Sezai Karakoç'un Şiirleri

spettro Üye
ADAK IŞIĞI

Sıcak yaz göklerinde

Önde uzanan ovada

Birden bir ışık sağdan

Bir ışık soldan çıkar

Ve bunlar

Şimşek hızıyla birbirlerine ulaşırlar

Bunu halk adak için uğur sayar

Derler: Leyla ile Mecnun buluştular

Bu göz açıp kapama anında

Ne varsa dile muradında

Mutlak yerine gelir arzun

Yerde kavuşmayanlar gökte kavuşurlar

Ve bir uğurlu anda

Kavuşmak isteyenleri kavuştururlar

------------------------------------


ALINYAZISI SAATİ (İSTANBUL)



Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun

Yaklaştıkça büyüyen

Ayrıntıları setleri bahçeleri

Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan

İşte ben o şehri yaşadım yıllarca

İstanbul'da parça parça

Çeşmelerinde ayı yaşadım

Servilerinde ayla birlik bölündüm

Ayla birlik yaralandım

İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla

Soludum bölük bölük ahiretin

Keskin çizgili özgürlüğünü

Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi

İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri

Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini

İstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım

Taşlarına adeta resmim işledi

Ben İstanbul'da dağıldım zerre zerre

İstanbul damla damla içimde birikti

Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir

Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir

O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp

Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen

Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden

O Tanrı'nın kılıç halindeki hilali

İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli

İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri

İstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden

Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle

Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri

Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri

Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olan biteni

Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini

Bağdat'ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin

Şam'da son sınırı manevi medeniyetlerin

Kozmik bakış metafizik sezgi

Bağdat'tan dal, Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi

Hep İstanbul'da kırık dökük

Parçalanmış silinmiş sönmüş

Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere

Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu

Sabah Karacaahmet'te öten şafak kırmızısında savaş borusu

Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler

Su şırıltısından gök gürültüsüne değin

Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter

Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi

Ben yaşadıkça o yaşayacak bende

Kimbilir belki o da dirilecek benimle

İslam Milletinin dirilişinde

O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya

İnsanın insan olduğu o günde

Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir

Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa

Doğrul ve kalk ayağa

Kemiklerinle etin arasında

Sonsuz güç topla korku ve muştuyla

Mucize muştusuyla

Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim

Fırtına yaprak yaprak dökülüyor

Gecenin tüyleri savruluyor havaya

Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla

Mübarek toprağın anlamından bile yoksun

Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman

Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız

Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz

Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz



Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim

Denizi yüklendim adeta denizle evlendim

Denizle yaşadım denizle öldüm

Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm

Denizden denize yükseldim

Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde

Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları

Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin

-Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-

Bursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra

Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken

Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken

Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda

Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında

Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya

Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla

Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana

olup biteni

O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini

Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık

Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık

Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi

Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi

Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi

Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi

Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı

Bir kartal taşırken yere düşmüş

Ve kalakalmış kaldığı yerde

Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne

Yemişler ötesini berisini

Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı

Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı

Bir at gibi soluyorsun kulelerinle

Deniz öfkenin köpükleriyle benekli

Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda

Yeniden sularından içelim kana kana

Savaşabilirim bugün bütün dünyayla

Gerekirse

Ruhumuzun susadığı hakikat olan

Evrensel İslam Barışının zaferi için

Aşk için Tanrı hakikati aşkı için

Göğe çıkan İsa yere insin diye

-Fazla çıkardılar göğe-

Gel ey Muhammed ve İsa hakikati

Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var

Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar

Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları

Savaşırım doğudan daha doğu

Doğrudan daha doğru olanı bulmak için

Zulme karşı savaşabilirim

İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir

Ebedi hakikat budur

Bunun için savaşırım ben

Bunun için kanım helal olsun

Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak

İstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmak

Bunun için savaşırım ben

Servi için savaşırım çınar için savaşırım

Tozlanmamış gün doğuşu için

Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye

Tuz deniz damlasında gülsün

Çam denizle gülüşsün

Su tenimizle barışsın

Ruhumuzla ışısın diye

Savaşçıyım ben atalarım gibi

İstanbul için savaşırım

Bağdat'ın dervişlik ortağı

Şam'ın kılıç kardeşi

Olan İstanbul için

Benim güneşimden öteye kimse gidemez

Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil

"Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır"

Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kulluk

İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü

Kıyamete kadar söylenecek türkü

-------------------------------------



ANNELER VE ÇOCUKLAR



Anne ölünce çocuk

Bahçenin en yalnız köşesinde

Elinde bir siyah çubuk

Ağzında küçük bir leke



Çocuk öldü mü güneş

Simsiyah görünür gözüne

Elinde bir ip nereye

Bilmez bağlayacağını anne



Kaçar herkesten

Durmaz bir yerde

Anne ölünce çocuk

Çocuk ölünce anne


-------------------------------------

AŞK VE ÇİLELER



Monna Rosa siyah güller, ak güller;

Gülce'nin gülleri ve beyaz yatk

Kanadı kırık kuş merhamet ister;

Ah, senin yüzünden kana batacak,

Monna Rosa, siyah güller; ak güller!



Ulur aya karşı kirli çakallar,

Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.

Monna Rosa, bu gün bende bir hal var,

Yağmur iğri iğri düşer toprağa,

Ulur aya karşı kirli çakallar.



Zeytin ağacının karanlığıdır

Elindeki elma ile başlayan...

Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,

Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,

Zeytin ağacının karanlığıdır.



Zambaklar en ıssız yerlerde açar,

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,

Işıksız ruhumu sallar da durur,

Zambaklar en ıssız yerlerde açar.



Ellerin, ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi...

Ellerinden belli olur bir kadın.

Denizin dibinde geziyor gibi

Ellerin ellerin ve parmakların.



Açma pencereni, perdeleri çek:

Monna Rosa seni görmemeliyim.

Bir bakışın ölmeme için yetecek;

Anla Monna Rosa, ben öteliyim...

Açma pencereni, perdeleri çek.



Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;

Saat on ikidir, söndü lambalar.

Uyu da turnalar gelsin rüyana,

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.



Akşamları gelir incir kuşları,

Konarlar bahçemin incirlerine;

Kiminin rengi ak, kiminin sarı.

Ah, beni vursalar bir kuş yerine!

Akşamları gelir incir kuşları...



Ki ben Monna Rosa, bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında.

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O masum bakışlar... Su kenarında

Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni.



Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa:

Henüz dinlemedin benden türküler.

Benim aşkım uymaz öyle her saza,

En güzel şarıkıy bir kurşun söyler...

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.



Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.

Birgün gözlerimin ta içine bak;

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.



Artık inan bana muhacir kızı,

Dinle ve kabul et itirafımı.

