılar olmuşlardır. Ermeni Matheos'un "İnsanların en adili, en akıllı ve kudretlisi olan Melikşah, bütün insanlara karşı baba gibi idi. Bütün Rum ve Ermeniler kendi istekleri ile onun yönetimine girdiler" şeklindeki ifadesi Ermeni yazarın tarihi itirafıdır. Çağdaş kaynaklardan Süryani Mihael i se şöyle yazmaktadır: "Türkler, şirretli ve Rafizi Rumlar gibi kimsenin dinine ve inancına karışmıyor, hiçbir baskı ve zulüm düşünmüyorlardır."
Osmanlı toprakları üzerinde bir "Ermeni Eyaleti" veya bir "Ermeni Vilayeti" yoktu, hiç olmamıştı. Osmanlı ülkesinde Ermeniler yok muydu? Elbette vardı. Tıpkı bugün Fransa'da , ya da Amerika'da Ermeni nüfus bulunduğu gibi Osmanlı ülkesinde de Ermeniler yaşıyordu. Kimi bölgelerde daha az, kimi bölgelerde daha çok Ermeni vardı. 19. yüzyılda Anadolu'nun her köşesinde ezici bir Türk-Müslüman nüfus çoğunluğu vardı. Hiçbir vilayette, hiçbir sancakta ve hatta hiçbir kazada bir Ermeni çoğunluğu yoktu. Hatta Ermenistan'ın başkenti Erivan da dahi XIX. Yüzyılın sonunda, Türk nüfusu %83 iken, bu oran I. Dünya Savaşı sonrasında %4.3'e kadar düşmüştür.
Bin yıldan beri tarihi, kültürü, medeniyeti, insanıyla Kars'ı, Ardahan'ı Ağrısı, Iğdır'ı, Van'ı, Erzurum'u ile Türk Yurdu olan Doğu Anadolu'da Ermeni Devleti kurmaya kalkışmak da baştan beri yanlış idi. Osmanlı ülkesinde Ermeniler yaşıyor diye, Doğu Anadolu'da bir "Ermeni Yurdu" veya bir "Ermeni Devleti yaratmaya kalkışmak, bugün Ermenilerin yaşadığı Fransa'da Marsilya Bölgesinde bir "Ermeni Yurdu" bir "Ermeni Devleti istemek gibi imkansız bir şeydi. Ermenilerin yaşadığı ABD'nin Kaliforniya bölgesinde bir Ermeni Devleti kurulmayacağı gibi, Ermeniler'in o tarihlerde küçük bir azınlık olarak yaşadığı Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurulamaz.
Ama hayal gücü pek engin olan Ermeni Komitacılar, bu imkansızı düşündüler. Paris'te Cenevre'de veya Tiflis'te oturup, hiç tanımadıkları Anadolu'da Ermeni Devleti kurmaya kafalarına koydular. Bunu gerçekleştirmek için silaha sarıldılar, terörü bir metat olarak benimsediler ve kan dökmeye ve döktürmeye başladılar. Büyük emellerinin imkansız olduğunu ve bir çıkmaza saplanmış bulunduklarını fark edince, büsbütün hırçınlaştılar. Taşnak, Hınçak, Ramgavar adlı Ermeni çeteleri pek çok masum Tük kanı döktüler.
1893-1896 yıllarında Doğu Anadolu'da cereyan eden Ermeni terörü günlerinde, Van ve Bitlis'te Rus Konsolosluğu yapan General Mayevski hazırladığı raporunda Ermenileri yoldan çıkaranları ve kullananları şöyle ele vermiştir: "Türkiye Ermenilerin, Türlerin zulüm ve katli¤¤¤¤¤ maruz bulunduklarını Avrupa'ya göstermek icap ediyordu. Program şu şekildeydi: ancak kan dökmek lazımdır ki, Ermeniler serbestisi kazansın. Kan dökünüz! Avrupa sizi himaye eder."
Yine Rus Konsolosu Mayevski "Bitlis ve Van Vilayetleri İstatistiği" adını taşıyan mahrem raporda, Ermeni Taşnak ve Hınçak Çetelerinin bölgede Müslüman Türklere yaptıkları katliamları şöyle ifade etmektedir: "Ermeniler tarafından Türkiya'de yapılan katliamların sorumlusu, önce ithal komiteleri ile birlikte hareket eden Ermeni İhtilalcileri, sonra bunları koruyan ve teşvik eden bazı yabancı hükümetlerdir. Türkiye'de komitecilerin girmediği yerlerde yaşayan Ermezilerin, Türklerle bir sorunu yoktu. Türk zulmü bir gerçek olmayıp, isteyerek uydurulmuş siyasi bir hikayedir. Gerçeği olduğu gibi söylemek icap ediyorsa, doğuda katliam yapanlar Müslümanlar değil Ermenilerdir. Sonra yaptıkları bu zulmü, himayesiz Müslümanlara yüklemişlerdir."
