20. Yüzyıl Tarihi - 1900-2000 Kronolojisi

dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
«Merkezi Antlaşma Teşkilâtı»

Ortadoğu'da kurulan uluslararası pakt.

CENTO (CENtral Treaty Organization) Türkiye, İran, Pakistan ve İngiltere arasında kurulmuş, Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğine dayalı bir ortak güvenlik ve savunma antlaşmasıdır.

İLK KURULUŞ: BAĞDAT PAKTI

1950'lerde Ortadoğu'nun güvenliğinden, yani Sovyet etkisinin ve komünizmin Ortadoğu ülkelerine sızmasından kaygılanan A.B.D., bu bölgedeki hükümetleri kendi aralarında örgütlenmeğe teşvik etti. Başlangıç olarak önce Türkiye ile Irak arasında Bağdat'ta bir karşılıklı işbirliği antlaşması imzalandı (26 şubat 1955). Antlaşmaya göre iki ülke ortak savunmaları için işbirliği yapacaklardı; antlaşma Arap Birliği'ne üye devletlere ve işbirliği yapmak isteyen Ortadoğu devletlerine açık tutuluyordu. Bundan yararlanarak antlaşmaya önce İngiltere katıldı (1955). Aynı yıl içinde onu Pakistan ve İran izledi. Böylece üye devletlerin sayısı beşi buldu ve bakanlar düzeyinde bir daimi konsey kuruldu.

ARAPLARIN TEPKİSİ

Bağdat Paktı Sovyetler'den çok Araplarda tepki uyandırdı. Özellikle Mısır bu paktı Arap Birliği'ne karşı en ağır darbe saydı. Bu yüzden Irak'tan başka hiç bir Arap devleti bu antlaşmaya katılmadı.

CENTO'YA DOĞRU

1958'de Irak'ta patlak veren devrim, Irak Krallığı ile birlikte Bağdat Paktı'nı kuran bütün yöneticileri de yok etti. Yeni Irak Hükümeti 1959'da pakttan çekildi. Değişen bu koşullara uymak için paktın merkezi Bağdat'tan Ankara'ya taşındı ve adı Merkezi Antlaşma Teşkilâtı olarak değiştirildi.

Bu arada A.B.D.'ye pakta katılması için öneride bulunulduysa da A.B.D. bunu uygun bulmadı, ama pakt üyesi üç Ortadoğu devleti ile birbirinin aynı olan ikili antlaşmalar yaptı. Ayrıca pakta bağlı İktisadi Komite ile Bozguncu Faaliyetleri Önleme Komitesi'ne üye ülkelerden birinde toplanır. Bazen bu toplantılar devlet başkanları düzeyinde yapılır.



CENTO'nun İzmir zirve toplantısı, ilgili devlet başkanlarını biraraya getirdi. Önde CENTO genel sekreteri, ileride solda Iran sahi ve delegeleri, karşıda cumhurbaşkanı Korutürk, başbakan Demirel, dışişleri bakanı Çağlayangil ve Türk heyetinin diğer üyeleri görülüyor.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1917 yılının en önemli olaylarından birisi Rusya'da devrim çıkması oldu. Batı Avrupa demokrasilerinden farklı bir yapıya sahip olan Rusya, halâ mutlak bir biçimde yönetiliyordu. Büyük çoğunluğunu fakir köylü nüfusunun oluşturduğu Rusya'da, yüzyılın başında işçiler de önemli bir yer tutuyorlardı.

Çok ağır yaşam koşulları içinde yaşayan bu geniş kitlelerin huzursuzluğu, daha 1905 yılında çıkan ayaklanmayla görüldü. Petersburg ve Moskova'da "İşçi Sovyetleri" kuruldu. Aralık ayı içinde bu ayaklanma, çok sert bir şekilde bastırıldı. Bunun sonunda Çar, Duma'yı açarak bazı özgürlükler tanıdı.

Birinci Dünya Savaşı, Rusya'da büyük bir yokluk ve sefalete yol açtı. Boğazların kapalı oluşu yüzünden dış yardım alamıyordu. 1916-1917 kışı ise çok sert geçmiş, açlık ve yakacak, giyecek bulunamaması, bütün Rusya'yı etkilemişti.

8 Mart 1917'de, Petersburg'da gösteriler başladı. Grevler yaygınlaştı. 12 Mart'ta "İşçilerin ve Askerler'in Sovyeti" kuruldu. Komutanlar da Çar'a, tahttan ayrılmasını öneriyorlardı. 15-16 Mart'ta Çar, tahttan ayrıldı. Devrimci Hükümet kuruldu.

Nisan'da Petersburg'a gelen Lenin, "Ekmek, barış, özgürlük" sloganıyla geniş kitlelerin desteğini sağladı. Devrimci Sosyalistlerden Harbiye Bakanı Kerensky'nin Temmuz'da Alman Cephesi'nde taarruzu başarısızlıkla sonuçlanınca, yeni ayaklanmalar patlak verdi.

Bolşeviklerin lideri Lenin kaçtı ve Trotsky tutuklandı. Hükümet düştü, Kerensky, Başbakan oldu ve 14 Eylül 1917'de de cumhuriyet ilan edildi. Artık ülkenin iç durumu iyice karışmıştı. Hükümet hala savaştan vazgeçmemekle en büyük hatasını yaptı.

Köylülerin ayaklanması ile tüm Rusya karıştı. Bundan yararlanan Bolşevikler (aşırıcılar), ordunun da devrime karışmasından yararlanarak, "Askeri Devrim Komiteleri" kurdular. 7 Kasım 1917'de hükümet darbesi ile Bolşevikler iktidarı ele geçirdiler ve 8 Kasım'da Lenin Petersburg'a geldi.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1900

İngiliz arkeolog Arthur John Evans'ın Girit Adası'nda başlattığı kazılarda, Ege'deki en eski uygarlık olan Minos'un başkentindeki Knossos Sarayı bulundu.

Petrol gazıyla çalışan hafif motorun kaşifi Alman mühendis Gottlieb Daimler öldü.

Tarihe, Boxer Ayaklanması olarak geçen, Çin'deki bütün yabancıları ülkeden çıkarmayı amaçlayan ve devletçe de desteklenen köylü ayaklanması başladı. Elçiler, aileleri, elçilik görevlileri ve yüzlerce Hıristiyan, elçilik binaları ve Pekin'deki Katolik Katedrali'nde mahsur kaldı. Ayaklanma, 7 Eylül 1901'de sona erdi.

Kont Zeppelin tarafından yapılan ilk güdümlü zeplin uçtu.

Dünya'nın ilk metrosu Paris'te hizmete girdi.

Alman filozof Friedrich Nietzsche öldü.

1901

İtalyan kaşif Gugliemo Marconi, telsiz-telgraf sistemini geliştirdi ve Atlantik çevresinde mesaj yollamayı başardı.

İngiltere Kraliçesi Victoria öldü.

ABD'nin 25. Başkanı William McKinley, Leon Czolgosz adlı bir terörist tarafından öldürüldü.

İsveç Kralı ve Norveç Parlamentosu Nobel Komitesi, ilk Nobel Ödüllerini dağıttı. Kızılhaç'ın kurucusu İsviçreli Henri Dunant'a Nobel Barış Ödülü verildi.

X ışınlarını keşfeden ve tıp dünyasında yeni bir çığır açan Alman fizikçi Wilhelm Conrad Rontgen, Nobel Fizik Ödülü'ne layık görüldü.

1902

İngiltere İmparatorluğu'nun kurucularından Cecil Rhodes öldü.

Martinik'te Pele Yanardağı patladı: 30 bin kişi öldü.

İrlanda Bağımsızlık Hareketi ''Sinn Fein''kuruldu.

Ünlü Fransız yazar Emile Zola öldü.

1903

Amerikalı W. Read, sarı humma virüsünü buldu.

Aleksandr Pavlov, şartlı refleks çalışmalarını tanıttı. Bu araştırma ''Pavlov'un köpeği''örneğiyle özdeşleşti.

Bisikletle, ilk Fransa turu atıldı.

Uranyumun radyoaktivite etkisi bulundu.

Henri Becquerel, Pierre Curie ve eşi Marie Curie-Sklodowska Nobel Fizik Ödüllerini aldılar.

Modern havacılığın başlangıcı. ABD'de Orville ve Wilbur Wright kardeşler, ilk kez motorlu bir uçak uçurdular.

1904

Japonya, Rusya'ya savaş ilan etti.

İngiliz kâşif Henry Morton Stanley öldü.

Transsibirya demiryolu hattı (8.314 km) tamamlandı.

Siyonizm Hareketi'nin kurucusu Theodor Herzl öldü.

Rus yazar Anton Pavloviç Çehov öldü.

1905

Jules Vernes, 77 yaşında öldü.

Ortak bir anlaşmayla Norveç'in 500 yıllık İsveç'le olan birliğini bozan Karlstad Antlaşması imzalandı.

Potemkin zırhlı gemisinde ayaklanma çıktı.

1906

İlk çizgi film ''Humorous Phases of Funny Faces'', Amerikalı Blackton tarafından yapıldı.

San Francisco'da deprem: 1000 kişi öldü.

Ressam Paul Cezanne öldü.

1907

Pablo Picasso'nun ''Demoiselles d'Avignon''isimli tablosu, kübizm akımını başlattı.

Baden-Powell, izci hareketini kurdu.

1908

İlk kez siyah bir boksör Jack Johnson, dünya şampiyonluk ünvanını kazandı.

Henri Farman ve Leon Delagrange, ilk kez bir yolcu uçağını uçurdular.

Sigmund Freud ile psikanaliz üzerine ilk uluslararası kongre düzenlendi.

İlk Ford model T otomobil, piyasaya çıkarıldı.

1878'den bu yana Bosna-Hersek'i işgal altında tutan Avusturya-Macaristan, bu toprakları ilhak etmesi için Sırbistan'a baskı yaptı.

Sicilya'da Messine Kenti'nde meydana gelen depremde 84 bin kişi öldü.

1909

Alman Ehrlich ve Japon Hata'nın, ilk kimyasal ilaç olan arsenobenzeni bulmalarının ardından, kemoterapi tedavisi uygulanmaya başladı.

Detroit'te Ford, zincirleme çalışma yöntemini başlattı.

Brighton'da halka açık ilk renkli film gösterimi yapıldı.

Amerikalı Robert-Edwin Peary, Mattew Henson ve 4 eskimo ile birlikte Kuzey Kutbu'nu fethetti. Frederick Cook, Kutup'a ilk ulaşanın kendisi olduğunu iddia etti.

Manş Denizi'ni uçakla ilk kez Fransız Louis Bleriot geçti.

1910

Pancho Villa ve Emiliano Zapata'nın Meksika Devrimi başladı.

Vassily Kandinsky'nin bir suluboya resmi soyut sanatı başlattı.

Japonya, Kore'yi ilhak etti.

Portekiz Cumhuriyeti ilan edildi. Kral 2. Emmanuel, sürgün edildi.

Leon Tolstoy öldü.

1911

Büyük romantizm geleneğine bağlı son kompozitör Gustav Mahler öldü.

Çin Devrimi başladı.

Güney Kutbu'na ilk defa Norveçli Roald Amundsen gitti.

Şangay'da Çin Cumhuriyeti ilan edildi. Sun Yat-Sen, cumhurbaşkanı seçildi.

1912

Çin'in son imparatoru Pu Yi, 6 yaşında tahttan indi.

Fas Sultanı Mulay Hafid, ülkesinin Fransa himayesine girmesine ilişkin anlaşmayı imzaladı.

Titanic, Newfoundland açıklarında battı: 1.517 kişi öldü.

1913

New-York ile Berlin arasında ilk kıtalararası telefon görüşmesi yapıldı.

1. Balkan Savaşı'nı sona erdiren Londra Antlaşması imzalandı: Osmanlı İmparatorluğu, Yunanistan, Bulgaristan ve Mora'ya, Ege'deki Girit Adası'nı ve Avrupa'daki topraklarını bıraktı.

Bulgaristan; Sırbistan, Yunanistan ve Romanya'ya karşı, Osmanlı'nın bıraktığı toprakların paylaşımı yüzünden 2. Balkan Savaşı'nı başlattı.

2. Balkan Savaşı sona erdi. Bulgaristan yenik düştü. 10 Ağustos'ta imzalanan Bükreş Antlaşması'yla Bulgaristan, Sırbistan'a ve Yunanistan'a Makedonya'yı bıraktı. Romanya, Güney Dobruca Bölgesi'ni ilhak etti.

Güney Afrika'da ırk ayrımcılığı yapılan ilk yasalar çıktı.

1914

Charlie Chaplin, ilk filminde rol aldı. (Making a living).

İngiliz bilim adamı Archibald Low, televizyonun atası olarak kabul edilen, uzaktan görüntüleri aktaran bir makina geliştirdi.

Saraybosna'da Arşidük François-Ferdinand'ın öldürülmesi 1. Dünya Savaşı'nı başlattı. Savaştan bir ay sonra, Avusturya-Macaristan, Sırbistan'a savaş ilan etti.

Fransız sosyalist ve siyaset adamı Jean Jaures öldürüldü.

Almanya, önce Rusya'ya daha sonra da Fransa'ya savaş ilan etti.

Alman birlikleri Belçika'yı geçip Fransa'ya girdiler.

Avusturya egemenliğindeki Polonya topraklarında Jozef Pilsudski'nin oluşturduğu Polonya birlikleri, Rus sınırını geçtiler: Polonya bağımsızlık mücadelesi başladı.

Japonya, Almanya'ya savaş ilan etti.

1915

Çanakkale Savaşı'nda, müttefikler yenilgiye uğradı.

İtalya'nın Avezzano Kenti'nde deprem: 29.980 kişi öldü.

Almanlar, Langemarck ve Ypres arasındaki batı cephesinde, Fransız ve Kanadalı askerlere ilk zehirli gaz saldırısında bulundu.

İngiliz yolcu gemisi Lusitania, İslanda Adası açıklarında battı: 1.198 kişi kayboldu.

İtalya, Müttefikler'in yanında savaşa katıldı.

Ruslar, Almanlara yenildiler (Tarnov, Gorlice Savaşları).

1916

Albert Einstein'in İzafiyet Teorisi Kuramı yayınlandı.

Avusturyalı Sigmund Freud, ''psikanalize giriş''yaptı.

18 Aralık'a kadar sürecek Verdun Savaşı başladı. 500 bin Alman ve Fransız öldü.

Sykes-Picot Antlaşmaları imzalandı: İngilizler ve Fransızlar Ortadoğu'yu paylaştılar.

Almanya, Portekiz'e savaş ilan etti.

''Kanlı Paskalya'': Dublin'de İrlandalı cumhuriyetçilerin ayaklanması ve İngiliz Ordusu'nun bunu bastırmasıyla, İngiliz-İrlanda savaşı yeniden başladı. Ayaklanma, 1921'de Güney İrlanda'nın bağımsızlığını elde etmesi ve Ada'nın bölünmesiyle sonuçlandı.

Son Avusturya-Macaristan İmparatoru I. François-Joseph öldü.

Rusya'da ''Şeytan'ın Oğlu''olarak nitelendirilen Rasputin adlı papaz öldürüldü.

1917

Rus Devrimi başladı.

ABD, Almanya'ya savaş ilan etti.

Portekiz'de (Fatima'da) 3 çocuk, Meryem Ana'yı gördüklerini iddia ettiler.

Çin, Almanya'ya savaş ilan etti.

Edgar Degas, 83 yaşında öldü.

Almanlar yararına casusluk yapmakla suçlanan Hollandalı dansöz Mata-Hari, Fransa'da öldürüldü.

İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, siyonist liderlere, Filistin'de ''Bir Ulusal Yahudi Merkezi''kurulması için söz verdi.

Rusya'da, Çarlık Dönemi'ne son verildi.

Heykeltraş Auguste Rodin, 77 yaşında öldü.

Finlandiya, bağımsızlığını ilan etti.

Kanada'nın Nova Scotia Eyaleti'ndeki Halifax Limanı'nda, Fransız Mont-Blanc kargo gemisinde patlama oldu: 2 bin kişi öldü.

İngilizler, Kudüs'ü işgal etti.

1918

ABD Başkanı Wilson, adil ve uzun süreli barışa temel oluşturacak bir belge olarak On Dört Madde'yi yayınladı.

Rusya, Çarlar tarafından yabancı ülkelerden alınan borçları geçersiz kıldıklarını açıkladı.

56 yaşındaki besteci Claude Debussy öldü.

Son Rus Çarı Nicolas II ve ailesi, Sibirya'da öldürüldü.

İspanyol Gribi adı verilen bir virüs dünyaya yayıldı, 8 ay içinde 20 milyon insan öldü.

1. Dünya Savaşı, İhtilaf Devletlerinin zaferiyle sona erdi.

Polonya, 223 yıl boyunca Rusya, Prusya ve Avusturya işgalinde kaldıktan sonra bağımsızlığına kavuştu.

1919

Berlin'de, Spartacus Ayaklanması, başarısızlığa uğradı.

Paris Barış Konferansı başladı.

Paris-Londra hattında ilk ticari uçuş yapıldı.

Benito Mussolini, İtalyan faşist hareketini başlattı.

Milletler Cemiyeti, Cenevre'de kuruldu.

Mustafa Kemal, Samsun'a giderek, Kurtuluş Savaşı'nın ilk meşalesini yaktı.

İki İngiliz pilot John William Alcook ve Arthur Brown, mola vermeksizin ilk defa Atlantik Okyanusu'nu aştılar.

Almanya ve İhtilaf Devletleri arasında Versay Antlaşması imzalandı. Antlaşma, Avusturya Arşidükü'nün bir Sırp genci tarafından öldürülmesi ve 1. Dünya Savaşı'nın başlamasından tam 5 yıl sonra imzalandı.

Auguste Renoir öldü.

1920

ABD'de, kadınlara oy hakkı verildi.

Avusturyalı zooloji bilgini Karl von Frisch, arıların çeşitli tat ve kokuları ayırdedebilecek şekilde eğitilebileceğini gösterdi.

Kurtuluş Savaşı'nda, Yunan Orduları, Mustafa Kemal Paşa'nın denetimindeki birlikler karşısında bozguna uğradı.

ABD'de alkollü içkiler yasaklandı.

İtalyan ressam ve heykeltraş Amedeo Modigliani 36 yaşında, Paris'te öldü.

Mahatma Gandhi, Hindistan'da sivil itaatsizlik hareketini başlattı.

Hitler, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ni (Nazi Partisi) kurdu.

Osmanlı ve İhtilaf Devletleri arasında Sevr Antlaşması imzalandı, Osmanlı İmparatorluğu parçalandı.

Çin'in Kan-sou Bölgesi'nde deprem oldu, 180 bin kişi öldü.

Londra'da Lordlar Kamarası, Serbest İrlanda Devleti'nin kurulmasını onayladı.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1921

Charlie Chaplin'in ilk uzun metrajlı filmi ''The Kid''ABD'de gösterime girdi.

Fransız Etienne Oehmichen, ilk helikopteri uçurmayı başardı.

ABD'de Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti idam edildi.

Kanada'da insülin bulundu.

İtalyan tenör Enrico Caruso öldü.

1922

İrlandalı yazar James Joyce'in ''Ulysse''adlı kitabı yayımlandı.

Mısır'daki İngiliz hegemonyası sona erdi.

Bram Stoker'in kitabından uyarlanan ''Vampir Nosferatu''filmi gösterime girdi.

Lenin'in önerisiyle Joseph Stalin, Rus Komünist Partisi Genel Sekreteri oldu.

Paris'te ilk kadınlar olimpiyatı başladı.

Mussolini, başbakan oldu.

Lord Carnavon ve Carter tarafından, Mısır'daki Krallar Vadisi'nde Tutankamon'un mezarı bulundu.

Fransız yazar Marcel Proust 51 yaşında öldü.

Albert Einstein Nobel Fizik Ödülü'nü kazandı.

Rusya, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) adını aldı.

1923

Japonya'da Tokyo ve Yokohama Kentlerinde deprem oldu, 250 bin kişi öldü.

İspanya'da, General Miguel Primo de Rivera, iktidara geldi.

Etiyopya, Milletler Cemiyeti'ne kabul edildi.

Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Hilafet kaldırılarak, Osmanlı İmparatorluğu tarihe gömüldü.

Adolf Hitler'in yapmak istediği darbe engellendi ve Hitler tutuklandı.

91 yaşındaki mühendis Gustave Eiffel öldü.

1924

Amerikalı Edwin Hubble, Samanyolu'ndaki yıldızları saptadı ve başka galaksiler olduğunu ispatladı.

Lenin öldü.

Chamonix'de ilk kış olimpiyatları yapıldı.

ABD'de ilk defa bir mahkûm, gaz odasında idam edildi.

Yunanistan, cumhuriyet oldu.

Franz Kafka, 40 yaşında öldü.

Yazar Joseph Conrad, 67 yaşında öldü.

İtalyan besteci Giacomo Puccini, 66 yaşında öldü.

1925

İran'da, Şah Rıza Pehlevi, hükümdar oldu.

Adolf Hitler, Mein Kampf'ı (Kavgam) yayımladı.

Irkçı örgüt Ku Klux Klan'ın ilk kongresi, Washington'da yapıldı.

1926

Sovyet yönetmen Ayzenştayn'ın ''Potemkin zırhlısı''adlı filmi Almanya'da gösterime girdi.

Pilsoudski, Polonya'da darbe yaptı.

Portekiz Cumhuriyeti, askeri darbeyle devrildi.

Almanya, Milletler Cemiyeti'ne kabul edildi.

Fransız ressam Claude Monet, 86 yaşında öldü.

Avusturyalı yazar Rainer Maria Rilke öldü.

1927

Çin'in Nan-Şan Bölgesi'nde deprem oldu, 200 bin kişi öldü.

ABD'de ilk uzun metrajlı sözlü filmler, gösterime girdi.

Amerikalı pilot Charles Lindbergh, Atlas Okyanusu'nu tek başına ve kesintisiz geçti.

Fransız Jules Rimet'in önerisiyle, Dünya Futbol Şampiyonası düzenlenmesi kararlaştırıldı.

1928

Finlandiyalı Paavo Nurmi, 9 altın 3 gümüşle, dünyanın en çok madalya kazanan atleti oldu.

İspanyol Luis Bunuel ve Salvador Dali'nin çevirdiği ''Bir Endülüs köpeği''adlı kısa metrajlı film, Paris'te gösterime girdi.

Ulusal politikanın bir aracı olarak savaşı yasaklamayı amaçlayan Kellog-Briand Paktı, 60 ülke tarafından imzalandı.

Çang Kai-Çek, Çin Devlet Başkanı oldu.

1929

Alman romancı Erich Maria Remarque'nin ''Batı cephesinde yeni birşey yok''adlı romanı yayımlandı.

1886'da benzinle çalışan ilk arabayı icat eden Alman mühendis Carl F. Benz öldü.

31 Ekim 1924'te tek başına dünya turuna çıkan Fransız denizci Alain Gerbault, turunu tamamladı.

Belçikalı Herge, ''Tenten''karakterini yarattı.

Hollywood'da ilk Oscar Ödül Töreni yapıldı.

Elzie Segar, ''Temel Reis''karakterini yarattı.

Rus balesinin kurucusu Serge De Diaghilev öldü.

New York Borsası iflas etti.

Salvador Dali'nin yağlı boya tabloları ilk defa sergilendi.

1930

Amerikalı Clyde William Tombaugh, Plüton Gezegeni'ni buldu.

Amerikalı Ernest Orlando Lawrence, yüksek enerjilere ulaşabilen ilk parçacık hızlandırıcısı siklotronu icat etti.

Mahatma Gandhi, toplumun en alt kesimleri üzerinde büyük bir yük oluşturan tuz vergisine karşı bir kampanya açtı.

Josef Von Sternberg ve Marlene Dietrich'in oynadıkları ''Mavi melek''adlı film, Almanya'da gösterime girdi.

Uruguay, organizatörü olduğu ilk dünya kupasını kazandı.

Sherlock Holmes'ün yaratıcısı Arthur Conan Doyle öldü.

Costes ve Bellonte, ilk kez Paris-New York hattında kesintisiz uçtular.

1931

İspanya Kralı Alphonse XIII, ülkeyi tahttan feragat etmeden terketti, İspanya'da cumhuriyet ilan edildi.

Japonya, Mançurya'yı işgal etti. Uzakdoğu Savaşı başladı.

Sırp, Hırvat ve Slovenya Krallıkları, resmi olarak Yugoslavya adını aldı.

İlk elektrik ampulünü icat eden Thomas Edison, 84 yaşında öldü.

İngiltere parlamentosu, İngiltere'nin o dönemdeki demiryolları Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve İrlanda'nın eşitliğini hükme bağlamak üzere Westminster Tüzüğü adlı bir yasa çıkarttı.

1932

Avusturya asıllı Adolf Hitler, Alman vatandaşlığına geçti.

Kodak'ın kurucusu George Eastman öldü.

Hitler'in de aday olduğu Almanya Devlet Başkanlığı seçimini Hindenburg kazandı.

Portekiz Başbakanı Antonio Oliveira Salazar, 1974'e kadar sürecek diktatörlüğünü ilan etti.

Irak, bağımsızlığını ilan etti.

Franklin D. Roosevelt, ABD Başkanlığı'na seçildi.

1933

Alman Ulusal Sosyalist Parti lideri Hitler, başbakan oldu.

Berlin'deki Reichstag'da (hükümet binası) yangın çıktı. Olaydan sonraki gün, drama ustası Bertolt Brecht Almanya'dan kaçtı.

ABD Başkanı Roosevelt, 36 eyalette ekonomiye canlılık kazandırmak için ''New Deal''(yeni anlaşma) başlattı.

Naziler, Dachau'da ilk toplama kampını açtılar.

Almanya'da Nazi Partisi, yahudileri boykot etme kararı aldı.

Nazilere bağlı gizli polis örgütü Gestapo kuruldu.

Naziler, Alman ırkını canlandırmak için halkı güçsüzlerden temizleme kararı aldı.

1934

Fransız Irene ve Frederic Joliot-Curie çifti yapay radyoaktiviteyi buldular.

Almanya'da Devlet Başkanı'nın ölmesi üzerine Adolf Hitler, ülkenin mutlak lideri oldu ve başbakanlık, devlet başkanlığı yetkilerini elde etti.

Yugoslavya Kralı 1. Aleksandr ve Fransa Dışişleri Bakanı Louis Barthou, Marsilya'da öldürüldü.

Mao, Çin'in kuzeybatısına doğru ünlü "Uzun Yürüyüş" ü başlattı. 20 Ekim 1935 tarihinde sona eren bu yürüyüş sırasında Mao, KP'nin fiili önderi durumuna geldi.