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

Alev alev sardı her tarafımı,

Artık inan bana muhacir kızı.



Altın bilezikler, o korkulu ten,

Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;

Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,

Bir tüy ki, kapalı geceye, güne;

Altın bilezikler, o karkulu ten!



Monna Rosa siyah güller, ak güller,

Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister;

Ah, senin yüzünden kana batacak,

Monna Rosa, siyah güller, ak güller!


--------------------------------------------------


BAHÇE GÖRMÜŞ ÇOCUKLARIN ŞİİRİ



İlkin sakin kiraz bahçeleridir andığım eski günlerden

Şehrin çocuklara mahsus kaydıraklardan olduğu

Fi tarihinde kutsal sözleri kale almadıkları için

Harap bırakılmışlar tabiatüstü güçlerle



Bir kere elime aldım mı çocukluğumu

Üstüne kerametler yazılı derilerde

Geleceği bildiren derilerde

Başlar yeni bir mantığın bağbozumu



Paganini bakışıyla ölümü inkar eden

Anneleri şaşırtan çocukları büyüleyen

Sevimli kahinlikleriyle fakirleri sevindiren

Ve siz ey çingene kadınları



O yıllar savaş yıllarıydı geceleri karartma

Gündüzleri fırın önlerinde birikirdi halk

Biz çocuklara büyükler arasındaki fark

Bir yanda şehir bir yanda kiraz bahçeleri
------------------------------------------------


BALKON



Çocuk düşerse ölür çünkü balkon

Ölümün cesur körfezidir evlerde

Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların

Anneler anneler elleri balkonların demirinde



İçimde ve evlerde balkon

Bir tabut kadar yer tutar

Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen

Şezlongunuza uzanın ölü



Gelecek zamanlarda

Ölüleri balkonlara gömecekler

İnsan rahat etmeyecek

Öldükten sonra da



Bana sormayın böyle nereye

Koşa koşa gidiyorum

Alnından öpmeye gidiyorum

Evleri balkonsuz yapan mimarların


------------------------------------------

BATIŞ



Güneştir düşen turuncusunda menekşeler sunarım

Gece artık hiç dönülmeyecek yerlerdeki o sevgiliye

Çocuklara kekik toplıyan o sevgiliye

Bir kekik uzatan çocuk anne deyince

Deniz dibinden çatı çeken

Çocuk üstüne arkadaş üstüne



Güneştir düşen yeşilinde bir yüz döner

Değişmiyen o gençliğiyle sevgili

Ölümden sonraki kurtulma gibi

Döner döner de gelir karşıma

Deniz dibinden cıkan ahtapot ölüleri

Eski utanmaları çeker su yüzüne



Güneştir kırmızı ve ben en çömezi bir rengin

Altın hatıralar hükümetinin

Bitmeyen sultanı o sevgiliye adanmış

Soy utanc soy anış soy sevgi

Gel artmaz azalmaz ey sevgi


---------------------------------------------------


BEN KANDAN ELBİSE GİYDİM HİÇ DEĞİŞTİRSİNLER İSTEMEZDİM



Kendinden birşeyler kattın

Güzelleştirdin ölümü de

Ellerinin içiyle aydınlattın

Ölüm ne demektir anladım



Yer değiştiren ben değildim

Farklılaşan sendin

Sendin bana gelen aynalarla

Sendin bana gelen sendin



Artık ölebilirdim

Bütün İstanbul şahidim

Ben kandan elbiseler giydim

Bundan senin haberin var mı




-------------------------------------------

ÇEŞMELER



I.



Benim yalnızlığımdan

Damıtılmış çeşmeler

Kurumuş unutulmuş

Ceşmelerin akışıyım

İnsanlık içinde



Ay görmez onları onlar ayı görür

Aydan haberlidirler

Söylediklerinin çoğu

Ay hakkındadır

Aya dair

Ayın tarihine ait



Fındıklılı Mehmet Ağa

Çeşmesi

Silahtar Tarihinin yazarı

Yenilmez karpuzlar

Acı salatalıklar yıkamıştım suyunda

İçilmez

Bozuk suyunda

Gece yarısı

Ayışığında

Yaz ay ve ben

Silinmeye yüz tutmuş yazı

Ölümü hecelemiştik

Ortalığı dolduran sesinde

Ta... aşağılarda olan yatıra

Bir türkü söylüyordu

Ölüm ötesinde açmış

Menekşeler kimliğinde



Ölüydü insanlar

Yalnız yaşıyordu o yatır

Ve o çeşme

Ben de

Sıratı andıran bir çizgide

Soluyordum devrildim devrileceğimi

Hayatı ve ölümü birlikte

Aynı geçmezlik ve değişmezlikte

Aynı yenilik ve tazelikte

Ürpererek geçiyordu yarasalar

Uzaklardan

Beyoğlu'nu bir telgraf gibi

İleterek birbirine


-------------------------------------------



ÇOCUKLUĞUMUZ



Annemin bana öğrettiği ilk kelime

Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde



Annem bana gülü şöyle öğretti

Gül, Onun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi



Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus

Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus



Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde

Binmiş gelirdi Ali bir kırata



Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından

Asyada, Afrikada, geçmişte gelecekte



Biz o atın tozuna kapanır ağlardık

Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü



Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü

Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman



Ali olmaktan bir sedef her çocukta



Babam lambanın ışığında okurdu

Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık

Fetihlerde bayram yapardık

İslam bir sevinçti kaplardı içimizi



Peygamberin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık

Bediri, Hayberi, Mekkeyi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık



Mekkenin derin kuyulardan iniltisi gelirdi



Kediler mangalın altında uyurdu

Biz küllenmiş ekmekler yerdik razı

İnanmış adamların övüncüyle

Sabırla beklerdik geceleri



Şimdi hiçbirinden eser yok

Gitti o geceler o cenk kitapları

Dağıldı kalelerin önündeki askerler

Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi

--------------------------------------------

DENİZİN KENTİNİ YAKTIM



Denizin kentini yaktım

Vızıldayıp duran kafamın ortasında

Denizin kentini yaktım

Hurma şırıltılarıyla



Denizin kentini yaktım

Beni çocukluğumdan koparan

Denizin kentini yaktım

Bir kent kadın kabuklarından



Denizin kentini yaktım

Miras kalmış bir alevle

Denizin kentini yaktım

Veli ağaçlarla kalbi atan mermerle



Tanrıyı anarak kalbi atan

Cami sütunları boğdu

Sararmış gözyaşlarıyla

Kararmış denizin kentini



İstanbul ey sevgili şehir

Dön dön karadan gelen sesime

Son veren zaman yatırında

Denizden getirilen biçimine
__________________


DOĞUM

(Leyla'nin doğumu için Mecnun'un sonradan söylediği)



I.