Ermeni şiddet olaylarının en hararetlisi zamanında (1898) Doğu Anadolu'yu gezen Amerikalı Gazeteci George H. Hepwort, Ermenilerden şu serzeniş ve dert yanmalara şahit olmuştu: "Ah!... Biz önceleri çok mutlu bir halktık. Vergilerimizi öder, işimizle, gücümüzle ilgilenir, huzur ve refah içerisinde yaşardık... Fakat Berlin Anlaşması, İngiltere'nin işi karıştırması yok mu; eğer Avrupa'da bizi kendi halimize bırakmayı isterse, iyi bir geleceğe sahip olabiliriz. Fakat halk olarak bizim kötü duruma düştü-ğümüz görülüyor, zavallı Ermeniler... Avrupalılar bizi Türklere karşı kötü bir hırsla tahrik ettiler!... Yazık! Memleketimiz harab oldu."
Rusya'nın Ermeniler üzerindeki emellerini "Çarlık Rusyası'nın Türkiye'deki Oyunları" adlı eserin yazarı Edgar Granville şöyle ifade etmektedir. "Türkiye'deki Ermeni Meselesi, Ermenilerden doğmamıştır. Zira Ruslar Ermenilere el atıncaya kadar, Türkiye'de hiçbir Ermeni hareketi olmamıştır. Rusların eseri olan Balkan hareketine kadar Ermeniler kendi aralarında mezhep mücadelesi yapıyorlardı. Hatta kendi aralarındaki anlaşmazlıklarıng iderilmesi için Türklerden yardım dahi görüyorlardı. Rus mezalimine karşı Ermenilerin tek sığınağıdır.
XIX. ve XX. Yüzyıllarda Ermeni Terör Örgütleri olan Taşnak, Hınçak ve Ramgavar Bitlis, Diyarbakır, Malatya, Zeytun, Urfa, Harput, Sivas, Antep, Maraş, Muş vilayetlerinde isyanlar tertip edilmiştir. 21 Temmuz 1905'de Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'e Yıldız Camii önünde, Ermeni teröristler tarafından bir suikast düzenlendi. Bu suikastte II. Abdulhamid'in kurtulmasına rağmen 20 askerimiz şehit oldu.
1915-1919 yılları arasında I. Dünya savaşı içinde Rus Ordusu ile ittifak yapan Taşnak, Hınçak ve Ramgavar Ermeni Çeteleri Doğıu Anadolu Bölgesinde; Alaca'Da, Cinis'de, Ilıca'da, Erzurum Merkezde; Yanıkdere'de, Karskapı'da, Ezirmikli Osman Ağa ve Mürsel Paşa Konaklarında, Erzurum; Yeşilyayla'da Hasankale'de, Tımar'da, Horasan'da, Kars-Subatan'da, Van-Zeve'de, Ağrı'da, Bitlis'de, Iğdır-Oba ve Hakmehmet'te, Nahcivan'da, Zengezur'da ve Azerbaycan'da tam bir Türk Soykırımı gerçekleştirmişler ve bir milyon Türk'ü katletmişlerdir. Savaşla hiç ilgileri olmayan, masum bir milyon Türk, Ermeni Çeteleri tarafından sadece Türk ve Müslüman oldukları için, Hz. İsa'nın tavsiyelerine bile sırt çevrilerek katledilmiştir. Doğu Anadolu Bölgesi'nde Taşnak ve Hınçak Çetelerinin katlettiği bir Müslüman-Türk'e ait 185 toplu mezar ve Türk katliamı ile ilgili Osmanlı, Başbakanlık ve Askeri Tarih Arşiölerinde binlerce belge mevcuttur. Arşivlerimiz açık olup, yerli ve yabancı ilim adamlarının bilgisine ve istifadesine sunulmuştur. Hayatlarında bir kere dahi arşiv görmemiş, belge tanımamış, tarih ve kültürümüzle yakın-uzak ilişkisi olmamış, Batılı ülke parlamenterlerini, tarihimiz hakkında hüküm yürütmesi yorum yapması, yasa kabul etmesi ileme ve akla sığacak bir davranış değildir. Doğu Anadolu Bölgesi'ndie katliamlara "Türk Soykırımı"nın yaşandığı gerçeğini anlatamadığımız için, hayali Ermeni senaryoları dünya kamuoyunda gerçekmiş gibi kabul edilmeye başlandı ve Türk Milleti olarak haketmediğimiz tarihimize tarihimize yönelik saldırılarla muhatap olmak zorunda kaldık.