1935

Amerikalı biyokimyacı Wendell Meredith Stanley, ilk kez bir virüsü ayrıştırmayı başardı. Virüslerin saf olarak elde edilmesi, kristallendirilmesi ve molekül yapılarının aydınlatılması üzerine araştırmalar yaptı.

Louis Lumiere, üç boyutlu sinema devrini başlattı.

Arap Lawrence, motosiklet kazasında öldü.

Amerikalı atlet Jesse Owens, bir saat içinde 3 dünya rekoru kırdı. (Uzun atlama, 220 yarda koşu ve 220 yarda engelli koşu)

Pakistan'da, Quetta'da toprak kaymasında 60 bin kişi hayatını kaybetti.

Nuremberg Yasaları olarak bilinen ırkçı yasalar resmen ilan edildi.

İtalya, Etiyopya'yı işgal etti.

1936

İngiliz John M. Keynes, uzun süreli işsizliğin nedenlerini bazı iktisadi kuramlarıyla açıkladı. (Keynesçi iktisat)

Filistin'de Araplar, İngiliz mandasına karşı isyan çıkardı. Üç yıl süren isyan, İngilizler'in Yahudilerin göçetmesini sınırlamaya karar vermeleri ve bir Filistin devleti kurmaya söz vermeleri sayesinde durduruldu.

''Ormanın kitabı''yazarı Rudyard Kipling öldü.

Charlie Chaplin'in ünlü filmi ''Modern zamanlar''Londra'da gösterime girdi.

İspanya'da General Franco'nun önderliğini yaptığı askeri ihtilal (18 Temmuz Hareketi) sonucu iç savaş çıktı. İç savaş, 1 Nisan 1939'da ''zafer geçidiyle''sona erdi. 29 Eylül 1936'da Franco, milliyetçi yönetim başkanlığına getirildi.

Amerikalı zenci atlet Jesse Owens, Hitler'in de izlediği Berlin Olimpiyat Oyunlarında 100 metre, 200 metre ve 4 X 100 metre yarışlarındaki zaferlerinden sonra, uzun atlamada 8,06 metre ile Olimpiyat ve Dünya rekorlarını kırdı. Hitler, Owens'in elini sıkmamak için stadı terketti.

38 yaşındaki şair ve drama yazarı Federico Garcia Lorca, Franco yanlısı birlikler tarafından öldürüldü.

1937

İspanyol milliyetçilerine destek veren Almanya, bir Bask kenti olan Guernica'yı bombaladı. Saldırıda 1.500 kişi öldü.

Bireysel psikolojinin kurucusu Avusturyalı doktor Alfred Adler öldü.

Naziler, Buchenwald Toplama Kampı'nı açtılar.

Japonya, Çin'i savaş ilan etmeksizin işgal etti.

Modern Olimpiyat Oyunlarının kurucusu Baron Pierre de Coubertin öldü.

Milliyetçi Çin'in başkenti Nanking'de 250.000 Çinli, Japonlar tarafından katledildi.

1938

Alman birlikleri, Avusturya'ya girdi.

Troçki IV, Enternasyonal'i kurdu.

Fransa, İngiltere, İtalya ve Almanya arasında yapılan ve Çekoslavakya'nın batısındaki Südetler Bölgesi'nin Almanya tarafından ilhak edilmesine izin veren anlaşma imzalandı.

Alman birlikleri, Südetler Bölgesi'ni işgal etti.

Almanya'da, Yahudi karşıtları şiddet eylemlerinde bulundu. Bu olaylar, tarihe "Kristal Gece" olarak geçti.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk vefat etti.

İtalya'da, Yahudilerin devlet işlerinde çalışmasını yasaklayan ve ticari faaliyetlerini kısıtlayan bir yasa tasarısı kabul edildi.

1939

Avusturyalı Lise Meitner ve İngiliz Otto Frisch, çekirdek bölünmesini (nükleer fisyon) tanımladı.

Frederic Joliot-Curie zincirleme nükleer reaksiyonu buldu.

Franco, Madrid'e girdi, İspanya'da iç savaş bitti.

İtalyan birlikleri, Arnavutluk'u işgal etti.

Almanya ve Sovyetler Birliği arasında, saldırmazlık anlaşması imzalandı.

Almanya'da, ilk tepkimeli uçak denemesi yapıldı. Heinkel HE 178 tipi uçak, saatte 750 kilometre hıza ulaştı.

Almanya, Polonya'yı işgal etti ve 2. Dünya Savaşı başladı.

Naziler, akıl hastalarına ötenazi uygulanmasını kabul ettiler, onbinlerce insan öldü.

İngiltere ve Fransa, Almanya'ya savaş ilan ettiler.

Sovyetler Birliği, Ribbentrop-Molotov Antlaşması'nın gizli bir maddesi gereğince Polonya'ya saldırdı.

Psikanalizin bulucusu, Avusturyalı psikolog ve sinir hastalıkları uzmanı Sigmund Freud öldü.

Hitler ve Stalin, Polonya'yı paylaştılar.

1940

Sovyetler Birliği, Finlandiya'ya saldırdı. Saldırı, tarihe ''Kış Savaşı'' olarak girdi.

Victor Fleming'in yönettiği, başrollerini Vivian Leigh ve Clark Gable'ın paylaştığı ''Rüzgar Gibi Geçti'', Hollywood'da gösterime girdi.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1946

Yunanistan'da iç savaş çıktı. ABD'nin geniş çaplı desteğiyle, komünist gerillaların eylemi durduruldu.

Birleşmiş Milletler Örgütü'nün ilk toplantısı yapıldı. 13 Şubat'ta New York, BM'nin merkezi oldu.

Norveçli Trygve Lie, BM'nin ilk genel sekreteri oldu.

BM, ilk kez Sovyetler Birliği tarafından veto edildi.

Juan Peron, Arjantin Devlet Başkanlığı'na seçildi.

Winston Churchill, Missouri'deki Fulton'da, ilk kez "demir perde" den sözetti.

Japonya'da, ilk defa kadınların da katılımıyla, kamuoyu yoklaması yapıldı.

Nürnberg Mahkemesi'nde savaş suçlularının yargılanması bitti.

Hindiçini'de ayaklanma başladı.

1947

İtalya, Afrika'daki bütün topraklarından vazgeçti.

Al Capone öldü.

14 Ağustos 1988'de ölen Enzo Ferrari'nin adını taşıyan ilk araç, piyasaya çıktı.

Avrupa Kalkınma Programı açıklandı.

Birmanya'nın milliyetçi lideri Aung San öldürüldü. 4 Ocak 1948'de Birmanya bağımsızlığını ilan etti.

İngiltere'de ilk atom pili kullanıldı.

Hindistan ve Pakistan, bağımsızlık ilan etti.

Charles Yeager'in pilotluğunu yaptığı Bell XI adlı Amerikan uçağı, yatay uçuşta saatte 1.078 kilometre hıza ulaştı ve ilk defa ses duvarını aştı.

SSCB, atom bombası yapabildiğini açıkladı.

BM, Filistin'in, Araplar ve Yahudilerce kurulacak iki devlete bölünmesini onayladı.

John Bardeen, Walter Brattain ve William Schockey adlı araştırmacılar transistörü buldular.

1948

Güney Afrika'daki seçimleri, Ulusal Parti (NP) kazandı.

Willard Franck Libby, radyoaktif karbonla (karbon 14) tarihleme yöntemini geliştirdi.

Hindistan'ın bağımsızlığını kazanmasını sağlayan Mahatma Gandhi öldürüldü.

Sovyet sinemacı Eisenstein öldü.

Orson Welles'in ''Şangaylı Kadın''filmi New York'ta gösterime girdi.

David Ben Gourion, İsrail Devleti'ni ilan etti. Arap Ordusu, yeni devlete savaş açtı. Savaş, 13 Ocak 1949'a kadar sürdü.

SSCB, Berlin'i ablukaya aldı. 26 Haziran'da Batılı Müttefikler; yiyecek, kömür ve diğer gereksinim maddelerini uçaklarla havadan Berlin'e indirdiler.

Tito'nun Yugoslavyası ve SSCB arasındaki ilişkiler koptu.

Paris'te toplanan BM Genel Kurulu, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ni kabul etti.

1949

İngiliz yazar George Orwell, ''1984''ü yazdı.

Leyde Üniversitesi'nden Dr. Müller ve Pastör Enstitüsü'nden Dr. Lepine, gribe yol açan iki tür virüs saptadılar.

Amerikalı boksör Joe Louis, 12 yıl dünya ağır siklet boks şampiyonu olduktan sonra boksu bıraktı. Louis, 71 maçta sadece 3 yenilgi aldı.

Amerikan bombardıman uçağı B-50 Lucky Lady, konaklama yapmaksızın ilk defa dünya turu yaptı.

NATO kuruldu.

Bonn, Yeni Federal Almanya Cumhuriyeti'nin başkenti oldu.

SSCB'de ilk atom patlaması oldu.

Mao, Çin Halk Cumhuriyeti'ni kurdu.

Demokratik Almanya Cumhuriyeti kuruldu.

İsviçreli Walter Hess ve Portekizli Antonio Egas Moniz'e Nobel Ödülü verildi.

1950

Kore Savaşı başladı.

ABD Kore'ye çıkarma yaptı. 29 Eylül'de Seul işgal edildi.

Çin birlikleri Tibet'i ilhak ettiler.

İrlandalı yazar Georges Bernard Shaw öldü.

Çin, Kore'ye müdahalede bulundu.

İki jet uçağı arasında ilk çatışma: Kore'de bir Amerikan F-86'sı, bir Rus MİG 15'ini düşürdü.

1951

SSCB yararına casuslukla suçlanan Ethel ve Julius Rosenberg çifti, ABD'de ölüme mahkum edildi.

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun kurulmasını sağlayan anlaşma, Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda arasında Paris'te imzalandı.

Ürdün Kralı Hüseyin'in büyükbabası Kral İbni Hüseyin Abdullah, Kudüs'te El-Aksa Camisi'nin merdivenlerinde, Filistin'i İsrail'le paylaşmayı kabul etme kararına karşı olan aşırı dinci bir Filistinli tarafından öldürüldü.

Kaptan Cousteau, Calypso Okyanus Gemisi'yle ilk yolculuğuna çıktı. Cousteau, Mercan resiflerini incelemek üzere Kızıldeniz'e açıldı.

1952

Marshall Adaları'nda, ABD tarafından yapılan ilk hidrojen bombası patladı.

İlk bilgisayar IBM-701 piyasaya çıktı.

Fransa'yla İngiltere arasında ilk uluslararası televizyon bağlantısı kuruldu.

İngiltere Kraliçesi Elizabeth, VI. George'un yerine geçti.

Avrupa Topluluğu Savunma Anlaşması Paris'te imzalandı.

Mısır'da hükümet darbesi oldu. Kral Faruk ülkeyi terketti.

Arjantinli Evita lakaplı Eva Peron, yakalandığı kan kanserinden 33 yaşında öldü.

Ürdün Parlamentosu, Kral Tallal'ı hükümetten indirdi. Yerine 16 yaşındaki oğlu Hüseyin getirildi.

General Dwight Eisenhower, ABD Başkanı seçildi.

Fransız romancı François Mauriac, Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı.

Yabancılar yararına çalışmakla suçlanan 14 Çekoslovak liderin duruşması, Prag'da yapıldı. 3 Aralık'ta 11'i ölüme, 3'ü de ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Alman doktor ve filozof Albert Schweitzer, Nobel Barış Ödülü'nü aldı.

1953

Tito, Yugoslavya Cumhurbaşkanı seçildi.

Stalin öldü.

Dünyanın en yüksek tepesi Everest'e ilk kez Yeni Zelanda'lı Edmund Hillary ve Nepal'li Norgay Tensing tırmandı.

SSCB yararına casusluk yapan Julius ve Ethel Rosenberg çifti öldürüldü.

Kore'de, Panmuncam Ateşkesi imzalandı. 38. Paralel'in kuzeyindeki ateşkes hattı sınır oldu. Bu savaş sırasında 24,119 Amerikalı öldü.

1954

Fransız Pierre Lepine ve Amerikalı Jonas Edward Saly, çocuk felci aşısını buldular.

Nükleer enerjiyle çalışan ilk denizaltı Nautilus, ABD tarafından suya indirildi.

Fransız Ordusu, Viet-Minh Kuvvetleri tarafından yenilgiye uğratıldı. Hindiçini Savaşı sona erdi. Fransa, Asya'dan çıktı.

ABD Yüksek Mahkemesi, devlet okullarında ırk ayrımını yasakladı.

Cenevre Antlaşmaları imzalandı: Kamboçya ve Laos, bağımsızlığını elde etti. Vietnam ikiye bölündü.

Mao Ze Tung, Çin Cumhurbaşkanı oldu.

Cezayir Savaşı başladı.

Fransız ressam Henri Matisse öldü.

Ernest Hemingway Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı.

Dünyanın en büyük ABD savaş gemisi Forrestal, suya indirildi.

1955

Calder Hall'de ilk nükleer merkez açıldı.

İlk fast-food lokanta, McDonald's, ABD'de açıldı.

Hastalanan Winston Churchill, görevinden istifa etti.

Fizikçi Albert Einstein öldü.

Endonezya'nın Bandung Kenti'nde 29 ülke temsilcisinin katılımıyla yapılan konferans sona erdi.

Varşova Paktı imzalandı.

Arjantin'de Peronist Hareket'in kurucusu Juan Peron, hükümetten uzaklaştırıldı.

Ünlü ABD'li aktör James Dean, 24 yaşında öldü.

1956

SSCB'de destalinizasyon dönemi başladı. SSCB Komünist Parti 10. Kongresi'nde Nikita Kruçev, Stalin'in histerik, paranoyak ve megaloman olduğunu söyledi.

Fas, bağımsızlığını elde etti.

Tunus, bağımsızlığını kazandı.

Arthur Miller, Marilyn Monroe ile evlendi.

Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdul Nasır, Süveyş Kanalı'nı millileştirme yoluna gitti.

Bertold Brecht, 58 yaşında öldü.

İsrail, İngiltere ve Fransa askeri güçleri, Nasır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirmesinden sonra Mısır'a saldırdılar. 6 Kasım'da ateşkes ilan edildi. 7 Kasım'da SSCB ve ABD'nin baskılarıyla İngilizler ve Fransızlar geri çekildiler. 22 Kasım'da ateşkes imzalandı.

Sovyet zırhlı araçları, Macar ayaklanmasını bastırdı.

Eisenhower yeniden ABD Başkanı seçildi.

1957

Güney Afrika'da, Beyazlarla Siyahlar arasındaki cinsel ilişki, cezalandırılması gereken ahlak dışı bir davranış olarak nitelendirildi.

Gana, bağımsızlığını elde etti.

Roma'da AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) kuruldu.

ABD'li komedi sanatçısı Oliver Hardy öldü. Stan Laurel de 75 yaşında 1965'te öldü.

Haiti Başkanlık Seçimleri'ni François Duvalier kazandı.

SSCB, ilk yapay uydu Sputnik 1'i fırlattı.

Fransız yazar Albert Camus, Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı.

Rus köpeği Layka, uzaya gönderilen ilk hayvan oldu.

Filim sanayisinin öncüsü Charles Pathe öldü.

1958

İlk kez Olimpiyat Kayak Sporları'nda Avusturyalı Toni Sailer, 3 şampiyonluk kazandı.

Kruçev, SSCB'nin tek taraflı olarak nükleer denemelerini durduğunu açıkladı.

Köylerde küçük sanayinin modernleştirilmesine yönelik "İleriye Doğru Büyük Atılım Hareketi" başladı. Çin'de büyük kıtlık yaratan Hareket, 15 ila 30 milyon kişinin ölümüne yol açtı.

Fransa'da General de Gaulle, devlet başkanı olarak yeniden iktidara geldi.

Alman atlet Armin Hary, 100 metreyi 10 saniyede koştu. Hary, başarısını 21 Haziran 1960'ta tekrarladı.

Fransa'da 5. Cumhuriyet, referandumla kabul edildi.

ETA (Euskadi Ta Askatasuna: Bask Yurdu ve Özgürlük) ayrılıkçı Bask hareketi kuruldu.

6 Afrika ülkesi (Moritanya, Mali, Senegal, Çad, Gabon ve Kongo-Brazzaville) bağımsızlığını elde etti.

Rus yazar Boris Pasternak, Sovyet yetkililerin baskısıyla Nobel Edebiyat Ödülü'nü reddetti.

1959

Fidel Castro, Küba'da iktidarı ele geçirdi.

Alaska, ABD'nin 49. eyaleti oldu.

İngiltere, Kıbrıs'ın bağımsızlığını ilan etti.

Dalai Lama, Tibet'in başkenti Lhassa'dan kaçarak, Hindistan'a sığındı.

Hawai, ABD'nin 50. eyaleti oldu.

1960

Mısır'da Nil Irmağı üzerinde Assuan Barajı çalışmaları başladı.

Birçok kez dünya şampiyonluğunu kazanan, İtalya ve Fransa turu galibiyetlerini alan İtalyan bisikletçi Fausto Coppi öldü.

Fransız yazar Albert Camus, geçirdiği trafik kazasında öldü.

Fas'ın Agadir Kenti'nde deprem oldu: 14 bin kişi öldü.

Güney Afrika'da, Siyahlara, ülke içinde pasaport uygulaması getirilmesinden sonra ayaklanma çıktı.

Brezilya'nın yeni başkenti Brasilia oldu.

ABD U2 tipi keşif uçağı, SSCB üzerinde Sovyetler tarafından düşürüldü. Pilot Gary Powers, hapse atıldı.

Doğum kontrol hapı, ABD'de satışa sunuldu.

Kongo, bağımsız cumhuriyet oldu.

İngiltere, Nijerya'ya bağımsızlığını verdi.

John Fitzgerald Kennedy, ABD'de 35. başkan seçildi.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1961

Belçika Kongosu'nun ilk başbakanı Afrikalı milliyetçi lider Patrice Lumumba öldürüldü.

II. Hasan, Fas kralı oldu.

Güney Vietnam'da Ngo-Dinh-Diem, cumhurbaşkanı seçildi.

Yahudilerin katledilmesiyle suçlanan eski SS lideri Adolf Eichmann hakkında dava açıldı. Arjantin'e sığınan Eichmann, İsrail İstihbarat Servisi tarafından kaçırıldı. 15 Aralık'ta ölüme mahkum edildi, 31 Mayıs 1962'de idam edildi.

J.F Kennedy, ABD Ordusu'nun Vietnam'a müdahale programına onay verdi.

ABD'li aktör Gary Cooper öldü.

BM Genel Sekreteri Dag Hammarskjold, Kongo'dan ayrılarak bağımsızlığını ilen eden Katanga Eyaleti Başbakanı Moise Tshombe ile görüşmelerde bulunmak üzere Kongo'ya giderken uçağın düşmesi sonucu öldü.

Adenauer, Batı Almanya Başbakanı seçildi.

SSCB ile Arnavutluk arasındaki diplomatik ilişkiler koptu.

1962

Ünlü müzik topluluğu Beatles, ilk plağının kaydını yaptı.

Ünlü modacı Yves Saint Laurent, ilk defilesini sundu.

Fransa ve Cezayir, Evian Antlaşması'nı imzaladılar. Cezayir Savaşı sona erdi.

Marilyn Monroe ölü bulundu.

Güney Afrikalı siyah lider Nelson Mandela tutuklandı.

SSCB'nin Küba'ya silah göndermeye devam etmesi üzerine ABD, Ada'nın bir bülümünü abluka altına aldı.

ABD Başkanı Kennedy, Beyaz Saray ile Kremlin arasında doğrudan bir telefon hattı yerleştirilmesini önerdi. Hat, 3 Ağustos 1963'de açıldı.

Amerikalı yazar John Steinbeck, Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı.

1963

Fransa ve Almanya arasında Elysee Antlaşması imzalandı.

Sahra Çölü'nde Fransa, atom bombası denedi.

Afrika Birliği Örgütü (OAU) kuruldu.

Sovyet Valentina Tereçkova, uzaya giden ilk kadın oldu.

Martin Luther King, ırk ayrımına karşı Washington'da başlatılan yürüyüşte 200 bin göstericiye önderlik yaptı.

Bin Bella, Cezayir cumhurbaşkanı seçildi.

J.F. Kennedy, Dallas'ta öldürüldü.

Jack Ruby, Kennedy'nin katili Lee Harvey Oswald'ı öldürdü.

1964

Amerikalı boksör Cassius Clay, ilk ağır siklet boks şampiyonluğunu kazandı.

Hindistan Başbakanı Jawaharlal Nehru, 74 yaşında öldü.

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruldu.

Güney Afrikalı siyah lider Nelson Mandela, ömür boyu hapse mahkum edildi.

James Bond'un babası, yazar Ian Fleming öldü.

ABD Vietnam'a girdi.

Çin, ilk nükleer bombasını patlattı.

Arabistan'da Faysal, kendini kral ilan etti.

Lyndon Johnson, ABD Başkanı seçildi.

1965

Winston Churchill öldü.

İlk kez Sovyet kozmonot Aleksay Leonov, Uzay'da yürüdü.

Pakistan'da kasırgalar çıktı: 12 ila 30 bin kişi öldü.

Marcos, Filipinler Devlet Başkanı oldu.

Zaire'de General Mobotu darbeyle iktidara geldi.

1966

İndira Gandhi, Hindistan Başbakanı oldu.

SSCB'de Leonid Brejnev, Komünist Partisi Genel Sekreteri oldu.

Nijerya'da General Gowon, ülke denetimini ele geçirdi.

Çin'de kültür devrimi başladı.

1970'te ayrılan Beatles Grubu, son konserini verdi.

ABD'li sinema ve televizyon yapımcısı Walt Disney öldü.

1967

Eyadema, Togo'da yönetimi ele geçirdi.

Apollo Uzay Aracı'nın bir fırlatma provası sırasında çıkan yangında, 3 amerikalı astronot yaşamını yitirdi.

1945'te nükleer bombayı icat eden Amerikalı fizikçi Julius Robert Oppenheimer öldü.

Torrey Canyon Petrol Gemisi, karaya oturdu.

Yunanistan'da albayların diktatörlük dönemi başladı.

Rus kozmonot Komarov, Soyuz I Uzay Aracı'nın Dünya'ya dönüşü sırasında öldü.

6 Gün Savaşı sonunda İsrail; Sina, Golan, Kudüs'ün doğusu, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni işgal etti.

5 Güneydoğu Asya Ülkesi (Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur ve Tayland) arasında ekonomik işbirliğini başlatan ASEAN kuruldu.

Küba Devrimi'nin önderlerinden Ernesto ''Che''Guevara öldü.

BM, İsrail'in işgal ettiği toprakları boşaltmasını öngören 242 sayılı kararı kabul etti.

Güney Afrika'da, Doktor Christian Barnard tarafından, ilk kalp nakli yapıldı.

Çavuşesku, Romanya Devlet Başkanı oldu.

1968

Dünyanın sesten hızlı (Süpersonik) ilk Tupolev Tu 144 yolcu uçağı uçtu.

Fransa'da ''68 kuşağı''öğrenci hareketleri başladı.

ABD'de yurttaş hakları hareketine öncülük eden siyah din adamı Martin Luther King, 39 yaşında öldürüldü.

Los Angeles'ta, Senatör Robert Kennedy öldürüldü.

San Sebastian'da öldürülen polis, Jose Pardines Azcay, ayrılıkçı Bask örgütü ETA'nın ilk kurbanı oldu.

Alman fizikçi Otto Hahn yaşamını yitirdi.

Sovyet tankları Prag'a girdi.

1932- 1968 yılları arasında Portekiz'i yöneten Salazar, beyin kanamasından öldü.

Richard Nixon, ABD Başkanı seçildi.

İsrailli bir komando, Beyrut'ta 13 sivil uçağı yoketti. De Gaulle, İsrail'de savaş silahlarına ambargo uygulamaya karar verdi.

1969

İki Sovyet uzay gemisi Soyuz IV ve Soyuz V, Uzay'da ilk defa kenetlenmeyi başardı.

El-Fetih Hareketi'nin lideri Yaser Arafat, Filistin Kurtuluş Örgütü Başkanlığı'na seçildi.

Suriye'de 1971'de devlet başkanı olan Hafız Esad, hükümet darbesi yaptı.

Tartışmalı bir futbol maçı nedeniyle San Salvador Birlikleri, Honduras'a girdi, Birlikler 29 Temmuz'da Honduras'tan ayrıldı.

İnsanoğlu ilk defa Ay'da. Amerikalı Neil Armstrong ve Edwin Aldrin, Ay üzerinde yürüdüler.

Libya'da, Muammer Kaddafi'yi iktidara getiren hükümet darbesi yapıldı.

Almanya'da Willy Brandt, şansölye oldu.

Golda Meir, İsrail Başbakanı oldu.

1970

Kamboçya'da, ABD yanlısı Mareşal Lon Nol, Prens Norodom Sihanouk'u devirdi.

Avusturya'da Bruno Kreisky, başbakan oldu.

ABD ve müttefikleri, Güney Vietnam'a askeri müdahalede bulundu.

Peru'da deprem oldu, 64 bin kişi öldü.

Portekiz'i 38 yıl yöneten Salazar öldü.

Şili'de başkanlık seçimlerini, Salvador Allende kazandı.

Amman'da Ürdün ve Filistin Kuvvetleri arasında kanlı çatışmalar meydana geldi. 3 binden fazla insan öldü.

Şili'de Salvador Allende, devlet başkanı oldu.

Pakistan'da kasırga ve deprem dalgası. 500 binden fazla insan öldü.

Rus yazar Alexandre Soljenitsin, Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı, ancak bir daha SSCB'ye alınmayacağından çekinerek Stockholm'deki ödül törenine katılmadı.

1971

ABD, Laos'a askeri müdahalede bulundu.

ABD'li sinema yönetmeni Stanley Kubrick'in ''Otomatik portakal''filmi gösterime girdi.

Mısır'daki Assouan Barajı açıldı.

Uganda'da, Idi Amin Dada, darbe yaptı.

Mozambik'te kasırga: 30 bin kişi öldü.

Haiti Devlet Başkanı François Duvalier öldü, yerine oğlu Jean-Claude Duvalier geçti.

Jazzın kralı Louis Armstrong öldü.

Fas'ta Kral II.Hasan'a suikast girişiminde bulunuldu.

Nikita Kruşçev öldü.

Macar Kardinal Mindsently, gönüllü olarak 15 yıl Budapeşte'deki ABD Büyükelçiliği'nde kaldıktan sonra Vatikan'a geldi.

Çin, BM'ye üye oldu.

Hindistan'da kasırga, 35 bin kişi öldü.

Hindistan, Bangladeş'in bağımsızlığını tanıdı.