Çiğ düştü göklerden

Ve bir bahar günü doğdun sen



Güvercinler geçti menekşelerden

Ve bir bahar günü doğdun sen



Kendi kendine ayna olan nergislerden

Leylakların gün doğuşu ürperişinden

Zambakların kıyı kıyı bakışından

Geldin sen

Ve rüzgarlar karları süpürdüğünde

Ve insanı çıldırtan kuş sesleri işitildiğinde

Birdenbire aydınlandı annenin yüzü

Ve bir bahar günü doğdun sen



İlkin horozların gözüne göründün

Dünyaya haber verdiler ötelerden

Baban yeni dönmüştü eve ıraklardan

Birden aydınlandı annenin yüzü

Ve bir bahar günü doğdun sen



Marta bakan biliyordu geleceğini

Nisana bakan görüyordu alaca renklerini

Kızıl ve yeşil seherini

Mayısa bakan buldu seni

Ve bir bahar günü doğdun sen



Sana Leyla dedim Suna dedim şiirlerde şarkılarda

Gerçek adın bir fısıltı gibi kaldı ağızlarda dudaklarda

Çatlar yüreğim bir nar gibi o sırrı anar da

Avunurum doğumundan gelen muştulu armağanlarla

Melekler gökten geldi armağanlarla

Ve bir bahar günü doğdun sen



Bir bahar günü doğdun sen

Baharın ta kendisi oldun sen

Şimdi her baharda doğan çocuklarla

Sen en aşılmaz boya tenlerinde saçlarında

Sen görünür görünmez ufuklarda

Karlar erir erir kaçar kaçar da

Gökler yağmur biçiminde güler ağlar ağlar da

Güneş öğünerek yansır yansır da sularda

Gelirsin her baharda

Bir diriliş gibi ölü dünyaya

Ölüler gölgenden ateş ala ala

Ekilip biçilip yankı yapa yapa

Yaz sıcaklığından arta arta

Birer birer çıktılar gönlümüzün aynasına tarlasına

Ki bir bahar günü doğdun sen



Güller dönüştüler yatak çarşaflarına

Leylaklar yaklaştılar korka korka

Nergisler benliğimizin ortasından baka

Gelip fon oldular insanın

Bir kere daha

Sende yeniden yaratılışına

Bir bahar hali yaratışına



Bir bahar günü doğdun sen

Baharın ta kendisi oldun sen
__________________



II.



Sonbahar benim ölümüm kırmızı kırmızı yanışım karaağaçlarda

Senin ak doğumunu daha çok ortaya koymak için

Toplayıp gelişim güzü bütün sarılarımla loşluklarımla

Çürüyen solan evrenin karşı koyuşu

Senin baharda doğusunun anısına



Ah o ne sıtmadır güneşteki sıtma baharda

Her an senin doğumun yaşamaktan gelen

Ve güzün güneşte bir kuruyuş bir dağılma

Benim ölümümden gelen haykırış ve ağlayışlarla

Bir ömür boyu oldum salt ölüm kemiği

Parlamak için senin doğumundan gelen fosforlarla

Eve girmekte geç kalan çocuklar görecektir geceleri

Aşk baharının sessiz direnişini

yanıp duran ışıklarda



Yaz güneşi biriktirdi biriktirdi

Sonbahar yapraklarda delirdi

Kış derin çizgileriyle devrildi

Bahar gül tanklarıyla çiçek çağlayanlarıyla belirdi

Ve bir bahar günü doğdun sen
__________________




DOKTORUN KARŞISINDA



Doktor bir kavisim var bir kavisim var

Geçen günden beri bir kavisim var

Ondan bir akıntı mıdır yarasalar

Bir kavis önünde linç mi demek kurtarılacak bir kent ki

Yeşil bir toprak selameti

Bir kabrin bir cihanlık cömertliği cesareti

Kitaplardan kitaplara

Atılarak erişilmiş bir saygı saati

Bir kırağı yaprağında son direniş çiçekleri

Ölen bir hristiyanda bir yahudi zambak sesi

Çarşıların boşluğunda ben bir eski çeşme yası

Affedersiniz doktor siz süryani misiniz

(Hayır ben süryani değilim ama arkadaşim süryani)



Ben çok incil gördüm çıkmamış boyalari

Biraz daha gerilmiş yazıldığı ceylan derisi

Ama silinmiş ölüme karşı dayatan

Lazarı ayağa kaldıran muştu defnesi

Bütün defnelerı kırdık bir güveç neşesi

Fırınlar açıldı narlar kurudu

Kuyu deştik sular çekildi

Doğ ey kuyruklu yıldızı ülker kümesi

Bilirim en çorak toprağın bile var bir kehaneti

Bir kerameti

Bir gelecek zaman ticareti

Demet demet muştuları

Demet demet nimetleri

Doktor siz süryani misiniz

Yani eski bir süryani

(Hayır ben süryani değilim ama arkadaşım süryani)



Bilirim bilirim incilden yola çıktınız

Ama yolu çabuk şaşırdınız

İncilden kendinize bir şeyler katacağınıza

Kendinizden incile çok şeyler kattınız

Sevdiniz öyle sevdiniz ki sevdiğinizi tutup mermere işlediniz

Ama sonra tutup mermere taptınız

Mermeri kadeh kadeh

Bir alacakaranlik gibi içtiniz

Sonra kustunuz mermeri

Çağlarca kustunuz mermeri

Ey mermer kusan ırk

Ey oruçsuz tiyatro

Acıkmış iftarsız acıkmışlar

Güneşten başka ne bulmuşsa yemiş olanlar

Doğuya hücum demek doğuya hücum var

Işte size bir kent ki

Yanlış yanan bir linç ampulünden

Size eşsiz bir şölen var

Kemiklerimin ışıklarindan

İyi sanat doğrusu misyonerlik

Doktorluk gibi doktor

(Hayır ben süryani değilim ama bir arkadaşım var)



