Belki Gelirsin Diye Yollar Hep İçimden Geçiyor

Ne yazacağımı, nasıl yazacağımı bilmiyorum. Daha doğrusu nasıl bir veda mektubu yazacağım? O kadar zor ki bunu yazmak, canımdan parça parça kopartılıyormuş gibi acıyorum ve kanıyorum. Ama seni sana bırakmalıyım, dileğini gerçekleştirmeliyim. Bu ölüm bile olsa yapmalıyım. Senin hiçbir isteğine karşı çıkamam ben, bilirsin.

Belki sen çoktan gitmiştin benden. Ne zamandı hatırlamıyorum, hani peşinden gelmiştim gittiğin uzağa. Hüzün giymiştin o gün. Ben de yanına gelip o hüzünleri içmek istemiştim. Olmadı. O gün belki de benden gittiğin gündü. Gözümün önünden hiç gitmiyor donuk bakışlarında kaybolan çehrem. Yanımdan bir sigara içip kalkmıştın ve yüzüme bile bakmamıştın. Gittiğin an mıydı o an? Hüznü ben giyiyordum artık kat kat.

Sonra telefonların kesilmeye başladı. Fırsat bulduğun her an benimle konuşmak istemiyordun artık. Yavaşça mesajları da kestin. Gideceğini biliyordun kendin ve belki de beni alıştırmaya çalışıyordun. Sessizce bitmeliydi bu iş. Sana göre çok abartılacak bir şey de değildi zaten. Hele yazdıklarımı hiç sormayışın, okumak istemeyişin... İçimi kemiren sevdayı kime anlatacaktım ben senden başka? İkinci defteri verdiğimde, günlerce sende kalmasına rağmen hiçbir şey yazmamıştın. Oysa son sayfaları bilerek boş bırakmıştım. Yaşam pınarım belki bir şeyler yazar da içinden umut devşiririm sözlerinin diye. Belki okumamıştın bile. Acı gurbetten vatanına dönüyordu, sen gidiyordun.

Zordu elbet seni sevmek, çok zordu. Bunu baştan beri biliyordum ama yine de duramıyordum. Senleşiyordum giderek, "sen" oluyordu ruhum. Bir gün baştan başa sen oldum. Ruhum sendin artık. Ne ruhumu terk edebilirdim ne de bedenimi. İkisinin ayrılığına katlanacaktım.

Bana hep derdin ki; "seninle olmak mutlandırıyor beni". Sevinirdim seni mutlandırdığım için. Yüzüme gülümsemeler yerleştirir her sabah sana gelirdim. Canıma kavuşurdum her sabah, yeniden doğardım. Her sabah yeniden mutlandırmak isterdim seni. "Şairlerin umudu hiç bitmez" diye teselli ederdin beni. Evet bitmesin hiç. Yokluğunda üstüme gelecek olan ıstırap ordularından ancak umutla kurtulabilirim.

Ne güzel günlerdi! Hep gülüyordun yanımda. Sen güldükçe ben de gülerdim. Günlerce çehrelerimize çocuk sevinçleri döküldü. Hiç düşünmedik zorlukları, insanların korkunç bakışlarını fark etmedik bile. Çünkü o zamanlar biz birbirimizde yalnızdık. Küçük mutluluklar biriktiriyorduk imkansızlıklar içinde. İlk bakış, ilk dokunuş, ilk öpüş... Dilinden dökülen ilk "canımsın", ilk "seni seviyorum", ilk "tatlım"... Sen şiirdin ben şair. "ŞİİR VE ŞAİR"... Dev gibi bir sevdanın küçük adı. Ayrı bedenlerde aynı ruhu taşırdık. Birlikte olduğumuz her an heyecan ter gibi boşanırdı tenimizden. Yaşıyorduk kendimizi, içimizi.

"Yaşanılası"ydım ben senin için. Hiç yaşamadığın yaşanılası... Yazdıklarımı okuyarak mutlu olurdun, ben sevinirdim. Hiç ummadığım anda sesini yollar, bazen arasına "şairim" sıkıştırdığın mesajlar çeker, bazen de sadece kaçamak bir bakış uzatıp gülümserdin. O anlar sevinç deryalarında yüzdüğüm anlardı. Tüm duyularımı yanıma alıp yıldızlarla beraber mabedimde duaya dururdum. Her gece yıldızlar iner karşında diz çökerdi. Tanrı'mızı izler gibi izlerdik seni. O muhteşem güzellik tüm gururunu alırdı evrenin ve severek secdeye varırdı varlıklar karşında. Gözlerinden bakış yerine yaşam uzanırdı içime. Can bulurdu işte o an bedenim.

