Ahilik ve Kültür Tarihimizdeki Önemi

Betül17 denizimsi
Ahilik, ister aslı Arapça olan “ahi”den, ister Türkçe “akı”dan alınmış olsun, her ikisinin de anlamı birbirine yakındır. Bir başka ifade ile bu iki kelime anlamdaştır. Birincisi kardeş anlamındadır. Bu anlamda birbirini gözeten, kardeşinin her türlü ihtiyaç ve durumunu göz önüne alan kişi; ister aynı ana babadan dünyaya gelen kimseler olsun, ister bu anlayışı benimsemiş, kendisine kardeş olarak seçmiş olduğu kimselerin bir arada yaşamaları şeklinde ortaya çıkmış olsun kardeşi için her türlü fedakârlığı göze aldığından birinci anlamıyla kardeştir. İkinci anlamda da; “akı” kelimesi, “eli açık, cömert, yiğit” anlamındadır. Anadolu’da tıpkı Türkçedeki “dakı”nın “dahi”ye dönüşmesi gibi, “akı”nın da “ahi”ye dönüşmüş olması muhtemeldir. Bunun için hem anlam yakınlığı, hemde anlayış ve yaşayış bakımlarından eski Türklerdeki “akılı”. Müslüman Türklerde Anadolu’da XIII. Yüzyıldan itibaren de “ahilik” tarzında devam etmiştir.


Ahiliğe mensup olanlara “ahi” dendiği gibi fütüvvet sahibi demek olan “feta” dendiğinide biliyoruz. Ahilerin tüzüğü olarak kabul edileb “Fütüvvetname”lerde; “ahi” ve “feta” hiç tereddüt edilmeden aynı anlamda kullanılmıştır. Onun için açıkça ifade etmek gerekirse, ahilik, Anadolu’da, Müslüman Türkler tarafından teşkilatlandırılarak yaşatılan bir müessesedir.Bu müessesenin ticari, ekonomik ve kültürel özellikleri yanında, toplumu ayakta tutan ve Anadolu’nun her yanına yayılan bir organizasyon olduğu görülmektedir. Nitekim, XIV. Yüzyılın ilk yarısında Anadolu’yu dolaşmış olan Kuzey Afrikalı Müslüman seyyah İbn Batuta, hemen her gittiği şehir ve köyde ahileri aramış, rahatlıkla söyleyebiliriz ki notlarında belirttiği yerlerin yüzde doksanında bulmuştur.1Bu kurumun asıl teşkilat olarak, şehrin esnaf ve sanatkârları arasında yaygın olması yanında halkın diğer kesimini de içine alan bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Zira, ahiliğe mensup olanların bir araya geldikleri “Tekke” ve “Zaviye”ler, hem mensuplarının her gün bir araya geldikleri kültür ocakları, hem de o şehre ve köye dışarıdan gelmiş misafir ve yabancıların sığınaklarıdır.


Bu kültür ocakları aynı zamanda, genç üyelerinin eğitimlerini de üstlenmiş bir eğitim merkezidirler. Bu ocaklarda yetişen gençlere, her şeyden önce, kendisinden önce başkasını düşünme terbiyesi verilirdi. Daha da ileri gidilerek, İnsan sevgisi aşılanılırdı. Ahi zâviyelerinde işçi ve çırak konumundaki gençlerden başka, öğretmenler, müderrisler, kâdılar, hatipler, vâizlerle usta ve yöneticiler gibi şehrin ileri gelen olgun ve faziletli kimseleri de bulunurdu. Ya da zaman zaman buralara konuk olurlardı. Bunlar hem sohbetleri, hem de davranışları ile yetiştirici ve eğitici oldukları gibi, tekkenin mensubu olan gençler aynı zaman da kendi meslekleri ile ilgili bilgiler de öğrenirlerdi. Bu arada dolaylı olarak da, iş hayatını ilgilendiren, insanlarla münasebetlerini düzenlemede rol oynayan ve daha açıkçası hayat görüşünü etkileyip belirleyen bilgileri, bizzat görerek öğrenmeleri mümkündü.2