****



Siz çin diyorsunuz anlıyorum

Bir pirinç hastalığı falan

Geçiyorsunuz da bengisulardan

Bir hızır hızarından

Bir tabut pınarından

Gözümün hastalığından

Nasıl ki Meryem de bir çocuk sezmişti Cebrail sularından

Nasıl ki yeşil sancaklar inmişti bir gün Diyarbekir surlarından

Kurtarıyordunuz beni

Bana bir gemi gibi yaklaşan

Üsküdar akşamlarından

Fatih camii gibi aydınlıktınız

Bir fakir ölüsü kadar sessiz ve sade

Sağımda kırgın solumda çılgın

Önümde Yakup Yusuf ve İshaktınız

Arkada kaynak sular kadar berraktınız

Dün akşam üzeri güneşi siz batırdınız

Başkası değil doktor güneşi siz batırdınız

Ama inandim ki doktorsunuz değilsiniz süryani

Doktorsunuz doktordan başka birşey değilsiniz yani
__________________




DONUK AŞK



Yine akşam oldu,

Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine,

Uzaklık aynı gerçi,

Heryerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi,

Yine akşam oldu orda olduğu gibi,

Görebiliyorum seni burdan da,

Aynısıydı ordayken de,

Uzaklıktan korkmuyorum belki de,

Orada da aynıydı uzaklık gerçi

Donuklaşmış oldu artık bu,

Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi,

Galiba ben baştan kaybetmişim,

Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş...
__________________



EY SEVGİLİ



Senin kalbinden sürgün oldum ilkin

Bütün sürgünlüklerim bir bak1ma bu sürgünün bir süregi

Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda

Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layikolmasam da

Uzatma dünya sürgünümü benim



Aşkın bu en onulmazından koparıp

Bir tuz bulutu gibi

Savuran yüregime

Ah uzatma dünya sürgünümü benim

Nice yoruldugum ayakabilarimdan degil

Ayaklarimdan belli



Lambalar egri

Aynalar akrep melegi

Zaman çarpilmis atin son hayali

Ev miras degil mirasin hayaleti

Ey gönlümün dogurdugu

Büyüttügü emzirdigi

Kus tüyünden

Ve kus südünden

Geceler ve gündüzlerde

Insanliga anit gibi yükselttigi

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünüm benim



Bütün siirlerde söyledigim sensin

Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin

Seni saklamak için görüntülerinden faydalandim Salome'nin Belkis'in

Bosunaydi saklamaya çalismam öylesine asikarsin bellisin

Kuslar uçar senin gönlünü taklit için

Ellerinden devsirir bahar çiçeklerini

Deniz gözlerinden alir sonsuzlugun haberini

Ey gönüllerin en yumusagi en derini

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim



Yillar geçti sapan ölümsüz iz birakti toprakta

Yildizlara uzaniphep seni sordum gece yarilarinda

Çati katlarinda bodrum katlarinda

Gölgendi gecemi aydinlatan essiz lamba

Hep Kanlica'da Emirgan'da

Kandilli'nin kursuni safaklarinda

Seninle söylesip durdum bir ömrün baharinda yazinda

simdi onun birdenbire gelen sonbaharinda

Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layik olmasam da

Ey çagdas Kudüs (Meryem)

Ey sirrini gönlünde tasiyan Misir (Züleyha)