Bu, senin okuyacağın son mektup ne zor yazılıyor. Kelimeler bir türlü senden çıkıp vedaya uzanmıyor. Saatler oldu başlayalı ama hala tükenmiyor. İçimdeki sen gibi... Duruyorum, fotoğraflarınla konuşuyorum, söylediklerini bir bir anımsıyorum ve anımsadıkça içimdeki sızıyı kanatıyorum. Birlikte olduğumuz, sahiden yaşadığımız, ruhlarımızın seviştiği anları bir bir belleğimden geçiriyorum. Sadece hatırlamıyorum da, yaşıyorum o anları bir daha. Bitmek bilmeyen bekleyiş acılarını dindirmek için hep o anlarda kalmaya çalışıyorum. Mektup da bitmiyor işte. Veda etmek o kadar zor ki, içiyorum, aklımı içki kadehlerinde bırakmak istiyorum.

Biz gizli mutluluklar ülkesiydik. İş çıkışı kimse anlamasın diye ayrı ayrı otobüslere biner, aynı yerde buluşurduk. Bir çay içimlik vaktimiz vardı belki ama koşardık birbirimize. Sakin, kimsenin itibar etmediği yerleri bulur birbirimizi içerdik gözlerimizle. Tavlada hep sana yenilirdim, bakışlarından sarhoş olup. Yemek bahanesiyle kuytularda sevişirdi ellerimiz. Sözlerimiz Mecnun dilinden dökülürdü.

Ah Şiiri...m, bir türlü tükenmek bilmiyor veda. Giderek zorlaşıyor işim. Giderek acı kervanları çoğalıyor yüreğimde. Neden beni konaklama yeri seçiyorlar anlamıyorum? Ben onları besliyorum galiba.

Geçen hafta bugün, Pazar, ilk defa hiç aramamıştın. Saatlerce beklemiştim, sayısız mesajlar çekmiş, defalarca aramıştım. Hiçbir haber alamamıştım senden. İsyana uzanmıştı tüm varlığım istemeden. Tanrım ne muhteşem acıydı! Bütün bir günü senden habersiz geçirmek... O gün Werther olmayı, onun gibi gitmeyi uzun uzun düşünmüştüm. Gecenin dördünde gelmişti mesajın ve artık kızıyordun bana. Sana göre ben abartıyordum. Bak artık abartmıyorum, aramıyorum, mesajlar atmıyorum... Acı vatanında mutlu.

Seni ne kadar sevdiğimi anlatmayacağım. Bunu bunca zamandır anladığını ümit ediyorum. Abartmıyorum işte bu yüzden. Her an bekliyor ve özlüyorum. Artık ruhum beklemenin büyük ıstırabında demleniyor. Belki ararsın, belki bir mesaj atarsın diye gözlerim gözlerin yerine artık telefonlarla sevişiyor. Ve belki gelirsin diye yollar hep içimden geçiyor. Aramıyorsun, sormuyorsun, gelmiyorsun ve ben alışıyorum yokluğunda seni sevmeye. Umuda tutunuyorum. "Bir gün"lü düşler sararak daralışlarıma, isyanlarıma susuyorum.

Ne kadar acı, bana kızıyorsun artık. Bir mektubunda "dostluğumuz hep sürsün, artarak" diye dilekte bulunmuştun. Ama şimdi beni görmek, duymak, hissetmek istemiyorsun. "Dostluk"mu? Belki de düşüncelerinin acı veren labirentlerinde kaybettin onu. Kızma bana ne olur, kızma! Ben dünyada sevebileceğim en yüce insanı buldum. Mabedim yaptım seni. İyilik mabedim, güzellik mabedim, mutluluk mabedim... Orada duadayım her an. Uzaktan sevmeme kızma! Acı içsem de kadehlerden Nirvana yolunda hüzün kokulu bir mutluluk buluyorum.

Bana "Nasıl bu kadar çok seviyorsun? Şaşırıyorum. Üstelik yanında değilim." Derdin. Ben de çok şaşırdım bu sevgiye. Hatta isyan ettim bazen. Çünkü acı veriyordu. Zaman tüm kötülüklerini üstüme salıyordu yokluğunda. Ama çabuk çıktım isyanlardan. Sevmek erdemdir ve ben seninle bu erdeme ulaştım. Yanımda olmaman sevgimi azaltmaz, eksiltmez. Çünkü sadece tensel varlığın yanımda değil. Aslın bendedir.

Gerçeklerin hep ürküttü seni. Yolunu kesti. Ne onlardan kopabildin ne de bana gelebildin. Bu yüzden içini susturmak istedin. Bana karşı çok şey hissettin. Hatta sevdin beni, çok sevdin. Yanımda mutluluk aktı duyularından. Ama kısa sürdü. Birden çektin kendini, belirsizlik bürüdü her yanını. Davranışlarından umut devşirirken ben, sen biraz daha gittin. Kendini zorla duyarsızlaştırmaya ittin. Ve ben "bir gün gelebileceğin ihtimaline" sığınıp sustum.

