Atomla ilgili çalışma yapan bilim adamları

  • Konuyu başlatan Misafir
  • Başlangıç tarihi
  • Görüntülenme 12.919
M
Misafir
Atomla ilgili çalışma yapan bilim adamları kimlerdir
Atom Araştırmaları Yapan Bilim Adamları


ABD teknolojisinin belki de en muhteşem –bir o kadar da tartışmalı- başarısı nükleer enerjiyi kullanıma sokmak olmuştur Atomu parçalamak, pek çok ülkedeki bilim adamları tarafından düşünülmüştü Ama bunu gerçekleştirmeyi, 1940’lı yıllarda ABD’li bilim adamları başardı

Alman fizikçileri 1938 yılında uranyum çekirdeğini parçalamayı başardığı zaman, Albert Einstein, Enrico Fermi ve Leo Szilard nükleer zincir reaksiyonunun mümkün olduğuna karar verdiler Einstein, Başkan Franklin Roosevelt’e mektup yazarak bu keşfin, “olağanüstü güçlü bombalar” imâlinde kullanılabileceği konusunda uyarıda bulundu Bu uyarı, Manhattan Projesi’ne ilham kaynağı oldu Projenin amacı, ilk atom bombasını ABD’nin imal etmesini sağlamaktı Proje başarılı oldu Ve ilk bomba 16 temmuz 1945’te New Mexico’da patlatıldı

Atom bombasının geliştirilmesi ve 1945 Ağustos’unda Japonya’ya karşı kullanılması Atom Çağı’nı başlattı Kitle imha silahları ile ilgili endişeler Soğuk Savaş döneminde de sürdü Ve bugünkü silahsızlanma çabalarına kadar gelindi Ancak Atom Çağı, aynı zamanda nükleer enerjinin, nükleer tıp’taki gibi barışçıl alanda da kullanımını simgelemektedir

İlk ABD nükleer santrali 1956’da Illinois’te faaliyete geçti O dönemde nükleer enerjinin ülkedeki geleceği parlak görünüyordu Ama muhalifler, nükleer santrallerin güvenli olmadığını ve nükleer atıkların asla güvenli bir şekilde saklanamayacağını savunuyorlardı 1979 yılında Pennsylvania’da Three Mile Adası’ndaki kaza çoğu Amerikalının nükleer enerjiye karşı çıkması sonucunu doğurdu Nükleer santral inşaatının maliyeti giderek artıyordu ve daha ekonomik olan diğer enerji kaynakları çekici gelmeye başlamıştı 1970’lerde ve 1980’lerde birçok nükleer santral projesi iptal edildi ABD’de nükleer enerjinin geleceği halen belirsiz durumdadır

Bu arada Amerikalı bilim adamları, güneş enerjisi dahil olmak üzere başka enerji kaynakları üzerinde deneysel çalışmalar yapmaktadırlar Güneş enerjisi ülkenin çoğu bölgesi için bugün pek ekonomik olmamakla beraber son gelişmeler, bu durumun değişebileceğini gösteriyor

1944 yılında Michigan, Troy’da, Birleşik Güneş Sistemleri’nin Kıdemli Başkan Yardımcısı Subhendu Guha, güneş enerjisi kullanmanın yararları hakkında bilgi veriyordu Dinleyiciler arasında bulunan bir mimar “Çok çirkin Kimse evinin üzerinde bunu istemez” dedi Bunun üzerine Guha, çatıda göğe doğru dik konumda duran güneş pillerine çatı görünümü vermenin çaresini aramaya başladı

2 yıl sonra Guha montaj fabrikasından çıktığında elinde çatıya monte edilebilen güneş kiremitleri vardı Bunlar, paslanmaz çelik levhalardan yapılmış, 9 kat silikon, yarı iletken tabaka ve koruyucu plastikle kaplanmıştı Güneş kiremitleri, çatıcılar tarafından, normal kiremit kaplar gibi yerleştiriliyordu Ancak elektrik bağlantısı için her bir kiremitten çatıya bir delik delmek gerekiyordu Guha kiremitlerin, enerji verimi artıp, maliyet düştüğünde, ABD’nin bazı bölgeleri için çok ekonomik bir çözüm olacağına inanıyor Güneş kiremitleri, Mısır, Meksika ve diğer gelişmekte olan ülkelerde halen kullanılmaktadır 2002 yılında Birleşik Güneş Sistemleri, Michigan’daki tesislerine dünyaca bilinen en büyük güneş pili ünitesini imal eden makineyi yerleştirdi ve imalat kapasitesini arttırdı

Güneş enerjisinin bir başka kullanımı da, ABD Enerji Bakanlığı’nın, New Mexico, Albuquerque’deki Ulusal Solar Termal Deneme Tesisleri’nde denenmektedir Bilim adamları, çok uzaktan otomatik olarak devreye giren motorlarla, eşleştirilmiş parabolik çanaklar kullanarak güneş enerjisi topluyorlar Gelişmiş Çanak Sistemleri (ADDS) ilk olarak, su pompalama ve köyleri aydınlatmada kullanılmıştı Söz konusu sistem, ABD’nin Güneybatı bölgelerinde ve gelişmekte olan ülkelerde gelecek vaat etmektedir