Ey ipeklere yumusaklik bagislayan merhametin kalbi

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim



Daglarin yikilisini gördüm bir Venüs bardaginda

Köle gibi satildim pazarlar pazarinda

Günesin sarardigini gördüm Konstantin duvarinda

Senin hayallerinle yandim düslerin civarinda

Gölgendi yansiyip duran bengisu pinarinda

Ölüm düsüncesinin beni sardigi su anda

Verilmemis hesaplarin korkusuyla

Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layik olmasam da

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünüm benim



Ülkendeki kuslardan ne haber vardir

Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir

Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir

Yoktanda vardan da ötede bir Var vardir

Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir

O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir

Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir

Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir

Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir

Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir

Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir

Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili
__________________


HIZIRLA KIRK SAAT'TEN



Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz

Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz

Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı

Günlere geldim bunu bana öğretmediniz

Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı

Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim

Bunu bana söylemediniz

İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler

Bunu bana öğretmediniz

Kardeşim İbrahim bana mermer putları

Nasıl devireceğimi öğretmişti

Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım

Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini

nasıl sileceğimi öğretmediniz



Bir kentten daha geçtim

Buğdayları yakıyorlardı

Yedikleri pirinçti

Birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı

Sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı

Pirinçler gibi çoğalıyorlardı

Atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum

Öpüp çıkıp gittim yelelerini
__________________




İLK



Yanlış trenden indin seni şehrin aynasından geçirdiler

Sana baktım yıllarca hep aynı özlem penceresinden

Yürüyen ve kaçan yalın ve çocuksu özlem penceresinden

Denize karsı küçüle küçüle giden evleri

İnce ince karşılardın olağan karşılardın

Şen dünya içinde sen dünya içinde bir avuç şen dünyaydın sen



Bahar bilgisi güneş rengi at soluğu ve sen

Seni çağırıyorum geç gel ağlayan son bakireler içinden

Kadınlar taş heykeller gibi gelip gecer sarı kayalardan

Hangisine baksam sen kımıldar sen seslenirsin içerlerden

Çekil karşımdan sultanı cariyelerde aramak körlügü diyorum

Körlük güneşe ve gözlerime doğru gelen



Sen bir el uzanışıyla aydınlanan yeni ay mısın

Geyik resimleriyle kabarık her köşen

Geyik derisinde akan ilk nehir

Bir el uzanışıyla

İlk sokağın ağzında kaybolursan ağlayacağım

Leylaklarla akrepler gözlerine bakıp insan olurlarsa

Çocuk cennetinde günahların ilkini sen işliyorsun demektir Suna

Parlayan denizler gürültüsüz şiirler kapanan kapılar sana

gök taşlarını getiriyorlar

Seni sayıklıyor

Denemesi yanlış yapılmış ilk ok
__________________



İNCİ DAKİKALARI



Sen bana yeni yılsın her dakika

Her dakika bir yaşıma daha giriyorum



Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni

Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın

Ben bin parçaya bölündüm her parçasında

Her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın

Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın

Erkek ağlar mı diyeceksin

Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı

Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum

Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında

Daha gözlerimin gerçek yaşları belirmeden

Ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey

Yüzme bilmeyen bir uyurgezer yüzer ya

Çürük ve havada asılı tahtalar üstünde

Hafif kedi ayaklarıyla yürür gerçekten yürür ya

Sen benim ağlamamı erkeklığıme

Uyanan ölmeyen yenilenen

Azgın kışlar içinde keskin baharlar bulan

Seni bulan yeniden bulan tekrar tekrar bulan erkekliğime say



Bütün bir yıl bütün bir yaşama boyu

Gizli heybelere binbir gece eşyası doldurduğuma say



Ben otomobilleri böylesine yankısız sağır komam

Öyle bir isyan şiiri var ki ben onu yakalayacağım

Bu yunan şehrinin düzenini öper ve yalvarırım

Şehrin ölümünü yanlış anlama

Gözleri kör oldu doğrudur ama o kadar

Ve şehrin gözlerini geri verme dakikalarıdır bu yılgın çanlar



Senin odan günışığı en güzel müzik bana

Farklılıklar odası

Giden tren buharları içinde örümcek ağı

Sen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamak

Doğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe arasına gerilmiş

Garip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı



Ben bir yabancı buğunun kokusunu alıyorum

Bu kokuyu alıyorsam onulmaz kıskançlık yaramdandır

Benim garipliğime bakma benim kıskançlığıma bakma benim

İncilerin ilk gerçek ve yeni yorumunu bulur gibi oluyorum

Bu inciler denizlerin en karanlık noktalarında bile yoktur

Benim ak ve kara kayalar içinde bulduğum inciler

Bu inciler sen olmasan bende bile yoktur

Oldukları yerde bile
__________________


KAN İÇİNDE GÜNEŞ



Polonyanın kanı beyazdı

İsyan bir bayraktı süt içinde

Porselenlerden yapılmış Polonya

Kırılan heykel ve heykel aşkları

Ve Venüsün kırık kolu Polonya



Polonya Polonya sana günaydın

Karanlıklardan çekip kaderini

İlk aydınlığa çıkardın



Ama ben Peşteye dönüyorum

Peşte bir kan çemberi

Işıklı çemberler içinde ölüler

Konuşturuyorlar sfenksleri

Öğretiyorlar kelimeyi doğan

Çocuklara kutsal kelimeleri

Kelime en güçlü silahtır

Tutar şehri ve insanı



Elektrik lambalarının altında

Kadın kanları

Kadınlar susmuştu

Konuşan erkekti

Kadın gömlekleri yırtılıyordu

Anne gömlekleri

Ve mesut dakikaları beklemiş

Bütün saatler

Tırak deyip durdu



Günah duvarına düşmüş

Şehrin beyaz kaderi

Ve kan aynasında

Macar gölgesi

Macar kası gergin



Kan büyüyordu

- İşin kötüsü gözüm görmüyor

- Silah ıslandı atamıyorum

- Çevrem kıpkırmızı oldu

Ellerim yapış yapış

- Kelimelerimi duyuyor musun?