Zâviyelerde verilen bu teorik bilgiler arasında en önemli yeer, şüphesiz, zâviyenin şeyhinin bağlı bulunduğu tarikatın disiplinleri alırdı. Bunlar da zâten Fütüvvet-nâmelerde belirlenmiş kurallardı. Bu Fütüvvet-nâmeler, ahilerin günlük hayatını ve yaşayışlarını şekillendiren görüş ve düşüncelerini ihtiva eden eserlerdir. Bu eserleri okuyarak, onlar inanç esaslarına dair olan bilgileri alırlardı. Ahi zâviyelerine kabul olunanlar, ahi terbiyesini, ahilik meşrebinin gerektirdiği esasları, okuyarak, dinleyerek ve kardeş erlerle, öğretmen ahilerle birlikte yaşayarak, görerek alıyorlardı. Ve bu eğitim öğretim bütün hayatı kucaklıyordu.3


Refik Soykut: “Ahiler ve Ahilik; halinden memnun geleceğinden emin, inanmış ve yaralı işle yönelmiş mutlu kişilerin oluşturduğu bir esnaf kitlesi, güçlü ve yaygın bir orta sınıf yaratmış. Çağımızın, hasreti çekilen sanat, ticaret ve iş ahlakı yanında kooperatifçilik-sendikacılık-sosyal güvenlik-standart üretim-kalite ve fiyat kontrolü gibi başlıca sorunları asırlar boyu rahatlıkla ve başarı ile çözümlemiştir.”4 diyerek, Ahiliğin tarih içinde yerine getirdiği faaliyet anlamlarına karşılık günümüzdeki fonksiyonlarını bir cümle halinde ifade etmiştir. İş ahlakı her devirde ve her toplumda aranır. Peki, güvenirliliği, işini mükemmel yapmayı, işi ehline vermeyi ve kolaya kaçmadan, her şeyi kendi gücüyle, kendi alın teriyle, kendi bileğinin hakkıyla yapmayı gerektiren bu iş ahlâkı nasıl tesis ediliyordu?


İşinde hile yapan, mesleğini kötüye kullanan esnafın ahi teşkilatlarının Osmanlılardaki devamı olan loncadan çıkarılması, “kethüda” ve “ihtiyar heyeti” kararıyla olurdu. Loncadan çıkarılan bir kişi bir daha bu mesleğe dönemezdi. Esnaf yaptığı hile veya sattığı maldan hakkından fazla aldığı ücret oranında, ya meslekten çıkarılma ya da falakaya yatırılma cezasına çarptırılırdı.


Sağlıksız mal üretenlerin, kalitesine uyulmayan malların toplatıldığı esnaf aynı zamanda kendisi “yolsuz” ilân edilirdi. Yolsuz olanlarla, diğer esnaf ve müşteriler alışverişte bulunmazlar, böylece de ona uygulanan bu ambargo sonucunda da o kişi mesleğinde barınamazdı, tutunamazdı. Nitekim vesikalardan anlaşıldığına göre, bu türlü uygunsuz yola sapan esnafların hak ettikleri cezaları aldıkları görülmektedir. XVIII. Yüzyılda İstanbul’da bir esnaf, kılıç kabzasını abanoz ağacına benzeterek boyadığı ve abanoz ağacından yapılmış gibi gösterdiği için derhal meslekten çıkarılmış ve yolsuz ilan edilmiştir. Sattığı süte su kattığı için sütçünün birinin kuyuya sarkıtıldığını; bozuk kantar kullanan oduncunun altmış okkalık kantarı omzuna yükletilerek çarşı-pazar dolaştırıldığını; kötü pekmez sattığı için pekmez küpünün başına geçirildiğini tarihi belgelerde görmekteyiz.5


Ahiliğin kurucusu olarak kabul edilen Ahi Evran (1172-1262), esnaf ve sanatkarları bir birlik altında toplayarak, sanat ve ticaret ahlâkını, üretici ve tüketici çıkarlarını güven altına almak suretiyle, toplumda var olan politik ve ekonomik çalkantılar içinde onların yaşama ve direnme gücüne sahip olmaları sağlanmıştır. Burada, göz önünde bulundurulan çok önemli bir özellik vardır. Bu özellik, ahiliğe bağlı olanların, mensup oldukları medeniyetin unsurlarını ve özelliklerini kendi hayatlarında temsil etmiş olmalarıdır. Bu medeniyet de İslam medeniyetidir. İslam medeniyetinin insana verdiği değeri kavrayan ahilik müntesipleri, sadece dış görünüşteki temizliği değil, aynı zamanda, ruh zenginliğinin kazandırdığı iç temizlik ve ruhî enginlik gibi yüce insani değerleri de hem kendi hayatlarında uygulamış, hem de bu konuda başkalarına örneklik etmişlerdir.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
4B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
8B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Üst