Demokritus adlı bir filozof, bir elmayı örnek vererek atomu ve anlamını açıklamış: Bir elma alın ve onu ikiye bölün Sonra bu yarım elmalardan birini tekrar ikiye bölün ve böylece sürdürün Demokritus'a göre, bu şekilde yarım parçaları bölmeye devam ederseniz, sonunda öyle bir an gelecek ki, artık bölemeyeceğiniz kadar küçük bir parça elde edeceksiniz (ama bıçağınız kesemediği için değil, bölmek mümkün olmadığı için!) İşte, bölünmesi olanaksız bu parçaya Demokritus Yunanca'da 'bölünemez" anlamına gelen "atomos" adını vermiş
Demokritus, bu kavramı ortaya atmış atmasına ama bunu o dönemin diğer bilim adamlarına inandıramamış Özellikle de dönemin en büyük filozofu Aristo'ya Zaten Aristo reddedince, bir bildiği vardır diye diğerleri de inanmamış Hatta Demokritus öldükten yüzyıllar sonra bile kimse atomdan bahsetmemiş

Ta ki, 2000 yıl kadar sonraya, yani 1800'li yılların başına kadar Bilim adamları maddenin doğasını anlamaya yönelik çalışmaları sırasında ister istemez bu minik parçacıklarla karşılaşmışlar İngiliz bilim adamı Dalton, deneyleri sırasında, maddeyi oluşturan ama yapısını tanımlayamadığı bu temel ögelere ilişkin ilk kanıtları elde etmiş Ondan sonra da keşifler ardı sıra devam etmiş
Atomun varlığı kanıtlandıktan sonra da, yapısını anlamaya yönelik bir çok kuram ortaya atılmış Bunlardan ilki J J Thomson adlı bir İngiliz fizikçi'den geliyor
Thomson, 1897 yılında atomun bir parçası olan eksi yüklü elektronları keşfetmiş Thomson'a göre atomun içinde eksi yüklü elektronları dengeleyecek artı yüklü parçacıklar olması gerekiyordu Thomson, atomu bir "üzümlü kek"e benzetmişti: Üzümler eksi yüklü elektronlar, kekin diğer kısımları ise artı yüklü madde
Bundan daha doğru bir modeli, 1911 yılında atomun içinde artı yüklü bir çekirdeğin olması gerektiğini keşfeden Ernest Rutherford geliştirmiş Rutherford'un atom modeli, Güneş Sistemi'mizin yapısına benziyor Ortada Güneş, yani artı yüklü çekirdek ve çevresinde dolanan gezegenler, yani eksi yüklü elektronlar Rutherford'un bu modeline göre çekirdek atomun çok küçük bir parçası: Örneğin atomun boyutunu Dünya kadar büyütsek bile içindeki çekirdek en fazla bir futbol stadyumu kadar kalıyordu Rutherford daha da
önemli bir adım atarak, çekirdek içinde artı yüklü parçacıkları yani protonları keşfetmiş ve protonların elektronlardan 1836 kez daha ağır
olduğunu bulmuş

Fakat bu model de bazı kuramsal sorunlar çıkarmış 1912 yılında Danimarkalı fizikçi Niels Bohr, bu kuramsal sorunları çözecek bir model oluşturmuş Bohr'un atom modelinde, yine ortada artı yüklü bir çekirdek, fakat sadece belli yörüngelerde dolanabilen eksi yüklü elektronlar var Bundan sonraki gelişmeler, Bohr'un atom modelini düzeltmeye yönelik Bu gelişmelerden biri, çekirdekte artı yüklü proton dışında, yüksüz "nötron" adı verilen parçacıkların da olduğu Nötronları da 1932 yılında, James Chadwick, kendisinin yaptığı derme çatma bir detektörle keşfetmiş
Atomun tam bir modelini oluşturmadaki en önemli yöntem, Kuantum Mekaniği adı verilen fizik dalının gelişmesiyle oldu Bugünkü bilgilerimizin tamamı bu fizik dalının gelişmesiyle elde edildi Artık bugün atom ve yapısı hakkında epeyce bilgiye sahibiz Kuantum kuramına göre, atom, artı yüklü bir çekirdek ve etrafında dalga gibi de hareket edebilen elektronların bulutundan oluşan minik bir "nesne"

Ernest Rutherford

1871 -1937) Yüzyılımızın başında bilimde yer alan büyük devrimsel atılımlar genellikle "Planck" ve "Einstein'ın adlarıyla bilinir Oysa onların kuramsal atılımlarının yanısıra, sonuçları bakımından son derece önemli deneysel çalışmalar da vardır Bunların başında, Marie Curie ve Ernest Rutherford'un radyoaktivite üzerindeki çalışmaları gelir

Rutherford, dış görünümüyle bir bilimadamından çok bir "çiftlik kâhyası" ya da bir "aşiret reisi"ni andırmaktaydı Esmer, irikıyım yapısı, gür sesi ve pos bıyığıyla yabanıl ve ürkütücü; her yönüyle heybetli bir kişiydi Laboratuvarında bir şey tersine gitmesin; kükreyen sesi ortalığı sarsar, asistanlar suspus olurlardı Oysa bu kızgınlık gelip geçiciydi; onun hiç bir yapmacığa kaçmayan anlık sert davranışlarının gerisinde sıcak, sevecen yaradılışı saklıydı