Pakistan, Hindistan ile girdiği 15 günlük savaştan yenik ayrıldı.

Kurt Waldheim, BM Genel Sekreteri seçildi.

1972

İngiltere, İrlanda, Danimarka ve Norveç, Avrupa Ekonomik Topluluğu'na katılma kararını imzaladı.

İlk asker silahları sınırlama anlaşması olan Salt 1 imzalandı.

Burundi'de kabileler arası anlaşmazlık, 300 bin kişinin ölümüyle sonuçlandı.

İki Amerikalı gazeteci, Watergate Skandalı'nı ortaya çıkardı, 8 Ağustos 1974'te Richard Nixon istifaya zorlandı.

Hollanda'nın Philips Firması, ilk video-diski tanıttı.

Münih Olimpiyatlarının onbirinci gününde Filistinli eylemciler, İsrailli atletleri rehin aldı. Düzenlenen operasyonda, 11 İsrailli atlet, 4 Filistinli ve bir Alman polis öldü.

Münih Olimpiyatlarında, Amerikalı yüzücü Mark Spitz, 7 altın madalya aldı ve 7 dünya rekoru kırdı.

Richard Nixon, tekrar ABD Başkanlığı'na seçildi.

Nikaragua'da deprem nedeniyle 11.600 kişi öldü.

1973

Danimarka, İngiltere ve İrlanda, Avrupa Ekonomik Topluluğu'na katıldı.

ABD ile Vietnam arasında, ateşkes anlaşması imzalandı, son ABD Kuvvetleri Vietnam'ı 29 Mart'ta terketti.

Ünlü ressam Pablo Picasso, 91 yaşında öldü.

İsrailli bir komando, Beyrut'ta, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün 3 önemli yöneticisini öldürdü.

Libya Havayolları'na bağlı Boeing 727 tipi bir uçak, İsrailliler tarafından düşürüldü, 112 yolcudan 105'i öldü.

Henry Kissinger, ABD Dışişleri Bakanı oldu.

11 Eylül: Şili'de darbe, Devlet Başkanı Salvador Allende öldü. Pinochet, iktidara geldi.

İki Almanya da, Birleşmiş Milletler'e alındı.

Juan Peron, İspanya'dan ülkesi Arjantin'e döndü ve tekrar devlet başkanı oldu.

9 kez Olimpiyat şampiyonu olan Finlandiyalı atlet Paavo Nurmi öldü.

4. İsrail-Arap Savaşı çıktı.

ABD Başkan Yardımcısı Spiro Agnew, istifa etti.

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), petrol fiyatlarını %70 arttırmaya karar verdi. İlk petrol şoku.

İspanya Başbakanı Amiral Luis Carrero Blanco, Madrid'de ETA tarafından öldürüldü.

1974

Alexandre Soljenitsin, SSCB vatandaşlığından çıkarılarak ülke dışına sürüldü.

Alman Başbakan Willy Brandt, çalışma arkadaşlarından birinin tutuklanması nedeniyle istifa etti, yerine Helmut Schmidt geçti.

Valery Giscard d'Estaing, Fransa Devlet Başkanı oldu.

Jazzın önde gelen isimlerinden Duke Ellington, 75 yaşında öldü.

İsveçli tenisçi Björn Borg, 18 yaşında Roland-Garros Turnuvası'nı kazandı.

Arjantin'de Juan Peron öldü, yerine Isabel Peron geçti.

Hindistan Topraklarının üçte ikisi, sel yüzünden sular altında kaldı.

Makarios'u kaçmaya zorlayan Yunan Askerleri darbe yaptı.

Türkiye, Kıbrıs'ta barış harekâtını gerçekleştirdi.

Belçikalı bisikletçi Eddy Merckx, Fransa Bisiklet Turu'nu 5. kez kazandı, başka hiçbir bisikletçi, bu başarıya ulaşamadı.

Yaser Arafat, ilk kez BM Genel Toplantısı'nda konuştu.

Yunanistan'da, monarşi kalktı.

1975

Suudi Arabistan Kralı Faysal Bin Abdülaziz, yeğenlerinden biri tarafından öldürüldü.

Lübnan'da iç savaş çıktı, 14 yıl süren savaş nedeniyle 100 binden fazla insan yaşamını yitirdi.

Kızıl Khmerler, Phnom Penh'e saldırı düzenlediler ve Demokratik Kampuçya Hükümeti'ni kurdular.

Vietnam savaşı sona erdi, Saygon kurtuldu.

Uzay'da Amerikan ve Sovyet kozmonotları ilk kez buluştu, Soyuz XIX ve Apollo adlı uzay kapsülleri kenetlendi.

Avrupa Güvenliği ve İşbirliği Konferansı sonucunda "Nihai Senet" imzalandı.

Batı Sahra, Fas ve Moritanya arasında paylaştırıldı, Cezayir protesto etti.

SSCB, 1975 Nobel Barış Ödülü sahibi, insan hakları savunucusu ve fizikçi Andrei Saharov'a vize vermeyi reddetti.

1976

Steve Jobs ve Steve Wozmiac, ilk kişisel bilgisayar Apple'i gerçekleştirdiler.

İngiliz romancı Agatha Christie, 86 yaşında öldü.

Guatemala'da deprem oldu, 24 bin kişi öldü.

Arjantin'de hükümet darbesi oldu. ''Kirli Savaş''başladı.

Güney Afrika'da Soweto Bölgesi'nde siyahlar Apartheid Rejimi'ne karşı ayaklandılar. Ayaklanmada 3 ay içinde yüzlerce kişi hayatını kaybetti.

Portekiz'de General Antonio Ramalho Eanes, ilk serbest seçimlerde cumhurbaşkanı seçildi.

Çin'in Tangşan Kenti'nde şiddetli deprem oldu. Batılı uzmanlara göre depremde 700 bin, resmi kaynaklara göre 242 bin kişi öldü.

Çin Devlet Başkanı Mao öldü.

Jimmy Carter, ABD Başkanı seçildi.

Amerikalı Milton Friedman, Nobel Ekonomi Ödülü'nü aldı.

1977

SSCB, SS20 füzelerini Doğu Avrupa'ya yerleştirdi.

Sovyet Birliklerinin askeri müdahalesiyle engellenen ''Prag Baharı''olarak bilinen 1968'deki reform girişimlerine katılan 261 aydın ve siyaset adamı, 77 Şartı'nı yayınladılar.

Elvis Presley, 42 yaşında öldü.

Yunanistan'ın ünlü sopranosu Maria Callas, yaşamını yitirdi.

Jean Bedel Bokassa, kendisini Orta Afrika Cumhuriyeti İmparatoru ilan etti.

1978

İsrail Güney Lübnan'ı işgal etti.

İtalya'da Kızıl Tugaylar, Hıristiyan Demokrat Partisi lideri Aldo Moro'yu Roma'dan kaçırdı. Moro'nun cesedi, 9 Mayıs'ta Roma'da bulundu.

İsrail ve Mısır, ABD'nin himayesinde Camp David'de barış anlaşması imzaladılar.

Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menahem Begin, Nobel Barış Ödülü aldılar.

1979

ABD Temsilciler Meclisi, SALT II (Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri) anlaşmalarını onaylamadı.

Vietnam Ordusu, Pol Pot'u, Phnom Penh'ten kovdu.

İmam Humeyni, 16 yıllık sürgünden sonra Tahran'a döndü. 11 Şubat'ta İran İslam Cumhuriyeti ilan edildi.

Şadli Bin Cedid, Cezayir Cumhurbaşkanı seçildi.

Avrupa ortak para birimi ECU, yürürlüğe girdi.

Eski Pakistan Cumhurbaşkanı Zülfikar Ali Butto idam edildi.

Muhafazakar Margaret Thatcher, İngiltere'nin ilk kadın başbakanı seçildi.

Hindistan'da bir baraj yıkıldı. 35 bin kişi öldü.

Hindistan Genel Valisi Lord Mountbatten, IRA tarafından öldürüldü.

Tahran'da aşırı dinci öğrenciler, New York'ta tedavi gören eski İran Şahı'nın geri dönmesi için 52 Amerikalıyı ABD Büyükelçiliği'nde rehin aldılar. Rehineler 20 Ocak 1981'de kurtuldular.

Sovyet Birlikleri, Afganistan'a girdi.

1980

Senegal Devlet Başkanı Leopold Sedar Senghor, görevinden istifa etti. Afrika'da ilk kez bir devlet başkanı kendi iradesiyle iktidardan ayrılmış oldu.

Yeni bir hastalık belirlendi: AIDS.

Bani Sadr, İran İslam Cumhuriyeti Başkanı seçildi.

Mısır'ın başkenti Kahire'de İsrail Büyükelçiliği açıldı.

Yugoslavya Cumhurbaşkanı Josip Broz, 87 yaşında öldü.

Fransız düşünür ve yazar Jean-Paul Sartre öldü.

Aralarında Batı Almanya ve ABD'nin de bulunduğu 56 ülke, 1981 yazında Moskova'da oynanacak Olimpiyat Oyunları'nı boykot edeceklerini açıkladılar.

Kölelik sisteminin son uygulayıcılarından Moritanya, bu sistemi resmen kaldırdı.

Kahire Askeri Hastanesi'nde yatan eski İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi öldü.

İsrail Parlamentosu Knesset, yeniden birleşen Kudüs'ün İsrail'in başkenti olmasına karar verdi. Filistin'in özerkliği için görüşmelere başlayan Mısır, protesto amacıyla temaslarını kesti. BM Güvenlik Konseyi 20 Ağustos'ta, bu kentteki büyükelçiliklerin Tel-Aviv'e taşınması için çağrıda bulundu.

Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, 1975'te Cezayir'de İran ile imzalanan anlaşmayı geçersiz ilan etti. 22 Eylül'de Irak Ordusu İran'a saldırdı. İki taraf da karşılıklı hava saldırısına başladı.

İran-Irak savaşı başladı.

Cumhuriyetçi Ronald Reagan, ABD'nin 40. Başkanı seçildi.

İtalya'nın güneyinde deprem oldu. Depremin bilançosu: 2916 ölü, 8800 yaralı, 250 bin evsiz.

Ünlü Beatles grubu üyesi John Lennon, bir akıl hastası tarafından öldürüldü.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1981

Cezayir'in Başkenti'nde ABD, Tahran'daki 52 rehinenin serbest bırakılması için İran'a 10 milyar dolar vermeyi kabul etti.

Kosova'da, ilk öğrenci gösterileri başladı.

Fransa'da 5. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra ilk kez Sosyalist Parti'den François Mitterand, cumhurbaşkanı seçildi.

Papa Jean-Paul II'ye, St-Pierre Meydanı'nda suikast girişiminde bulunuldu.

İsrail Hava Kuvvetleri, Fransa'nın gönderdiği Osirak Reaktörü'nü barındıran, Irak'taki Tamuz Nükleer Araştırma Merkezi'ne saldırdı.

Vietnam'da çıkan tayfunda 200 bin kişi öldü.

Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, Ekim 1973 İsrail-Arap Savaşı anısına düzenlenen askeri geçit töreni sırasında, aşırı dinciler tarafından öldürüldü.

General Jaruzelski, Polonya Başbakanı, Savunma Bakanı ve İşçi Partisi 1. Sekreteri oldu.

İsrail, Golan Tepeleri'ni işgal etti.

1982

İngiliz Yönetimi ve Vatikan arasında 1531'de kesilen diplomatik ilişkiler yeniden kuruldu.

Müslüman Kardeşler Örgütü, Suriye'de ayaklanma başlattı, yaklaşık 30 bin kişi öldü.

İngiltere ve Arjantin arasında, Falkland Savaşı çıktı.

İsrail, 15 yıl önce işgal ettiği Sina Yarımadası'ndan çekildi.

İsrail Birlikleri Lübnan'a girdiler ve Beyrut'u kuşattılar.

Lübnan Devlet Başkanı Beşir Cemayel, seçimle görev başına geldikten 22 gün sonra Beyrut'ta düzenlenen bombalı bir saldırı sonucu, 19 kişiyle birlikte öldü. Bir hafta sonra, yerine kardeşi Emin Cemayel geçti.

Yüzlerce sivil Filistinli, Sabra ve Şatila'daki kamplarda, Hıristiyan Falanjist militanlar tarafından katledildi. Bölge İsrail Ordusu'nun denetimi altındaydı.

Helmut Kohl, Batı Almanya Başbakanı oldu.

Tahran'da patlayıcı yerleştirilen bir kamyon havaya uçtu. 60 kişi öldü, 700 kişi yaralandı.

İspanya'da ilk defa, bir sol parti iktidara geldi, Felipe Gonzales'in İspanyol Sosyalist İşçi Partisi, ezici bir üstünlükle seçimleri kazandı.

18 yıldan beri SSCB'nin bir numaralı ismi Devlet Başkanı Leonid Brejnev öldü, yerine Yuri Andropov geçti.

Polonya'da liman işçilerinin lideri Lech Walesa, 11 ay gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldı.

Felipe Gonzales, İspanya'da ilk sosyalist hükümeti kurdu.

1983

Pershing 2 Füzeleri, İngiltere'de SSCB'ye karşılık olarak konuşlandırıldı.

ABD Başkanı Ronald Reagan, Stratejik Savunma Girişimi (SDI) programını ortaya attı. SSCB'nin kıtalararası balistik füzelerini uçuşlarının çeşitli aşamalarında yoketmeye yönelik bir program olan SDI daha sonra ''Yıldız Savaşları''adını aldı.

ABD'de siyah Harold Washington, Chicago Belediye Başkanlığı'na seçildi.

Lübnan'ın Beyrut Kenti'nde ABD Büyükelçiliği'ne bir otomobille intihar saldırısı düzenlendi, 17'si Amerikalı 63 kişi öldü.

Rotasından sapıp, SSCB hava sahasına giren Kore Havayolları'na ait Boeing 747 tipi bir uçak, Sovyetler tarafından düşürüldü, uçakta 269 kişi bulunuyordu.

Polonyalı lider Lech Walesa, Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü.

Beyrut'ta patlayıcı yüklü 2 kamyon, Barış Gücü Karargahı'na düzenlenen intihar saldırısında havaya uçtu. 241 Amerikalı denizci ve 58 Fransız asker öldü.

Arjantin'de demokrasi geri geldi, Sosyal-Demokrat Parti lideri Raul Alfonsin, devlet başkanı oldu.

Lübnan'ın Tire Kenti'ndeki İsrail Karargahı'nda patlayıcı yüklü bir araç havaya uçtu, 62 kişi öldü.

Yaser Arafat ve 4 bin Filistinli, Trablus'u terketti.

1984

SSCB Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı Yuri Andropov öldü.

Los Angeles Olimpiyat Oyunları'nda, Amerikalı zenci atlet Karl Lewis, 4 altın madalya kazandı.

Hindistan Başbakanı Indra Gandhi öldürüldü.

Ronald Reagan, tekrar ABD Başkanlığı'na seçildi.

Hindistan'ın merkezindeki Bhopal Kenti'ndeki Amerikan Union Carbide Şirketi'nin bir fabrikasındaki gaz kaçağı yüzünden ilk anda 1.750 kişi öldü. Bu felaket nedeniyle ölenlerin sayısı yaklaşık 7 bin kişiye ulaştı.

Güney Afrikalı zenci piskopos Desmond Tutu, Nobel Barış Ödülü aldı.

1985

Mihail Gorbaçov, Komünist Parti Genel Sekreterliği'ne seçildi.

Belçika'nın Heysel Stadı'nda, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finali için, İtalya'nın Juventus ve İngiltere'nin Liverpool takımları arasında yapılacak karşılaşma öncesinde İngiliz holiganlar, İtalyan taraftarlarına saldırdılar, olaylarda 39 kişi öldü.

Japon Havayolları'na ait Boeing 747 tipi bir uçak, Tokyo-Osaka hattında seyrederken düştü. Kazada 520 kişi hayatını kaybetti.

4 Filistinli, İskenderiye Limanı'ndan açılan İtalyan yolcu gemisi Achille Laura'yı kaçırdı. 480 kişiyi rehin alan ve bir Amerikalı Yahudi'yi öldüren korsanlar, 2 gün sonra Mısırlı yetkililere teslim oldular.

Kolombiya'daki Nevado Del Ruiz Yanardağı'nın patlaması sonucu 25.000 kişi öldü.

Malta'nın başkenti Valetta'da Mısırlı komandolar, önceki gün hava korsanları tarafından kaçırılan bir uçağa operasyon düzenlediler. 61 kişi öldü, 26 kişi yaralandı ve 1'i korsan 12 kişi kurtuldu.

Arjantin'de Alfonsin'in, 1976-1982 yılları arasındaki Malouine Savaşı'nda 1.500 kişinin ölümü ve 9.000 kişinin kaybolmasıyla ilgili olarak açtığı dava sonuçlandı. General Videla ve Amiral Massera, ömür boyu ağır hapis cezasına çarptırıldılar.

1986

İspanya ve Portekiz, AET'ye katıldılar.

Mario Soares, Portekiz Devlet Başkanlığı'na seçildi.

Filipinler Devlet Başkanı Marcos, Honolulu'ya kaçtı. Corazon Aquino, devlet başkanlığına seçildi.

İsveç Başbakanı Olof Palme, Stockholm'de öldürüldü.

F-11 tipi 18 Amerikan bombardıman uçağı, Trablus'taki askeri mevzileri bombaladı. Aralarında Kaddafi'nin evlat edindiği 15 aylık kızının da bulunduğu 37 kişi öldü.

Çernobil Nükleer Santrali'nde kaza meydana geldi. 30 kişi öldü. Çevrede oturan 48 bin kişi tahliye edildi.

Avusturya'da Kurt Waldheim, Hitler'in ordusunda görev yaptığının ortaya çıkmasına rağmen devlet başkanlığına seçildi.

Wole Soyinka, Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Soyinka, bu ödülü kazanan ilk Afrikalı oldu.

ABD'de İran-gate skandalı patladı. Bazı üst düzey yöneticiler, İran'a silah satmakla ve Nikaragualı isyancılara finansman sağlamakla suçlandı.

1987

ABD, SSCB'nin önerisini kabul etti, Asya ve Avrupa'da konuşlandırılmış ve menzili 500-5 bin 500 kilometre olan bütün füzeler imha edildi.

25 bin İranlı hacı, Mekke'deki büyük Camii'nin yollarını tıkadılar ve Suudi Arabistan güvenlik güçleriyle çatıştılar, 402 kişi öldü.

Nükleer dönemin ilk gerçek silahsızlanma anlaşması olan Washington Antlaşması imzalandı.

1988

SSCB Devlet Başkanı Gorbaçov, Cenevre'de Afganistan ve Pakistan arasında imzalanan anlaşma uyarınca, Sovyet Birlikleri'nin 15 Mayıs'tan itibaren 10 ay içinde Afganistan'dan çekileceğini açıkladı.

290 kişi taşıyan İran Havayolları'na ait A-300 tipi bir yolcu uçağı, Körfez'deki ABD Donanması tarafından yanlışlıkla düşürüldü.

Doping yaptığı tespit edilen Kanadalı sprinter Ben Johnson'un, Seul Olimpiyatları'nda kazandığı altın madalya geri alındı. Johnson 100 metrede dünya rekoru kırmıştı.

George Bush, ABD Başkanı oldu.

Ermenistan'da deprem oldu, 35 bin kişi öldü ve 500 bin kişi evsiz kaldı.

Frankfurt-Londra-New York hattında uçan, Pan Am Havayolları'na ait Boeing 747 tipi uçak, İskoçya'nın Lockerbie Kasabası'nın üzerinde infilak etti. Uçakta bulunan 270 kişi öldü. BM, suçlu bulduğu Libya'ya, hava ambargosu uygulamaya başladı.

1989

Japonya İmparatoru Hirohito öldü, yerine oğlu Akihito geçti.

İspanyol sürrealist ressam Salvador Dali öldü.

Belgrad Yönetimi, Kosova'nın özerkliğini ortadan kaldırdı. Bölgede yapılan gösterilerde 24 kişi öldü.

Paraguay'da 1954'ten beri iktidarda olan diktatör Stroessner, General Rodriguez tarafından devrildi.

İran dini lideri Humeyni, Hindistan kökenli İngiliz yazar Salman Ruşdi hakkında ''Şeytan Ayetleri''adlı kitabı dolayısıyla ölüm fetvası yayınladı.

SSCB'de, 1917'den beri ilk milletvekili seçimleri yapıldı.

İran dini lideri Humeyni öldü.

Polonya'da ilk demokratik seçimler yapıldı. Todeusz Mazowiecki, başbakan oldu.

Çin'de, Tiananmen Olayları meydana geldi.

Polonya'da, General Jaruzelski, devlet başkanlığına seçildi, ancak yerini 9 Aralık'ta Lech Walesa'ya bıraktı.

Fransız Şirketi UTA'nın DC-10 tipi bir uçağı Nijer'deki Tenere Çölü üzerinde infilak etti. 170 kişi öldü. 8 yıl sonra Fransız yargıç Jean-Louis Brugiere, resmi olarak Libya gizli servisinin de olaylara karıştığını açıkladı.

Dalay Lama, Nobel Barış Ödülü'nü kazandı.

Berlin Duvarı yıkıldı.

ABD, Panama'ya askeri müdahalede bulundu ve General Manuel Antonio Noriega tutuklandı.

Romanya'da Diktatör Nikolai Çavuşesku devrildi ve eşiyle birlikte idam edildi.

Çekoslavakya Devlet Başkanlığı'na, Vaclav Havel getirildi.

1990

27 yıl tutsak kalan Güney Afrikalı siyah lider Nelson Mandela, özgürlüğüne kavuştu.

Nikaragua Devlet Başkanlığı'na, Violeta Chamorro seçildi.

Litvanya, bağımsızlık ilan etti.

İran'ın kuzeybatısındaki Gilan ve Zandjan Bölgelerinde deprem oldu, 40 bin kişi öldü.

Saddam Hüseyin'in birlikleri Kuveyt'i işgal etti.

İki Almanya birleşti.

1991

Körfez Savaşı başladı, 28 Şubat'ta Irak'ın yenilgisiyle sona erdi.

Hindistan eski Başbakanı Rajiv Gandhi öldürüldü.

Yugoslavya'da iç savaş başladı, Slovenya ve Hırvatistan tek yanlı olarak bağımsızlık ilan ettiler.

Gorbaçov'a darbe girişiminde bulunuldu.

Birmanya'da muhalefet yöneticilerinden Aung San Suu Kyi, Nobel Barış Ödülü aldı.

Kamboçya ile ilgili maddelerin yeraldığı Paris Antlaşması imzalandı.

Yakındoğu'da barış amacıyla yapılan Madrid Konferansı başladı.

Lübnan'da, İslami Cihad Örgütü tarafından 2.454 gün esir tutulan Amerikalı gazeteci Terry Anderson, serbest bırakıldı.

Gürcistan dışındaki 11 devlet tarafından imzalanan bir anlaşmayla SSCB'ye son verildi. Bağımsız Devletler Topluluğu kuruldu, Devlet Başkanı Gorbaçov, 4 gün sonra istifa etti.

1992

Cezayir'de, seçimlerin birinci turunu İslami Selamet Cephesi'nin (FIS) ezici çoğunlukla kazanması üzerine ikinci tur iptal edildi.

Salvador'da gerillalar ve hükümet arasında barış anlaşması imzalandı, iç savaş 75 bin kişinin ölümüne neden oldu.

Maastricht Antlaşması imzalandı. AET, AB adını aldı.

İtalya'da ''Temiz Eller''soruşturması başladı.

İsveç sosyalist modelinin babası eski bakan Gunnar Strang öldü.

Saraybosna kuşatıldı, Bosna-Hersek Savaşı başladı.

Marlene Dietrich öldü.

Cezayir Devlet Başkanı Muhammed Budiaf, Annaba'da bir söylev verirken vurularak, öldürüldü.

Bill Clinton, ABD Başkanlığı'na seçildi.

ABD Birlikleri, Somali'ye çıkarma yaptı.

1993

Kamboçya'da, 25 yıldan beri ilk kez, BM'nin koruyuculuğunda düzenlenen ilk demokratik seçimler yapıldı.

Belçika Kralı Baudoin öldü.

Oslo'da gizli görüşmeler yapan FKÖ ve İsrail Yönetimi, Filistin'e özerklik tanıyan bir bildiri imzaladılar. Beyaz Saray'da Yaser Arafat ve İzak Rabin el sıkıştılar.

1994

Meksika'daki Chiapas Yerlileri isyan ettiler.

Ruanda'nın başkenti Kigali'de içinde bulundukları arabanın havaya uçması sonucu Hutu etnik çoğunluğuna mensup Ruanda Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana ve Burundi Devlet Başkanı Cyprien Ntaryamira öldü. Ertesi gün Hutu etnik grubu, tüm ülkede katliamlar yaptı. Nisan-Temmuz aylarında Tutsi soykırımı ve muhalefetteki Hutuların öldürülmesiyle yaklaşık 800 bin kişi hayatını kaybetti.

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde her ırktan insanın katıldığı ilk seçimler yapıldı.

Manş Denizi'nin altındaki tünel açıldı.

Yaser Arafat, Filistin Toprakları'na geri döndü ve Gazze'de Filistin Özerk Yönetimi'ni kurdu.

Alexandr Soljenitsin, 20 yıl ABD'de sürgünde kaldıktan sonra Rusya'ya döndü.

Ürdün, Mısır'dan sonra İsrail'le bir barış anlaşması imzalayan 2. Arap Ülkesi oldu.

1995

Polonya'da, Lech Walesa, başkanlık seçimlerini kaybetti. Aleksandr Kwasniewski, devlet başkanı oldu.

İsrail Başbakanı İzak Rabin, Tel-Aviv'de bir Yahudi tarafından öldürüldü.

ABD'nin Dayton Eyaleti'nde tasarlanan ve 14 Aralık'ta Paris'te Franjo Tudjman, Slobodan Miloseviç ve Alia İzzetbegoviç'in imzaladıkları anlaşma, Bosna Savaşı'na son verdi.

1996

İsrail'de, Binyamin Netanyahu'nun partisi iktidara geldi ve Arap Ülkeleriyle imzalanan barış anlaşmalarını durdurdu.

Burundi'de, Binbaşı Pierre Buyoya, darbe yaptı.

Taliban milisleri, Kabil'i zaptettiler.

Peru'nun başkenti Lima'daki Japonya Büyükelçiliği'nde, aralarında 30 diplomat ve 2 Perulu bakanın da bulunduğu 683 kişi, Tupac Amaru Devrimci Hareketi Mensupları tarafından rehin alındı. 22 Nisan 1997'de Peru askerlerinin düzenlediği harekatla olay sonuçlandı. 17 kişi öldü.

