Bir MiLLeTin DiReNiş DesTanı (Tavsiye ederim)

DÜŞMAN BİRLİKLERİ TOPRAKLARIMIZDA...
GELİBOLU - 25 NİSAN 1915

Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

KANLISIRT 1915

8 AĞUSTOS 1915 - SUVLA
YARALI ANZAKLAR TEKNELERLE
HASTANE GEMİSİNE NAKLEDİLİYOR...

DÜŞMAN KUVVETLERİNE AİT BİR HASTANE - GELİBOLU 1915

İMROZ ADASI - AĞUSTOS 1915
DÜŞMANA AİT FARKLI AMAÇLAR İÇİN
TANZİM EDİLMİŞ ÇADIRLAR


18 ARALIK 1915
ARIBURNU YARLARI (ANZAKLARIN SFENKS DEDİKLERİ YER)


İSKENDERİYE 1915
DÜŞMAN KUVVETLERİNİN GELİBOLU'YA
SEVKEDECEKLERİ ARAÇLAR


AYNI YER - AYNI TARİH
DÜŞMANA AİT AMBULANSLAR


SUVLA 1915
BİR DÜŞMAN MEVZİSİ 1


2...


HİNT KATIR BİRLİĞİ - GELİBOLU 1915 - 1

Çökmüştü ufuklara, kara kara bulutlar,
Hasta adam dediler, almadılar kaile.
Yangınların külünden, filiz verdi umutlar,
Vatanımın bağrında, göründü nurdan hale,
Kanla yazıldı destan, 'Geçilmez Çanakkale! '
Anzak ile İngiliz, bilse idi gelmezdi.

Mehmet’im birçoğunun, adlarını bilmezdi,
Vatan aşkı olmasa, binlerce can ölmezdi,
Eşlik etti bir yıldız, al kandaki hilale,
Kanla yazıldı destan, 'Geçilmez Çanakkale! '


Ne Seyyid’dir sadece, ne Kınalı Ali’dir,
Türk olanın gözünde, vatan candan âlidir.
Bu savaş; imanların süngüleşmiş halidir,
Hiç namahrem değer mi, bize ait helale?
Kanla yazıldı destan, 'Geçilmez Çanakkale! '