Erzurum Rus İkinci Topçu Alayn Komutanı Yarbay Tverdo-Khlebov hatıratında, "Ermeniler bana 27 Şubat gecesi 3000 Türk'ü öldürdüklerini iftiharla beyan ettikleri zaman, savunmasız, masum, insanların öldürülmesinin bir vahşet olduğunu söylediğim de, bize siz Rus'sunuz, Ermeni Milletinin idealini anlayamazsınız" diye cevap verdiklerini eserinde üzülerek ifade etmiştir. Yine Khlebov hatıratında: "Erzurum'da kalan bütün Rus Subayları, kendi haysiyeti ve formaları ile Ermenilerin Türklere yönelik katliamlarını örtmek için kalmayıp ancak amirlerine itaatte, yalnız Rusya'ya hizmet için kaldık. Erzurum'da bulunduğumuz müddetçe Ermeni Çetelerinin vahşet ve rezaletine son verilmesini istedik" demek suretiyle, Ermenilerin Erzurum ve çevresindeki vahşetine dikkati çekmektedir.
Rus yarbayı hatıratının bir başka yerinde de diyor ki; Büyük rütbeli topçu subayları birleşerek Rus Başkomutanına verdiğimiz raporda, "Erzurum'dan hepimizin ayrılmasına müsaade edilmesini, çünkü burada hiç bir şey yapmayıp ancak Ermeni Eşkiyası yüzünden adımızın lekelenmesini hiçbir zaman istemediğimiz bildirdik" şeklin-deki sözleriyle de Ermenilerin gerçek kimliklerini ortaya koymaktadır.
Tiflis'te 1919 yılında yayınlanan "Zakavkavzya ve Gürcistan" adlı belgelerden oluşan Rusça eserde, Rusya'nın Doğu Orduları Başkomutanı General Odişelidze'de 1918 yılı başlarında, Erzincan ve Erzurum'da Ermenilerin yerli Türk ahalisine yönelik katliamlarından bahsetmektedir.
25 Eylül 1919 tarihinde Erzurum'a Amerika Birleşik Devletleri'nden General Harbord başkanlığında bir inceleme heyeti gelmiştir. Bu ABD'li heyet, Yanıkdare'de Karskapısı'nda, Ezirmikli Osman Ağa ve Mürsel Paşa Konaklarında, Türk insanına yönelik katliama tanık olduklarında, "Hz. İsa'nın kulları nasıl böyle bir katliam yapabildiler" hükmüne varmışlardı. General Harbord, Erzurum ve çevresinde gördüğü vahşet karşısında dehşete düşmüş ve o kadar üzülmüştür ki, Erivan'da Taşnak katillerinin ellerini sıkmama cesaretini gösterebilmiştir.
Amerikalı General Harbord'un, Erzurum içindeki incelemeleri sırasında, bizzat kendisi Türk tarafına şöyle bir soru yöneltmiştir: "Daha önceden Erzurum'da Ermeni çoğunluğu var mı idi?" Bu soru üzerinde Erzurum Belediye Başkanı Zakir (Gürbüz) Bey, Amerikalı Generali pencere önüne çağırarak Gez ve Kavak Mezarlıklarını gösterip, "Bunlar hep Türk mezarlarıdır. Şehrin öteki yerlerinde de bunların on katı Türk mezarlığı daha vardır. Şimdi iyii bakın, çevresi duvarlarla çevrili küçük bir mezarlık var. O da Ermenilerin mezarlığıdır. Şimdi Ermeniler mi? Türkler mi çok anladınız mı? Ermeniler ölülerini yemediler ya! Erzurum'un ölüsü de Türk, dirisi de Türk!" diyerek tarihi cevap vermiştir. Gerçekten de Erzurum bin yıldan beri, toprağının altı ile üstü ile Türk vatanıdır. İlelebed de Türk Vatanı olarak kalacaktır.
İngiiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 11 Mart 1920'de Lordlar Kamarasında yapılan bir görüşmede "Ermeniler bazı kişi ve çevrelerin kabul ettikleri ve etmeye hazır oldukları gibi masum birer kuzu de
ğillerdir ve şu anda elimde Ermenilerce Türklere karşı girişilen kanlı olayları belgeleyen dökümanlar bulunmaktadır. Demek gereğini duymuştur. (İngiltere Dışişleri Bakanlığı Arşivi. No.. 05043 E 1714)
16 Mart 1920'de İtilaf Devletleri, Son Osmanlı Mebuslar Meclisini basara 118 Mebus ve devlet adamını Malta'ya sürgün etmişlerdi. İstanbul, İngiltere ve Fransa'nın işgal altında olmasına rağmen, Osmanlı arşivleri de tamamen İngiliz ve Fransız ilim adamlarının eline geçmesine rağmen, Osmanlı Hükümetini soykırımla suçlayacak hukuki değerde hiçbir belge bulamamışlardır. İngilizler, araştırmalarını ABD Senatosu Arşivinde genişletmişlerdir. Senatonun 3 Temmuz 1921'de yayınladığı bir raporda; "Maalesef, Senato Arşivindeki 33 bin belge arasında soykırımı doğrulayacak hiçbir belge yoktur. Mevcutlar ise, Ermeniler tarafından ifade edilen fakat ikinci elden hiçbir hukuki değeri olmayan belgelerdir" şeklinde tarihi belgelere dayanarak gerçekleri ortaya koymuştur.