Guatemala'da hükümet ve devrimci gerillalar arasında, 36 yıl süren ve 100 bin kişinin ölümüne sebep olan iç savaştan sonra barış anlaşması imzalandı.

1997

İngiltere'de, Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi, seçimleri kazandı.

Mobutu devrildi. Zaire, Kongo Demokratik Cumhuriyeti adını aldı.

Hong Kong, Çin Yönetimi'ne devroldu.

Mısır'ın Luksor Kenti'nde 68 kişi, aşırı dincilerin saldırısında hayatını kaybetti.

Galler Prensesi Diana, Dodi El Fayed'in de içinde bulunduğu aracın kaza yapması sonucu öldü.

1998

Sırp Kuvvetleri, Kosovalı Arnavutlara saldırı düzenlemeye başladılar.

Kanadalı yönetmen James Cameron'un ''Titanic''filmi 11 dalda Oscar aldı ve sinema tarihinin gişe hasılatı en yüksek filmi oldu.

Kuzey İrlanda'daki Katolik ve Protestanlar arasında Belfast'ta barış anlaşması imzalandı.

Kızıl Kmerler'in lideri Pol Pot öldü.

Hindistan, 5 nükleer deneme yaptı.

Brüksel'de EURO, Yunanistan, İngiltere, İsveç ve Danimarka dışındaki AB ülkeleri tarafından kabul edildi.

ABD'de Savcı Starr, Monica Lewinsky skandalı ile ilgili raporunu yayımladı.

ABD'de Nisan'da piyasaya sürülen iktidarsızlık hapı Viagra, Avrupa'da yasallaştı.

ETA, tek yanlı ve süresiz ateşkes ilan etti.

Mitch Tayfunu, Orta Amerika'yı kasıp kavurdu. Tayfun, 26 bin kişinin ölümüne sebep oldu.

Lordlar Kamarası, Şilili General Augusto Pinochet'in dokunulmazlık hakkından yararlanamayacağına karar verdi.

1999

Amerikan uçakları, 6 yıldan fazla bir süre sonra ilk kez, Irak'taki uçuşa yasak bölgelerde Irak uçaklarına füze saldırısı düzenledi.

Ürdün Kralı Hüseyin öldü.

Terör Örgütü PKK'nın başı Abdullah Öcalan, Türk Güvenlik Kuvvetleri tarafından, Kenya'nın başkenti Nairobi'de yakalandı.

NATO Genel Sekreteri Solana, Yugoslavya'ya yönelik hava harekatı başlatılması emri verdi.

Almanya Parlamentosu, Berlin'de restore edilen eski parlamentosu Reichstag'da çalışmalarına başladı.

Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç'i, Kosova'daki vahşetin sorumlusu olmakla suçladı.

NATO'nun Kosova'ya düzenlediği operasyon, Sırp Birliklerinin Kosova'dan çekilmesi anlaşmasıyla sona erdi.

Fas Kralı II. Hasan öldü.

Çin, nötron bombası yaptığını açıkladı.

Marmara'da 7.4 büyüklüğünde deprem meydana geldi: 17 bin 118 ölü.

Yunanistan'ın başkenti Atina'da 5,9 büyüklüğünde bir deprem oldu.

Moskova'da 9 katlı bir binaya düzenlenen saldırıda 93 kişi öldü.

Moskova'da bir apartmana düzenlenen ve arkasında aşırı dincilerin bulunduğu saldırıda 118 kişi öldü.

Tayvan'da 7.6 büyüklüğündeki depremde 2.321 kişi öldü.

Rusya, Çeçenistan Operasyonu'nu başlattı.

Pakistan'da Genelkurmay Başkanı Pervez Müşerref, yönetime el koydu.

Düzce'de 7,2 büyüklüğünde deprem oldu: 374 ölü.

Çin, ilk insansız uzay aracının denemesini yaptı.

Yargıtay, terör örgütü başı Öcalan'a verilen idam cezasını onadı.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1967 savaşı sonunda nasıl Araplar, Filistin komandolarını İsrail'e karşı bir yıpratma savaşının vasıtası olarak kullanmaya karar verdilerse, 1973 Savaşı'nın sonunda da, "petrolü" İsrail'e karşı değil, fakat Batı'ya karşı siyasi silah olarak kullanmaya karar verdiler ve bunun neticesinde de bütün dünyada bir petrol krizi ortaya çıktı.

Aslına bakılırsa, 1973 petrol krizi doğrudan doğruya 1973 Arap-İsrail Savaşı'nın sonucu değildir. Bu savaş bu krizi hızlandırmıştır. Yoksa üretici ülkeler için petrol problemleri yıllardan beri oluşma halinde bir mesele idi. Nitekim, OPEC (Organization of Petroleum Exporting Countries), yani Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı, daha 1960 Ağustosu'nda kurulmuştu. Üye sayısı 13'e kadar çıkan bu teşkilatın kuruluş maksadı, özellikle petrol fiyatlarının tesbiti başta olmak üzere, hepsini müştereken alakadar eden meselelerin birlikte çözümünü sağlamaktı.

OPEC kurulduğunda, hemen bütün petrol üreticisi ülkelerde, petrol kaynakları, Batı teknolojisi gereği, Batılı ve bilhassa Amerikan petrol şirketlerince işletilmektedir. İkinci bir husus da şudur: Bugün, yani 1982 yılı başında varili 34 dolara kadar yükselmiş olan ham petrolün fiyatı, 1970 Ocak ayında, Orta Doğu petrolleri için varili 1.80 ve daha yüksek vasıflı Libya petrolu için de 2.17 dolardır.

Bununla beraber, OPEC'in 1973 Arap-İsrail Savaşı'na kadar bir şey yaptığı söylenemez. Yalnız şu var ki, 1970'den itibaren, hemen bütün Orta Doğu ülkelerinde, petrol şirketlerine el koyma eğilimi başladı. Mesela Irak, 1972'de Iraq Petroleum Company'yi tamamen millileştirdi. İran da 1973'de hemen hemen aynı şeyi yaptı ve petrol şirketlerini sadece bir idareci haline getirerek, üretimi tamamen İran Milli Şirketi'nin (INOC) eline verdi. Diğer Arap ülkeleri ve bilhassa Basra Körfezi ülkeleri de, yabancı şirketlerdeki hisselerini arttırdılar.

1967 Arap-İsrail savaşından sonra, petrolün Batı'ya ve bilhassa Amerika'ya karşı bir siyasi silah olarak kullanılması söz konusu edildi. Hatta bu maksatla OAPEC (Organization of Arab Petroleum Exporting Countries), yani Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı da kuruldu. Fakat petrolün siyasi silah olarak kullanılması mümkün olmadı. Çünkü, her şeyden önce, Batı'nın ve bilhassa Amerika'nın tek petrol kaynağı Orta Doğu değildi. Amerika'nın kendi üretimi olduğu gibi, Venezuela, Nijerya ve Endonezya gibi başka petrol ihracatçısı ülkeler de vardı.

Petrol ambargosunda dayanışmayı sağlamak zordu. İkincisi, petrolün fiyatının gayet düşük olduğu bir sırada, Arap ülkeleri için mühim bir gelirden yoksun kalmak, kolay göze alınamıyacak bir şeydi. Diğer taraftan, petrolün siyasi vasıta olarak kullanılmasında Batı ve Amerika üzerinde baskı yapabilmek için iki yol vardı: Biri üretimi ve dolayısiyle ihracatı kısmak, diğeri de fiyatları yükseltmek. Üretimi kısmanın iki sakıncası vardı. Önce, üretici ülkelerin gelirlerini azaltırdı, sonra da, bütün Batı endüstrisi enerji bakımından petrole dayandığı için üretimi kısmak sert tepkilere yol açabilirdi.

İşte bu sebeplerden, 1973 savaşından sonra ikinci yola, yani fiyatların yükseltilmesine başvuruldu. Bu metodun başarılı olduğu söylenebilir. Zira, 1973 Ocak ayında varili 2.59 dolar olan Arap petrolü, 1973 Ekiminde 5.11 ve 1974 Ocak ayında da 11.65 dolara çıktı. Bu, bir yıl içinde dört mislinden fazla bir artış demekti. Bu fiyat artışları bilhassa Batı Avrupa'da ve Japonya'da bir paniğe sebep oldu.

Ortak Pazar veya resmi adı ile Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı (E.E.C.), 6 Kasım 1973'de yayınladığı bir bildiride, Güvenlik Konseyi'nin 242 ve 338 sayılı kararlarını desteklediklerini kuvvet yoluyla toprak kazanılmasını kabul etmediklerini, İsrai1'in 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilmesini, bununla beraber, bölgedeki her devletin egemenlik, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı ile, "güvenlikli ve tanınmış sınırlar içinde" barış içinde yaşama hakkına saygı gösterilmesi gerektiğin ilan ettiler.

Japonya ise, 22 Kasım'da Arapları tutan öyle bir tavır aldı ki, sadece İsrail ile münasebetlerini kesmediği kaldı. İngiltere ise, 6 Ekim 1973'de, Orta Doğu ülkeleri için silah ambargosu ilan etmişti. Fakat Kasım ayında ambargo esas itibariyle İsrail'e yönelik bir şekil aldı. Bilhassa Suudi Arabistan, İsrail'i kesinlikle tutan Amerika ve Hollanda'ya karşı petrol ambargosu tatbik etti ise de, bu ambargo bilhassa Amerika'nın Orta Doğu politikasında hiç bir değişiklik ve tesir yapmadı. Kaldı ki, Amerika'nın bu ambargoya karşı tepkileri de bir hayli sert oldu. Hatta, petrol üreten Arap ülkelerinin petrol politikası, Batı'nın sanayiini çökertecek hale geldiği takdirde, Amerika'nın Basra Körfezi bölgesine bir silahlı müdahale ihtimalinden veya bunun planlamasından dahi söz edildi.

Arapların bu petrol silahına karşı Amerika'nın başvurduğu ikinci yol da, Avrupa İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) çerçevesinde, 1974 Ekimi'nde, Amerika, Kanada, Fransa hariç Ortak Pazar ülkeleri, Japonya, İspanya, Türkiye, Avusturya, İsviçre, İsveç ve Norveç'in katılması ile Milletlerarası Enerji Ajansı'nın (İnternational Energy Agency) kurulması oldu.

Bu kuruluşun amacı, enerji ve fakat bilhassa petrolün sağlanmasında, kullanılmasında bir işbirliğini, dayanışmayı ve ortak planlamayı gerçekleştirmekti. Ortak Planlama çalışmalarında, daha sonra, her üye ülkenin en az 60 günlük petrol stokuna sahip olması prensibi kabul edilmiş ve daha sonra da bu stok miktarı 90 güne çıkarılmıştır. Bundan başka, petrol sıkıntısına düşmeleri halinde, üye ülkelerin birbirlerine yardım etmeleri esası da kabul edilmişti.

Petrol krizinin 1973-1974'de Batı'da yaptığı ilk şoktan sonra, petrol meselesi, yani her altı ayda bir OPEC ülkelerinin ham petrol fiyatlarına zam yapmaları, normal bir hadise mahiyetini aldı. Başka bir deyişle, Batı'nın sanayileşmiş ve gelişmiş ülkeleri, fiyat artışlarından doğan sarsıntıyı kısa sürede atlattılar. Çünkü, sanayileşmiş ülkelerin korktuğu üretimin azaltılması idi. Yoksa, fiyat artışlarına kolay ayak uydurdular. Zira, artan fiyatların üretici ülkelere sağladığı gelir, yani petrodolar, yine Batı bankalarına ve Batı'nın sermaye ve nakit piyasasına intikal etti.

İkincisi, Batı'nın sanayileşmiş ülkeleri, artan petrol fiyatlarını kolaylıkla kendi sanayi mamullerine ve teknolojilerine aksettirdiler. Burada bilhassa silah fiyatlarını tekrarlamak gerekir. Halbuki, Batı'nın sanayiine, teknolojisine, silahına ve hatta tüketim maddelerine en fazla ihtiyaç duyanlar, petrol paraları ile ülkelerinin ekonomik kalkınmalarını hızlandırmak isteyenler, bu petrol üreticisi Arap ülkeleri idi. Yani, Arap ülkeleri pahalı sattılar ve aldıklarını da pahalı almaya başladılar. Bu arada olan, gelişmekte olan fakir ülkelere oldu.

Türkiye de, artan petrol fiyatlarının büyük acısını çekmiştir. Petrol üreten Arap ülkeleri, bilhassa geri kalmış veya gelişmekte olan Müslüman ülkeler için yeterli bir yardım programı da gerçekleştirmediklerinden, Batı'nın zengin ülkelerine vurmak istedikleri darbenin acısı, bu Müslüman fakir ülkelerin sırtından çıkmıştır.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1960-1980 arası Orta Doğu gelişmelerinde, 1967 Arap-İsrail Savaşı bir dönüm noktası teşkil eder. Çünkü, bu savaşta İsrail'in Araplar karşısında kazandığı kesin zaferler neticesinde, topraklarını savaştan öncekinin dört misli genişletmesi, Arap-İsrail meselesine çok büyük boyutlar kazandırmış ve neticelerini günümüze kadar getirmiştir.

1948 Arap-İsrail Savaşı'nı Araplar tahrik etmiştir. 1956 Arap-İsrail Savaşı ise İngiltere, Fransa ve İsrail'in Mısır'a saldırıları dolayısıyla meydana gelmiştir. Ancak 1967 Arap-İsrail Savaşı ise, İsrail değil, Araplar istediği için çıkmıştır. Şu farkla ki, Savaşı çıkarmak isteyen Araplar, ilk saldırganlığı İsrail'in yapmasını istemişler ve bu da olmuştur.

Ancak Araplar için, daha Savaşın ilk gününde bir hezimet oldu. Arapların 1967 Savaşı'nın çıkmasını istemelerinde ve savaşı kışkırtmalarında üç önemli neden rol oynamış görünmektedir:

Başkan Nasır'ın gerek 1948, gerek 1956 Savaşı'nın ve her iki savaştaki yenilginin intikamını almaya kararlı olması. Bu, Nasır için bir prestij meselesi idi. Eğer İsrail'i yenecek olursa, intikamını gerçekleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda kazandığı prestijle bütün Orta Doğu'da Mısır'a büyük bir üstünlük sağlamış olacaktı ki, bunun siyasi neticeleri de çok geniş olabilirdi.

1956'dan beri Sovyet Rusya, Mısır ve Suriye'yi o kadar silahlandırmıştı ki, İsrail ile yapılacak bir savaşın neticesinden sadece Mısır ve Suriye değil, Sovyetler dahi gayet emin görünüyorlardı. Bu sebeple, 1967 Arap-İsrail Savaşı'nı Sovyetlerin de tahrik ettiklerini söylemek mümkündür.

Bu sırada Amerika'nın Vietnam bataklığına saplanmış olması ve dolayısıyla İsrail'in arkasında yer alamıyacağı düşüncesi.

Altı gün sürdüğü için Altı Gün Savaşı adını alan 1967 Arap-İsrail Savaşı'nın başlangıç gelişmelerini, 1966 yılının son aylarında oluşmaya başlayan Suriye-İsrail gerginliği teşkil eder. Çoğunluğu Ürdün'de bulunan ve diğer Arap ülkelerine de dağılmış bulunan Filistinlileri teşkilatlandırarak, bunları mücadeleye sevketmek için 1964 Mayısı'nda, Ürdün'ün elinde bulunan Doğu Kudüs'te Birinci Filistin Kongresi toplandı ve burada Filistin Kurtuluş Örgütü kurularak bir de 33 Maddelik Filistin Milli Misakı kabul edildi.

Bu Misak'a göre, İngiliz mandası altındaki Filistin toprakları, Filistinlilerin anavatanı ve 6'ıncı maddeye göre de, "Siyonist istilasından önce", yani 1917 Balfour Deklarasyonunu'ndan önce, Filistin topraklarında devamlı oturan Yahudiler de Filistinli sayılacaktı.

Bunun dışında, 1947 ye kadar Filistin topraklarında yaşayan "Arap vatandaşları" ile, bu tarihten sonra, ister Filistin topraklarında, ister bu toprakların dışında doğmuş olsun, Filistinli babadan olanlar Filistinli sayılacaktı.

9'uncu madde, Filistin topraklarının kurtarılması için silahlı mücadeleyi öngörmekteydi. 15'inci madde, "Büyük Arap Vatanı"ndan siyonist, emperyalist istilanın kovulmasından ve Filistin'deki siyonist varlığının tasfiyesinden söz etmekteydi.

19'uncu madde, Filistin'in 1947'deki taksimini ve İsrail Devleti'nin kurulmasını geçersiz sayıyordu. 21'inci madde, Filistin topraklarının tamamen kurtuluşu yerine geçecek her türlü çözümü reddediyordu.

Kudüs Kongresi'nde, 9'uncu maddenin öngördüğü silahlı mücadeleyi yürütmek üzere fedayin denen gerillalardan meydana gelen bir askeri teşkilat olan El-Fetih (Al-Fatah) teşkilatı kurulmaktaydı.

1966 Şubatı'nda Suriye'de iktidarda bulunan Baas Partisi'nin sol kanadı bir darbe yaparak, iktidarı ele geçirdi. Bu sol iktidar ile birlikte, Suriye-İsrail sınırında olayler çıkmaya başladığı gibi, bu yeni Baascılar, Başkan Nasır'ı İsrail'e karşı yumuşak davranmak ve Birleşmiş Milletler'in kanadının altına sığınmakla suçluyordu.

1966 Ekimi'nden itibaren de Suriye topraklarından hareket eden El-Fetih fedayini, İsrail topraklarına saldırılara başladılar. İsrail, bu saldırıları Güvenlik Konseyi'ne şikayet ettiğinde, oradan Suriye aleyhine bir karar çıkarmak mümkün olmadı. Zira her kararı Sovyet Rusya veto etmekteydi. Bu ise Suriye'yi daha da tahrik etti.

Suriye Başbakanı Ekim ayında "Biz İsrail'in güvenliğinin bekçisi değiliz" diyordu. Kasım ayında ise, Suriye ile Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) arasında bir savunma antlaşması imzalandı. Bu gelişmeler üzerine İsrail, fedayin saldırı ve akınlarına karşı, Kasım ayının ortalarından itibaren, "mislile mukabele" taktiğini tatbike başladı. Yani, yapılan en küçük bir saldırıya karşı, en ağır bir şekilde ve ağır silahlarla karşılık verilmeye başlandı. Bu suretle, bir yandan Suriye-İsrail, bir yandan da Ürdün-İsrail sınırlarında gerginlik her geçen gün biraz daha artmaya başladı.

Ocak-Nisan 1967 döneminde Suriye-İsrail sınırlarında küçük çatışmalardan, tank, topçu ve hava çatışmalarına kadar her türlü faaliyet ortaya çıktı. 7 Nisan 1967 günü Suriye ile İsrail arasındaki hava muharebesinde İsrail uçakları Şam üzerinde uçtuğu gibi, altı tane de Suriye uçağını düşürdüler.

7 Nisan olaysi, Suriye ve Araplar için haysiyet kırıcı olmuştu. Bilhassa düşürülen uçakların Sovyet yapısı olması, Sovyetler için de olaynin prestij kırıcı olmasına sebep oldu. Bundan dolayı Sovyetler, Suriye'yi daha silahlandırdıklarından başka, Suriye üzerindeki kontrollarını da arttırdılar. Öyle görünür ki, 7 Nisan'dan sonra meydana gelen en küçük bir olay, İsrail'e komşu Arap ülkelerinin İsrail ile münasebetlerinin gerginleşmesine, kendi çapından daha büyük katkıda bulunmuştur.

Mayıs ayından itibaren Suriye'den İsrail topraklarına fedayin akınları daha da yoğunlaşmaya başladı. İsrail Başbakanı Levi Eshkol, 11 Mayıs'ta radyoda yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "İsrail hükümeti gayet iyi biliyor ki, teroristlerin merkezi Suriye'dir. Fakat biz prensibimizi tesbit ettik: Saldırgana mukabil darbeyi vurmanın zamanını, yerini ve vasıtasını biz seçeceğiz"

Eshkol'ün bu sözlerinden sanıldı ki, İsrail Suriye'ye karşı harekete geçmeye karar vermişti. Sonradan görüldü ki, İsrail'in seçtiği hedef Mısır'dır. Bu yanılgı dolayısıladır ki, Mısır Genelkurmay Başkanı 14 Mayıs'ta Şam'a giderek görüşmelerde bulundu. Bundan sonra olaylar hızla akmaya başladı.

16 Mayıs'ta Mısır Silahlı Kuvvetleri alarm durumuna geçirildi. Esasen 14 Mayıs'tan itibaren Mısır kuvvetleri, 1956'dan beri Birleşmiş Milletler barış gücünün kontrolünde olan Sina'ya girmeye başlamıştı. Yine 16 Mayıs'ta Mısır, gerek Sina Yarımadası'nda ve Gazze'de bulunan ve gerek Akabe Körfezi'nin Kızıldeniz'e çıkış noktası olan Tiran Boğazı'ndaki Şarm el-Şeyh'deki Birleşmiş Milletler askerlerinin buralardan çekilmesini istedi. B.M. askerleri, 19 Mayıs'tan itibaren buralardan çekilmeye başladı ve yerlerini Mısır askerleri aldı.

Bu olay, Arap-İsrail gerginliğinde önemli bir tırmanma teşkil etmekteydi. Mısır, bu hareketi ile iki cepheden İsrail'e karşı pozisyon alıyordu. Biri, Sina'yı tamamen kontrolü altına almak suretiyle, İsrail'e karşı doğrudan hareket imkânını kazanması ve arada B.M. Kuvvetleri'nin mevcut olmamasıydı. İkincisi ise, Şarm el-Şeyh'e askerini sokmakla, İsrail'in Kızıldeniz'e çıkışı olan Tiran Boğazı'nı kontrol altına alıyordu.

Nasır, bununla da yetinmedi ve 22 Mayıs'ta Tiran Boğazı'nı İsrail gemilerine ve 24 Mayıs'ta da bütün deniz trafiğine kapadı. Bu sonuncu tedbir ile, İsrail'e başka ülke gemilerinin yardım getirmesini önlemiş olmaktaydı.

22 Mayıs'tan itibaren Tiran Boğazı'nın ve arkasından Akaba Körfezi'nin kapatılması, Orta Doğu'daki havayı birdenbire gerginleştirdi. Çünkü, İsrail Mısır'ın bu hareketini, kendisine yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul etti. Bu sebeple, 23 Mayıs'tan itibaren Amerika ve Sovyetler harekete geçerek, bir savaşı önleme çabalarına giriştiler.

Vietnam Savaşı'nın Kongre'de uyandırdığı tepkiler dolayısıyla Başkan Johnson, İsrail meselesinde fazla ileri gitmekten korkuyor ve ellerini bağlı hissediyordu. Onun için, Sovyet Rusya'nın da Orta Doğu'da herhangi bir avantaj elde etmesini önlemek için, bu devletle beraber hareket etme kararı aldı. Bu, Sovyetlerin de işine geldi. Çünkü 7 Nisan'daki hava muharebesinde Suriye'nin İsrail karşısında hiç bir şey yapamaması, Sovyetlerin Araplara olan güvenini sarsmıştı.

Fakat Sovyetler, bir yandan da Arapların güvenini kaybetmek istemiyorlardı. Bu sebeple, bir yandan Amerika İsrail'i, öte yandan da Sovyetler Suriye ve Mısır'ı yatıştırmaya çalıştılar. İki büyük devletten gelen bu yatıştırma faaliyetinin hiç bir faydası olmadı. Hava yatışacağı yerde, daha da gerginleşti. Nasır, 26 Mayıs'ta yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Eğer savaş gelecek olursa, bu topyekün bir savaş ve hedefimiz de İsrail'i yoketmek olacaktır. Bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz ve şimdi İsrail ile savaş için hazırız. Bu sefer 1956'daki gibi olmayacak. O zaman İsrail ile değil, İngiltere ve Fransa ile savaşmıştık".

Al Ahram Gazetesi'nin başyazarı Muhammed Heykel de, yine aynı gün, "Savaş kaçınılmazdır. Araplar ilk defa olarak iradelerini İsrail'e kabul ettirebileceklerdir" diyordu. Bu arada, Güvenlik Konseyi de 23 Mayıs'tan itibaren toplantılar yaparak ve bir takım kararlar alarak bir krizin patlamasını önlemeye çalıştı. Fakat bunlar da savaşı önlemeye yetmedi.

30 Mayıs'ta Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) ile Ürdün arasında bir savunma antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya 4 Haziran'da Irak da katıldı. Mısır Başkanı Nasır, bu katılım dolayısıyla yaptığı konuşmada, "1956 ihanetinin intikamını almak için savaşın başlamasını şiddetle arzuluyoruz. Bu savaş bütün dünyaya Arapların da, İsrail'in de ne olduğunu anlatacaktır" diyordu.

Krizin başlangıcında Sovyetler, İsrail'in ilk önce Suriye cephesinden harekete geçeceğini tahmin etmiştir. Daha sonraları Başkan Nasır, İsrail'in Sina cephesinde harekete geçeceğini, ancak cepheden saldırmayıp, Gazze koridorundan girmesini beklemiştir. Halbuki bunların hiç biri olmadı. Arapların istediği gibi ilk saldırıyı İsrail yaptı. Fakat Araplara ilk ve ağır bir darbe indirmek için 5 Haziran 1967 sabahı 7:30'dan itibaren havalanan İsrail uçakları, Mısır, Suriye ve Ürdün havaalanlarını bombardıman etmeye başladılar.

Mısır'a yapılan baskında, İsrail uçakları, Mısır radarlarına yakalanmamak için Akdeniz üzerinde çok alçaktan uçarak, Mısır'ın Batı sınırlarına ulaşmışlar ve saldırılarını batıdan yapmışlardır. Sina üzerinden değil. O kadar ki, İsrail uçakları Irak'a da ulaşarak Habbaniye Havaalanı'nı bile bombardıman ettiler.

5 Haziran günü akşam olduğu zaman, 16 Mısır havaalanı artık kullanılmaz hale gelmiş ve 280 Mısır uçağı, 52 Suriye uçağı, 20 Ürdün uçağı ve bir çok da Irak uçağı yerde tahrip edilmişti. Sonradan görülmüştür ki, tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı o gün 400'ü aşmış bulunuyordu.