Ernest, Yeni Zelanda'da küçük bir çiftlikte dünyaya gelmiştir İskoç göçmeni olan babası, araba tamircisiydi Ernest, yoksul ve kalabalık bir ailenin içinde büyüdü Ne var ki, daha küçük yaşta sergilediği olağanüstü öğrenme merakı ona çevredeki en iyi okulların kapısını açtı Özellikle üniversitedeki parlak başarısıyla dikkatleri çekti ve kazandığı burs, bilim ateşiyle yanan delikanlının yaşamında yeni bir dönemin başlangıcı oldu 1894'de, Cambridge Üniversitesi ünlü fizik bilgini JJ Thomson'un yanında çalışmak üzere İngiltere'ye geldi

Üniversiteye bağlı Cavendish Laboratuvarı'ndaki ilk yılını radyo dalgaları, ikinci yılını yeni keşfedilmiş olan X-ışınları üzerindeki çalışmalarla geçirdi Sonra, yaşam boyu uğraş konusu olan radyoaktivite üzerindeki araştırmalarına koyuldu Adı kısa zamanda bilim çevrelerinde duyulan Rutherford'u 1898'de, Kanada'da McGill Üniversitesi, fizik profesörlüğüne çağırdı Genç bilimadamı beklenmedik bu çağrı karşısında bir ikilem içine düştü: Bir yanda erişilmesi güç, saygın bir unvan, öte yanda araştırma ortamı olarak bulunmaz nimet saydığı Cavendish Laboratuvarı

Rutherford 27 yaşındaydı Kısıtlı bursu ile nişanlısını İngiltere'ye aldırtamaması bir yana; kendi yolculuğu nedeniyle yaptığı borcu bile ödeyemiyordu Aldığı öneri ona bu olanakları da sağlayacaktı Rutherford, sonunda ister istemez çağrıyı kabul etti Karar isabetliydi: McGill'de geçirdiği yaklaşık on yıl içinde hem radyoaktif atomların kendiliğinden değişik nitelikte atomlara dönüştüğünü ispatlayarak Nobel Ödülü'nü kazandı; hem de atomun yapısına ilişkin olarak aranan açıklığı getiren çekirdek buluşunu ortaya koydu

Birbirini izleyen başarılarına değinen bir meslekdaşı, "Sen gerçekten çok şanslı birisin: hep dalganın tepesinde seyrediyorsun," diye takıldığında, Rutherford'un yanıtı kısa ve çarpıcı olmuştur: "Unutma, o dalgayı ben kendim yarattım" Alçakgönüllülük bir yana, Rutherford çoğu kez insanları küçümserdi Ona göre, bilim ya fizikti, ya da pul koleksiyonculuğu Ama Nobel Ödülü'nü fizikten değil, küçümsediği kimyadan almıştı Hatırlatılınca, elementler gibi kendisinin de transmutasyona uğradığını söyleyerek, işi şakayla geçiştirirdi

1887'de JJ Thomson'un elektronu keşfetmesiyle, bilim dünyası yeni bir problemle karşı karşıya kalmıştı Negatif elektrik yüklü elektronlar, hidrojen atom kütlesinin ikibinde biri kadardı; oysa hidrojen, en basit madde türü olarak biliniyordu Üstelik Thomson, hangi elemente ait olursa olsun, atomların özdeş parçacıklar saldığı görüşündeydi Bu da elektronların, sözü geçen parçacıkların bir bölümü olduğu anlamına gelmekteydi Yanıtlanması gereken soru şuydu: Atomlar eskiden sanıldığı gibi basit, bölünmez birimler değilse, atomun yapısal özelliği ne olabilirdi?

Thomson, atomun, içinde elektron taşıyan pozitif elektrik yüklü top biçiminde bir madde olduğunu ileri sürmüştü Başka bir deyişle, atom basit değildi; ama katı, yoğun bir madde olmanın ötesinde birşey de değildi

Rutherford'un radyoaktiviteye ilişkin ilk önemli buluşu, "alfa" ve "beta" dediği iki değişik ışının varlığını belirlemesiydi Ayrıca, asistanı Soddy ile birlikte bir elementin bir başka elemente dönüşümünde radyoaktivitenin rolünü, deneysel olarak kanıtlamıştı

1907'de McGill'den Manchester Üniversitesi'ne geçtiği zaman ilk ele aldığı problem atomun yapısıydı Araştırmasında, beta parçacıklarından sekizbin kat daha yoğun olan alfa parçacıklarının işe yarayacağını düşündü Hans Geiger ve Ernest Marsden adlı iki asistanını, alfa parçacıklarının ince bir altın yaprağına çarptığı zaman nasıl dağıldıklarını incelemekle görevlendirdi Alman sonuç beklentiye hiç de uygun değildi Parçacıkların büyük çoğunlukla altın yapraktan doğrudan geçtiği gözlenmişti Sanki altın yaprağın yapısında geçişi engelleyen hiç bir atom yoktu! Ama gözden kaçmaması gereken durum, yaprağa çarpan alfa parçacıklarının yaklaşık 20000'de birinin geri sapmasıydı Bu ne demekti?