Dünyaya kan ismi veriniz



Sokak fenerlerine asılmış

Güzel ve canlı ölüm

Aydınlatıyordu gerçeği

Telgraf direklerine çekilmiş

Düşman ölüleri bir bütün

Apayrı bir varlık insandan

Günah kadar çirkin

Ve Tanrı düzenine aykırı

Bir ur kocaman



Ölüm yayılıyordu ölüyordu gece bile

İşleyen makinalar kalmıştı yalnız

Ve onların kolları insanlar

Zalim kelimesinin gözbebeği

İnsan değil alet

Aletin aleti

Kör

- Tanrı onlarsız değil

Ama onlar - Tanrısız



Geride ve Peştede kan vardı

Budanın bir kelimelik heykeli kan içinde

Ve güneş yavaş yavaş yükseliyordu Peşte dağlarında

Ve kan pırıl pırıldı

Kızgın ve kaynar

Bin güneş yanıyordu kanda

Küçük fakat sağlam
__________________
 
spettro Üye
KAPALI ÇARŞI



Kendi yastıklarına gölge salmasın

Çocuklarının öpüşleri onlara anlat

Onlara anlat yağmur karşılıklı yağar

Ruhların içindeki müzikle karşılıklı

Kapalı çarşı içinde bir sigara

Bir keman kılıfı senin saçlarına sürünen yağ

Onlara anlat kadınların gözlerinin içinden geçer

Kapalı çarşı ve kapalı çarşıyı götüren saat



Bir inci gerdanlık dumanları içinde kapkara

Anlamağa başladığı ağır ve çekilmez kelimeler içinde dağ

Senin resmin ince gerdanlığın siyah parlaklığı içinde ışıklı

Işıklı ışıksız yandan ve önden ışıksız arkadan ve içten ışıklı

Onlara anlat ki insan kelimelerden ve şiirden yaratılmadı

Tüyler içinde gelen yeni dünya

Bir sandalye kadar hür olduğu gün

Sen cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlat



Benim aynamı küçültüp büyülten onlar

Benim aynamı aynalıktan çıkaran

Kapalı çarşılar içinde fikre ve gerçeğe

Neler neler etti anlarsın onlar

Şemsiyeler gibi

Felaketlerin en şakacısına açılıveren onlar

Kendi yastıklarına düşmesin

Dostlarının kadınları üstündeki gölgesi onlara anlat

Kapalı çarşılar içinde

Aslanların ağaç kabuğuna yazdığı şiir

Kapalı çarşı içerisinde

Açık ve keskin yumuşak ve güzel Kur'an sesleri

Kapalı çarşı içinde kapalı rüya çarşıları

Kapalı çarşı içinde öfke ve af çarşıları



Kapalı çarşıya gittiğin zaman

Bir yangın sonrasının gazetelerini okudun

Bir gazete uzun ve kul olmuş bir gazeteydi kapalı çarşı

Mavi gözlü bir gazete

Kapalı çarşı içinde bulutların en senin olanı

Sen bana kapalı çarşı

Şüphesiz o kadar satılan ve alınanlar var ki

Şüphesiz bir harita kırığı

Bir yapma deniz parçasıyla kapalı kapalı çarşı



Sen kapalı çarşılar üstüne yağmur yağanı

Yağmurun iyi ve doğru yağmadığını onlara anlat
__________________



KAR ŞİİRİ



Karın yağdığını görünce

Kar tutan toprağı anlayacaksın

Toprakta bir karış karı görünce

Kar içinde yanan karı anlayacaksın



Allah kar gibi gökten yağınca

Karlar sıcak sıcak saçlarına değince

Başını önüne eğince

Benim bu şiirimi anlayacaksın



Bu adam o adam gelip gider

Senin ellerinde rüyam gelip gider

Her affın içinde bir intikam gelip gider

Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın



Ben bu şiiri yazdım aşkın çeşidi

Öyle kar yağdı ki elim üşüdü

Ruhum seni düşününce ışıdı

Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın
__________________



KARA YILAN



Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum

Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını

Ve bütün varlığımla kara yılan seni çağırıyorum

Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeğe

Pamuğun ağırlığını yapan dağın hafifliğini

Sana haber veriyorum yeni doğduğunu güneşin



Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk

Günahlarım kadar ömrüm vardır

Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum

Saçlarımı acının elınde unutuyorum

Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni

Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk



Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı

Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum

Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın

Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum

Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum



Seni süt içmeğe çağırıyorum parmaklarımdan

Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan
__________________


KAV



Otomobil birden çıkıyor yoldan

Bir deniz kıyısında duruyor

Büyü bıçağı koparıyor onu gri harmanili kayalardan

Yalnız sırtlarından sezilen haçlı erleri kayalardan

Kayalar kapatıyor onun arkasını som

Düşünceyle şekerlendirilmeden

Günse eriyor yön yön Van Gogh'su bir kırmızılık

Kirazların ve güllerin tifoya kardeş çıkan rengi

Kokuları bile kıpkırmızı olan güllerin

Ve otomobilden inen sensin iki avcunda deniz

Çevrene üşüşen zeytin ağaçları

Arkandan inenler o kimlerdir ki avuçlarına gülüyor

Oluşa gülüyorlar kuşlara çocuklara

Ki senin ellerini görmek bir kurtuluştur çocuklara

Sen yüzünde Akdeniz memnunluğu sen Truvalı Helen

Sana gelmiş bütün yunanlılar atlı arabalarla

Atlarla otomobillerle uçaklarla

Bütün kiraz yangını çocukları andıktan sonra

Evrenin akşamından döndünüz evlerin parmaklarına



Almışsın üstüne örtücülüğünü siyah kahverenginin

Ağaç gövdelerinin kavların rengini

Tabiat seninle canlı ve yeni

Tabiatı duruşun ve bakışınla verimlendirmişsin

Ey geçmez gençliğin telâşsız sesi

Sesinle ölümü ürkütmüş terletmişsin

Bir piknik yer altı gençliğine gözlerin

Saçların bir başlangıç eski zaman leylâklarına

Bir vakit gelse ki kapansam ayaklarına

Geçen zamanı yanlış bir rüya gibi yorumlasam

Resmini yunanlılardan kalma kayalara oysam

Gitsem Bergama Tiyatrosunda seslensem ismini

Benimle birlikte tabiat çağırsa seni

Eski çağ çağırsa seni

Yeni çağ çağırsa seni

Her piknik gezintisinde yaptıkları gibi

Çiçek kuş arı ve mavi gökte güneş

Seninle donanırlar çocuk oyunlarında dağ düğünlerinde

Ve kayalar ilk olarak atalardan arınmış

Büyümüş denizden gelen sabırsız seslerle

Sonbahar papirüslerini birer birer atmış

Kentse yüzyıllarca ilerde ve ötede

Sen halk ve çocuklar ve bir portatif çadır

Ve kalakalmış bir oto uçurum kenarında

Hafta içi gel gitleri denizde kanayıp ıslanış

Güneş sevinçli yaşlarla kararmış

Tabiatla konuşmaya başlarsın bardakların derinliğinde



Çin çay bardaklarının

Birbirinizi yitirirsiniz tabiatın sisinde

Biriniz Kafdağında biriniz Çinseddinde

Deniz yüreğinizin telâşsızlığından aydınlığını emer de

Akşamın üstüne boşanır yanar beyaz gecelerde

İyot kokulu yalnızlık panayırlarında

Ben bir peri masalı gibi anılırım o anda

Gelip geçen bir nöbet gibi o anda orada

Saçılan eşya toplanır otomobil çalıştırılır dönüş başlar

Tabiatla son alışverişi yapar çocuklar

Deniz yavaş yavaş siyah bir kabuk bağlar

Çayırlar üzerinde soğan yumurta kabukları büzülmüş kâğıtlar

Sende kadınlığın o sonsuz gülümsemesi ve toparlanışı var

Gözler hep arkadadır acaba unutulan bir şey mi var

Mutlaka unutulan bir şey var

Gün bir bomba gibi düşer ve batar

Arkaya son bir göz atılır otomobile doluşulur

Şimdi sizi tabiattan koparan geri alan bir asfalt

Şehrin düşüncelerini yayınlayan kalorifer bacaları

Oraya buraya koşuşan insanlar

Ve bütün ışıklar yanar
__________________


KÖPÜK'TEN



Portakal büyüsüdür yalayan seni beni

Kentte başlarken gece horozun terk ettiği

Bir kadını havlıyor taşıyor o ıssız köpekler ki

Kırmızı bir karpuzun ortasından kesilen o köpekler ki

Deniz mi dedin ne denizi

Ben Kristof Kolomb'un uşağı değilim

Ben ırmakçıyım denizci değilim

Kulağımda ne bir aşk ne de bir kürek sesi

Bir meydan uğultusu barbar bir inşaat sesi

Bir kere kente girdin

Bir kadını al onu yont yont anne olsun

Her kadın acıma anıtı bir anne olsun

Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne

Sen bu şehrin sokaklarından geç sonsuz pencerelerle

Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun

Ve sonra yıpratılan ne

Mavi bir alıkonan

Bu köpekler neyi havlıyor hangi kadını

Bu horozlar neyi ürperiyor çocukları mı

Sabah ki marul ortası kırılan bir gemi direkte

Vakit çiçek bozuğu bir akşam terkisi

Bana ayrılan hangi Arap atının terkisi

Hangi çadır düşüncesi ve çöl

Bir mermerin rüzgârdaki savruluşu çöl

Kadın giyeceklerinin kıvranışı kızılda

Bir kırmızı biber salgını develer

Yeter suyun anıtlaşması çelik çelik biatı



Bir kere kente girdin

Felçli kadın karyolaya bağlı Haliç

Engenlik gençkızlık işletmesi karyola ki

Bekâr bir ölümün fener alayı şöleni

Azrailin boyuna bülûğa erdiği gerdeği girdiği

Eleni Eleni karyolada düşünen kadın

Yalnız ve som karyolada düşünen kadın

Her erkeği papaz sanıp günah günah olarak çıkartan

Her gece güneşi ısıran

Köpekler neyi havlıyor hangi gülü

Horozlar neyi ürperiyor savaşı mı

Bir yumurta ortasında gece yarısı

Sen ey şair ki ellerini kollarını çarmıha gerdin

Ölüm ki tabiatüstü hayatların menaceri

En yeni buluşu intihardır
__________________


KÖŞE



1.



Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın

Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen

Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin

Gözlerin kac kişinin gözlerinde gezinir

Sen kaç köşeli yıldızsın



Fabrika dumanlarında resmin

Kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun

Hatırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi

Aşka veda etmiş topraklarda durmuşsun



Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma

Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim

Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana

Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim

Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim

Sen kaç köşeli yıldızsın



2.



Evlerinin içi ayna döşeli

Ayna hatıra gözler ve sevmek

Benim aşkım binbir köşeli ah binbir köşeli

Bir köşe gidince bin köşe yeniden gelecek

Ayna hatıra gözler ve sevmek



Evlerinin içi kabartma bahar

Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar

Halıları öpe öpe nakış yapar nakış gibi ayaklar

Siz söyleyin insan seve seve ölmez ne yapar

Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar



Evlerinin içi yeni güllerden

Görülmemiş güneşleri görülmemiş gözlerine getiren

Sağ köşedeki entari sol köşedeki şapka

Beni katıl suların ortasına bıraka

Katıl sular güneşi gözlerinden götüren



Evlerinin içi gurur döşeli

Benim aşkım binbir köşeli ah binbir köşeli



3.