Havaların kontrolu artık İsrail'in elindeydi. Araplar, 5 Haziran günü 160 İsrail uçağını düşürdüklerini iddia etmiş iseler de, bu iddianın gerçekle hiç bir alakası olmadığı görülmüştür. Havalardaki üstünlük, İsrail'in kara harekâtını da kolaylaştırmıştır. Bilhassa Sina Yarımadası'ndaki muharebelerde Mısır'ın zırhlı kuvvetleri, İsrail zırhlı kuvvetlerinden ziyade, havadan İsrail uçaklarından ağır darbeler yemiş ve perişan olmuşlardır. Bundan dolayı, İsrail kuvvetleri üç gün içinde bütün Sina'yı ele geçirip, 7 Haziran akşamı Süveyş Kanalı'nın sağ kıyısındaki, kuzeyde Kantaro, ortada İsmailiye ve güneyde de Port Tevfik'e ulaşmışlardır.

Bu durumda Mısır'ın yapabileceği bir şey kalmamıştı. 8 Haziran'da İsrail ile ateşkesi kabul ederek, İsrail kuvvetlerinin Kanal'ın diğer yakasına geçmesini önlemiştir.

İsrail için 1967 Savaşı'nın en çetin cephesi Ürdün cephesi ve Batı Şeria cephesi olmuştur. Ürdün kuvvetleri, gerçekten İsrail'i uğraştırmış ve ciddi kayıplar verdirmişlerdir. Fakat onlar da Mısır'dan daha fazla dayanamadı. 7 Haziran günü Nablus muharebesini kaybedip, şehir, İsrail kuvvetlerinin eline geçince, İsrail bütün Batı Şeria'yı işgal etmiş oluyordu. Bu sebeple 7 Haziran akşamı Ürdün de İsrail ile ateşkesi kabul etti.

8 Haziran'dan itibaren Suriye cephesinde Golan Tepelerinde muharebeler şiddetlendi. Suriye, Golan Tepelerinden aşağıdaki İsrail yerleşim merkezlerini 1956'dan beri 11 yıl süre ile bombalamıştı. Yani bu tepelerin, İsrail'in Suriye'ye karşı savunması bakımından stratejik bir önemi vardı. Suriyeliler de İsrail karşısında fazla dayanamadılar. İsrail kuvvetleri, Golan Tepelerini aldıktan sonra, Suriye topraklarında ilerlemeye başladılar. İsrail kuvvetlerinin ilerleme istikameti Şam'dı.

İşte tam bu sırada, 10 Haziran günü Sovyetler, Amerika'ya başvurarak, İsrail ilerlemesi durdurulmadığı takdirde, "askeri harekât" da dahil gerekli tedbirleri alacaklarını bildirdiler. Bu sırada İsrail kuvvetleri, Şam'a 40 mil mesafedeki Kuneitra'ya girmiş bulunuyordu. Dolayısısıyla İsrail, Kuneitra'da durdu ve o gün saat 16:30'da da İsrail ile Suriye arasında ateşkes başladı. Altı Gün Savaşı böylece sona ermiş oluyordu.

Savaşın sonu Araplar için tam bir hezimetti. Savaştan sonra bir Arap askeri gücü kalmamıştı. Mısır, Sina'ya 80-100 bin kişilik bir kuvvet sürmesine rağmen bir şey yapamamıştı. Mısır, 600-800 tank kaybetmişti. 100'den fazla kullanılabilir Sovyet yapısı tank İsrail'in eline geçmişti. Yine Mısır'ın 400 topu ile 10.000 askeri aracı Sina'da tahrip edilmişti. Tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı 441 olarak tesbit edilmiştir ki, bunun içinde Sovyet yapısı 280 Mig ve 60 Ilyuşin uçağı da bulunmaktaydı. Başka bir deyimle, 1967 Arap yenilgisi, aynı zamanda Sovyet silahlarının da yenilgisi idi.

Arapların bu silah kaybı, Sovyetlerin bu ülkeleri tekrar silahlandırmak için daha sıkı kontrolü altına alması ve Orta Doğu'da daha fazla söz sahibi olmak için de bir fırsat olmaktaydı.

1967 zaferi ile İsrail, topraklarını dört misli daha genişletmiştir. Gazze ve bütün Sina Yarımadası İsrail'in eline geçtiği için İsrail, Süveyş Kanalı'na dayanmış ve güneyde de Şarm-el-Şeyh'i alarak Tiran Boğazı'nın kontrolüne sahip olmuştur. Yine Sina'nın kuzeydoğusundaki Gazze Bölgesi de İsrail'in eline geçmiştir.

İsrail, Ürdün'den Şeria Nehri'nin batısındaki bütün toprakları alarak, Şeria Nehri, Ürdün ile İsrail arasında sınır olmuştur. Keza, Ürdün'ün elindeki Doğu Kudüs de İsrail'in eline geçmiştir ki, bu suretle 2000 yıldan beri ilk defa olarak Yahudiler Kudüs'e tekrar sahip oluyorlardı. Osmanlı Devleti'nin 400 yıl elinde tuttuğu kutsal Kudüs'ü, Araplar, 50 yıl ellerinde tutamamışlardı.

İsrail, Golan Tepeleri denen ve Kuneitra'ya kadar uzayan Suriye topraklarını da işgal etmişlerdi. İsrail, bu toprakları elde etmekle, kendisi için gerekli güvenlikli sınırlara sahip olmaktaydı. Fakat, İsrail'in bu güvenliğine karşı da, Sovyetler bilhassa Mısır ve Suriye üzerindeki nüfuzunu daha da arttırarak, bir bakıma bu güvenliği belirli ölçüde zayıflatmış olmaktaydılar. Zira, 1967 Savaşı'ndan sonra Sovyetler, Arap ülkelerini yeniden silahlandırmaya başlayarak İsrail karşısında bir silah dengesi kurmaya çalıştıkları gibi, bundan da daha önemlimi, Akdeniz'deki varlıklarını arttırdı.

Bu savaştan sonra Sovyet donanması hemen 50-60 parçaya çıkarıldığı gibi, Sovyetler, Suriye'nin Lazkiye ve Mısır'ın da İskenderiye Limanı'nda deniz üssü elde ettiler. Bu ise, bu iki ülkenin daha fazla Sovyet nüfuzu altına girmesi idi.

Sovyetlerin Araplar üzerindeki koruyuculuğu, daha savaşın son günlerinde başlamıştı. 10 Haziran günü Sovyetler Amerika'ya başvurup ateşkesi sağlamamış olsalardı İsrail kuvvetlerinin Şam'a girmesi belki işten bile olmayacaktı. Sovyetlerin koruyuculuğu bu kadarla da kalmadı. Güvenlik Konseyi'nde Amerika'nın vetosu ihtimali dolayısıyla, Genel Kurul'dan Araplar lehine bir karar çıkarmak amacı ile, B.M. Genel Kurulu'nun 19 Haziran'da olağanüstü toplantıya çağrılmasını sağladı. Ancak, Genel Kurul'da 21 Temmuz'a kadar yapılan toplantılarda, Arap-İsrail barışı için ortaya atılan hiç bir formül, gerekli üçte iki çoğunluğu sağlayamadı. Bunun üzerine mesele Güvenlik Konseyine havale edildi.

Genel Kurul, 4 Temmuz2da, Pakistan tarafından teklif edilen ve Türkiye, İran, Gine, Mali ve Nijer tarafından desteklenen karar tasarısını kabul etti. 20 çekimsere karşı 88 oyla kabul edilen bu karar, İsrail'i, Kudüs'ün statüsünü değiştirebilecek her türlü tedbirden kaçınmaya davet ediyor ve bu gibi tedbirlerin hukuken geçersiz olacağını hatırlatıyordu. Güvenlik Konseyi ise İsrail'i destekleyen Amerikan ve Arapları destekleyen Sovyet görüşlerini uzlaştırmak için uzun süren görüşme ve tartışmalardan sonra, nihayet, 22 Kasım 1967'de 242 sayılı kararı kabul etti.

Karar, İsrail'in bu son savaşta işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngörmekteydi. Kararın bundan sonraki kısmında da, bölgedeki her devletin egemenlik, toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığının tanınması ve buna saygı gösterilmesi isteniyor ve yine her devletin barış içinde, tehdit ve kuvvet kullanılmasından uzak olarak, güvenlikli ve tanınmış sınırları içinde yaşaması hakkı kabul edilmekteydi.

Kararın üçüncü maddesine göre de, bu kararın yukarıdaki prensipleri çerçevesinde barışcı ve taraflarca kabul edilmiş bir anlaşmanın gerçekleştirilmesi amacı ile, Genel Sekreteri, taraflar arasında temas sağlamak için bir özel temsilci tayin edecekti.

242 sayılı Güvenlik Konseyi kararının 3'üncü maddesi gereğince, B.M. Genel Sekreteri, İsveçli diplomat Gunnar Jarring'i taraflar arasında temas ve anlaşma sağlamakla görevli özel temsilci seçti. Ancak Jarring'in temasları ve faaliyeti hiç bir netice vermedi. Fakat bu arada Amerika, barışı sağlama çabalarına aktif bir şekilde girdi. Çünkü, 1968 seçimlerinde başkanlığa gelen Richard Nixon, nasıl Vietnam meselesini bir an önce sona erdirmeye karar vermiş ise, Orta Doğu'da da barışı gerçekleştirerek Amerika'nın prestijini tamir etmeye kararlı idi. Çünkü, İsrail'in 1967 Savaşı'ndaki tartışmasız zaferi, Araplar tarafından, Amerika'nın İsrail'e yardım ettiği propagandası ile, bir Amerikan aleyhtarlığına dönüştürülmüştü.

Nixon, bilhassa bu aleyhte propagandayı önlemek ve Amerika'nın Orta Doğu'daki itibarını tekrar tesis etmek istiyordu. Bu sebeple Nixon'ın Dışişleri Bakanı William Rogers, Araplarla İsrail'i bir barış çözümü etrafında birleştirmek için çeşitli planlar ortaya attı. Fakat Rogers'ın bu teşebbüslerinden hiç bir netice çıkmadı. Çünkü, Araplar bir barış için önce İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini söylüyordu.

Arapların 242 sayılı Güvenlik Konseyi kararını yorumlaması bu şekildeydi ve bu yorum, bugüne kadar devam etmiştir. Buna karşılık, İsrail ise, 242 sayılı kararın 3'üncü maddesine dayanarak, önce bir müzakere masasına oturulmasını ve "güvenlikli ve tanınmış" sınırların tesbitini ve ondan sonra da, İsrail'in, hangi topraklardan çekilecekse, oradan çekilmesi görüşünü savundu. İsrail'in bu görüşü de bugüne kadar devam eden bir görüştür.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
5 Mayıs 1949'da, Avrupalı 10 devletin katılımıyla kurulan bir birliktir. Bunlar: Belçika, İngiltere, Danimarka, Fransa, Hollanda, İrlanda, İsveç, İtalya, Lüksemburg ve Norveç'tir. Birliğin amacı, üye ülkelerin ortak mallarını ve ilkelerini korumak, yayma; iktisadi gelişimlerini sağlamak amacıyla, aralarında daha sıkı bir işbirliği oluşturmaktır.

Konsey, esas olarak, üye ülkelerin hükümet telsimcileriyle, parlemento üyelerinden oluşmuştu. Buna ek olarak, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ile Avrupa İnsan Hakları Divanı da kuruldu. Bu iki komisyon da, Konsey'in merkezi olan Strazburg'ta çalışmaya başladılar. Türkiye, Avrupa Konseyi'ne 1949 yılında katıldı. Avrupa Konseyi'nin üye sayısı, kuruluşundan yirmi yıl sonra 18'e yükseldi.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1955 yılından itibaren nasıl Balkan İttifakı sarsılmaya başlamış ise, Türkiye'nin 1955 Şubatı'nda meydana getirdiği Bağdat Paktı da aynı şekilde önemli sarsıntılar geçirmiştir. Türkiye, 1954 Ağustosu'nda Balkan İttifakı'nı gerçekleştirir gerçekleştirmez hemen arkasından, yine 1954 yazından itibaren bir de Orta Doğu'da bir savunma ittifakı sistemi meydana getirmek için faaliyete geçti. Fakat bu faaliyetin esas kaynağını, Birleşik Amerika Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'ın bir tasarısı teşkil ediyordu.

Kore Savaşı, Amerika Dışişleri Bakanı'nı, komünist emperyalizmi tehlikesine karşı daha güçlü tedbirler almaya sevketmişti. Dulles, Orta Doğu memleketlerini de bir ittifak sistemi içinde toplamak istiyordu ve bu amaçla 1953 Mayısı'nda bütün Orta Doğu memleketlerini teker teker ziyaret etti. Bu arada 25-27 Mayıs 1953 günlerinde Ankara'ya da geldi ve bu ülkelerle görüşmeler yaptı.

Bu sırada İngiltere ile Mısır arasındaki Süveyş anlaşmazlığı henüz çözümlenmemiş ve Arap memleketleriyle İsrail arasındaki münasebetler de gerginliğini muhafaza ediyordu. Bu sebeple, Dulles, bütün Orta Doğuyu kapsayacak bir savunma sisteminin kurulması için gerekii müsait atmosferi bulamadı ve Washington'a dönüşünde radyo ve televizyonlarda yaptığı bir konuşmada, Arap ülkelerinin İsrail, İngiltere ve Fransa ile olan çatışmalara bütün dikkatlerini çevirmiş olduklarını ve bundan ötürü de Sovyet komünizmi tehlikesine hemen hiç aldırmadıklarını söylemiş ve "Bir Orta Doğu Savunma Teşkilatı meselesi, yakın bir ihtimal olmaktan ziyade, ancak geleceğe ait bir iştir" diyerek, kurmak istediği Kuzey Seddi (Northern Tier) tasarısını ileriye attı.

Fakat Türkiye, Amerika tarafından terkedilen bu fikrin peşini bırakmadı. 27 Temmuz 1954'te, İngiltere ile Mısır arasındaki Süveyş anlaşmazlığını sona erdiren antlaşma parafe edildi ve bu antlaşma 19 Ekim 1954'de de imzalandı.

Bu antlaşmanın ilgi çeken tarafı, 17 Haziran 1950 tarihli Arap Ligi Devletleri Ortak Savunma Antlaşması'nı imzalayan devletlerden birine veya Türkiye'ye, silahlı bir saldırı olması halinde, İngiltere'nin Süveyş Kanalı'na asker sokmak hakkını kazanmasıydı.

Antlaşmanın bu hükmünün ve Mısır'ın da bu hükme rıza göstermesinin, Türkiye'yi, Orta Doğu Savunma sisteminin kurulması hususunda büyük ümitlere sevkettiği anlaşılmaktadır. Çünkü, Irak Başbakanı Nuri Said Paşa'nın Ankara'ya yaptığı on günlük bir ziyaret sonunda 18 Ekim 1954'te yayınlanan bir bildiride Türkiye ile Irak'ın Orta Doğu'da bir güvenlik teşkilatı kurmaya karar verdikleri ve Türkiye'nin Arap devletlerinin meşru menfaatlerine aykırı bir politika izlemiyeceği bildirildi. Bu son cümle ile anlatılmak istenilen, Türkiye'nin İsrail meselesinde Arapların meşru menfaatlerine aykırı hareket etmiyeceği ve İsrail'i körü körüne desteklemiyeceği idi.

Arap devletlerine bir taviz verilmek isteniyordu. Irak ile Türkiye'nin bir Orta Doğu savunma teşkilatı kurma teşebbüsleri, başta Mısır olmak üzere Arap devletleri tarafından tepki ile karşılandı. Çünkü, İngiliz-Mısır Süveyş antlaşmasının parafe edilmesinden sonra, Mısır, kendi liderliği altında bir Arap devletleri bloku kurmak üzere diplomatik faaliyetini birdenbire arttırmıştı.

Mısır Milli İstikamet Bakanı Salah Salim, Ağustos ve Eylül aylarında, Bağdat da dahil olmak üzere bütün Arap başkentlerini ziyaret ederek görüşmelerde bulunmuştu. Yine Mısır'ın Suudi Arapistan ve Pakistanla yaptığı temaslardan sonra, Eylül ayında, Doğu ve Batı blokları arasında bir denge unsuru olmak üzere, bir İslam Kongresi'nin kurulması dahi söz konusu olmuştur.

Şimdi Türkiye ile Irak'ın Mısır'dan önce davranarak, bir Orta Doğu güvenlik teşkilatı kurmak için harekete geçmeleri Başkan Nasır'ın kendi liderliği altında gerçekleştirmek istediği Arap blokunu engelleyici nitelikte ve daha da önemlisi, Mısır'ın liderliğini köstekleyici nitelikte idi. Bunun için Mısır'ın tepkisi sert oldu. Kurulacak olan güvenlik teşkilatına katılmıyacağını hemen açıkladı.

Mısır'ın bu tutumu diğer Arap ülkelerini de etkiledi ve bunlar Türk-Irak teşebbüsüne karşı çekingen bir durum aldılar. Bu durum da Türkiye ile Irak'ın teşebbüsünü köstekleyici nitelikte idi. Bu sebeple Türkiye Başbakanı Menderes, 1955 Ocak ayında Şam ve Beyrut'u ziyaret etti. Suriye kurulacak pakta katılmayı reddetti. Lübnan ise, Mısır ile Suriye'nin bu redleri karşısında, bu pakta katılmaya birdenbire karar veremedi.

Orta Doğu Güvenlik Paktı meselesi, Arap Ligi Konseyi'nin 22 Ocak-6 Şubat 1955 arasında yaptığı toplantıda tartışma konusu oldu. Mısır, Suriye ve Suudi Arapistan Pakt'a karşı şiddetli cephe aldılar. Irak ise Pakt fikrini savundu. Lübnan ile Ürdün uzlaştırıcı bir rol oynamak istedilerse de, Konsey toplantısı sonuç vermeden dağıldı. Bu durum karşısında Türkiye ve Irak 24 Şubat 1955 de Bağdat Paktı'nı imzaladılar.

Taraflar arasında "güvenlik ve savunma" konusunda işbirliği yapılmasını öngören bu Pakt'ın 5'inci maddesine göre, bu Pakt'a her devlet katılabilirdi. Yalnız şu şartla ki, bu devletin ya bir Arap Ligi üyesi olması veya taraflarca "tanınmış" olması gerekmektedir. Bunun anlamı şuydu ki, İsrail için bu Pakt'a katılma imkanı yoktu. Çünkü bir Arap devleti olan Irak İsrail'i tanımamıştı. Şüphesiz bu hüküm, diğer Arap devletlerinin İsrail düşmanlığına verilmiş bir tavizdi. Bağdat Paktı imza edilirken, diğer Arap devletleri ve özellikle Lübnan ve Ürdün'ün buna katılması halinde, Mısır-Suriye blokunun izole edilmiş olacağı va sonunda da yalnız kalan bu devletlerin, ister istemez Pakt'a katılacakları düşünülmüştü.

Fakat düşünülen gerçekleşmedi. Lübnan ve Ürdün nezdinde yapılan teşebbüsler bir sonuç vermedi. Bununla beraber, bu iki devlet Mısır-Suriye blokuna da katılmadılar. Pakt'ın imzasından sonra Mısır ve Suriye, Türkiye ve Irak'a karşı geniş bir kampanya açtılar.

Bağdat Paktı, Batı emperyalizminin bir vasıtası, İsrail'e hizmet eden bir alet olarak gösterildi. Mısır ve Suriye'nin bu kampanyasını etkisiz bırakmak için Paktın genişletilmesine çalışıldı. 4 Nisan 1955 de İngiltere, 23 Eylül 1955 de Pakistan ve 3 Kasım 1955'de de İran Bağdat Paktı'na katıldılar. İngiltere'nin katılması Mısır ve Suriye'nin eline yeni bir silah verdi. Bu da Bağdat Paktı'nın İngiltere'nin Orta Doğu'daki sömürgeciliğinin yeni bir eseri olduğu idi. İran'ın katılması ise büyük bir şey ifade etmedi. Zira Pakistan ve İran Orta Doğu'nun Arap kuşağına dahil değildi. Böylece Bağdat Paktı Arap devletlerinin desteğinden tamamen mahrum kaldı. Bu da Pakt için önemli bir zaaf oldu.

Öte yandan, Arap ülkelerinde doğan muhalefet karşısında Amerika da Pakt'a katılmaya cesaret edemedi. Bu da Pakt'ın ikinci büyük zaafı oldu. Böylece Bağdat Paktı, gerçekleştirmek istediği gayeye oranla, çok zayıf temeller üzerine oturtulmuş garip bir bina oluyordu.

Mart 1955 başlarında bir yandan Mısır ve Suriye, öte yandan da Mısır ve Suudi Arapistan, aralarında birer askeri pakt imzalamaya karar verdiler. Yemen de bunlara katılacağını bildirdi. Gerçekten, 20 Ekim 1955 de Mısır-Suriye 27 Ekim 1955 de Mısır-Suudi Arapistan savunma antlaşmaları imzalandı.

21 Nisan 1956'da da Mısır-Suudi Arapistan-Yemen savunma antlaşması imzalandı. Orta Doğu'da Bağdat Paktına karşı mukabil bir blok ortaya çıkmış oluyordu. Her iki blokun dışında kalan Lübnan ve Ürdün de gözönünde tutulunca, Bağdat Paktı, Orta Doğu'da ve özellikle Arap kuşağında birleştirici bir rol oynamak isterken, bu kuşağı üç parçaya ayırmış olmaktaydı. Bu parçalanmadan ve parçalar arasındaki rekabetten Sovyet Rusya faydalanmıştır. Böylece Bağdat Paktı'nın bir sonucu da, Sovyetlerin Orta Doğu'ya girmesi olmuştur.

Halbuki bu Pakt Sovyet tehdidine karşı bir savunma bloku teşkil etmek için kurulmuştu. Oysa tamamen aksi oldu. Çünkü, Mısır, Bağdat Paktı'na karşı mukabil bir blok kurmakla da yetinmeyip, sözde İsrail'in muhtemel bir saldırısına karşı kendisini kuvvetli bulundurmak için, 1955 sonbaharından itibaren Sovyet Rusya ve peykleriyle silah alışverişine girişti.

Suriye Sovyetlerle yakınlık kurmakta Mısır'dan da ileriye gitti. Bu iki devlet Sovyetler Birliğini adeta Orta Doğuya çektiler. Bu ise Orta Doğu'daki Doğu-Batı mücadelesini daha da şiddetlendirdi. Şimdi, 1950 de faaliyet alanlarını Avrupa'dan Uzakdoğu'ya aktaran Sovyetler Birliği, bu gelişmelerle faaliyetlerini Uzakdoğu ve Asya'dan Orta Doğu'ya aktarmış oluyordu. Bu ise 1956'dan itibaren Orta Doğu buhranlarını daha da şiddetlenmeye götürecektir.

Orta Doğu buhranları Bağdat Pakt'ını bambaşka bir nitelik ve gayeye götürecektir. 14 Temmuz 1958'de Irak'da patlak veren ihtilalin sonunda gerek monarşinin ve gerek Nuri Said rejiminin yıkılması ve General Kasım'ın liderliğinde 1963 yılına kadar devam edecek rejimin Irak'ın kaderine egemen olması üzerine, Irak Bağdat Pakt'ından çekilmiş ve bundan sonra Pakt'ın adı değiştirilerek Merkezi Antlaşma Teşkilatı (Central Treaty Organization - CENTO) olmuştur.

CENTO ise, faaliyetlerinin yönünü, daha ziyade üyeler arasındaki ekonomik, kültürel ve teknik işbirliğine çevirmiş ve bunda da daha belirli başarılar kazanmıştır. Öte yandan, Bağdat Paktı'nın geçirdiği bu nitelik değişikliği Birleşik Amerika'yı Paktın bu yeni şekliyle çok daha yakından ve sıkı bir işbirliğine yöneltmiştir.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
Türkiye, Milletler Cemiyeti'ne katıldığı zaman, Balkan devletleri arasında da büyük bir yakınlaşma ve işbirliği başlamıştı. Bu gelişme 1934 yılında Balkan Antantı denen ittifakı ortaya çıkarmıştır. Balkanlılar arasındaki yakınlaşmanın esas unsuru ise 1930 Ekimi'ndeki TürkYunan Anlaşmalarının doğurduğu TürkYunan yakınlaşmasıdır.

Öte yandan, Locarno Anlaşmaları, Kellogg Paktı ve Litvinov Protokolu gibi barışçı teşebbüslerle, Küçük Antant gibi statükocu ittifakların ortaya çıkması da, Balkanlardaki işbirliğinde teşvik edici etkenler olmuştur.

Balkan Birliği konusundaki ilk adımlar Balkan hükümetleri tarafından değil, fakat gayrı resmi çabalarla atılmıştır. Dünya Barış Kongresi Derneği'nin 1929 Ekimi'nde Atina'da yaptığı toplantıda, Kongre başkanı ve eski Yunan başbakanlarından Aleksandr Papanastasiyu devamlı bir Balkan Antantı kurulması fikrini ortaya atmış ve Türkiye dahil bütün Balkanlı delegasyonlar bu fikri kabul ederek, 1930 Ekimi'nde Atina'da Birinci Balkan Konferansı açılmıştır.

Bundan sonra bu konferanslar Atina, İstanbul, Bükreş ve Selanik'te olmak üzere her yıl tekrarlanarak, Balkan milletleri arasında bir işbirliği kurulmuştur. Bu konferanslar sonunda, Balkan Ticaret ve Sanayi Odası, Balkan Denizcilik Bürosu, Balkan Ziraat Odası, Balkan Turist Federasyonu, Balkan Hukukçuları Komisyonu, Balkan Tıb Federasyonu gibi teşekküller ortaya çıkmıştır.

1932 de yapılan Üçüncü Balkan Konferansı ise bir Balkan Paktı tasarısı ortaya çıkarmıştır ki, bu suretle işbirliği faaliyetleri bununla siyasal münasebetler alanına geçirilmiş olmaktaydı. Bununla beraber, siyasal işbirliğinin gerçekleşmesi hemen mümkün olmadı. Balkan Konferanslarında görülmüştü ki, özellikle Bulgaristan işbirliğinde çekingen davranmaktadır.

Arnavutluk ile Bulgaristan, Balkan Konferanslarında, revizyonist gayelerini dolaylı bir şekilde belirterek azınlık meselelerinin de tartışmasında ısrar etmişler, fakat Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya buna engel olmuşlardır. Bununla beraber, özellikle Türkiye uzlaştırıcı bir politika izleyerek Bulgaristan'ın tam işbirliğini, sağlamaya çalışmış, lakin muvaffak olamamıştır.

1933 Şubatı'nda Küçük Antant'ın devamlı bir statü ve teşkilat kurması ve Almanya'da Nazi Partisi'nin iktidara geçmesi, Balkanlıları da harekete geçmeye sevketmiş görünmektedir. Türkiye ve Yunanistan, siyasal alanda da Balkanlarda bir işbirliği kurulmasına ve bu konuda bir paktın imzasına karar verip, 1933 Mayısı'nda bu düşüncelerini Bulgaristan'a da bildirdiler. Lakin Bulgaristan teklife yanaşmayınca, Türkiye ve Yunanistan 14 Eylül 1933 de bir Samimi Anlaşma Paktı (Pacte d'Entente Cordiale) irnzaladılar.