Uzun bir bocalamadan sonra Rutherford bu gözlemin, atomun yapısına ilişkin ipucu verdiğini gördü: Atomun kütlesi neredeyse tümüyle, kapsamında son derece küçük bir yer tutan pozitif elektrik yüklü bir çekirdekte toplanmış olmalıydı Çekirdeğin çevresinde hızla dönen elektronlar ise pozitif yükü dengeleyen negatif yüklü daha küçük parçacıklardı Kısacası atom güneş sistemine benzer bir düzen sergilemekteydi Alam büyük ölçüde boş bir atom gözönüne alındığında, alfa parçacıklarının neden büyük bir çoğunlukla, hiç bir engelle karşılaşmamış gibi altın yapraktan geçtikleri açıklık kazanmaktaydı

Mikroskopla görülebilen nesnelerden bile küçük olan atomdan daha da küçük olan çekirdek ve elektron gibi parçacıkları hayalde canlandırmak kolay değildir Rutherford'un modelini çizdiği atomu bir futbol stadyumu büyüklüğünde düşünürsek, çevresinde birkaç sineğin döndüğü çekirdek, bu alanda bir golf topu büyüklüğünde olacaktır

Rutherford, kuramcı bir bilimadamı değildi: Ona göre, her problemin çözümü deney sonuçlarıyla sınırlı tutulmalıydı Öyle ki, ortaya koyduğu atom modelinin kuramsal açıklama gerektiren önemli bir sonucuna duyarsız kalmıştı Üstelik atom modeline ilişkin deneysel kanıtları, yerleşik fizik yasalarıyla da tam bağdaşır değildi

Örneğin, negatif yüklü elektronlar belirtildiği gibi gerçekten çekirdek çevresinde hızla dönüyorlarsa, bunların da devinen diğer elektrik yükleri gibi, radyasyon oluşturmaları gerekirdi Bir elektrik yükünün, antende yukarı ve aşağı hareket ettirildiğinde radyasyon üretmesi buna bir örnektir Çekirdek çevresinde dönen elektron, gerçekten radyasyon çıkarsaydı, çok geçmeden yavaşlayıp çekirdeğe kapanması ve atomun tümüyle çökmesi beklenirdi (Soruna kuramsal açıklamayı ortaya koyan kişi, daha sonra Rutherford'un seçkin öğrencisi olan Niels Bohr'dur)

Rutherford 1908'de Nobel Ödülü'nü, 1914'de "Lord" unvanını aldı 1919'da Cavendish Laboratuvarı'nın başına geçti Cavendish onun yönetiminde çok geçmeden dünyanın başta gelen deneysel fizik merkezi oldu Burada giriştiği ilk çalışmalardan biri, yine alfa parçacıklarını kullanarak bir elementin başka bir elemente yapay dönüşümünü gerçekleştirmek oldu

Deneyde, alfa parçacıklarının, nitrojen atomları gibi daha hafif atom çekirdeklerine çarptırıldıklarında, geriye sapmaksızın çekirdekle kaynaştıkları ve nitrojen atomunun oksijen atomuna dönüştüğü görülür Bu süreçte başka bir parçacığın ortaya çıktığını saptayan Rutherford, çekirdeğin temel taşı saydığı pozitif yüklü bir parçaya "proton" adını verdi

Kütlesi bakımından diğerlerine benzeyen, ama elektrik yükü olmayan üçüncü bir parçacık daha söz konusuydu ("Nötron" denen bu parçacığı Rutherford'un asistanı James Chadwick 1932'de bulur) Bu, bilimsel araştırmaya bol paranın henüz akmadığı bir dönemdi Cavendish'te bile deneyler, "derme çatma" denebilecek basit araçlarla sürdürülüyordu

Rutherford'u ziyarete giden tanınmış bilim yazarı Ritchie Calder, gördüklerini şöyle anlatmıştı: "Konuşmamız sürerken bir ara, işlerin nasıl yürüdüğünü görmek ister misiniz?' diyerek kolumdan tuttu, beni laboratuvarın yüksek voltaj bölümüne götürdü Karanlık denilebilecek bir odaya girmiştik; yapay bir şimşek çakıp duruyordu Sonra parçalanan atomları kaydeden bir sayacın tıkırtı seslerini duyduk 'Atom parçalayıcı' dedikleri bir makinenin önündeydik; günümüzdeki yüksek voltaj akseleratörleriyle karşılaştırıldığında son derece ilkel kalan bir makine!