ABD'li tarihçi Justin Mc Carthy "Ölüm ve Sürgün" adlı eserinde, I. Dünya Savaşından ssonra, İstanbul'u işgal edip, Osmanlıların bütün arşiv ve yazışmalarını elleri altında bulunduran İngiltere ve Fransa otoriterlerinin, bütün çabalarına rağmen, Osmanlı Devleti'nin Ermenileri planlı imhasından suçlu olduğuna dair hiçbir delil bulamadığını yazmaktadır.
Ermeniler, bugüne kadar Sevr Anlaşmasının geçerli, Lozan Antlaşmasının geçersiz olduğunu dünya siyaset gündemine taşamıya çalıştılar. William Eagleten, "Sevr Antlaşması daha imzalnandığı anda ölü doğmuş metinden başka bir şey değildi; çünkü tarih Mustafa Kemal tarafından farklı bir biçimde yazılmaktaydı" şeklindeki sözleri ile Türk Milleti ve Mustafa Kemal Sevr Antlaşmasının ölü doğmuş bir antlaşma olarak kabul etmektedirler. Sevr Antlaşmasına geniş sınırlı bir bağımsız Ermeni Devleti koy-durmayı başaran, Avrupa'daki Ermeni politikacılarının hayalciliği, Sevr'in ger-çekleşebileceğini uman batılılarınki kadar büyüktü. Fransa'nın en ciddi gazete Le Temps, 1 Aralık 1920 tarihli başyazısında şunları söylüyordu:
"Sevr Antlaşmasını hazırlayanlar neye benziyor biliyor musunuz? Tavşanının unutmuş olan ve şapkasından hiçbir şey çıkaramayan bir sihirbaza."
Anadolu'yu parselleyen Sevr paçavrasının Osmanlı Hükümetine zorla dikte ettirildiği Paris'in Sevr Banliyösünde, sözde Ermeni Soykırım Anatı açılması, şüphesiz Fransızların kendi tarihlerini de okumadıklarını göstermektedir. Çünkü, tarihte Türk devletinin bağımsızlığı ve bütünlüğünü ortadan kaldırmak amacıyla hazırlanan Sevr türü antlaşmalar, geçersiz, hukuki değeri olmayan antlaşmalar olarak kalmıştır.
Hiçbir tarihi temeli olmayan, 24 Nisan 1915 Sözde Ermeni soykırımı, tarihen gerçek dışı ve hayal mahsulü iddialardır. Ermeni propagandası ile "Soykırım" iddiasını tarihi bir zemine dayandırmak mümkün değildir. Osmanlı Hükümeti'nin 27 Mayıs 1915 tarihli çıkardığı kanun, bir soykırım kanunu değil, "Tehcir" kanunudur. Tehcir kanunu, tüm Anadolu'da yaşayan Ermenilere uygulanmamıştır.. 27 Mayıs 19115 tarihli bu kanun, Müslüman Türk ahaliye yönelik katliam yapan Taşnak, Hınçak ve Ramgavar Ermeni Çetelirin kapsamakta idi. I. Dünya Savaşı'nda Doğu Cephesinde Ruslarla savaşmak zorunda kalan Türk Ordusu, cephe gerisinde de, Ermeni çeteleri ile savaşmak zorunda kalmıştır. Osmanlı hükümeti cephe gerisini Emniyet altına almak, savunmasız, savaşla hiç ilgileri olmayan Müslüman Türk ahaliyi koruyabilmenin tek çözümünü, Ermeni Taşnak ve Hınçak çetelerini, o dönemde Osmanlı sınırları içinde bulunan Suriye'ye toplu olarak göç ettirmekle bulmuştur. Osmanlı Devletinin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne yönelik, iç ve dış tehdidi ortadan kaldırmak için başvurduğu haklılığı tartışılmaz ve üstelik o günün koşulları içinde uygar olarak nitelenebilecek bu uygulama, ne yazık ki 86 yıldan beri "Soykırım" olarak takdim edilmektedir. 1915 yılında uygulanan bu yer değiştirme kararında göçe tabi tutulan Taşnak, Hınçak çetelerinin van ve mallarını teminat altına alacak tedbirlerde esirgenmemiştir. Ayrıca yolculuk esnasında Ermenilerin her hangi bir saldırıya uğramalarının engellemek amacıyla, çeşitli güvenlik tedbirleri de alınmıştır. Tarihte başta Talat Paşa olmak üzere, hiçbir Osmanlı Devlet Adamının kendi eliyle imzaladığı ve Ermenilere yönelik soykırımı emreden belge ve bilgi yoktur.