Gelibolu Yarımada'sı sahilinde İngiliz çıkarma birlikleri ve savaş gemileri

Anzak Koyuna Bir Bakış


İnniliz ve Fransız donanmasının desteğinde Çanakkale'de Fransız çıkarması

KAHRAMAN MEHMETÇİKLER

Teoman Erbay arşivinden Nusret Mayın Gemisi

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Bir Şehid Mezadı adlı hazin bir hikayesi vardır. Kurtuluş Savaşı’nda şehid olan erlerin eşyalarının nasıl mezada konup satıldığını, topu topu bir küçücük bavula sığacak kadar olan bu şehid eşyalarını ailelerine göndermenin masraf ve zahmetini falan anlatır bu hikaye. Siz Anadolu’daki şu yoksulluğa bakın ki bir şehidin kurşun deliği açılmış bir kalpağı, altı delinmiş bir potini, eprimiş bir gömleği bile satılacak kadar değerli, öte yandan ailesi de onun parasına muhtaç olacak denli fakir. Peki ya satılmak üzere açılan bavuldan bir şehidin mektupları çıkarsa!..
Bir şehid ki her şeyi mezada çıkarılsa, mektuplarına asla değer biçilemez. Çünkü o mektuplarda yalnızca kan, et ve kemik kokusu değil, kocaman hasretlerin derin aşklarını yüklenmiş bir gönül vardır. O mektuplar ki kurşunların birbirini vurduğu, güllelerin havada göğüs göğüse geldiği cehennemî seslere sükunet verir, vatan aşkını hasretle anılan bir isme bağlayarak cesarete dönüştürür. Kalbinin üstünde böyle bir mektubu saklayan askerin, ‘vatanı için yapabileceği hangi fedakarlık’ vardır diye sorulamaz elbette; o hepsini sırayla yapar ve canını en son verir. Çanakkale Mahşeri’nden okuyalım:
“Bu anda dışarda koşuşma başladı; eski askerler, “Saya geldi! Saya geldi!” diye birbirlerine bağırıyorlardı. (...) Binbaşı Abdülkadir, meraklı bakışlarını Binbaşı Lütfi’ye çevirince, o da bilgi vermek mecburiyetini hissetti.
-Sai gelmiş. İzmir’in köylerinde dolaşır; askerlere gönderilecek mektupları, küçük emanetleri toplar, getirir; sahiplerine verir. Sırdaş olduğu için de sevgililer selamlarını ona emanet ederler. Bu da onun gelişini çok değerli yapar.
Askerler etrafına toplanınca, Sai sağ elini heybenin bir gözüne soktu; bir mektup çıkardı ve bağırdı:
Mehmet oğlu Kara Ali!?..
Değişik yerlerden sesler yükseldi:
-Cennet-i A’lâ’da!..
-Mertebesine erdi!..
Mektubu heybenin diğer gözüne attı. Tekrar bir mektup çıkardı:
-Alsancak’tan Hayati oğlu Salim!
Kalabalığın arasından birisi elini uzatarak bağırdı:
-Ver! Buradayım!..
Yanındaki asker, Salim’in sırtına hafif bir yumruk vurdu:
-Kimden geliyor?!..
-Dur, hele zarfın arkasını okuyayım.
Eline yeni bir mektup alan Sai, yüksek sesle bağırdı:
-Kadir oğlu Hüseyin!..
Değişik yerlerden cevap geldi:
-Şehit!..
-Şehit!..
Onu da diğer göze attı; bu kere işlenmiş bir mendil çıkardı:
-Hasan oğlu Rafet!..
-?!..
Hiç ses çıkmayınca Sai tekrarladı:
-Hasan oğlu Rafet!?..
Tanıyanı kalmamıştı. Sai’nin yüz hatları değişti. Gözleri dalan Binbaşı Abdülkadir karargaha girdi; onu takip eden Binbaşı Lütfi kapıyı örttü; ama az da olsa Sai’nin sesini hâlâ duyuyorlardı:
-Musa oğlu Muharrem!..”

Tarihini bilmeyen milletler kendilerine efsaneler uydurur ve gitgide efsanelere sığınmaya başlarlar. Yukarıdaki satırlar henüz hatıra ve tarih iken derlendiği için bahtiyarız. Ya kaybolup gitselerdi!..

Tazecik zihinler bu günü beller
Yıkılmaz Çanakkalem yıkılmaz derler
Ecdadın kanıdır sulanan yerler
Her şey vatan için şeref içindir
Çanakkalem o ne büyük zaferdir

O gün bir buluttur kendine çeken
O gün bir umuttur mahvolup giden
O mucize ile hayrete düşen
Denize dökülen düşman şahittir
Çanakkalem o ne büyük zaferdir

Fransızlar, Kereviz Dere’deki mevzilerimizi alıp, Müttefik cephesinin Alçıtepe’ye doğru ilerlemesini sağlamak için yaptıkları hücum denemelerinde zorlandılar. Çarpışmaların şiddeti ve Fransız zaiyatının çokluğu nedeniyle, Fransızlar buraya ‘Ölüm Çukuru’ adını verdiler. Fransa’dan, Cezayir’den ve Senegal’den gelen Fransız askerleri burada, Haricot (Kuru Fasulye ) Mevzisi ve Le Rognon (Böbrek) adı verdikleri mevzilerimizi almak için savaştılar. Bu gibi sıradan isimler, savaş alanlarıyla tezat oluşturur. Bir Fransız tabip subayı olan Doktor Subin, bu arazi hakkında şunları yazdı: “Her taraf yaralı dolu! Hücum ettikçe artan ölüler karmakarışık yığınlar içinde yatıyorlar ... cesetler şişmiş ve uniformaları üzerlerine sıkı sıkı yapışmış. Bu korkunç bir şeydi

''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, diğer her şeyi de Atatürk'e..."
 
Son düzenleme moderatör tarafından:

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
6B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
82B
Yanıtlar
6
Görüntülenme
14B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
6B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
16B
Üst