Rutherford ve ekibi işte bu araçlarla çalışıyorlardı 'Paramız olmadığı için kafamızı kullanmak zorundayız,' diyordu Rutherford O, yalnız araçlarının basitliğiyle değil, bilime yaklaşımındaki basit tutumuyla da övünç duymaktaydı 'Kendim çok basit olduğum için,' diyordu, 'doğanın da temelde basit olduğuna inanıyorum' "

Rutherford, bir dizi seçkin fizikçi yetiştirmekle kalmadı, onlara büyük bir esin kaynağı da oldu Nükleer fizik onun dünyasıydı Bu alandaki öndeyilerinden pek azı yanlış çıkmıştır Yanılgılarından biri, çekirdekteki saklı enerjinin sürgit kilitli kalacağı inancıydı Ölümünden çok değil iki yıl sonra bu enerjinin atom bombasına dönüştürülebileceğine artık kesin gözüyle bakılıyordu Neyse ki, şansı bir kez daha yüzüne gülmüştü: Hiroşima'daki korkunç patlamayı duymayacaktı

Niels Bohr

1885 -1962) Söylentiye göre, Danimarka halkının övünç duyduğu dört şey vardır: gemi endüstrisi, süt ürünleri, peri masalları yazarı Hans Christian Andersen, fizik bilgini Niels Bohr Bohr, hem bilgin kişiliği, hem insancıl davranışlarıyla, büyük hayaller peşinde koşan gençlere yetkin bir örnek ve esin kaynağı olan bir öncüydü O, ne Rutherford gibi dış görünümüyle ürkütücü ne de Einstein gibi "arabaya tek başına koşulan at"tı

Niels, Kopenhag'da görkemli bir konakta dünyaya geldi Babası üniversitede fizyoloji profesörüydü Niels çocukluk yıllarında "hımbıl" görünümüyle hiç de parlak bir gelecek vaadetmiyordu ileride seçkin bir matematikçi olan kardeşi Harald da pek farklı değildi

İki kardeşin en çok hoşlandıkları şey anneleriyle tramvaya binip kenti dolaşmaktı Bir keresinde, boş tramvayda anne can sıkıntısını gidermek için olmalı, çocuklara masal söyler Anlamsız bakışları, sarkık yanakları ve açık ağızlarıyla duran iki oğlanı uzaktan izleyen bir yolcu, "Zavallı kadın, bu iki şapşala bir şey anlattığını sanıyor!" demekten kendini alamaz Niels Bohr'un bir çocukluk anısı bu

Oysa Niels'in okul yılları son derece parlak geçer Babasının entellektüel ilgi alanı genişti: Biri felsefeci, biri dilci ve biri fizikçi üç arkadaşıyla her Cuma akşamı bir araya gelir, düşün dünyasında olup bitenleri tartışırlardı İki oğlan da bir köşede oturup uzun süren tartışmaları sessizce izlerlerdi Özellikle Niels'in spekülatif düşünceye yakın bir ilgisi vardı Nitekim, üniversitede fiziğin yanısıra ilginç bulduğu felsefe derslerini de kaçırmazdı

Niels Bohr üniversiteyi üstün başarıyla bitirip; yirmi iki yaşında Danimarka Bilim Akademisi'nin altın madalya ödülünü alır Delikanlının sonradan unutulan bir başarısı da İskandinav dünyasında tanınmış bir futbolcu olmasıydı Bohr 1911'de doktora çalışmasını tamamlar tamamlamaz JJ Thomson'la çalışmak üzere Cambridge-Cavendish Laboratuvarı'na koşar Ancak genç bilimadamı burada umduğunu bulamaz Herşeyden önce, İngilizce bilgisi yetersizdi; çevresiyle verimli iletişim kuramıyordu

Sonradan, daha önce Rutherford'un olağanüstü yeteneğini farketmiş olan Thomson, nedense Danimarkalı gence sıradan biri gözüyle bakıyordu Tartışmalı bir toplantıda Bohr'un ileri sürdüğü bir çözümü Thomson irdelemeksizin yanlış diye geri çevirir; ama daha sonra aynı düşünceyi kendisi dile getirir Bu olayı içine sindiremeyen Bohr yeni bir arayış içine girer

Bu sırada bilim dünyasının parlayan yıldızı Rutherford'dur Katıldığı bir konferansında Rutherford'un coşkusu ve atılım gücüyle büyülenen Bohr, Cavendish'i bırakır, Manchester'de onun ekibine katılır Rutherford deneyciydi, Bohr ise kuramsal araştırmaya yönelikti Ama iki bilimadamı arasında başlayan ilişki ömür boyu süren dostluğa dönüşür Öyle ki, Bohr biricik oğluna hocanın ilk adı "Ernest"i verir Oysa, bursunun tükenmesi nedeniyle Manchester'de yalnızca altı ay kalabilmişti

Bohr'un bilimde ilgi odağı atom çekirdeğine ilişkin deney sonuçları değil, kuramsal bir sorundu: Bir elektrik birimi olan elektronun atom kapsamındaki davranışının bilinen fizik yasalarına ters düşmesinin nedeni ne olabilirdi? Normal olarak, pozitif yüklü çekirdeğin çevresinde dönen negatif yüklü elektronun, devinim sürecinde, elektromanyetik radyasyon salarak enerji yitirmesi ve çekirdeğe gömülmesi; atomun çökmesi gerekirdi

Max Planck'ın kara-cisim radyasyon katastrofuna benzer bir katastrof! Planck karşılaştığı sorunu E = hf denklemiyle açıklamıştı Bu sorun da belki kuvantum kavramına başvurularak açıklanabilirdi Hiç değilse Niels Bohr böyle düşünmekteydi

Sorun, "spektrum analizi" ya da "spektroskopi" denen konu kapsamındaydı Bohr "çizgi spektrası"na ilişkin bir formülden nedense habersizdi (Bohr, formülü bir meslekdaşının yardımıyla sonunda öğrenir Okul ders kitaplarına bile geçen formülün, Bohr'un gözünden kaçmış olması ilginçtir)