27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir (Göç) Kanunu:
1. Nakli gerekenler, gidecekleri yerlere kadar refah içerisinde sevk edileceklerdir.
2. Yollarda istirahatleri, can ve mal güvenlikleri korunacaktır.
3. Gittikleri yerlerde kesin yerleştirilmelerine kadar kendilerine göçmen ödeneğinden geçimlerini sağlamak için yardım yapılacaktır.
4. Eski mali durumlarına uygun olarak kendilerine mal ve arazi dağıtılacaktır.
5. hükümet tarafından ev yaptırılacaktır.
6. çiftçilere tohumlu, evvelce sanatkar olanlara meslekleri ile ilgili alet dağıtılacaktır.
7. Terk ettikleri mallarından geriye kalanlar kendilerine verilecek bu olmadığı takdirde, bunların karşılığı para olarak ödenecektir.
8. boşaltılan şehir ve kasabalarda bulunan Ermenilere ait taşınmaz malların sayımı yapılacak, bunların cinsleri ve kıymetleri, miktarları tespit edilecek göçmenlere verilecektir.
9. Göçmenlerin kullanamayacakları mallar, yani zeytinlik, dutluk, bağ, portakal bahçeleri, dükkan han fabrika... ve depo gibi gelir getirecek taşınmaz mallar, arttırma ile satılacak veya kiralanacak, bu gelirler uygun bir şekilde göçe zorlanan ilk sahiplerine verilecektir.
Osmanlı İçişleri Bakanlığı, 28 Mayıs 1915'te göç ettirenlerin barındırmaları, yedirilip içirilmeleri ile ilgili hususları içeren ayrıntılı bir yönetmelik yayınlamıştır. Bunun bazı maddelerini şöyle sıralayabiliriz.

• Nakli gereken halkın gönderilme işi, mahalli idare memurlarının yönetimine aittir.
• Göç ettirilenler, bütün hayvan ve taşınabilir mallarını beraberinde götürebilirler.
• Göç sırasında göçmenlerin can, mal güvenliklerinden, yedirilme ve istirahatlerinin sağlanmasından, geçiş yollarındaki memurlar görevlidir. Bu konuda meydana gelecek aksaklıklardan rütbe sırasıyla bütün görevliler sorumlu tutulacaktır.
• Göç sonunda göçmenler, sağlıklı çalışmaya, tarımla uğraşmaya elverişli köy ve kent evlerine yerleştirileceklerdir.
• Yeni yerleşme bölgesinde göçmenlere verilecek arazi yoksa, devlet malı ve çiftliklerinden faydalanılacaktır.
• İskan bölgesine yerleşinceye kadar, muhtaç durumda bulunanlara uygun miktarda hükümet yardımı sağlanacaktır.
• Tarım yapacaklardan ve sanatkarlardan muhtaç bulunanlara uygun miktarda araç veyahut sermaye verilecektir.
"TÜRK SOYKIRIMI" tersine çevrilerek, tarihi iftira ve sahtekarlıkla "Ermeni Soykırımı" haline sokulmuştur. Halbuki Türk Milleti tarihte zulme, katliam, soykırıma uğrayan her millete yardım elini uzatmış ve ülke topraklarına sığınan milletlere kucak açmıştır. Eğer tarihte Türk Devletleri ülke sınırları içinde yaşayan azınlık milletlere soykırım ve asimi-lasyon politikaları uygulamış olsaydı, bugün Kafkasya'nın, Balkanların ve Ortadoğu'nun haritası yeniden çizilmesi gerekirdi ve dünya yüzünde varolan başta Ermenistan olmak üzere, birçok devlet ve millet mevcut olmayacaktır.