Sen geldin benim deli köşemde durdun

Bulutlar geldi üstünde durdu

Merhametin ta kendisiydi gözlerin

Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu

Bulutlar geldi altında durduk



Konuştun güneşi hatırlıyordum

Gariptin yepyeni bir sesin vardı

Bu ses öyle benim öyle yabancı

Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı



Dişlerin öpülen çocuk yüzleri

Güneşe açılan küçük aynalar

Sert içkiler keskin kokular dişlerin

İçinden geçilen küçük aynalar



Ve güldün rengarenk yağmurlar yağdı

İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı

Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak

Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı



Sen geldin benim deli köşemde durdun

Bulutlar geldi üstünde durdu

Merhametin ta kendisiydi gözlerin


4.



Taşların ortasında Leylanın gözleri

Leyla köşe köşe göz göz şiirin ortasında

Ben Leylayı bulduğumdan yahut kaybettiğimden beri

Leyla ya o adamın bardağında ya o dağın ortasında



Ben Leyla gibi güneş doğarken uyanamam

Şehir gece gündüz benim içimde uyur

Leylayı götürüp Londranın ortasına bıraksam

Bir bülbül gibi yaşayışını değiştirmez çocuktur



Leyla diyorsam kesik yanaklarıyla Leyla

Üç köşeli dünyasıyla

Okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla

Leyla diyorsam şu bizim gerçek Leyla



Biz seni işte böyle seviyoruz Leyla

O gitti bize ağlamak kaldı kala kala



5.



Beni yeraltı sularına karşı iyi savun

Tırnağını taşa sürten yitik keçilere karşı

Bu çeşmenin üç köşesinden hangisinden su içecek

Senin bahtsız ve mesut Eyyubun



Atların en güzel biçimini sessizce kalbime indiriyor

İçımde İstanbul çalkanırken bozbulanık çeşme

Bir dans için can vermeğe hazır bekliyorum

Sen orda gelirayak kuklalara insan gibi konuşmasını öğretme



Su akıyor birikiyor kan lekeleri

Kurtulsam diyorum bir eser buna engel

Öyle büyüyor öyle çoğalıyorsun

İstanbul kalmıyor



Hangi köşesinde huzur o köşesinde sen

Hangi köşesinde yeni çağlara uygun odalar

Ben bölünmez bir şairsem

Sen bölünmez bir anne

Bir çeşme
__________________


KÜÇÜK NA'T



Göz seni görmeli, ağız seni söylemeli

Hafıza seni anmak ödevinde mi

Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli

Sen eskimoların ısınması sevgililer mahşeri



Aklım yeni bir akıldır çiçeklerden

Mantığım mantığın üstünde yeni

İçimde Nuh'un en yeni tufanı

Dünyaya ayak basıyorum yeniden



Göz seni görmeli ağız seni söylemeli

Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli



Yüzlerce yıl geçiyor belki bir bulut geçiyor

Ben yeni doğmuş bir çocuk gibi

Herkesin konuştuğu dilden mahrum

Ama yepyeni bir dil konuşmanın sevinci



Bütün deniz kıyılarında seni anmalı

Sen buzulların erimesi eskimoların ısınması
__________________



LEYLA'NIN BİR IŞIĞA DÖNÜŞMESİ



Mecnun'la aynı anda mı

Biraz önce mi biraz sonra mı

En yeşil vahalar bereketinde

Bir ışığa dönüştü Leyla Ece

Evden yükselen bir ışık sütunu

Yükselip tuttu ışık olan Mecnun'u

Gördü herkes gökte yarıştı iki ışık

Birbirine kavuştu iki ışık
__________________


LEYLA KÖŞESİ



Bir de bakalım Leyla köşesinden

Aşkın kadın adlı penceresinden

Bırakmıştı kendini yazılmış olana

Susmak ve konuşmamak denen cana

Evlenmişti ve görünüşte mutlu

Şimdiden memnun ve gelecekten umutlu

Fakat bir eksiklik ufacık bir nokta

Kalbi kurcalıyordu hala

Mecnun ne olmuştu neredeydi

Nasıldı ne yapıyordu hali neydi

Geceleri loş gölgeler arasında

Kum tepelerinde ay yarasında

Mecnuna benzeyen hayaller olurdu

Bu anlarda sanki kalbi dururdu

Bitmiş olan bir daha mı başlayacak

Ne çare başlayan başlamamış

Bitmiş bitmemiş olacak

Gibi gelirdi Ona

Ürküntü geçmiş ama erememişti huzura

Karanlık bitmiş fakat erememişti huzura

Ay tutulmuş tutulmuş kurtulmuştu

Gçnlu zaman zaman tutmuştu mustu

Gün kırmıştı siyah çerçevesini

Yarmıştı ışıkta ötesini berisini

Baskın korkusuyla ürperen çadırların

Bugün düzen ve güven, ama yarın!!