10 yıl için imzalanmış olan bu Pakt ile, iki devlet sınırlarını karşılıklı olarak garanti ediyorlardı. Bu hüküm, Makedonya üzerindeki emellerinden bir türlü vazgeçmek istemeyen Bulgaristan'da tepki ve sinirlilik uyandırdı. Bulgaristan'ın bu şüphelerini gidermek ve Bulgaristan'ı da bu Pakt'a almak için Türkiye Başbakanı İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Sofya'ya gittilerse de, olumlu bir sonuç elde edemediler.

TürkYunan Paktı, Romanya'yı harekete geçirdi ve Romanya Dışişleri Bakanı Titulescu'nun Ankarayı ziyareti sırasında, 17 Ekim 1933'te, Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakem ve Uzlaşma Antlaşması imzalanmıştır. Romanya'yı bu antlaşmayı imzalamaya götüren sebeplerden biri, Bulgaristan'ın revizyonist isteklerinden çekinmesi, diğeri de kendi deniz ticaretinin, Boğazlar'da serbest geçişin bekçisi olan Türkiye'ye bağlı bulunmasıydı.

Türkiye'nin yaptığı bu anlaşmalar, Bulgaristan'ı sinirlendirdiğinden, Bulgar basını Türkiye aleyhine kampanya açmış ve bu kampanya Türk basını tarafından, cevapsız bırakılmamıştır. Lakin Bulgaristan'ın bu tutumu Yugoslavya'yı da korkuttuğundan, Türk Dışişleri Bakanı'nın Belgrad'ı ziyareti sırasında Türkiye ile Yugoslavya arasında 27 Kasım 1933'de bir Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalamıştır.

Yugoslavya'yı bu antlaşmayı imzalamaya götüren sebep, Bulgaristan'dan duyduğu endişe olduğu kadar, İtalya'nın Arnavutluk'ta kurduğu kontrolün kendisi bakımından yarattığı tehlike idi. Görüldüğü gibi, bu ikili anlaşmaların hepsinin pivotunu Türkiye teşkil etmekteydi.

Bu anlaşmaların her üçü de aynı gayeyi taşıdığına ve gayelerde bir farklılık olmadığına göre, yapılması gereken normal iş, dört devletin tek bir antlaşma ile birbirlerine bağlanmaları idi. İşte bu iş 9 Şubat 1934 tarihinde Balkan Antantı'nın imzası ile gerçekleştirildi. Balkan Antantı ile taraflar, sınırlarını karşılıklı olarak garanti altına alıyorlar ve birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle birlikte bir siyasal harekette bulunmamayı veya bir siyasal anlaşma yapmamayı taahhüt ediyorlardı.

Balkan Antantı'nın ortaya çıkmasında nasıl baş rolü Türkiye oynadıysa, bu Antant'a sonuna kadar sadakatla bağlanan da Türkiye oldu. Fakat bu siyasal antlaşma, dört Balkan devleti arasında amaç edinilen sıkı siyasal işbirliğini gerçekleştiremedi ve başlangıçtan itibaren bazı zayıflık unsurlarına sahip oldu.

Antant ile birlikte gizli bir protokol de imzalanmıştı. Buna göre, taraflardan biri Balkanlı olmayan bir devlet tarafından saldırıya uğrar ve bir Balkan devleti de saldırgana yardım ederse, diğer taraflar bu Balkanlı saldırgana karşı birlikte savaşa gireceklerdi. Fakat bu Protokol üzerine Türkiye, bir Rus-Romen savaşında Romanya'ya yardım etmiyeceğini Sovyet Rusya'ya bildirmiş ve Yunanistan da bu Protokolün kendisini İtalya ile bir çatışmaya götürmeyeceği hususunda rezerv koymuştur.

Öte yandan, Balkan Antantı Batılılar ve Küçük Antant'ın kurucusu Çekoslovakya tarafından büyük bir hoşnutlukta karşılanmakla beraber, 1936'dan itibaren Avrupa'da buhranların şiddetlenmesi ve Berlin-Roma Mihverinin ağır basmaya başlaması, Balkan Antantı'nı da zayıflamaya doğru götürmüştür. Bu gelişme özellikle, 1937'den itibaren belirli bir hal almıştır.

1936 da Avrupa'da Almanya'nın üstünlüğü belirince, Romanya, Bulgaristan ve Macaristan'dan fazla Almanya'dan endişe duymuş ve Balkan Antantı ile ilgisini zayıflatmıştır. Yugoslavya ise, Berlin-Roma Mihveri karşısında, İtalya ve Bulgaristan'la anlaşma yoluna gitmiştir. Bulgaristan'la Yugoslavya arasında 24 Ocak 1937'de bir "yıkılmaz barış ve samimi ve ebedi dostluk antlaşması" imzalandı.

Bunun arkasından Yugoslavya 25 Mart 1937'de İtalya ile de bir antlaşma imzaladı. Beş yıl için imzalanan bu antlaşmada, bu antlaşmanın tarafların mevcut milletlerarası taahhütlerine halel getirmiyeceği belirtiliyor idiyse de, 2. madde ile iki devlet, birbirlerini ilgilendiren ortak meselelerde birbirlerine danışma taahhüdünde bulunuyorlardı. Bu ise Yugoslavya'yı, Balkan işbirliğinde daima İtalya'yı hesaba katmak zorunluğunda bırakıyordu.

Bulgar-Yugoslav antlaşmasının imzasından önce Yugoslavya, diğer Balkan Antantı ortaklarının muvafakatini almışsa da, Balkan Antantı birinci planda Bulgaristan'a yöneldiğine göre, Yugoslav-Bulgar antlaşması bu Antant'ın ruhuna aykırı idi. Nihayet, İtalya'nın gittikçe kuvvetlenmesi Yunanistan'ı da İtalya'ya karşı yumuşak bir tutuma götürmüştür. Münih Konferansı ile Çekoslovakya'nın parçalanması Küçük Antant'a son verdiği gibi, 1939 yılının olayları da Balkan Antantı'nı parçalayacaktır.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
İngiltere, Rusya ile Tallin'de gizli bir anlaşma yaparak, Rusya'yı İstanbul ve Boğazlar üzerinde serbest bıraktı. Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki varlığına son vermek isteyen Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ, Rusya'nın aracılığıyla aralarında anlaşarak, Türkleri Balkanlardan atmak istediler. Trablusgarp Savaşı da onları cesaretlendirdi. Balkan Ulusları, Osmanlı Devleti'nden, Makedonya'da ıslahat yapmasını istediler. Bu istekleri reddedilince savaş ilan ettiler.

Birinci Balkan Savaşı 1912

Deneyimli subay ve askerlerin terhis edilmesi, parti çekişmeleri nedeniyle komutanlar arasındaki anlaşmazlıklar, silah, yiyecek, araç-gereç gibi konularda eksikliklerin olması, Osmanlı Ordusu'nun cephelerde yenilmesine neden oldu.

Bulgarlar, Çatalca'ya kadar gelerek, İstanbul'u tehdit etmeye başladılar. Sırp, Karadağ ve Yunanlılar, Makedonya'yı tamamen işgal ettiler. Durumdan yararlanan Arnavutluk, bağımsızlığını ilan etti. Yunanlılar, İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada dışındaki adaları işgal etti.

Aralık 1912'de, Balkan Yarımadası'nın yeni siyasal haritası belirlenmek üzere Londra Konferansı toplandı. Konferans sonunda, Balkan Devletleriyle Osmanlı Devleti arasında Londra Antlaşması imzalandı.

Midye-Enez çizgisinin batısındaki bütün Balkan Toprakları kaybedildi. Midye-Enez çizgisi, Osmanlı Devleti'yle Bulgaristan arasında sınır kabul edildi. İmroz ve Bozcaada dışında kalan tüm Ege Adaları, Yunanistan'a verildi.

İkinci Balkan Savaşı 1913

Bulgaristan'ın daha fazla toprak almasını kabul etmeyen Yunanistan, Karadağ, Sırbistan ve 1. Balkan Savaşı'na katılmayan Romanya birleşerek, Bulgaristan'a karşı savaş açtılar. Bulgarların üst üste yenilerek Doğu Trakya'daki birliklerini batıya kaydırmasından faydalanan Osmanlı Ordusu, Midye-Enez çizgisini aşarak, Edirne ve Kırklareli'ni geri aldı.

Bulgarların barış istemesi üzerine 1913'te İstanbul Antlaşması yapıldı. Edirne, Kırklareli ve Dimetoka, Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Batı Trakya ve Dedeağaç, Bulgaristan'da kaldı.

Yunanistan'la ise Atina Antlaşması yapıldı. Girit ve Ege Adaları, Yunanistan'a verildi. Yunanistan'da kalan Türklerin durumu da düzenlendi. Sırbistan ve Karadağ'ın, Osmanlı Devleti'yle sınırı kalmadığı için antlaşma imzalanmamıştır.

Batı Trakya, tüm Makedonya, Arnavutluk, Ege Adaları kaybedilmiş, Osmanlı Devleti'nin Avrupa'daki varlığı, Doğu Trakya ile sınırlandırılmıştır.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1941 yazında Amerika ile Japonya arasında yapılan görüşmelerde Amerika'nın tutumuna tesir eden önemli bir olay da şüphesiz Almanya'nın Rusya'ya savaş açması olmuştur. Bu olayla Sovyetler de Batılıların yanında yer almış olmakta ve dolayısıyla Birleşik Amerika için de iyi bir gelişme ortaya çıkmaktaydı. Bunun için, Başkan Roosevelt, yeni durumu Churchill ile görüşmek istedi ve 9 Ağustos 1941'de Newfoundland'da Placentia Bay'de buluştular.

14 Ağustos'a kadar süren görüşmelerde Sovyet Rusya'ya yardım yapılmasına karar verildi ve 14 Ağustos'ta Atlantik Demeci (Atlantic Charter) adını alan bir bildiri yayınladılar. Bu demeç iki devletin milli politikalarının ilkelerini ilan etmiştir ki, bu ilkeler sonradan Birleşmiş Milletler Antlaşması'na da temellik etmiştir.

Hürriyet ve demokrasi bu demecin temel ilkelerini teşkil etmekteydi. Amerika'nın savaşa girmesi üzerine iki devlet arasında yapılacak işbirliğini görüşmek üzere Churchill, 22 Aralık 1941'de Washington'a gitti. Başkan Roosevelt ile yaptığı görüşmelerden sonra, Almanya'ya karşı savaşa katılan 26 devletin imzası ile 1 Ocak 1942 de bir Birleşmiş Milletler Demeci yayınlandı. Bunda, 26 devletin Atlantik Demeci'ndeki ilkeleri aynen kabul ederek zafer elde edilinceye kadar işbirliği yapacakları bildirilmekteydi. Böylece, savaştan sonra kurulacak olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın ilk adımı atılmış oluyordu.


Lübnan iç savaşının Arap dünyasını karıştırdığı ve bir çok endişelere sebep olduğu bir gerçektir. Çünkü Lübnan'ın dini gruplar arasında parçalanması veya en azından, bir ara Hıristiyanların ileri sürdüğü gibi, bir federasyon ve konfederasyon şekline dönüştürülmesi ihtimali, bir çok Arap ülkesi için, kendilerine de tesir etmesi bakımından, korkutucu olmuştur. Fakat, Lübnan iç savaşının sona ermesinden hemen bir yıl sonra Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın İsrail'e gitmesi ve bundan on ay sonra da İsrail ile Camp David Anlaşmaları'nı imzalaması, Arap dünyasını çok daha fazla karıştıracak ve günümüze kadar gelen bir dizi yeni gelişmelerin kapısını açacaktır.

18 Ocak 1974'de, Amerika'nın aracılık çabaları ile, İsrail ve Mısır arasında imzalanan Sina anlaşması, Amerikan diplomasisi için bir başarı olduğu kadar, Mısır-Amerikan münasebetlerinin de büyük ölçüde değişmesini ve gelişmesini sağlamıştır. Hele, Dışişleri Bakanı Dr. Kissinger'in 31 Mayıs 1974'de de İsrail ile Suriye arasında bir anlaşma sağlaması, Amerika'nın Arap dünyasındaki nüfuzunu ve Orta Doğu politikasındaki tesirini daha da arttırmıştır.

Bu atmosferden yararlanan ve Orta Doğu'da bir barış zeminini kuvvetlendirmek isteyen Başkan Nixon, 12-19 Haziran 1974 günlerinde Mısır, Suudi Arabistan, Suriye, İsrail ve Ürdün'ü ziyaret etti. Nixon'ın Suriye ziyaretinde, iki ülke, 1967 savaşında kesilmiş olan diplomatik münasebetlerini tekrar tesis etmeye karar verdiler. Fakat Orta Doğu gezisinin en başarılı kısmı Mısır ziyareti oldu ve Nixon Mısırda hararetle ve büyük gösterilerle karşılandı.

14 Haziranda, "Mısır ile Birleşik Amerika Arasındaki Münasebetlerin ve İşbirliğinin Prensipleri" konusunda bir de anlaşma imzalandı. Amerika ile Mısır arasındaki münasebetlerin almış olduğu bu yeni şekil ve gelişme iledir ki, Mısır, İsrail ile 1 Eylül 1975 anlaşmasını imzalayarak, Sina'dan biraz daha toprak kazanmaya muvaffak oldu. Bu da Mısır'ı, kaybedilen Arap topraklarının tekrar kazanılmasında ve İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesini sağlamada, Amerika'ya dayanma yoluna sevk etmiştir.

Mısır'ın bu sırada Amerika'ya ve genel olarak da Batı'ya eğilim göstermeye sevmeden sebeplerin başında, karşılaştığı ekonomik meselelerin büyük tesiri olduğunda şüphe yoktur. İsrail ile yapılan savaşların yükünü kaldırmak kolay değildi. İçerdeki ekonomik sıkıntıların dışında, Mısır dış borçlarını da ödemekte güçlüklerle karşılaşmaya başladı. Bundan dolayı, Enver Sedat, 20-29 Şubat 1975 günlerinde Suudi Arabistan, Umman (Oman), Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar ve Kuveyt'i ziyaret etti. Bu ziyaretler sırasında, yapılan anlaşmalarla, Suudi Arabistan Mısır'a hemen 300 milyon dolarlık, Kuveyt, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri de 400 milyon dolarlık bir yardım yapmayı kabul ettiler.

Bunun arkasından Enver Sedat, 29 Mart-10 Nisan 1975'de de Batı Almanya, Fransa, İtalya, Yugoslavya ve Avusturya'yı ziyaret etti ve Yugoslavya hariç, diğer ülkelerle çeşitli ekonomik yardım anlaşmaları imza etti. Enver Sedat, bu Orta Doğu ve Batı Avrupa ziyaretlerinin arkasından 26 Ekim-5 Kasım tarihleri arasında da Birleşik Amerika'yı ziyaret etti. Sedat bu ziyaretinde Amerika'dan silah almak istedi ise de, Amerika herhangi bir taahhütte bulunmadı. Buna karşılık, Başkan Nixon, 1974 Mısır ziyaretinde vaad ettiği vechile, Kongreden Mısır'a 750 milyon dolarlık ekonomik ve 250 milyon dolarlık da gıda yardımının çıkmasını sağladı.

Başkan Sedat'ın 1975 yılında yaptığı bu ziyaretler açık bir şekilde göstermekteydi ki, Mısır politikası Batı'ya kaymaktaydı. O kadar ki, ekonomik sebepler ağırlıklı bir rol oynasa bile, Enver Sedat'ın Orta Doğuda ziyaret ettiği ülkeler esas itibariyle muhafazakar ve Batı'ya daha yatkın ülkelerdi.

Mısır politikasındaki bu değişmenin Sovyetleri hoşnut bırakmayacağını tahmin etmek zor değildi. Mısır'ın Batı'ya doğru kayması ile Mısır-Libya münasebetlerinin de bozulmaya başladığı görülmüştür. Hatta iki ülke arasında çatışmalar çıkmıştır. Bu krizde, Libya ile yakın münasebetlere sahip olan Sovyet Rusya'nın ne derece parmağı olduğunu tayin etmek elbette ki güçtür.

Mısır-Libya gerginliği ve iki ülke münasebetlerindeki kriz, 1975 Temmuzunda başlamış ve aralıklarla 1977 Ekimine kadar sürmüştür. 1975 Temmuzunda Mısır sınır makamları, Mısır'da karışıklık çıkarmak isteyen bir takım Libyalıları yakaladı. Bu hadise iki ülke münasebetlerini o kadar gerginleştirdi ki, Libya Mısır sınırlarına 400 tank sevk etti ve Mısır da buna karşılık vererek Libya sınırlarına kuvvet yığdı.

Bu gerginlik Ekim 1975 ayına kadar sürdü ise de, iki taraf da daha fazla ileriye gitmedi ve münasebetlerini normale döndürdüler. Fakat 8-9 Mart 1976 günlerinde, Mısır'da yüksek seviyedeki kişileri öldürmekle görevlendirilen 30 kadar Libyalı komandonun yakalanması, Mısır-Libya münasebetlerini yeniden gerginleştirdi. Bunun üzerine Libya, ülkesinde çalışmakta olan 22.000 kadar Mısırlıyı sınır dışı etti. Bu hadise de burada kaldı.

1977 yılında Mısır ve Libya savaş durumuna girdiler. 12 Temmuz 1977 günü, dört kişilik bir sabotaj grubunun Libya'dan Mısır'a girmek isterken Mısırlılar tarafından yakalanması üzerine, 14 Temmuz 1977'den itibaren Libya-Mısır sınır çatışmaları başladı. Bu çatışmalar, 17 Temmuzdan itibaren iki taraf tanklarının ve uçaklarının çarpışmasına dönüştü. Gerçekte Libya ile Mısır arasında bir savaş söz konusu idi. Dolayısıyla, Arap Ligi'nin ve diğer Arap ülkelerinin araya girmesi üzerine, Libya topraklarına girmiş olan Mısır, kuvvetlerini geri çekerek 24 Temmuzda savaşı durdurdu. Fakat iki devlet arasında münasebetlerin normale döndürülmesi ancak 1977 Ekiminde mümkün olabildi.

Mısır'da, yüksek seviyedeki kişileri öldürmekle görevlendirildiği belirtilen 30 kadar Libyalı komandonun 8-9 Mart 1976'da yakalanmalarından bir kaç gün sonra, Enver Sedat, bir bomba patlattı. Sovyetlerle olan bağlarını birdenbire koparıverdi. Mısır'ın Amerika ile münasebetleri geliştikçe, Mısır-Sovyet münasebetleri bu gelişmenin üzerinde bir ipotek teşkil etmeye başladı. Libya ile münasebetlerin gayet gergin olduğu ve Lübnan iç savaşının da gayet yoğun bulunduğu bir sırada, Enver Sedat Sovyet yükünü sırtından atıverdi.

14 Mart 1977 günü, Mısır'ın parlamentosu olan Halk Meclisi'nde yaptığı konuşmada, 27 Mayıs 1971 tarihli ve Mısır ile Sovyet Rusya arasında "sarsılmaz dostluk" (unbreakable friendship) tesis eden "Dostluk ve İşbirliği Antlaşması"nın feshini Halk Meclisi'nden istedi. Enver Sedat bu konuşmasında, 1973 savaşından sonra Sovyetlerin Mısır'a karşı alakalarını azalttığından, Arap dünyasında "mihverler" yaratmak, yani Arap dünyasını bölmek için çaba harcadığından, Mısır'a silah ve yedek parça vermediğinden, 1975 Ocak ayında Brejnev'in Mısır'a yapacağı ziyareti iptal ettiklerinden, 1971 anlaşmasını canları nasıl isterse öyle tatbik ettiklerinden şikayetle, bu antlaşmanın artık bir yararı kalmadığını ve dolayısıyla feshedilmesi gerektiğini söyledi.

Halk Meclisi 15 Martta, yani ertesi günü, aldığı bir kararla, Mısır-Sovyet dostluk antlaşmasını feshetti. İş bu kadarla da kalmadı. Halk Meclisi, 4 Nisanda aldığı bir kararla da, Sovyet donanmasının Mısır limanlarından yararlanmasını sağlayan anlaşmayı da feshetti. Enver Sedat'ın bu tutumu Amerika'yı çok sevindirdi. Aynı ölçüde, Sovyetlerin de canını sıktı. Mısır gibi, Orta Doğu'nun gayet stratejik bir ülkesi ve aynı zamanda da Arap dünyasının nüfuzlu bir devleti ile münasebetleri kopmuş oluyordu. Sovyetler bu kopmanın şokunu azaltmak için, 28 Nisanda Mısır'la gayet geniş çerçeveli bir ticaret anlaşması imzaladılar.

Enver Sedat, şimdilik daha ileriye gitmeyi uygun bulmadı. Mayıs ayında yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Sovyetler Birliği ile kavga etmek niyetinde değiliz. Bağımsız tutumumuzun anlaşılacağı ve kabul edileceği günün geleceğini ümit ediyorum ve o zaman Sovyetlerle münasebetlerimiz sağlam bir zemine oturmuş olacaktır."Şunu da belirtelim ki, Sovyetlerin Mısır'dan belirli bir ölçüde uzaklaşmalarında veya Enver Sedat'ın şikayet ettiği gibi, alakalarını azaltmalarında, 1974'ten itibaren Sedat'ın takibe başladığı, Amerika ile münasebetleri yumuşatma politikasının da büyük rolü vardır. Enver Sedat'ın bu yeni tutumu, Amerika'yı bir Orta Doğu barışı konusunda daha da cesaretlendirdi ve harekete geçirdi.

1977 yılında Amerika'nın gösterdiği faaliyetler Dolayısıyla, Mısır da dahil, Amerika ile Ürdün, Suriye, Suudi Arabistan ve İsrail arasında bir çok temaslar oldu. Hatta Amerika Dışişleri Bakanı Cyrus Vance ile Sovyet Dışişleri Bakanı Gromyko arasında New York'ta 30 Eylülde yapılan görüşmeler sonunda, 1 Ekim 1977'de yayınlanan bir bildiride, bu taraflar, birbirlerinin meşru hak ve menfaatlerini karşılıklı olarak tanımaya davet edilmiş ve Aralık ayında Cenevre'de bir konferansın toplanacağı da açıklanmıştı. Lakin bunlardan hiç bir netice çıkmadı.

1977 Mayısında İsrail'de seçimler yapılmış ve Menachem Begin liderliğindeki Likud Partisi seçimleri kazanarak yeni hükümeti kurmuştu. Bu seçimlerden sonra, bilhassa Temmuz ve Ağustos aylarında Amerika'nın Time dergisi, İsrail'in çeşitli vasıtalarla Arap ülkeleriyle temasa geçmeye çalıştığı ve bilhassa mutedil Arap ülkeleri olan Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır ve Sudan ile barış müzakereleri için temas aradığını bildirdi. Dergi, İsrail ile gizli olarak devamlı münasebet halinde bulunan Fas'ın aracı rolünü oynadığını bildiriyordu.

Başbakan Begin Ağustos ayında Romanya'yı ziyaret ettiğinde Romenler kendisine, Enver Sedat'ın bir çözüm için arzulu olduğunu söyleyince, Begin de Romenlere, bütün meselelerin müzakeresinde esnek bir tutum alacağını bildirince, bu haber hemen Kahire'ye uçurulmuştu. Böyle bir atmosferdedir ki, Enver Sedat 9 Kasım 1977 günü Halk Meclisi'nde yaptığı konuşmada, barış konusundaki kararlılığını açıklayarak, barış için en büyük engelin psikolojik engel olduğunu, bunu kırmak gerektiğini ve gerekirse kendisinin İsrail'e gitmeye hazır olduğunu, gerekirse dünyanın dibine kadar gidebileceğini bildirdi. Begin Sedat'ın bu konuşmasını ve teklifini cevapsız bırakmadı ve Enver Sedat'ı İsrail'e resmen davet etti. Enver Sedat ikinci bombasını patlatmıştı.

Enver Sedat 19-21 Kasım günlerinde İsrail'i ziyaret etti ve 20 Kasım günü Kudüs'te İsrail parlamentosunda bir konuşma yaptı. Enver Sedat konuşmasında şu noktaları vurguladı:

Mısır barış yapmaya kararlıdır, fakat bu barış adalete dayanan bir barış olmalıdır.

Geçici bir anlaşma değil, devamlı çözüm ve barış getirecek bir anlaşma gereklidir.

Bu barış, yabancı toprakların işgaline dayanamaz. Dolayısıyla, İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesi zaruridir.

Filistinlileri içine almayan bir barış mümkün değildir. Filistin meselesi Arap-israil meselesinin temel unsurudur. Bu sebeple, Filistinliler kendi vatanlarına ve kendi devletine sahip olmalıdır.

Bölgedeki her devletin güvenlikli sınırlar ve barış içinde yaşaması hakkı kabul edilmelidir.

Buna karşılık Begin de yaptığı cevabi konuşmada, Sedat kadar açık, samimi ve heyecanlı olmamakla beraber, 14 Mayıs 1948'deki Bağımsızlık Deklarasyonunda, bütün komşu ülkelere barış ve iyi komşuluk elini uzattıklarını, karşılıklı yardım ve işbirliği teklif ettiklerini hatırlatarak, bugün de aynı şeyi istediklerini, bunun için de barışın ilk adımı olarak savaş durumuna son verilmesi gerektiğini, İsrail'in o günkü topraklarda bir vatana sahip olma hakkının bulunduğunu belirtti ve sonunda da her şeyi herkesle müzakereye hazır olduklarını ifade etti. Bu suretle İsrail ile Mısır arasında bir diyalog başlamış oluyordu. Fakat bu diyalog Arap ülkelerinde tepki ile karşılandı.

Bilhassa Suriye, Libya, Irak ve FKÖ, Sedat'ın Kudüs ziyaretine büyük tepki gösterdiler. Buna karşılık, Ürdün, Suudi Arabistan ve Sudan daha mutedil bir tutum aldılar. İsrail-Mısır diyalogu başlamakla beraber, kolay gelişemedi. 25-26 Aralık 1977'de Begin Mısır'ı ziyaret ederek İsmailiye'de Enver Sedat ile görüşmelerde bulundu. Bu görüşmelerde, taraflar, barış görüşmelerini yürütmek ve bilhassa toprak meselelerini müzakere etmek üzere yüksek seviyede askeri komiteler kurdular. Bu komiteler kah Kahire'de, kah Kudüs'te toplantılar yaptılar. Bunlardan bir netice çıkmadı.