Batılı emperyalist devletlerin büyük kısmı, ön yargılarından kendilerini kurtaramamışlardır. Onlar için Türkler ne yaparlarsa yapsınlar barbardılar. Oysa Haçlıların Kudüs'te kendi ifadeleriyle, "atlarımızla göğüslerine kadar Müslüman kan gölü içinde yarış ettik" tarihi itiraflarını en çabuk unuttular? Milyonlarca Yahudi'yi sanki Almanlar katl etmemişte, sadece Hitler öldürmüştür. Böyle bir mantığı anlamak mümkün değildir. Sonra ülkeleriniin bağımsızlığı için savaşan İrlandalıları kurşuna dizen İngilizlerin barbarlığından kimse bahsetmez. Aynı İngilizler Çin'i ele geçirdmek için, bu ülkeye afyon ihraç ederek, emperyalizmin bükün korkunç silahları ile savaşırken, maalesef İngilizlere hiç hesap soran olmamıştır. Cezayir'deki iki milyon Müslüman katledilmesi ve Vietnam vahşeti ne Fransızlar, ne de Amerikalılar için utanç vesilesidir. Amerika Birleşik Devletleri, II. Dünya Savaşı'nda Japon esirlerini Amerikan askeri elbisesi giydirmek suretiyle Japon Ordusuna karşı savaştırmadı mı? Yani kardeşi kardeşe kırdırmadı mı? Yirmi yıl süreyle Kıbrıs'ta katledilen Türkler yüzünden, batı dünyası Rumları hiç suçladı mı? Ruslar'ın Azerbaycan'da, Dağlık Karabağ'da, Kafkasya'da, Çeçenistan'da, Tacikistan'da döktükleri masum insanların kanlarını hiç gündeme getiren var mı? Ama sıra Türklere geldi mi, işlemedikleri bir suçtan dolayı soykırım yapan devlet olarak barbar diye suçlamaktadırlar.
Biz haklı olduğumuzda hiçbir zaman, o konuda haklı olduğumuzu anlatmaya gerek görmüyoruz. Çünkü dünya baskın, görsün, araştırsın ve ondan sonra da bizim haklı olduğumuzu kabul etsin diye düşünüyoruz. Halbuki yapmadığımız, işlemediğimz bir suçtan dolayı, soykırım suçlamasını devletten önce Türk Milleti olarak bizler red etmeliyiz. Tarihin her devrinde yönetimi altındaki azanlıklara her türlü sosyal, siypasi, dini, iktisadi, kültürel hakları tanıyan tek bir millet varsa, övünerek söyleyebiliriz ki bu da Türk Milleti'dir.
Türk Kurtuluş Savaşı'nın devam ettiği 1921-1922 yıllarında, Taşnak ve Hınçak adlı Ermeni Terör Örgütlerinin, 27 Mayıs 1915 tarihlli Tehcir kanunundan sorumlu tuttukları Osmanlı Devlet Adamlarını düzenledikleri suikastlerle şehit etmişlerdir: 15 Mart 1921'de eski İçişleri Bakanı Talat Paşa Berlin'de Soghomon Tehlirian, 5 Aralık 1921'de eski Dışişleri Bakanı Sait Halim Paşa Roma'da Arşavir Şriakin, 17 Nisan 1922'de İttihat ve Terakki Partisinin mensuplarından bahattin şakir ve Cemal Azmi Beyler Berlin'de Aram Yergenian, 21 Temmuz 1922'de IV. Ordu Komutanı Cemal Paşa ve Yaverleri Nusret ve Süreyya Beyler Tiflis'te, iki Nemesis Ermeni militanı tarafından şehit edilmişlerdir.
Cemal paşa şehit edildiğinde üzerinde çıkan ve oğlu Behçet Cemal Bey'e yazılmış mektubunda, şu satırlar ibretle okumaya değerdi: "Sıra bende Oğlum... Talat ve Sait Halim Paşalar diğer mağdur ve mazlum arkadaşlarımdan sonra, beni de öldüreceklerdir... Cinayetin sebebi benden öncekilerde olduğu gibi gerçekleri konuşma-ma mani olmak gayesidir. Bu cinayeti önlemek güçtür, hatta ne elemlidir ki, bizim için imkansızdır."
Cemal Paşa, Türklerle Ermenileri birbirine düşman eden gücün Rus siyaseti olduğunu sık sık dile getirmekte idi. O, "Benim Ermenilere ne kadar iyi davrandığımı herkesten fazla bugünkü Ermeni Patriği Zaven Efendi bilir. 1915 senesi Aralık ayında İstanbul'a geldiğim zaman bizzat kendisi Pera Palas Oteli'nde beni ziyarete gelerek, resmi bir takdiri ile bütün Ermeniler n¤¤¤¤¤ teşekkür etti." Fakat Rusların ve batılı emperyalist devletlerin Kafkasya'daki taşeronu olan Ermeniler, 21 Temmuz 1922 tarihinde Tiflis'de Cemal Paşa'yı şehit etmişlerdir. Kazım Karabekir Paşa, Cemal Paşa ve iki yaverinin cenazelerini Erzurum'a getirerek Karskapı Şehir Şehitliğine defnetmiştir. Ermeni Örgütleri Talat Paşa'nın katili Soghomon Telirian adına Amerika Birleşik Devletleri'nin Frenso şehrinde bir anıt diktiler. Bir katile anıt dikmek, zihinsel sapıklığın bir ürünü olsa gerektir ve herhalde yalnız Ermeni Komitacılarına özgü bir marifettir.