Bir aritmetik oyununu andıran işlemi 1885'de Balmer adında İsviçreli bir lise öğretmeni bulmuştu Buna göre, örneğin, hidrojen spektrumundaki kırmızı çizginin frekansını saptamak için, 3'ün karesi alınır, l bu sayıya bölünür, çıkan bölüm 32903640000000000 sayısıyla çarpılır Yeşil çizginin frekansı için işleme 4, mor çizginin frekansı için 5'le başlanır Balmer, formülünü ortaya koyduğunda hidrojen spektrumunda yalnızca üç çizgi biliniyordu Sonra bulunan çizgiler için işleme 6, 7, 8, sayılarıyla başlanır

Bohr 1912'de Kopenhag'a döndüğünde çözüm aradığı problemi birlikte getirmişti Atomun yapısını açıklamaya çalışan Bohr için Balmer formülü niçin önemliydi? Yanıt basittir: Bohr, Planck sabiti h'yi kullanarak bu formülle enerji kuvantalarından oluşan spektrumu açıklayabileceğini görmüştü

Başka bir deyişle, formülün sağladığı ipucuyla atomların normalde neden enerji salmadığı, elektronların neden hız kaybedip çekirdeğe gömülmediği açıklık kazanmaktaydı Bohr'un o zaman bilinen fizikle bağdaşmaz görünen görüşü başlıca dört nokta içeriyordu:

(1) Elektron, olası tüm yörüngelerde değil, yalnız enerjisi Planck sabitiyle bir tam sayının çarpımına orantılı olan yörüngelerde devinir

(2) Elektron, enerji değişimiyle kuvantum yörüngelerinin birinden öbürüne geçebilir; ancak çekirdeğe en içteki yörüngeden daha fazla yaklaşamaz

(3) Bir kuvantum yörüngede devinen elektron bir iç yörüngeye düşmedikçe radyasyon salmaz Bu düşüş belli bir miktarda ışık enerjisi üretmekle kalır Üretilen enerjinin frekansı iki yörünge arasındaki enerji farkının Planck sabitine bölünmesine eşittir:



(4) Bir elektronun taşıyabileceği enerjiler sınırlıdır ve bu kesintili enerjiler atomun kesintili çizgi spektrumunda yansır

Atom yapısının anahtarını, salınan ışığın spektrumunda arayan bu görüşün, birtakım gözlemlere açıklık getirmekle birlikte, doğruluğu kuşku konusuydu Bir kez aynı gözlemler başka hipotezlerle de açıklanabilirdi Sonra, elektronların Bohr'un öngördüğü biçimde davrandığını gösteren somut kanıtlar da ortada yoktu henüz Kaldı ki, kuvantum yörüngeleri düşüncesi olgusal dayanaktan yoksundu

Bohr'un hipotezi öncelikle hidrojen spektrumunu açıklamaya yönelikti Gerçi olgusal olarak henüz yoklanmamıştı, ama hipotezin Balmer formülünde yer alan sayının anlamını belirginleştirmesi, geçerliği açısından önemli bir avantaj sağlamaktaydı Ayrıca, Bohr'un değişik kuvantum yörüngelerinin enerjilerini veren formülü, önerdiği atom kuramına istenen belirginliği kazandırır:

(Formülde m elektron kütlesini, e elektrik yükünü, h Planck sabitini göstermektedir Bu harflerin deneysel olarak saptanan değerleri formülde yerlerine konduğunda, bir saniyedeki titreşimi gösteren sayı, 32903640000000000, elde edilmektedir Barmel'in bulduğu bu sayıya "Rydberg sabiti" de denmektedir)

Bohr oluşturduğu atomun kuvantum kuramını yayımlamadan önce Rutherford'un incelemesine sunmuştu Rutherford herşeyde basitliği arayan titiz bir kişiydi Bohr'un yazısı karmaşık, uzun ve gereksiz yinelemelerle doluydu Rutherford düzeltilmesini gerekli gördüğü noktalara değindikten sonra, "Çalışman gerçekten ilginç; kuramının atoma ilişkin pek çok probleme çözüm getirici nitelikte olduğunu söyleyebilirim", diyerek genç bilimadamını yüreklendirmişti

Bohr'un kuramı 1913'de ingiltere'de yayımlanır Ne var ki, bilimadamlarının bir bölümünün tepkisi olumsuzdur: onlara göre, ortaya konan, bir kuram olmaktan çok rakamlarla oluşturulan bir düzenlemeydi Oysa, başta Einstein olmak üzere kimi bilimadamları, çalışmanın büyük bir buluş olduğunu farketmişlerdi Kuramın, spektroskopi biliminin atomik temelini kurduğu çok geçmeden anlaşılır Bir yandan da kuramı doğrulayan deneysel kanıtlar birikmeye başlar