Onun üzerine Amerika araya girdi ve tarafları uzlaştırmaya çalıştı. Bu da mümkün olmadığı gibi, İsrail'in Batı Şeria'da yeni yahudi yerleşim merkezleri kurmaya başlaması, hem Mısır ve hem de Amerika ile münasebetlerini bozdu. Amerika, yeni yahudi yerleşim merkezlerinin kurulmasını "barış için bir engel" saydı.

Bu arada Amerika'nın Mısır ve Suudi Arabistan'a F-5 savaş uçaklarını satmaya karar vermesi, İsrail-Amerikan münasebetlerini daha bozdu. 1978 Ağustosunda İsrail'in bir yandan Amerika, bir yandan da Mısır ile münasebetleri iyice tatsız bir hale gelmiş ve barışa giden yol tıkanmış gibi görünüyordu. Bu sebeple Amerika tekrar inisyatifi ele aldı ve Enver Sedat ile Begin'i Washington yakınlarındaki Camp David'de müzakere masasına oturtmaya muvaffak oldu.

Bu müzakerelere Başkan Jimmy Carter da aktif olarak katıldı. Camp David görüşmeleri 5-17 Eylül 1978'de yapıldı ve 17 Eylülde, Mısır, İsrail ve Amerika arasında Camp David Anlaşmaları imzalandı. Amerika bu anlaşmaları "tanık" olarak imzalamaktaydı. Camp David Anlaşmaları iki tane çerçeve anlaşmadan meydana gelmektedir. Bu iki çerçeve anlaşmadan biri, Orta Doğu barışının esaslarını çizmekte olup, Batı Şeria ile Gazze ve Filistin meselesini ele almaktadır. Diğeri ise, İsrail ile Mısır arasındaki barışın esaslarını çizmekte, yani Sina Yarımadası'na ait bulunmaktadır.

Önce şunu belirtelim ki, Camp David anlaşmalarının iki hususiyeti vardır. Birincisi, bu anlaşmaların hükümlerinin tatbikinde ve bu anlaşmaların gerektirdiği bütün müzakerelerde Ürdün de bir taraf olarak kabul edilmekteydi. İkincisi, bu anlaşmalar, B.M. Güvenlik Konseyi'nin 1967'deki 242 sayılı kararı ile, 1973'deki 338 sayılı kararını da prensip olarak alıyordu. Batı Şeria ve Gazze, yani Filistin meselesi ile ilgili anlaşmaya göre, bu iki toprakta Filistinlilere muhtariyet verilecekti. Yani kendi işlerini kendileri idare edeceklerdi. Bu muhtariyetin şekil ve mahiyeti, İsrail, Mısır ve Ürdün arasında yapılacak görüşmelerle tespit edilecekti.

Beş yıllık bir geçici devreyi kaplayacak olan bu muhtariyet döneminde İsrail, bu iki toprakta, kendi güvenliğini de sarsmayacak şekilde, asker miktarını asgariye indirecekti. Beş yıllık muhtariyet döneminin üçüncü yılından itibaren, İsrail, Mısır, Ürdün ve Filistin muhtariyet idaresinin temsilcileri arasında, Batı Şeria ve Gazze'nin nihai statüsünü tespit edecek bir anlaşma için müzakereler yapılacaktı.

Bu anlaşma, Filistin halkının "meşru hakları" ile "adil istekleri"ni tanıyacaktı. Ayrıca, yine bu dönemde İsrail ile Ürdün arasında barış müzakereleri ve İsrail'ini güvenliğini sağlayacak düzenlemeler de yapılacaktı. İsrail-Mısır barışına ait çerçeve anlaşma ise, üç ay içinde İsrail ile Mısır arasında bir barış anlaşmasının imzası ile, İsrail'in barış antlaşmasının imzasından itibaren iki-üç yıl içinde Sina'dan tamamen çekilmesini öngörmekteydi.

Bununla beraber, İsrail-Mısır barışının üç ay içinde imzalanması mümkün olamadı. Bunda iki sebep rol oynamış görünüyor. Biri, Begin'in Camp David anlaşmalarını tatbikte yeteri kadar iyi niyetle davranmamakta olmasıydı. Batı Şeria'da yeni Yahudi yerleşim merkezleri kurulması bunun başında geliyordu. İkincisi ise, İsrail ile Mısır arasında bir uzlaşma sağlama endişesi ile, metinlerin açık ve seçik bir şekilde yazılmayıp, bir çok ifadelerin müphem kalmasıydı. Bu arada Kudüs meselesine hiç değinilmemişti. Çünkü iki tarafın bu konudaki görüşlerini uzlaştırmak mümkün olmayınca, bu meseleye hiç temas edilmemesi tercih edilmişti. Kudüs meselesi, daha aşağıda temas edeceğimiz üzere, daha sonra İsrail ile Mısır arasında ve Filistin muhtariyeti meselesinde büyük görüş ayrılığına sebep olacaktır.

Diğer taraftan, Kudüs hakkında hiçbir şeyin söylenmemiş olması, Arap ülkelerinin tepkilerini de şiddetlendiren bir faktör olmuştur. Arap ülkelerinin Camp David anlaşmalarına tepkileri, Enver Sedat'ın Kudüs'e gitmesinden daha şiddetli oldu. Sedat'ın Kudüs ziyareti üzerine 1977 Aralık ayında Suriye, Libya, Irak, Cezayir, Güney Yemen ve Filistin Kurtuluş Teşkilatı arasında teşekkül eden ve İsrail ile her türlü anlaşmayı reddeden, Kararlılık Cephesi (Steadfastness Front) veya Red Cephesi (Rejection Front), bu seferki tepkilerin de liderliğini üzerine aldı.

Bunlar önce Şam'da bir toplantı yaparak Enver Sedat'ın politikasına karşı mücadele etmek üzere ortak bir siyasi ve askeri komutanlık kurdular ve Amerika'nın Orta Doğu'daki nüfuzuna karşı denge olmak üzere de Sovyet Rusya ile daha yakın münasebetler geliştirme kararı aldılar. Bunun üzerine, Suriye lideri Hafız Esad 5-6 Ekim günlerinde Moskova'yı ziyaret ederek Brejnevle görüştü ve yayınlanan bildiride, Camp David anlaşmaları reddedilerek, Suriye'nin "savunma potansiyelini" kuvvetlendirmek için gerekli kararların alındığı açıklandı.

Bu gelişmelerden sonra, yine bu cephenin teşebbüsü ile 2-5 Kasım 1978 günlerinde Bağdat'ta Arap ülkeleri (Arap Ligi) zirve toplantısı yapıldı. Alınan kararlar, toplantı sonunda, uzun bir bildiri ile açıklandı. Bu kararlar alınırken, Fas, Sudan ve Umman genellikle muhalif kalmışlardır. Suudi Arabistan ise, yatıştırıcı bir rol oynayıp bunda da başarılı olduğu için, kararların ifadesi, bilhassa Mısır bakımından, yine de yumuşak olmuş sayılabilir.

Kararlarda, özetle, Filistin davasının ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının, bütün Arap devletlerinin ortak bir davası olduğu, Dolayısıyla bu meselede hiç bir Arap devletinin tek başına hareket edemiyeceği belirtilerek, Mısır, imzalamış olduğu Camp David anlaşmalarını feshederek, Arapların ortak hareketine katılmaya davet edilmekteydi. Aynı zamanda Mısır'dan, Camp David anlaşmalarının öngördüğü, İsrail-Mısır barışını da imzalamaması isteniyordu. Bu son nokta hakkında şunu da belirtelim ki, Mısır'ın İsrail ile barış imzalaması halinde alınacak tedbirler ve gösterilecek tepkiler de bu zirve toplantısında esas itibariyle ele alınmıştı.

İsrail-Mısır barışı, Camp David anlaşmalarının öngördüğü gibi, üç ay içinde imzalanamadı. Bu barışın gecikmesindeki en mühim sebep, İsrail'in Camp David anlaşmalarını mümkün olduğu kadar dar bir şekilde yorumlamasına karşılık, Mısır'ın da aynı şekilde mümkün olduğu kadar geniş şekilde yorumlamaya çalışmasıydı. Mesela, bu anlaşmalarda Batı Şeria ve Gazze'de yaşayan Filistin halkının "meşru hakları"ndan söz edilmiş, lakin herhangi bir şekilde bağımsızlıktan bahsedilmemişti. Bu sebepten Begin, şimdi Judea ve Samaria dediği Batı Şeria'yı "tarihi İsrail"in ayrılmaz bir parçası sayıyordu.

Buna karşılık Enver Sedat'a göre, beş yıllık muhtariyetten sonraki "nihai statü"ye bağımsızlık da dahildi ve Batı Şeria'nın muhtariyeti denince de, bu topraklara Kudüs de dahil olup, Dolayısıyla Kudüs'ün de muhtariyeti söz konusu idi. Bu tartışmalar devam ederken, 1979 Şubatında İran'da monarşinin devrilmesi ve Humeyni liderliğinde bir Şii rejimin kurulması, büyük çoğunluğu Sünni olan Arap dünyasını alt-üst ettiği gibi, Amerika'nın da, İsrail'in de bölgedeki stratejik görüşlerini değiştirdi. Bu gelişme de, İsrail-Mısır barışının gerçekleşmesini kolaylaştırdı. İsrail-Mısır barış antlaşması 26 Mart 1979'da Washington'da imzalandı. Washington'da imzalandı, çünkü yine araya Amerika ve Bakan Carter girmek zorunda kaldı. Bu barışta da, Amerika'nın uzlaştırma gayretleri büyük rol oynadı.

Bu barış antlaşması ile, 1948'denberi İsrail ile Mısır arasında süregelen savaş hali artık sona eriyor ve iki devlet arasında normal münasebetler başlıyordu. Taraflar, birbirlerinin egemenlik, toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlıklarına saygı göstereceklerdi. Ve birbirlerinin "barış içinde" ve "güvenlikli ve tanınmış sınırları içinde" yaşama hakkını kabul ediyorlardı. Birbirlerine karşı kuvvete ve tehdide başvurmamayı taahhüt ediyorlardı. Aralarındaki sınır, Filistin mandası ile Mısır arasındaki milletlerarası sınır (yani bugünkü sınır) olacaktı. İsrail Sina'dan çekilecekti.

Bu barışın her iki tarafca tasdik edildiği (ki 27 Nisan 1979'da olmuştur) tarihten itibaren İsrail Sina'da, kuzeyde El-Ariş'ten güneyde Ras-Muhammed'e uzanan bir çizgiye çekilecekti ki, bu suretle Sina'nın hemen hemen üçte ikisini Mısır'a terketmiş olacaktı. Geri kalan bölümden çekilip Sina'yı tamamen terketmesi ise, 27 Nisan 1982'de, yani en geç üç yıl içinde olacaktı. Nitekim 27 Nisan 1982'den itibaren Mısır Sina'ya tamamen sahip olmuştur.

Bununla beraber, İsrail'in güvenliği açısından Sina, İsrail sınırına doğru gittikçe azalan bir şekilde gayrı askeri hale getirildiği gibi, İsrail'in Mısır'a bitişik toprakları da bir şerit halinde askeri sınırlamalara tabi tutuluyordu. Diğer taraftan, yine 26 Mart 1979 günü Amerika ile İsrail arasında yapılan anlaşmaya göre, bu barış antlaşmasının ihlali veya İsrail'in bir saldırıya uğraması halinde, Amerika İsrail'e yardım için gerekli diplomatik, ekonomik ve askeri tedbirleri almayı kabul ediyordu.

İkinci bir anlaşmaya göre de, 1 Eylül 1975 anlaşması gereğince İsrail'in Sina petrollerinden satın almaya hakkı olan petrolü Mısır kesecek olursa, Amerika İsrail'e, ihtiyacı olan petrolü 15 yıl süre ile satmayı garanti ediyordu. İsrail-Mısır barışının imzası, Mısır'ın Arap dünyası ile bağlarının tamamen kopmasına sebep oldu. Arap Ligi'nin 19 üyesinin dışişleri, maliye ve ekonomi bakanları 27 Martta Bağdat'ta toplandılar. Mısır davet edilmemişti. Davet edilen Umman ve Sudan, katılmayı reddettiler. Bağdat toplantısının 31 Martta açıklanan kararları, Mısır'ı yalnız bırakmak için, "diplomatik" ve "ekonomik" olmak üzere iki çeşit tedbiri ihtiva ediyordu.

Diplomatik tedbirler çerçevesinde, Mısırla olan münasebetlerini keserek, elçilerini Kahire'den geri çektiler. Ayrıca, bütün diğer ülkelere, Arap ülkelerinin bu barış antlaşmasını kabul etmedikleri bildirilecekti. Ekonomik alanda ise, Mısır'a ekonomik ve mali yardım yapan Arap ülkeleri (ki bunların başında Suudi Arabistan geliyordu), bu yardımlarını keseceklerdi. Bağdat Konferansı'nın bu kararları, Mayıs ayı başından itibaren aynen tatbik edilmeye başlandı.

Suudi Arabistan dahi, Mısır'a karşı sert tedbir almaktan kaçınmadı. Bu ise, Mısır ile Suudi Arabistan arasındaki münasebetlerin gerginleşmesine sebep oldu. Mısır tam bir yalnızlık içine girdi. Hatta, Camp David anlaşmalarının imzası karşısında fazla bir tepki göstermeyen Sudan bile, İsrail-Mısır barışının imzası üzerine ve diğer Arap ülkelerinin de baskısı ile, Kahire'deki elçisini geri çekmiştir.

Mamafih, Libya'nın Çad'ı kontrol altına alma ve ayrıca Kaddafi'nin Sudan'daki Nimeyri rejimini devirme çabaları, Sudan ile Libya arasındaki münasebetleri bozunca, 1981 Martında Sudan tekrar Mısır'a dayanma yoluna gidecek ve Mısır ile münasebetlerini normalleştirecektir.

12 Ekim 1982 tarihinde de Mısır ile Sudan, bir birlik kurma kararı alacaklardır. İsrail-Mısır barışı bütün Arap dünyasında bir Amerikan aleyhtarlığının da şiddetlenmesine sebep olduğu için, Sovyetler bu durumdan çok memnun kaldılar. Camp David anlaşmalarına ve barışa karşı tepki, bir bakıma Sovyetlerin Orta Doğu'daki nüfuz imkanlarını arttırıyordu. Arap devletleri içinde de bilhassa Suriye Sovyetlerle münasebetlerini genişletti ve 8 Ekim 1980'de, "Dostluk ve İşbirliği" antlaşması imzalandı.

15 maddelik antlaşmanın 5'inci maddesine göre, taraflardan herhangi birinin barış ve güvenliğinin tehdit edilmesi halinde, bu tehdidin bertaraf edilmesi ve barışın yeniden tesisi amacı ile işbirliği yapmak için derhal birbirleriyle temasa geçeceklerdi. Buna karşılık, Amerika ve Batı dünyası da Sedat'ı destekledi. Sedat, bilhassa Amerika'dan gayet geniş ekonomik ve askeri yardım almaya başladı.

8 Ekim 1981'de bir suikaste kurban giderek hayatını kaybettiğinde, İsrail'in Sina'dan tamamen çekildiğini görememişti. Fakat, gerçekten İsrail 27 Nisan 1982'de Sina'dan tamamen çekilerek, Mısır Sina'ya tekrar kavuştu. Camp David anlaşmaları ve arkasından İsrail-Mısır barışının imzası, Arap ülkeleri arasında bir dayanışma havası yaratmıştır. O kadar ki, Camp David anlaşmalarının imzası üzerine, araları 1966'danberi açık olan Suriye ve Irak 1978 Ekiminden itibaren birbirlerine yaklaşmışlar ve bir birlik kurma kararı almışlardır. Fakat bu heves de uzun ömürlü olmamış ve 1979 Temmuzunda Irak lideri Hasan El-Bekr'in istifası ve yerine Saddam Hüseyin'in geçmesi ile, birleşme teşebbüsü de tarihe intikal etmiştir.

Buna paralel olarak Arap dayanışması da fazla sürmemiştir. 1979 Şubatında İran'da Şah'ın devrilip Humeyni rejiminin başlaması ve 1980 Eylülünde de Irak ile İran'ın savaşa tutuşmaları, Arap dünyasını yeniden bölecektir. İsrail-Mısır barışı ile alakalı olarak belirtilmesi gereken son nokta da şudur: Bu barışın diğer Arap ülkelerini de İsrail ile uzlaşmaya sevk edeceği ümit edilmiş, lakin bu ümit gerçekleşmemiştir.

Bu barış sadece Mısır'ı Arap dünyasından ayırmış ve Dolayısıyla İsrail'i de güneyinde güvenlikli bir hale getirmiştir. Fakat diğer cephelerde, Arap ülkelerinin tutumları yumuşayacağı yerde, daha da sertleşmiştir. Bilhassa, 1976'danberi Suriye'nin bir çeşit işgalinde bulunan Lübnan, Filistin gerillalarının İsrail'e karşı gittikçe artan saldırıları için bir üs haline gelmiştir. Bu ise, Lübnan'ı İsrail saldırılarının hedefi yaptığı gibi, sık sık giriştikleri hava muharebeleri ile İsrail ile Suriye'nin çatışmalarına da sebep olmuştur.

1981 Mayısından itibaren de Suriye Lübnan'a, Sovyetlerin sağladığı SAM-6 füzelerini yerleştirmeye başlamış ve bu da İsrail'in Lübnan'a karşı tepkisini daha da arttırmıştır. Arap-İsrail gerginliğinin, İsrail-Mısır barışından sonra daha da artmasında, şüphesiz İsrail'in tutumu da, büyük rol oynamıştır. Bunun başında İsrail'in Camp David anlaşmalarında muhtariyet vermeyi vaadettiği Batı Şeria'da devamlı olarak Yahudi yerleşim merkezleri kurmasıdır. İkincisi, Camp David anlaşmalarının hemen arkasından, 1978 Ekimi sonunda İsrail, Tel-Aviv'deki bakanlıkları Kudüs'e nakletmeye başlamıştır. Bu, bütün İslam dünyasında tepki yaratmıştır. Çünkü bu hareketi ile İsrail, Kudüs'ü geçici statüden çıkarıp, İsrail Devletinin başkenti yapıyordu.

İsrail bununla da yetinmedi ve 1980 Temmuzunda, 1967 savaşında Ürdün'den aldığı Doğu Kudüs'ü de Batı Kudüs'e ilhak etti. Yani artık İsrail Kudüs üzerindeki egemenliğini tamamen yerleştirmiş olmaktaydı. Bunun da arkasından İsrail, yine 1967 savaşından beri işgal altında tuttuğu ve Suriye'ye ait olan ve Golan tepeleri denen toprakları da Aralık 1981'de ilhak etti. Yani bu toprakları da sınırları içine kattı. Bu hareketlerin ve faaliyetlerin de Arap ülkelerinin İsrail'e karşı tutumlarını sertleştirmelerinde büyük rolü olduğu bir gerçektir.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1941 yılı sonunda Birleşik Amerika'nın savaşa katılmasından sonra Sovyet Rusya'nın üzerinde en fazla ısrarla durduğu nokta, İngiltere ve Amerika'nın Almanya'ya karşı ikinci bir cephe açmak suretiyle, üzerindeki Alman baskısını hafifletmeleriydi. Şimdi 1942 Kasımında Amerikan kuvvetlerinin Fas ve Cezayir'e çıkmaları ile kuzey Afrika savaşlarının sona erdirilmesi mümkün olacağına göre, bundan sonra ne yapılacaktı? Bu mesele Casablanca Konferansı'nın esas konusunu teşkil etmiştir.

Casablanca Konferansı, 14-24 Ocak 1943'de Roosevelt ile Churchill arasında yapılmıştır. Stalin de davet edilmişse de gelememiştir. Konferans'ta şu kararlar alınmıştır:

Rusya üzerindeki baskıyı hafifletmek için Sicilya'ya çıkarma yapmak ve Almanya üzerindeki baskıyı arttırmak;

Balkanlarda ikinci bir cephenin açılmasını mümkün kılmak için, Türkiye'nin de savaşa katılması konusunda gerekli askeri hazırlıkları yapmak;

Almanya'nın mukavemeti yeteri kadar zayıflayınca Avrupa'da da bir cephe açmak ve nihayet "Almanya, Japonya ile İtalya kayıtsız şartsız teslim oluncaya kadar" mücadeleye devam etmek.

Mihver'in "kayıtsız-şartsız" teslim konusunda Konferans'ta alınan karar, Mihver devletlerine hiçbir ümit ışığı bırakmaması ve sonuna kadar dayanma kararını kuvvetlendirmesi ve dolayısıyla da savaşın uzamasına sebep olması gerekçesiyle, sonradan bazı tenkitlere konu olmuştur.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
İtalya'nın Arnavutluk'a girmesiyle Doğu Akdeniz ve Balkanlar statükosu ağır bir tehdit altına girmiş oluyordu. Bu gelişmenin yanında, Almanya'nın da Tuna bölgesinde Doğu'ya doğru genişlemekte olduğu, 1939 Şubatında Macaristan'ın da Anti-Komintern Pakt'a katıldığı ve Almanya'nın Romanya'yı da ekonomik kontrol altına almak için çaba harcadığı göz önüne alınınca, Mihver'in Orta Avrupa'dan doğuya doğru yayılmakta olduğu belirli bir şekilde ortaya çıkmaktaydı.

Çekoslovakya'nın yok olması karşısında ne Fransa ve ne de Yugoslavya ile Romanya bir harekette bulunabilmişler ve bunun sonucu olarak da Küçük Antant da dağılmıştı. İtalya'nın Arnavutluk'u işgali ise, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında 1934 de yapılmış olan Balkan Antantı'na ağır bir darbe indirdi. Çünkü, şimdi kendisini Mihver devletleriyle sarılmış gören Yugoslavya, Batılıların garantisini reddedip, Mihver'le iyi geçinme yolunu tercih etti ki, bu Balkan Antantı'nın etkisini kaybetmesi demekti.

Bu sebeplerden ötürü, İngiltere ve Fransa, 13 Nisan 1939'da Yunanistan ve Romanya'ya garanti verdiler. Türkiye ise tek taraflı garanti yerine, karşılıklı yardımı öngören bir ittifakı tercih ettiği için, bu ittifakın ilk adımı olmak üzere, 12 Mayıs 1939'da İngiltere ile bir karşılıklı yardım deklarasyonu imzaladı. Bu deklarasyon, İtalya'nın Arnavutluk'u işgaline İngiltere'nin verdiği bir cevap oluyordu.

Batılıların Mihver'in yayılmasına karşı bu kararlı politika ve davranışları en fazla Mussolini'yi sinirlendirmiş ve İtalya'yı Almanya'ya daha fazla iterek, iki devlet arasında Çelik Pakt adını alan ittifakın imzası sonucunu vermiştir. Bu ittifak, Batılıların tepkisine karşı, Mihver'in karşı-tepkisini teşkil ediyordu.

Berlin-Roma-Tokyo arasında bir ittifak teklifi ilk önce Almanya'dan gelmiş ve ilk ittifak tasarısı İtalya'ya Münih Konferansı sırasında verilmiştir. Bu tasarı, taraflardan birinin "kışkırtılmamış bir saldırıya" hedef olması halinde, diğerlerinin her türlü yardımını öngörmekteydi. Mussolini, bu teklifi müsait karşılamakla beraber, İtalyan kamu oyunun Almanya ile bir askeri ittifakı kabule hazır olmaması dolayısıyla, hemen kabul etmemiştir. Bununla beraber, bu konudaki görüşmeler devam etmiştir.

Fakat bu arada Japonya ittifak konusunda farklı bir görüş ileri sürdü. İttifak ancak Sovyet Rusya ile bir savaş halinde uygulanmalıydı ve Japonya bakımından önemli bazı ekonomik sebeplerle, bu ittifakın kendilerine yönelmemiş olduğu İngiltere, Fransa ve Birleşik Amerika'ya bildirmeliydi. Halbuki Almanya bu ittifakı ileri sürerken, Sovyet Rusya'nın doğuda daha uzun yıllar zayıf bir durumda kalacağını, oradan bir tehlike gelmeyeceğini ve bu sebepte de ittifakın esas itibariyle Batı demokrasilerine yönelmesi gerektiğini düşünmüştü.

Bu görüş farklılıkları sebebiyle üçlü ittifak işi uzadı. Ayrıca, Nisan ayından itibaren Sovyet Rusya ile Almanya arasında uzlaşma ihtimali de belirince, Almanya Japonya'nın üstüne hiç düşmedi. Lakin Batılıların Yunanistan ve Romanya'ya garanti vermeleri ve özellikle İngiltere'nin, karşılıklı yardım deklarasyonu için Türkiye ile müzakerelere girişmesi Mussolini'yi sinirlendirdi ve ittifakın derhal imzası için Almanya'ya başvurdu.

Almanya, İtalya ile ikili bir ittifakı istememekle beraber, Hitler, Polonya ile olan Dantzig anlaşmazlığında Batılılara gözdağı vermek ve bu suretle onların Polonya lehine müdahalelerini önlemek için, İtalya ile ittifakı kabul etti ve 22 Mayıs 1939'da Çelik Pakt (Patto d'Acciaio) adını alan Alman-İtalyan ittifakı imzalandı.

Her iki devletin "hayat sahası"nı sağlama amacına yönelen bu ittifaka göre, taraflar birbirlerini ilgilendiren bütün meselelerde birbirlerine yardım edecekler ve taraflardan biri, bir veya daha fazla devletle savaşa tutuşacak olursa, diğeri ona bütün gücü ile yardım edecekti. Halbuki Münih Konferansı sırasında Almanya'nın verdiği ilk tasarıda sadece "kışkırtılmamış savaş" hali söz konusu idi.

Mussolini, Almanya ile ittifakın imzalanması için ısrar edince, Hitler bundan faydalanarak tasarıdan "kışkırtılmamış" deyimini çıkartmış ve bu suretle, kendisinin açacağı bir savaşa İtalya'nın da girmek zorunluluğunu kabul ettirmişti. Mussolini'nin bunu kabul etmesi ise, Batılıların Balkan devletlerine verdiği garantiyi bir onur meselesi yapması ve Batılılara her ne şekilde olursa olsun bir cevap vermek istemesiydi. Yoksa, ittifakın imzasından bir hafta sonra, İtalya'nın bir savaş için 1942'den önce hazır olamayacağını kendisi söylüyordu.

Çelik Paktın imzası ile Mihver'le Batılılar arasında uçurum adamakıllı derinleşmiş bulunmaktaydı. Almanya, 27 Nisan 1939'da, İngiltere'nin kendisini çember içine almak için çaba harcadığını ileri sürerek, 1935 İngiliz-Alman deniz anlaşmasını feshetmişti. Yine aynı gün Polonya'ya verdiği bir nota ile de, 1934 tarihli Almanya-Polonya saldırmazlık anlaşmasını feshetti. Arkasından, 31 Mayıs 1939'da Danimarka ile bir saldırmazlık antlaşması imzaladı.