1973-1995 yılları arasında Ermeni Terör Örgütleri olan; ASALA ve Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları tarafından, 21 yabancı ülkede Türk Diplomatlarına yönelik 199 eylem yapılmıştır. Bu eylemlerde, çoğu diplomat 41 şehit 161 yaralı verdik. Eylemlerin yapıldığı ülkelere göre Fransa, 54 eylem ile birinci sırada yer almaktadır. Maalesef Türk diplomatları görev yaptıkları ülkelerde, ASALA Terör Örgütü'ne karşı gerekli şekilde korunmamışlardır. Oysa şehit edilen diplomatlarımız bu devletlerin koruması ve güvencesi altında olmaları gerekirken, maalesef ASALA katilleri bu ülkelerde ya yaka-lanmamış ya da yakalanan teröristler gerekli cezalara çarptırılmamışlardır.
28 Ocak 1973 günü Santa Barbara'da Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar'la Konsolos Yardımcısı Bahadır Demir'i tuzağa düşürüp şehit eden Mığırdıç Yanikian cinayet mahalli olan Baltimore Oteli'nde şu ifadeyi veriyordu:
-Ever ben öldürdüm... Bilerek öldürdüm.... İsteyerek öldürdüm... Aylarca önceden planla¤¤¤¤¤ öldürdüm...
-Onlar düşmanımızdı. Türk'tü onlar... Türk oldukları için öldürdüm... İntikam almak için öldürdüm...
1973 yılında bu soğukkanlı caninin yaşı 77 idi. Dünyanın hiçbir ülkesinin teröristinin yaşı 77 değildir. Demek bir anlık öfke ya da krizin eseri değildi. Yanikiyan yıllarca bir Türk'ü öldürmek için planlar yapmış, nihayet iki diplomatımızı alçakça şehit etmişti.
31 Temmuz 1980 günü TC. Atina Büyükelçiliği İdari Ateşesi Galip Özmen ve Kızı Neslihan Özmen ASALA teröristleri tarafından, sırf Türk oldukları için şehit edilmişlerdi. Şehit İdari Ataşesinin oğlu Alper olay sırasında 13 yaşında idi. Alper bir hatıra olarak suikastın yapıldığı arabanın kırılan cam parçalarını ve ölen ablasının saçlarını saklıyordu. Bu acılı şehit çoğu defterine soruyordu:
"Ne o unutuldu mu, kanları parmaklarımızın arasında kalan şehitlerimiz."
Madrit'te değerli eşini Ermeni terörüne kurban veren rahmetli Büyükelçi Zeki Kuneralp, oradan ayrılırken ve diploması mesleğini noktalarken diyordu ki; "Evet kolay değildir, Türk olmak. Ama Türk olmanın imtiyazı da o nisbette büyük değil mi.?"
Neden, 21. yüzyılın bu ilk yılında Şark Meselesi (Doğu Sorunu) veya Sevr Antlaşması, suni Ermenistan meseleleri ile gündeme getirilmeye çalışılmaktadır? Neden, Fransa Millet meclisi 18 Ocak 2001 tarihinde "Fransa 1915 Ermeni soykırımını alenen tanır" şeklindeki yasayı kabul etmiştir? Neden, Türkiye emperyalist devletlerin yüzyıllardır gizli açık saldırılarına hedef odlmaktadır. Bu mesele bir Ermeni sorunu mudur? Ermeni meselesi neden uluslar arası bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Acaba Ermeniler Kafkasya'da yaşamayıp da, Asyanın kuzeyinde veya Afrika'nın ortasında bir konuma sahip olsalardı, Fransa yine sözde Ermeni soykırım yasasanı kabul eder miydi? Elbette ki hayır! Çünkü Fransa, Ermenileri bir taşeron güç olarak kullanarak Kafkasya'ya yerleşmek istemektedir. Ermeni meselesini başta Fransa olmak üzere Rusya, İngiltere ve Almanya, Kafkasya ve Hazar petrollerini ele geçirmek amacıyla gündeme getirmişler-dir. Yakın tarihe kadar devam eden Azerbaycan-Ermenistan savaşının en önemli sebebi de, Rusya ve batılı devletler arasında petrolü ele geçirme, Kafkasya ve Hazar petrolleri ve petrol yolları üzerinde söz sahibi olma mücadelesidir. Ermenistan'ın bugün Azerbay-can'ın %25 büyüklüğündeki topraklarını işgal etmesinin perde arkasında da Rusya, Fransa, İngiltere ve Almanya yer almaktadır.