Kopenhag Teorik Fizik Enstitüsü başkanlığına getirilen Bohr 1922'de Nobel Ödülü'nü alır Artık kısaca "Bohr Enstitüsü" diye anılmaya başlayan Enstitü'ye dünyanın pek çok ülkesinden genç fizikçilerin akım başlar (Bunlar arasında Heisenberg, Pauli, Gamov, Landau gibi sonradan ün kazanan genç araştırmacılar da vardı) Kısa sürede dünyanın en canlı bilim merkezine dönüşen Enstitü bir grup üstün yetenekli genç için bulunmaz bir eğitim ortamı olmuştu

Bohr hem bilgin kişiliği, hem insancıl davranışlarıyla büyük hayaller peşinde koşan bu gençlere yetkin bir örnek, esin kaynağı bir öncüydü O, ne Rutherford gibi dış görünümüyle sarsıcı, ne de Einstein gibi "arabaya tek başına koşulan at"tı

Bohr çalışma yaşamında sergilediği istenç gücünün yanısıra neşe ve mizahıyla gönülleri fethetmesini biliyordu Bir keresinde tartıştıkları bir teori üzerindeki sözlerini şöyle bağlamıştı: "Bu teorinin çılgınca bir şey olduğunu biliyoruz Ama ayrıldığımız nokta, teorinin, doğru olması için yeterince çılgınca olup olmadığıdır"

Danimarka baştacı ettiği bu insanla ne denli övünse yeridir.

Albert Einstein

Albert Einstein Almanya'nın Ulm kasabasında 14 mart 1879' da doğdu Altı hafta sonra ailesi Münih'e yerleşti ve Luitpold'da okula başladıAlbert daha sonra Italya'ya gitti ,eğitimine Isviçre Aarau'da devam etti 1896 da Zürih Federal Politeknik okuluna fizik ve matematik öğretmeni olmak için girdi 1901 de diplomasını aldı ve Isviçre vatandaşı oldu

Öğretmen olarak iş bulamadığı için Isviçre Patent Ofisinde teknik asistan olarak göreve başladı 1905 de doktorasını aldı Patent ofisinde çalıştığı sürede önemli çalışmalar yaptı1908'de Privatdozent(Bern)'e atandı 1909' da Zürih'te profesör oldu 1911'de teorik fizik profesörü olarak Prag'a gittiBir yıl sonra aynı görevle Zürih'e geri döndüBerlin Universitesinin Kaise Wilhelm fizik enstütüsünde 1914'de yönetici olarak görev yaptıAynı yıl Alman vatandaşı oldu 1933'de politik nedenlerden Alman vatandaşlığından çıktı Amerika Princeton Universite 'sinde teorik fizik profesörü oluncaya kadar Berlin'de yaşadı 1940'da Amerikan vatandaşı oldu1945 yılında Princeton'daki görevinden emekli oldu
II dünya savaşından sonra Einstein dünya siyasetinde önemli bir kişilik olarak ortaya çıktı Israil'den başkanlık teklifi aldı ve redetti Sonra Dr Chaim Weizmann'la Jarusalem'de Hebrew Universite 'sinin kurulmasına yardımcı oldu
Einstein bilimsel çalışmalarının daha başında Newton mekaniğinin yetersizliğini anladı Onun özel görecelik kuramı mekaniğin kuralları ile elektromanyetiğin kurallarını bağdaştırmaya çalışmasından doğmuştur Statik mekaniğin klasik problemlerine, quantum mekaniği ile açıklamalar getirmeye çalıştıBu yaklaşım moleküllerin Brownian hareketine açıklık getirdiDüşük radyasyonlu ışığın ısısal özelliklerini incelediVe onun bu gözlemleri photon teorisini yarattı
Berlin'deki ilk günlerinde özel görecelik teorisinin doğru olarak izah edilebilmesi için yerçekimi teorisinide kapsaması gerektiğini fark etti 1916'da ilk defa genel görecelik kuramını yayınladıBu sırada radyasyon teorisi ve statik mekanik ile de ilgileniyordu
1920'lerde Einstein, quantum teorisinin olasılık teorisi ile açıklanması üzerinde çalışırken asıl yoğunluğunu birleşik alanlar teorisi üzerine verdiTek atomlu gazların quantum mekaniği ile statik mekaniğe katkıda bulundu Ayrıca atomic geçiş olasılığı ve göreceli evrenbilim alanında değerli çalışmaları oldu
Emekli olduktan sonra fiziğin belli başlı alanlarını birleştirmeye çalıştıOnun önemli bazı bilimsel çalışmaları Special Theory of Relativity (1905), Relativity (ingilizce çevrimi, 1920 ve 1950), General Theory of Relativity (1916), Investigations on Theory of Brownian Movement (1926), ve The Evolution of Physics (1938) Bilimsel olmayan çalışmaları, About Zionism (1930), Why War? (1933), My Philosophy (1934), and Out of My Later Years (1950) olarak sayılabilir
Albert Einstein bir çok Amerikan ve Avrupa üniversitesinden onursal doktora ödülü aldı1920' lerde Amerika, Avrupa ve uzak doğuda dersler verdi Dünyanın belli başlı bütün akademilerinin üyelik ve fahri üyeliklerine kabul edildi Çalışmalarından dolayı birçok ödül aldı Bunlardan bazıları 1925'de Londra'daki Royal Society' nin Copley Madalyası ve 1935'de Franklin Institute 'deki Franklin Madalya'sıdır
Einstein'in yetileri onu entellektüel bir yalnızlıkta ikamete zorlamıştır Müzik dinlemek hayatında önemli rol oynamıştır Mileva Maritsch ile 1901'de evlendi ve iki oğlu oldu Bir süre sonra da ayrıldılar, sonra kuzeni Elsa ile evlendi Elsa 1936'da öldü
Einstein 1955 'de 18 Nisan da Princeton New Jersey' de öldü

