Bilimin yararları nelerdir

deep Harbi Aktif Üye
Bilimin yararları nelerdir?
biliminyararlari.jpg

Bilimin faydaları
Bilim, modern dünyamızı derinden ve muhteşem bir şekilde değiştirdi Bilim, hayatın her alanını öylesine sarstı ki, ondan iyi günde de, kötü günde de kaçmak mümkün değil.

20 yüzyıl, bilimin insanlığın kendi kendisini yok etme yetisine olduğu kadar, insanın aydaki ayak izlerine
yol açan zaferine de tanıklık etti.
20 yüzyılın ilk yarısında, soy geliştirilmesi bilimi (öjenik), insanoğlunu seçici üreme aracılığıyla
geliştirmenin yollarını aradı, ki bu da zihinsel özürlü insanların kısırlaştırılmasına gerekçe oldu 2
Dünya Savaşı sırasında, gelmiş geçmiş bilim insanlarının en ünlülerinden biri olan Einstein’ın dehasının
korkutucu yan ürünleri olan atom bombaları, Japonya’daki Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atıldı
Günümüzde, biz gezegenimizi yaşanmaz hale getirmenin eşiğindeyken, bilişim ve internet özel hayatı
tehdit ediyor.
Evet, bilimin karanlık ve endişe uyandıran bir yanı da var
Bilimin bu çelişkili, bir yandan hayatı kolaylaştırırken, bir yandan da varlığımızı sona erdirecek araçları
arttırması kapasitesi, bilim denen, “şeytanla anlaşma”, ya da “bilgi pınarı” olan bu şeyi incelememizi
zorunlu kılıyor

Karl Popper’ın
sahtecilik kavramının alakası ve etkinliğine rağmen, çağdaş bilim filozoflarının en tanınanı, 1962 yılında
basılan ve hâlâ büyük bir popülariteye sahip olan Bilimsel Devrimlerin Yapısı (The Structure of Scientific
Revolutions) kitabının yazarı Thomas Kuhn’dur.
Kuhn, tarafsız gerçek arayışının bilimin asıl hedefi olmadığını, bunun yerine bilimin, çağdaş bir inançlar
sistemi içinde işleyen problemleri çözmenin bir metodu olduğunu söylemiştir Bu inançlar ve değerler
sistemi kendisini, sonuç üreten bir seri deneysel prosedür aracılığıyla yansıtır; bunun karşılığında da,
orijinal inançlar ve değerler sistemini güçlendirir Kuhn bu tür sistemlere paradigma adını vermiştir
Bilim insanları normalde zamanlarının çoğunu normal bilim yaparak, yani başka bir deyişle, spesifik bir
paradigma içinde çalışarak geçirirler.
Ama bazen, Nicolaus Copernicus, Isaac Newton, Charles Darwin ve Albert Einstein gibileri, bilimsel
devrimleri tetikleyen yeni inanç sistemleri bulurlar Onların buldukları sistemler bildiğimiz evreni yeniden
şekillendirmiştir Öyle ki, evrenin merkezinde Dünya değil Güneş vardır; gökyüzü mekaniğini dünyevi
mekaniğin uyduğu aynı kurallar altında getirmiştir; Tanrı tarafından yaratılan bir dünyadan, amaçsız ve
asla bitmeyecek bir dünyaya geçilmiştir; ve kesin ve devamlı bir zaman akışına sahip bir fizikten, zaman
akışının esnek olduğu ve deneyi yapanla gözlemlenenin göreceli hızına göre değişiklik gösteren bir
fiziğe geçilmiştir.
Kuhn, yeni paradigmaların, bilimsel değerlerinden dolayı değil, bunların rakiplerinin eninde sonunda
ölmesinden dolayı benimsendiğini savunmuştur: Einstein’cıların genel görecelik kuramı doğanın gerçek
tanımı olarak kabul edilmiştir, çünkü artık Newton’cuların safları azalmıştır
Bilim sadece, filozofları kandıran bir aura kaybetmiştir; yenilikçi bilim insanları, fikirlerini kabul ettirmenin
ne kadar zor olduğunu bilirler.