Türkiye ile Rusya arasındaki ihtilafların başında Azerbaycan ve Kazakistan petrollerinin güzergahı meseli gelmektedir. Rusya petrolün Karadeniz'deki Novorossisk Limanına taşınmasını, buradan Boğazlar yolu ile Akdeniz'e ulaştırılmasını istemektedir. Rusya'nın Azerbaycan ve Kazakistan petrollerini Karadeniz-Boğazlar yolu ile Akdeniz'e taşımak hedefinin arkasında gizlenen amaçlarından biri, Türkiye'Nin Boğazlar tüzüğünü geçersiz kılmak için, Avrupa ülkelerinin desteğini almak idi. Ayrıca Rusya, Türkiye'nin Kazakistan ve Azerbaycan petrolü ile ilgili imzaladığı anlaşmaları gündemden çıkarmaya çalışmaktadır. Halbuki 20 Eylül 1994 tarihinde ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Türkiye, Norveç ve Azerbaycan'ın katıldığı "Uluslar arası Petrol Konsorsiyumu Anlaşması" ile Azerbaycan petrolünün güzergahı Bakü-Ceyhan olarak belirlenmişti. Rusya, 20 Eylül tarihli anlaşmayı imzalamasına rağmen bugün izlediği siyasetle, petrolün Bakü-Novorossisk veya Tengiz-Novorossissk hattı ile taşınmasını amaçlamaktadır. 21. yüzyılda da Kafkasya ve Hazar Bölgesinde petrol mücadelesi ve savaşı devam edecektir.
Ermenistan devlet adamlarına seslenmek istiyorum. Ermenistan, Kafkasya'da bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmek istiyorsa, bu Türkiye ve komşularıyla iyi münasebetler kurmasına bağlıdır. Türkiyede Ermenistan'a tarihin her döneminde dostluk elini uzatmış ve iyi komşuluk münasebetlerinin kurulması için daima ilk adımı atmıştır. Çünkü Türkiye; Balkanlar, Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kafkasya'nın güvenlik ve istikrarı açısından büyük önem arz eden işgal ettiği Azerbaycan topraklarını tahliye ederse, şüphesiz Kafkasya'daki çatışmalar sona erer ve bölgeye istikrar, huzur ve barış gelir. Tarihi bir gerçektir ki, kin ve nefrete dayalı politikalar, kesinlikle iflasa mahkumdur. Bugün Ermenistan Kafkasya'da cep devlet konumundadır. Ermenistan'ın milli menfaatleri noktasında Türkiye ve Azerbaycan'la iyi komşuluk münasebetleri kurması gerekmektedir. Çünkü Ermenistan'da hayat standartları çok aşağı seviyede ve kişi başına düşen milli gelir seviyesi de çok düşüktür. Ermeni Agop ve Vartan arasında geçen bir fıkra bugünkü Ermenistan'ın sosyo-ekonomik hayatını en güzel şekilde anlat-maktadır:
Agop ile Vartan acaba Ermenistan'a gitsek mi diye düşünüyorlarmış. Demirperde gerisine geçmek 1972 yıllarda zor işti. Agop, Vartan'a "Ben Ermenistan'a gideyim Vartan sen İstanbul'da kal. Ermenistan'ın durumu, refah seviyesi iyi ise çoluğu çocuğu al Ermenistan'a gel... Durumu mektupla anlatamazsam, sana bir fotoğraf göndereyim. Eğer ayakta isem Ermenistan'ın durumu iyi, oturuyorsam bil ki kötü o zaman kesin gelmeyin" Agop Ermenistan'a gittikten bir ay sonra bir fotoğraf göndermiş. Fotoğrafta Agop sırtüstü yatmaktadır. Bu fıkra Ermenistan devlet başkanı Robert Koçaryan ve Ermeni diasporasına çok şey anlatmaktadır.
Sözlerimi benim hayat felsefemin tek değişmez gerçeği olan, şu sözlerle tamamlamak istiyorum:
"Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli meselelerinde, Cumhuriyet rejiminin yaşatılması ve korunmasında, devletin bekası ve bütünlüğü noktasında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden yana olmak en büyük şereftir. , onurdur, gururdur." Büyük milletimizle ve ebedi devletimizle, sevdiklerinizle ve sevenlerinizle; dirlik ve birlik içinde nice mutluluklara, başarılara, güzelliklere erişmenizi dile, saygılar sunarım.
Dipnotlar
* Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdürü
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
4B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
11B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
1B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
11B
Üst