Enrico Fermi

Enrico Fermi 29 eylül 1901'de Roma'da doğduBabası polis şefi Alberto Fermidir Ilk olarak dilbilgisi okuluna kaydolduOnun ilk matematik ve fiziğe olan yeteneğini keşfeden ve destekleyen babasının arkadaşlarından A Amidei olmuştur 1918' de Pisa Üniversitesinin bursunu kazandı Pisa Universite'sinde 4 yıl kaldıktan sonra 1922' de professör Puccianti'den doktorasını aldı

Bir yıl sonra 1923'de Italyan hükümetinden burs kazandıVe Göttingen 'de professör Max Born' la birkaç ay birlikte çalıştı Rockefeller bursuyla 1924'de Leyden'e P Ehrenfest'le birlikte çalışmaya gitti Aynı yıl Florence üniversite' sinde matematiksel fizik dersleri vermek için Italya'ya gitti
1926'da Fermi günümüzde Fermi istatistiği olarak bilinen Pauli parçaçıklarının istatistiğini keşfettiBose-Einstein istatistiğine göre hareket eden bosonların tersine, bu parcacıklar fermion olarak bilinir 1927'de Fermi, Roma üniversite'sinde teorik fizik profesörü olduBu görevini 1938' de Mussolini' nin faşist diktatörlüğünden kaçıp Amerika'ya göç edinceye kadar sürdürdü(Nobel ödülünü aldıktan hemen sonra)
Roma'daki ilk yıllarında kendini elektromanyetik problemlerin çözümüne ve bazı spectroskopik olayların teorik olarak açıklamasına verdiFakat asıl ilerlemesini çalışmalarını elektron ve atom çekirdeği üzerine yaptığı zaman gerçekleştirdi1934'de Beta bozumu Teorisini geliştirerek Pauli'nin radyasyon Teorisi ile birleştirdi Curie ve joliot' un yapay radyasyonu keşfinden sonra notron bombardımanına tutulan aşağı yukarı her elementin nükleer dönüşüme tabi olduğunu keşfetti Bu araştırma, yavaş notronların ve Nükleer Fission'un keşfine, ayrıca o zamana kadar periyodik tabloda bilinen elementlerden farklı elementlerin bulunmasına yol açtı
1938'de Fermi tartışmasız notronlar konusunda en iyiydi Bu çalışmalarına Amerika'da da devam ettiAmerika'ya varışından hemen sonra Columbia Universite' sine fizik profesörü olarak atandıHahn ve Strassmann'nin 1939'un başlarında fission'u keşfinden sonra ikincil notronların yayılma ve zincirleme reaksiyon olasılığını hesapladıBu çalışmalarına büyük bir istekle devam etti ve birçok deneyden sonra kontrol altındaki ilk zincirleme reaksiyonu gerçekleştirdi Bundan sonra atom bombası yapımındaki sorunların aşılmasında önemli rol oynadı, Manhattan Projesi liderlerinden biriydi
1944'de Fermi Amerikan vatandaşı oldu II dünya savaşından sonra 1954' de ölümüne kadar sürecek olan nükleer çalışmaları için Chicago Universite 'sinden profesörlük teklifini kabul etti Burada yoğunluğunu yüksek enerji fiziğine verdi ve pion-nucleon etkileşimi çalışmalarına öncülük etti Yaşamının son yıllarında Fermi kozmik ışınların kaynağını araştırmakla geçirdiSonunda kozmik ışınların çok büyük enerji kaynakları olduğunu gösteren bir teori geliştirdi
Fermi'nin teorik ve deneysel fiziği konu alan bir çok yayımı vardır Bunlardan bazıları ,elektronik gazların istatistiğinin hesabı ve Paul'i parçacıklarından oluşan gazları konu alan "Sulla quantizzazione del gas perfetto monoatomico", Rend Accad Naz Lincei, 1935, Atomun istatistiksel modelini(Thomas-Fermi atom modeli) ve atomik özelliklerin hesaplanmasında yeni bir yaklaşımı(semiquantitative method) inceleyen Quantentheorie und Chemie, , Leipzig, 1928, "Uber die magnetischen Momente der AtomKerne", Z Phys, 1930, "Tentativo di una teoria dei raggi ß", Ricerca Scientifica, 1933 sayılabilir
Ona Nobel ödülü yavaş notronların yarattığı radyasyon ve nükleer enerji alanındaki çalışmalarından dolayı verildi Profesör Fermi Laura Capon ile 1928'de evlendiGiulio adında bir oğlu Nella adında bir kızı vardır Boş zamanlarında yürümeyi,tırmanmayı ve kış sporlarını severdi 29 kasım 1954'de Chicago'da öldü
 
Son düzenleme moderatör tarafından:

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
4B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
11B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Üst