Karl Popper, hâlâ bilimin en isabetli ve etkin tanımını veren kişidir: Bilim, yanlış olduğu kanıtlanabilecek
bilgidir – yani kendi jargonunda, “Bilim, çürütülebilir olan şeydir” demek istemiştir
Popper’a göre bilim, aksini ispatlamanın sürekli bir alıştırmasıdır Her bir deney ve gözlem, kabul edilen
kuramla çelişmeyi amaçlar Bilim, bilim insanlarının çürütme çabalarından kurtarılan kuramlardan daha
fazlası olamazdı Popper, sistematik şüpheyi, bilimsel metodun temeli olarak tanımlıyor Bilim insanları,
hali hazırda kabul edilen – Thomas Kuhn’un “paradigm du jour” ya da “günün paradigması” dediği kuramla çelişecek
gözlemleri keşfetme ve yayımlama hırsıyla yola çıkarlar.
Pratikte, pek çok bilim insanı çoğunlukla deneyleri tekrarlamaktan ve daha önce elde ettikleri sonuçları
teyit etmekten mutluluk duyarlar Yine de, aynı zamanda, kendilerini yeni bir kurama götürecek hatayı
bulma hayalleri de kurarlar CERN’in Cenevre’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nın ilk çalışmasını
sabırsızlıkla bekleyen binlerce bilim insanı, (Fiziğin Standart Modeli tarafından tahmin edilen temel bir
parçacık olan ünlü Higgs bozonunun varlığını teyit etmek için çarpıştırıcının kullanılmasında olduğu gibi)
yeni yollar açacak “yeni bir fizik” bulmakla muhtemelen daha çok ilgilidirler.

1960’larda Berkeley’de öğretmenlik yaparken, Paul Feyerabend,
“bilimlerini” açıklamaları için cadıları, yaratılışçıları, darwincileri ve falcıları davet eder ve öğrencileriyle
tartışırdı Feyerabend için, “Herşeye kabul” ilkesi geçerliydi
Feyerabend’e göre, bilimin dünyasında, amaçlar araçları haklı çıkarır Feyerabend, örneğin, Galileo’nun
yeni teleskop icadından yaptığı gözlemler kadar, yalanlar, veri çarpıtması ve propagandadan da
yararlandığını söyler.
Galileo’nun stili ve zeki ikna tekniklerinden dolayı ünlü olduğunu, çünkü Latince yerine İtalyanca
yazdığını ve bir biçimde eski fikirlere ve onları öğrenmeye bağlı standartlara karşı çıkan insanlara hitap
ettiğini öne sürdü.
Eğer bilim insanları diğer herkesin kullandığı aynı araçları kullanarak tartışmaları kazansalardı, bilimsel
gerçek bir astrologdan, falcıdan ya da mistikten gelen gerçekten daha güvenilir olmazdı Bu yüzden,
Feyerabend bütün bu yaklaşımların eşit değerde olduğunu, - bilimin, özellikle de kurumsallaştırılmış
bilimin tarihi bir fenomenden daha fazla birşey olmadığını; bilimsel dogmaların daha bile tehlikeli
olabileceğini ve toplumun totaliter bilimin büyüsünden kurtulması gerektiğini söyledi
Sosyolojik yapılandırmacılığa giden yol, artık açılmıştı.

Antropologların belli bir kabileymiş gibi davranan bilim insanlarını gözlemlemesi, neden iyi birşey
olmasın ki? Antropolojik araştırmalar, insanların söyledikleri ya da yazdıklarına minimal derecede önem
vermeyi ve onların gerçekte ne yaptıklarına odaklanmayı gerektirir.
Bu fikre dayalı olarak, sosyolojik yapılandırmacılar bilimin tamamıyla toplumun bir ürünü olduğunu
kabul ettiler Bir bilim insanının inançlarını, büyük ölçüde toplumun belirlediği sonucuna vardılar:
bir bilim insanı, yayınları ve çalışmalarına başvurabilir; onun belirli bir bilimsel kurama olan inancını
belirleyen, bilim insanının sosyal ortamıdır
Sosyolojik yapılandırmacılar, bilim insanlarının gerçeği bildiklerini iddia ettiklerinde, aslında sadece
kendilerini kandırdıklarını düşünürler Bilimsel araştırma tamamıyla, onların güç sahibi olma isteğinden
gelen bir çabadır ve bilim boyunduruktan başka birşey değildir.
Sosyolojik yapılandırmacılara bir örnek, “Bilim İş Başında” diye adlandırdığı bilimi, laboratuvarlardaki
bilim insanlarının davranışlarına indirgeyen Fransız sosyolog Bruno Latour’dur
Latour’un bilim tarifinde, bilim insanlarının bir mikroskoptan içeri doğru bakarken ne gördükleri açık
değildir Bunu gerçekte kimse bilmez Elbette bilim insanı “Bakteriler görüyorum” diye iddia eder Ama
bakteriler konuşamaz ve kendilerini tanıtamaz Latour ve “Bilim İş Başında”nın partizanlarına göre,
bilimin büyük bir bölümü kurgudur ve bilim insanlarının aklının bir düzmecesidir
Tıpkı Kuhn’un yaklaşımı gibi, sosyolojik yaklaşım, en azından bilimsel keşifleri ait oldukları tarihi metne
yerleştirir Her ikisi de zamanlarının çok ilerisinde olan Gregor Mendel’in kalıtım keşfine ve Alfred
Wegener’in kıtasal sürüklenme kuramına ne olduğunu açıklar. Bu kuramların ikisi de ciddiye alınmamıştır.
ve oluşturulduktan onlarca yıl sonra bir etki yaratmışlardır.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
1B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
47B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
4B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
4B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
10B
Üst