Danimarka, Napolyon'a karşı işlediği hatayı tekrar etmemek için, Hitler'e karşı İngiltere ile işbirliğine gitmeye cesaret edememişti. Mihver'in bu faaliyetleri karşısında Batılılar, sadece küçük devletlere garanti vermenin yetersizliğini gördüklerinden, Sovyet Rusya ile bir Barış Cephesi ittifakı kurmak için de teşebbüse geçtiler.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
1928 yılında Arjantinin Rosaria Kenti'nde doğdu. Tıp öğrenimi gördü. Öğrenciyken, okuluna bir yıl ara verip, Güney Amerika Kıtası'nda geziye çıktı. Macera diye başladığı gezinin ardından Che, komünist oldu.

Meksikada siyasi mülteci olarak bulunan Raul ve Fidel Castroyla tanıştı. Bu tanışıklık, Cheyi de Kübanın ele geçirilmesi hedefine ortak etti. 1956-1959 yılları arasında süren Gerilla Savaşı, Kübada başarıya ulaştı. Önce Merkez Bankasının başına, ardından Sanayi Bakanlığına getirildi. Bu görevlerde başarısız oldu.

Hayal edilenle gerçekleşen devrim arasındaki uçurum, Che Guevarayı yeni hayallere sürükledi.Yeni hayal, devrimin bütün Latin Amerikaya yayılmasıydı. Bu amaçla Bolivyaya gitti. Devrim konusunda Che Guevaranın üç temel değişiklik düşüncesi şunlardır:

Halk güçleri, düzenli orduya karşı zaferi kazanabilir.

Devrim yapmak için her zaman tüm şartların bir araya getirilmesi gerekmeyebilir.

Latin Amerikada savaşın temel alanı, kırsal kesim olmalıdır.

Marksist düşünceden esinlenen Guevara, özellikle gençlerin, yaşamı ve tarihi, farklı bir açıdan görebilmelerine imkân sağlamıştır. Guevara, 1967 yılında öldürülmüştür.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
Sovyet Rusya'nın yönelttiği tehditler üzerine Amerika, İngiltere ve Fransa'ya sert bir çıkış yaparak bu iki devletin Mısır'a karşı giriştikleri saldırıyı önlemekle beraber, kısa bir süre sonra Orta Doğu konusundaki görüşlerinde büyük bir değişiklik yaptı. Daha doğrusu, Süveyş buhranı geçtikten sonra, Orta Doğu'da ortaya çıkan durumu Amerika hiç beğenmedi. Bir defa, Süveyş savaşı dolayısıyla Batı'nın prestiji Arap dünyasında büyük bir darbe yemişti. Üstelik, Mısırı ve Süveyş'i Batı'ya bağlayan tek hukuki bağ olan 19 Ekim 1954 tarihli Süveyş Antlaşması'nı Mısır, 1956 buhranı sırasında feshederek, Batı ile bağlarını koparmıştı.

İkinci olarak, Amerika bu buhranda dürüst ve tarafsız davranmış ve İngiltere ve Fransa'nın savaşı ve Mısır'ın işgalini durdurmasında en az Sovyet Rusya kadar rol oynamıştı. Fakat Arap dünyası bunu takdir ediyor muydu? Diğer taraftan, Batı'nın Orta Doğu'daki bu prestij kaybı, bölgede büyük bir boşluk meydana getirirken, bu boşluk, Sovyet Rusya tarafından doldurulmaktaydı.

Sovyet Rusya sanki Arab'ın kurtarıcısı olmuştu. Sanki, Macar topraklarına 200 bin kişilik askeri ile 4000 tankını sokup, 50.000 ölü ve yaralıya malolan Macar milli bağımsızlık hareketini öldüren bu Sovyet Rusya değildi. Kaldı ki, Bulganin'in, Eisenhower'a gönderdiği 5 Kasım mesajında da görüldüğü gibi, Sovyetler Orta Doğu'ya asker sokmak için fırsat aramaktaydılar. İkinci olarak, Sovyetlerin Orta Doğu'ya girişlerinde ekonomik sebepler de rol oynamıyordu. Çünkü, Süveyş'teki kanal trafiğinin ancak %1'i Sovyet gemilerine aitti.

Sovyetlerin Orta Doğu petrollerine de ihtiyaçları yoktu. Çünkü kendileri petrol ihraç etmekte idiler. O halde amaçları siyasi idi. Sovyetler, Süveyş Kanalı'na ve Batı'nın Orta Doğu'daki petrol kaynaklarına hakim olarak, bölgeyi siyasi kontrölleri altına alarak Batı'ya darbe indirmek ve mümkün olursa Batı'yı bu bölgede çökertmekti.

Bu şartlarda yapılacak iki şey vardı: Biri, bölge ülkelerinin ekonomik sıkıntılarının giderilmesine yardımcı olmak; diğeri de, ister ikili, ister toplu münasebetler yoluyla, bu ülkelere, komünizm hegemonyasının neler getirebileceğini anlatmak ve bunların komünizme karşı koymalarına yardım etmekti. İşte bu noktalardan hareket eden Başkan Eisenhower, 5 Ocak 1957'de Kongre'ye gönderdiği ve Eisenhower Doktrini adını alan mesajda bütün bu hususları açıkladıktan sonra, Kongre'den şu hususlarda kendisine yetki verilmesini istiyordu:

Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Orta Doğu ülkelerine ekonomik yardım yapmak.

Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak.

Bu ülkelerin istemeleri şartıyla, "milletlerarası komünizmin kontrolü altında bulunan bir ülkeden gelecek açık silahlı saldırılar karşısında, Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması.

Bu amaçlarla Başkan Eisenhower, Kongre'den, üç yıl süre ile, her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisi istemekteydi. Eisenhower Doktrini'nin bilhassa Orta Doğu'da Amerikan askerinin kullanılmasına dair kısmı, Amerikan Kongresi'nde büyük tartışmalara sebep oldu. Buna rağmen, Temsilciler Meclisi, 30 Ocakta, Senato da 5 Martta, büyük oy çoğunluğu ile Eisenhower Doktrini'ni kabul ederek, Başkan'a istediği yetkileri verdi.

Eisenhower Doktrini iki bakımdan Amerikan dış politikası için mühim bir gelişmeyi ifade etmekteydi. Birincisi, Amerika'nın Orta Doğu ile bağlantı alanını bir hayli genişletmesidir. Her ne kadar Amerika, Orta Doğu ile ilgisini ilk defa Truman Doktrini ile göstermiş ise de, Truman Doktrini sadece Türkiye ve Yunanistan'a ve yine sadece askeri yardım yapılmasını öngörmekteydi. Halbuki Eisenhower Doktrini, bütün bir Orta Doğu bölgesini içine alıyor ve Amerikan askerinin kullanılması suretiyle, bölgedeki ülkelerin komünizme karşı savunulmasını da üzerine alıyordu.

İkinci olarak, bu doktrin ile Amerika, İngiltere ve Fransa'nın Orta Doğu'da bıraktıkları boşluğu bizzat doldurmak üzere harekete geçiyor ve aynı zamanda da, bölgede Sovyet Rusya'nın karşısına dikiliyordu. Amerika ve Sovyet Rusya ilk defa olarak Orta Doğu'da karşı karşıya gelmeye başlıyordu.

Eisenhower Doktrini karşısında Orta Doğu ikiye ayrılmıştır. Bu doktrini kabul ettiğini ilk ilan eden; 6 Ocakta Lübnan olmuştur. Lübnan bu hareketi ile, şimdiye kadar takip ettiği tarafsızlık politikasını terketmiş oluyordu. Lübnan'ın arkasından Pakistan, Irak, Türkiye ve Yunanistan, Eisenhower Doktrini'ni kabul ettiklerini açıkladılar. Bunlardan sonra Afganistan, Libya, Tunus ve Fas en sonunda İsrail bu Doktrini kabul ettiklerini bildirdiler.

Buna karşılık, ilk şiddetli tepki Mısır'dan geldi. Arkasından Suriye bu tepkiye katıldı. Bu iki devleti ise Ürdün ve Suudi Arabistan takip etti ise de, bir kaç hafta sonra Suudi Arabistan tutumunu değiştirerek, Eisenhower Doktrini'ni "iyi ve müsbet" bulduğunu bildirdi. Çünkü Suudi Arabistan, İsrail konusunda bu devletlerle beraber gitmeye hazırdı; lakin Sovyetler konusunda bu devletlerle bir adım bile atmamaya kararlı idi.

Nasır'ın Ürdün'de monarşiyi devirmek için biraz sonra giriştiği teşebbüsler, Ürdün'ün tutumunu da değiştirecek ve bu ülkeyi Suriye-Mısır cephesinden ayıracaktır. Tabiatıyla Sovyetler de büyük tepki gösterdiler. 7 Ocakta yayınladıkları resmi bildiride, Eisenhower Doktrini'ni, "Orta Doğu ülkelerini esaret altına alma amacını güden bir tedbir", "Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Orta Doğu işlerine kaba bir müdahalesi" olarak nitelemişlerdir.

Bunun arkasından, 11 Şubatta Amerika, İngiltere ve Fransa'ya verdikleri notalarda, Orta Doğu için bir barış planı ortaya attılar. Buna göre, bölgede ittifak blokları kurulmayacak, yabancı askerler geri çekilecek, yabancı üsler tasfiye edilecek ve bölgenin içişlerine karışılmayacaktı. Bölge ülkelerine silah satılmayacaktı. Sovyetlere verilen cevapta, bu plan reddedildiği gibi, bölgeyi silahlandıran ilk devletin kendisi olduğu ve içişlerine karışmamadan söz eden Sovyetlerin önce Macaristan'dan elini çekmesi gerektiği bildirildi.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
Sovyet Rusya'dan sonra Birinci Dünya Savaşının ortaya çıkardığı yeni rejimlerden biri de İtalya'da Faşizm olmuştur. Rusya'da Bolşevikler, nasıl savaşın yarattığı iç karışıklık, düzensizlik ve hoşnutsuzluklardan yararlanarak bir hükümet darbesi ile iktidarı ele geçirdilerse, Faşizmin İtalya'da iktidarı ele geçirmesinde de İtalya'nın karmakarışık iç durumu başlıca rolü oynamıştır.

İtalya, Birinci Dünya Savaşına büyük ümitlerle katılmıştı. 1915 Londra ve 1917 St. Jean de Maurienne Antlaşmaları, Adriyatik ve Doğu Akdeniz'de İtalya'ya geniş ufuklar açmıştı. Müttefiklerinin zaferi, ümitleri daha da kuvvetlendirmişti. Fakat Paris Barış Konferansı'nın ilk günlerinden itibaren İtalya hayal kırıklıklarını, zaferin meyvası olarak toplamak zorunda kaldı.

1915 Londra Anlaşması'nı Başkan Wilson tanımadı. 1917 Anlaşması'nı ise, Rusya tasdik etmediği için, Müttefikleri yürürlüğe koymadı. 1915 Anlaşması ile kendisine Alman sömürgelerinden pay vadedildiği halde, sömürgelerin dağıtımında İtalya'ya hiçbir şey verilmedi.

Savaşın bunca fedakarlıklarının bedeli İtalyan milleti için, ümitlerin yıkılması oldu. Savaş sona erdiği zaman iç durum da karışmıştı. Savaş ekonomik hayatta sarsıntılar yapmıştı. Birçok fikir akımları ortaya çıkmıştı. İtalya'nın liberal demokrasisinin yanında şimdi, sendikalizm, sosyalizm, komünizm gibi akımlar ortada görünüyordu. Bu akımların etkisi altında, işçiler kaynaşmaya başlamıştı. İşçiler fabrikaların idare ve karına ortak olmak istiyorlardı.

Memleketin her tarafına dağılmış ve saklanan 500.000 asker kaçağı ise başka bir problemdi. Terhis olan asker ve aydınlar ise maddi ve manevi tatminsizlik içindeydi. Bunlar işsizdi. İç politikada istikrar kalmamıştı. 1919-1922 arasında iki defa seçim yapılmış ve dört hükümet değişmişti. Hükümetlerin otoritesi kalmamıştı. Bu durum Benito Mussolini liderliğindeki Faşist Partisi'nin (Partito Nazionale Fascista) işine yaradı. Faşist Partisi 1919 yılında Fascio di Combattimento alarak kurulmuş ve 1921 Kasımı'nda Parti haline gelmişti. Komünizmin olduğu kadar liberal demokrasiye de aynı derecede düşman, disiplin taraftarı, koyu milliyetçi bir parti idi.

1919 Kasım seçimlerinde bir tek milletvekili bile seçtiremeyen Faşistler, 1921 seçimlerinde Parlamentoya 35 milletvekili sokmaya muvaffak olmuşlardı. Bundan sonra aydınlar, askerler ve halk arasında hızla yayılıp gelişti. İtalya halkı, memleketin anarşik durumunda Faşizmin disiplin ruhuna sarıldı. Solcu akımın da gittikçe kuvvetlenmesi, Monarşiyi ve Vatikan'ı da endişeye sevkediyordu.

1922 Ağustosu'nda işçilerin genel grevle ekonomiyi felce uğratmaları ve durumun karışması üzerine Faşist Partisi'nin Kara Gömleklileri Napoli'den Roma'ya bir yürüyüş yaparak hükümet darbesine hazırlanınca, Kral selameti, hükümeti Faşist Partisi'ne vermekte buldu. 30 Ekim 1922 de Mussolini başkanlığa getirildi. Bu, İtalya tarihinde Mussolini ve Faşist diktatörlüğünün başlangıcıdır. Bu diktatörlük 1943'e kadar devam edecektir.

Mussolini'nin ilk işi, kısa bir sürede, muhalefeti ve demokratik müesseseleri ortadan kaldırarak, devleti Faşist Partisi'nde kişileştirmek oldu. Memleketin siyasal düzeni korporatif temsil esasına dayandırıldı. Faşizmin İtalya'da egemen olmasının önemli sonuçlarından biri de, Avrupa'nın bir çok memleketlerinde, iki -savaş- arası devresinde, diktatörlük akımlarının kuvvetlenmesi ve bir takım diktatörlüklerin kurulması olmuştur. Bu, savaş sonrası Avrupasının. 19'uncu yüzyılın liberalizmine gösterdiği bir tepki idi. Savaşın kitlelerde yarattığı düzensizlik, anarşi ve istikrarsızlık, disiplin rejimlerinin modasını kuvvetlendirmiştir.

Faşizmin Dış Politikası

Faşizmi iktidara getiren sadece iç faktörler değil, belki ondan da fazla dış faktörlerdi. İtalyan milletinin milletlerarası planda karşı karşıya bırakıldığı hayal kırıklığı ve tatminsizlik, Faşizmin milliyetçi politika ve propagandasına kuvvetli bir destek oldu.

Mussolini, Akdeniz'de eski Roma İmparatorluğu'nu yaratmak istiyordu. Paris barış konferansında küçük düşürülen, bir kenara atılan İtalyan milletine, bir milli prestij, bir milli benlik vermeyi vaadediyordu. İtalya'nın 1281'den beri gerçekleştirmek istediği sömügecilik emelleri, "Roma İmparatorluğunun yeniden kuruluşu" adı ile Mussolini'nin elinde bir milli idealizm haline getirildi.

Mussolini, Akdeniz'e "bizim deniz" (mare nostrum) diyordu. Başbakan olduktan birkaç ay sonra 1923 Şubatı'nda İtalyan Senatosu'nda verdiği bir söylevde şöyle diyordu: "Şunu söylemek cesaretine sahip olmamız gerekir ki, İtalya bir tek denizde ebediyen kapanıp kalamaz, bu deniz Adriyatik olsa bile. Adriyatik'ten başka Akdeniz vardır".

Esasına bakılırsa, Mussolini'nin, iktidarının ilk günlerinden itibaren gerçekleştirmeye çalıştığı yayılma ve genişleme politikası, gerçekte 1915 ve 1917 anlaşmaları ile İtalya'nın göz koyduğu toprakları hedef tutuyordu. 1936 da Habeşistan'ı ele geçirecektir ki, bu İtalya için yeni birşey değildi. Fakat ne var ki, Mussolini eski mallara "Roma İmparatorluğu" damgasını vurarak piyasaya sürdü.

Yıllardan beri küçüklük kompleksi içinde kıvranmış olan İtalyan milleti için Mussolini'nin bu yeni damgası küçümsenemezdi. Faşist rejimin içerde İtalyan milleti için ne derece rahatsızlık doğurduğu bilinemez. Lakin faşist dış politikanın bütün Doğu Akdeniz milletleri için rahatsızlık ve huzursuzluk doğurduğu bir gerçektir. Bu huzursuzluğu ilk duyan da Adriyatik bölgesi ve bu bölgede Yugoslavya oldu.

Mussolini ilk önce Fiume (Yugoslavlar Rijeka derler) meselesini ele aldı. Fiume, 1920 Kasımında İtalya ile Yugoslavya arasında yapılan bir antlaşma ile bir Serbest Şehir olarak bağımsızlık statüsüne kavuşturulmuştu. Fakat faşistler burada karışıklık çıkarmaktan geri kalmadılar. Bunun için Mussolini de iktidara geçer geçmez bu meseleyi ele aldı ve Yugoslavya üzerinde baskıda bulunarak Ocak 1924'te bu devletle yaptığı bir anlaşma ile Fiume'nin İtalyaya katılmasını sağladı. Yalnız Fiume'nin Baroş Limanı Yugoslavyaya verildi.

İtalya'nın sertlik gösterisi ikinci olarak Yunanistan'a yöneldi. Yunanistan-Arnavutluk sınırını düzenlemek için kurulmuş bulunan milletlerarası komisyondaki İtalya temsilcisinin Yanya'da 1923 Ağustosunda öldürülmesi üzerine, İtalyan donanması Corfu Adası'nı bombardıman edip, arkasından adayı işgal etti.

İtalya, Yunanistan'dan 50 milyon liret tazminat istedi. İtalya'nın bu kuvvet politikası küçük devletlerde korku uyandırdıysa da, Milletler Cemiyeti bu korkuyu gideremedi ve Yunanistan, İtalya'nın istediği bu 50 milyon liret tazminatı vermek zorunda kaldı. Yugoslavya'dan sonra Yunanistan da Adriyatik'te bu yeni kuvvetin ortaya çıkışını endişe ile izliyordu.

Faşist İtalya'nın, Yugoslavya ile Yunanistan'ı korkutan daha önemli faaliyeti ise, İtalya'nın Arnavutluk üzerinde günden güne artan nüfuzu oldu. Doğrusu Mussolini, Arnavutluk konusunda, eski İtalyan hükümetlerinden çok daha başarılı oldu. 1924 yılı sonunda, eski başbakanlardan Ahmet Zogo'nun Arnavutlukta iktidarı ele geçirmesi ve 1925 Ocak ayında da cumhuriyet ilan etmesi, İtalya'nın işini çok kolaylaştırdı. Zogo, kendi diktatörlüğünü korumak için İtalya'ya dayandı. İtalya, Arnavutlu'ğa geniş ekonomik yardım yaptı. 27 Kasım 1926 da İtalya ile Arnavutluk arasında bir Dostluk ve Güvenlik Paktı imzalandı.

Mussolini, 1927 Şubatı'nda faşist parlamentosuna bu Paktı sunarken, "Arnavutluğun bağımsızlık ve toprak bütünlüğü İtalya'nın Adriyatik'teki durumu için bir garantidir" diyordu. Bu anlaşma, Yugoslavya tarafından tepki ile karşılandı. Arnavutluk'un Yugoslav sınırları içindeki Arnavutlarla ilgilenmesi, bu münasebetlerin düğüm noktası idi. Bu sebeple Yugoslavya, İtalya-Arnavutluk Antlaşması'na, 1927 Kasımı'nda Fransa ile imzaladığı bir Dostluk ve İttifak Antlaşması ile cevap verdi.

Yugoslavya, antlaşmayı İtalya ile bir savaş hali için imzaladığını açıklamaktan çekinmedi. Bunun üzerine İtalya 22 Kasım 1927 de Arnavutluk ile İkinci Tirana Antlaşması'nı imzaladı. 25 yıl için imzalanmış olan bu savunma ittifakı antlaşması ile Arnavutluk tamamen İtalya'nın kontrol ve himayesi altına girmiştir.

Cumhurbaşkanı Ahmet Zogo, İtalya'ya dayanarak 1928'de krallığını ilan etmiştir. Bundan sonra artık Arnavutluk için İtalya'nın Belçika'sı denilmiştir. İtalya'nın Arnavutluk üzerinde kurmuş olduğu bu durum İtalyan-Yugoslavya münasebetlerinin düzelmesini engellemiştir.

İtalya'nın Arnavutluk vasıtasiyle Balkanlara kol atması Yunanistan için de bir endişe kaynağı olmuştur. Öte yandan, Mussolini'nin Doğu Akdeniz ve Anadoluyu da yayılma alanları arasında saymaktan çekinmemesi, Türk-İtalyan münasebetlerine daima bir soğukluğun egemen olmasına sebep olmuştur.

1934 Balkan Paktı da, İtalyan tehdininin önemli bir rol oynamış olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Faşist İtalya'nın İngiltere ile münasebetleri, 1935'e kadar iyi bir çerçeve içinde akmıştır. Fransa'nın savaş sonrası Avrupasında dengeyi kendi tarafına eğiltmesi ve bir üstünlük sağlaması İngiltereyi, İtalya'da bir denge unsuru aramaya götürmüştür. Buna karşılık İtalyan-Fransız münasebetleri on yıl kadar hiç iyi gitmemiştir.

İtalya'nın bir deniz kuvveti olarak Akdeniz'de sivrilmesi Fransa'nın hiç hoşuna gitmemiştir. Özellikle İtalya'nın barış antlaşmalarının kurduğu düzene karşı cephe alması (revizyonizm) bu hoşnutsuzluğun temel sebeplerinden biridir. Bunun içindir ki İtalya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan gibi revizyonist devletlerle daima yakın münasebetler kurmaya çalışmıştır. Aynı sebeple, Küçük Antant'a (Yugoslavya, Romanya ve Çekoslovakya) da cephe almış ve bunu Fransa'nın reaksiyoner bir bloku olarak görmüştür. Fransa ile İtalya arasındaki sürtüşme ve rekabet ise, İtalya'nın Almanya'da Fransa'ya karşı bir denge unsuru görmesini sağlamıştır.
 
dişi kanarya NihAn||a$kimSin KanaRya'm
İkinci Dünya Savaşından sonra nasıl İngiltere tekrar Orta Doğu'ya yerleşmek istemişse, Fransa da Hindiçini'deki sömürge düzenini tekrar sürdürmek istedi. Halbuki, Orta Doğu gibi, Güney-doğu Asya'da da şartlar çok değişmişti. Savaş sırasında bu topraklar Japonya'nın işgaline uğramıştı. Japonya, buralarda Fransa'nın izlerini silmek için sarı ırk milliyetçiliğini ve buralar halkının bağımsızlık duygularını her yolla tahrik etmişti.

Kaldı ki, Müttefikler de savaş sırasındaki demeçlerinde, sömürgelere bağımsızlık vaadini ifade eden şeyler söylemişlerdi. Mesela bunlardan, Amerika Cumhurbaşkanı Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Winston Churchill arasında yapılan bir toplantıdan sonra yayınlanan 14 Ağustos 1941 tarihli Atlantik Demeci'nde bütün milletlerin, kendi seçtikleri idare altında yaşayacakları belirtilmişti.

Bu sebeple Fransa, savaştan sonra Hindiçini'deki sömürgelerine (Vietnam, Laos, Tayland ve Kamboçya) tekrar yerleşerek eski düzeni kurmaya kalkınca, Fransa'ya karşı bağımsızlık ayaklanmaları başladı. Vietnam'ın kuzey bölgelerinde bu bağımsızlık hareketini Ho Chi-minh liderliğindeki komünistler yürütmekteydi.

Ho Chi-minh, Japonya savaştan çekilir çekilmez, Kuzey Vietnam'da Vietnam Demokratik Cumhuriyeti'ni ilan etti. Fransa bunu kabul etmediği gibi, Vietnam, Laos ve Kamboçya (bugünkü Kampuchea)yı içine alan bir Hindiçini Federasyonu kurmak istedi ise de, bu tasarısını yürütemedi. Bilhassa, Ho Chi-minh liderliğindeki Vier-Minh kuvvetleri başına dert oldu. Bundan sonra Fransa ile Viet-Minh arasında çetin bir mücadele başladı. Zira, 1950 yılından itibaren Viet-minh'in arkasında Çin de yer almaktaydı.

Bu mücadele devam ederken Kore Savaşı patlak verdi. Sovyet Rusya ile Çin, esas itibariyle Kore savaşı ile uğraştıklarından, Viet-Minh'in mücadelesi ikinci planda kaldı. Fakat Kore Savaşı 1953 Temmuzunda sona erince, Moskova ve Pekin yardımlarını bu kere Ho Chi-minh'e daha yoğun aktarmaya başladılar. Dolayısıyla, Kore savaşı sırasında bir nebze durulmuş görünen Hindiçini Savaşı, 1953 yazından itibaren yeniden şiddetlendi.

Bu savaşların şiddetlenmesi, 1954 yılında Hindiçini meselesini Doğu ve Batı blokları arasında ciddi bir buhran haline getirdi. Bunun üzerine, Birleşik Amerika, Fransa, Sovyet Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti ve İngiltere'nin katılması ile 1954 Nisanında Cenevre'de bir konferans toplandı. Bu konferans toplandığı sırada Viet-Minh bütün kuzey Vietnam'a hakim olmuş bulunuyordu.

Cenevre Konferansı, 20 Temmuz 1954'te, Hindiçini Yarımadası'nda mütareke sağlayan bir anlaşmanın imzası ile kapandı. Bu anlaşma ile Fransa, Vietnam, Laos ve Kamboçya'dan tamamen çekilerek bu ülkeler bağımsız olmaktaydılar. Ancak Vietnam, 17'inci enlemden itibaren ikiye bölündü ve kuzeyi Ho Chin-minh ve Viet-Minh'e bırakıldı. Güneyde ise ayrı bir Vietnam devleti kurulmaktaydı. Almanya ve Kore'den sonra Vietnam da ikiye bölünmüştü.

Fransa'nın çekilmesinden sonra Güney Vietnam, Amerika'nın kanadı altına sığınacak ve bu da 1960'lardan itibaren Amerika'yı Vietnam'da bir maceraya sürükleyecektir.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
18B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
5B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
5B
2 3
Yanıtlar
44
Görüntülenme
6B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
2B
Üst