Çok üstüne geldiler biliyorum. Bana "anla beni" diye yalvarırcasına baktın. Anlıyorum seni! Ama aynı zamanda çok seviyorum. Çok zorlaştı her şey ve sen gitmek zorunda kaldın. Bağlı olduğun bir hayat vardı ve beni onun yanına bir sığınmacı olarak alıp sevemezdin. Belki de bu yüzden uzaklaştırmak istedin beni kendinden. Belki de bana acıdığın, üzüldüğün için yapıyorsun. Her ne için olursa olsun işte tükendik mi? Bir şey çok yaralar beni: sende hiç olmamak, hislerinde ölmek, Şairin olmamak...

Yüce bir varlığa nasıl veda edilir bilmiyorum. Çok yoruyor bu beni. Acıtıyor içimi ve bu yüzden mektup da bitmiyor. Duruyorum, dolaşıyorum, sürekli seninle konuşur gibi düşüncelerimi çarpıştırıyorum. Bazen sahiden nefes alamaz oluyorum. Sanırım sen gidince Lotte'nin acısına düştüm. Werther'in ardından hergün ölen Lotte... Aslında Werther ne kadar da kolayı seçmiş.

Hiç mi umut yok diye sorasım geliyor sana. Beni uzaktan da olsa sevebilecek, amansız sevdayı gizlice sürdürebilecek hiç mi güç yok? Sorum son günlerde boğuluyor. Son günler... Olmaz değil mi? Onursuzluk olur bu. Ama aşk insanı onursuzlaştırıyor da sevgilim. Sormuyorum işte bu yüzden. Belki cevabı duymak istemiyorum. Net cevap beni duraksız bir acıya boğmasın diye. Umutla kalayım.

Artık bitmeli, zaman tükeniyor. Yarın geleceksin ve sana "son okuyacağın mektubu" vereceğim. Aslında söylemek istediğim o kadar çok şey var ki, aklımla kalemim aynı işlemiyor ve söyleyemiyorum.

Veda ediyorum tensel varlığına istediğin için. Senden gitmiyorum elbet, gidemem. İçimdesin, içindeyim. Öyle senleşmişim ki ben hangi duyu yumağını dillendirsem seni söylüyor.

Seni hep bekleyeceğim. Bir annenin doğum sancısında çocuğunu beklediği gibi, bir memurun zam beklediği gibi, bir sevgili gibi... Gidip de dönmeyecek olan. Bekleyişler zaman ilerledikçe ıstıraba dönüşecek. Ama bekleyeceğim her an kapıyı çalacakmışsın gibi, her an arayacakmışsın gibi... Ben beklemesem de yüreğim bekleyecek biliyorum. Gelmeyişlerin bir umut daha yakacak her defasında ama tüketmeyeceğim umudu.

Hep özlenensin ve hep özlenen kalacaksın. Oda'ya ruhunu doldurup özlemlerimi közleyeceğim. Şarap kadehlerinde içeceğim benliğimi acılarım uyuşsun diye. Gelecekmişsin gibi yaşayacağım seni.

Unutmak mı seni? Bu imkansız sevgili. Sadece alıştırırım kendimi yokluğuna. Hep gelecekmişsin gibi beklerim. Hiç gelmesen bile.

Lütfen kendine kızma. Sen yüce bir varlıksın ve bana "aşk" bağışladın. Bunun için kendine kızma. Sevebileceğim tek insandın ve ne mutlu ki bana onu sevdim. Seni benim kadar anlayan olamaz ve seven de. Çünkü hiç kimse görünenin ardındaki hazineyi yani içini göremeyecek. Acı ki yanında kaldıkların midyeleri görecek ve o kadar sevecekler seni. Midyelerin içindeki incileri ben gördüm ve o kadar seviyorum seni. Keşke o "sen"i yaşayabilme şansımız olsaydı. Gerçek olanı... Bana da kızma. Şiiri yarım kalsa da Şair ermiştir artık.

Seni seviyorum Papatya. Giderken de seni seviyorum ve hiç pişman değilim. En yücesindeyim sevdanın. Mecnun'un aradığı, Romeo'nun uğruna öldüğü, Cibran'ın hasretini çektiği yerde şimdi ben oturuyorum.

Çok söz vardı söylenecek ama ben beceremem veda etmesini. Artık gitmeliyim. Son bulmalı mektup. Kurtulmalıyım ıstıraptan. Git artık. Hep beklenen, hep özlenen olacağını unutma. Ruhumu taşıdığını da unutma. Ben, bir gün ihtiyaç duyduğunda bul beni diye, bedenimi yaşatacağım. Sırf senin için...

Canım Papatya, Tanrı korusun, bir gün kötürüm dahi olsan ve kimse kalmasa yanında gel bana. Öyle büyük bir aşk ki bendeki, bütün bir ömrümü gözlerine bakarak geçirmek için yanında olurum. İstediğin zaman, istediğin mekanda...

Sen olmasan da bu aşkı ömrümce yaşatacağım. Hoşçakal ruh eşim.
(Sevgilisiz bir aşka ömrü adamak`tan)
 

Benzer Konular

Yanıtlar
1
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
2B
Üst