Yarına bir güvence olmayan

Neye yarar böyle bir şimdiki zaman

Acıyla da olsa dopdolu olan hayat

Boşalmıştı zemberegi boşalmış bir saat

Gibi. Dönmüştü bomboş bir kagıda

Agızdaki tad benzemiyor eski tada

Irmak kurumuş rüzgar esmiyor

Yakıcı güneşi bir parçacık bulut örtmüyor

Arzu ve korku iki karanlık duygu

Yüreginde birbirini kovalayıp duruyordu

Ya bir gün geri dönerse Mecnun

Yine altüst olursa ortalık bütün

Daha mi iyi olur daha mi kötü bilmiyordu

Bir umut vardı gönlünde eksilmiyordu

Sonra kızıyordu kendine kınıyordu kendini

Kapamak istiyordu içinde eskinin kepengini

Eski oldu diyelim ama neydi yeni

Ve nasıl eskitmeli eskimiyeni

Nasıl öldürmeli ölmeyeni

Nasıl diri sayarsın ölü olanı

Eski bir zehirdi belki ama yeni

Andırıyordu tatsız tuzsuz bir yemegi

Beklemek neyi bekledigini bilmeden

Gün günü ay ayı kovalarken

Beklemek bir vaktin dolusunu

Öç alan kaderin zalim oyunu

Her şey akılla kurulu akılla düzgün

Ama aklın içinde olmalı baharat gibi

Bir parça delilik

Oysa mecnun almış bütün deliligi gitmiş

Kupkuru bir hayat kalmış ve adeta oyun bitmiş

Arzulanan zenginlik, at kumaş ve ziyafet

Yetmez olur insana bir gün elbet

İnsan hep birşey umar bekler

Ne oldugunu bilmez fakat

Fakat sonradan duruldu Leyla

Tevekkülle huzuru buldu Leyla

Ruhta kopan fırtınalar dindi

Gökten gönle sükunet indi

Anladı ki acı tatlı soguk sıcak

Geçmiş ve gelecek ayrılmak ve kavuşmak

Hep aynı varoluşun dönüşümleri

Aydınlanışları ve sönüşümleri

Her şey havada döner durur

Sonunda Tanrı varlıgında yok olur

Ruh hürdür vücut esir

Ruh baldır beden zehir

Ruh hürdür Tanrı aşkıyla

Baglı degil yer ve zaman kaydıyla

Farketmez gelse gelmese Kays (Mecnun) Ona

Gitse gitmese Ona Leyla

Tanrı katında buluşmuşlardır

Hakikat yurduna kavuşmuşlardır
__________________



MASAL



Doğuda bir baba vardı

Batı gelmeden önce

Onun oğullari batıya vardı



Birinci oğul batı kapılarında

Büyük törenlerle karşılandı

Sonra onuruna büyük şölen verdiler

Söylevler söylediler babanın onuruna

Gece olup kuştüyü yastıklar arasında

Oğul masmavi şafağin rüyasında

Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri

Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere

Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı

Öcünü alsın diye kardeşini yolladı



İkinci oğul Batı ülkesinde

Gezerken bir ırmak kıyısında

Bir kıza rastladı dağların tazeliginde

Bal arılarının taşıdığı tozlardan

Ayna hamurundan ay yankısından

Samanyolu aydınlığından inci korkusundan

Gül tütününden doğmuş sanki

Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu

Saçlarını güneş destelemiş

Yıllarca peşinden koştu onun

Kavuşamadı ama ona

Batı bir uçurum gibi girdi aralarına

Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr

Alıp götürdü onu

Ve ikinci oğulu

Sivri uçurumların ucunda

Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda

Baba yağmurlardan anladı bunu

Yağmur suları aci ve buruktu

İşin künhüne varsın diye

Yolladı üçüncü oğlunu



Üçüncü oğul Batıda

Çok aç kaldı ezildi yıkıldı

Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada

Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı

Fakat batinin büyüsü ağır bastı

İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı

Sonra büsbütün unuttu onları

Şef oldu buyruğunda birçok kişi

Kravat bağlamasını öğrendi geceleri

Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler

Patron oldu ama hala uşaktı

Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü

Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda

Ondan hesap sordu o da

Sırf utançtan babasına

Bir çek gönderdi onunla

Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi

Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı

Bu yüklü çeki

İyice yaşlanmıştı ama

Vazgeçmedi koyduğundan kafasına

Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya



Dördüncü oğul okudu bilgin oldu

Kendi oymak ve ülkesini

Kendi görenek ve ülküsünü

Günü geçmiş bir uygarlığa yordu

Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı

Batı bilginleri bunu kutladı

O da silindi gitti binlercesi gibi

Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle

Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan



Beşinci oğul bir şairdi

Babanın git demesine gerek kalmadan

Geldi ve batının ruhunu sezdi

Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır

Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair

Topladı tomarlarını geri dönmek istedi

Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini

Kum gibi eridi gitti yollarda



Sıra altıncı oğulda

O da daha batı kapılarında görünür görünmez

Alıştırdılar tatlı zehirli sulara

Içkiler içti

Kaldırım taşlarını saymaya kalktı

Ev sokak ayırmadi

Geceyi gündüzle karıştırdı

Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara



Baba ölmüştü acısından bu ara



Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara

Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda

Bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda

Bir de o talihini denemek istedi

Bir şafak vakti Batıya erdi

En büyük Batı kentinin en büyük meydanında

Durdu ve tanrıya yakardı önce

Kendisini değistiremesinler diye

Sonra ansızın ona bir ilham geldi

Ve başladı oymaya olduğu yeri

Başına toplandı ve baktılar Batılılar

O aldırmadı bakışlara

Kazdı durmadan kazdı

Sonra yarı beline kadar girdi çukura

Kalabalık büyümüş çok büyümüştü

O zaman dönüp konuştu :

Batılılar !

Bilmeden

Altı oğlunu yuttuğunuz

Bir babanın yedinci oğluyum ben

Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden

Babam öldü acılarından kardeşlerimin

Ruhunu üzmek istemem babamın

Gömün beni değiştirmeden

Doğulu olarak ölmek istiyorum ben

Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :

Karşınızdakini değistirmek

Beni öldürseniz de çıkmam buradan

Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki

Fakat değişmeyecek ruhum

Onu kandırmak için boşuna dil döktüler

Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler

O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı

Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı

O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı

Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı

Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar

En onulmaz yarası olanlar

Ta kalblerinden vurulmuş olanlar

Yüreğinde insanlıktan bir iz tasıyanlar
__________________



MECNUN VE TOZ BULUTU



Bir gün Mecnun

Yalnız ve yorgun

Karşıda bir toz bulutu gördü

Sanki geliyordu O'nu yutmak için

Dedi dur ey toz bulutu

Karanlığın bereketi ölüm otu

Acele etme vakit var

Sayılıdır saatler dakikalar

Azrail bile senden sabırlıdır

Burda sencileyin benim de işim var

Arzum şu ki ödev bitip gün dolsun

Benim de kaderim mutluca

Bir toz zerresi olmak olsun
__________________



MECNUN, MUM VE PERVANE



Bir gece Mecnun'un yaktığı

Bir mumun etrafında

Dönüyordu

Zavallı incecik bir pervane

Mumsa devrilmek istiyordu

Pervane yerine

Mecnun'un üstüne üstüne

Sevgili mum

Dedi Mecnun

Sevdim seni

Acıdığın için pervaneye

Bende önerirdim

Kader izin verseydi

Beni yakmanı

Onun yerine

Ama acele etme vakit var

Sayılıdır saatler dakikalar

Azrail bile senden sabırlıdır

Burada sencileyin benim de işim var

Ben herkes için

Değişik ve ayrı dozda

Soyut bir otobiyografyayım

Herkesin yaşadığı bir iç tarih

Hekesin yüreğinden geçen bir coğrafya

Gidip gidip varacakları

Fakat ulaşamayacakları

Bir panorama

Kaderin zaman zaman

Kabaran kanlara uyguladığı

Nirengi noktaları batmış

Beyaz bir karanlığa batmış

Mutsuzca mutlu bir topoğrafya



Sonra gece bitti mum söndü

Bu söyleşilerle tan atarken

Pervane Mecnun'a

Mecnun pervaneye döndü
__________________


MONA ROSA II-ÖLÜM VE ÇERÇEVELER



Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...



Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Gece kar yağacak sabaha kadar.

Toprakta et, kemik çıtırtıları...

Yarı ölüleri bir korku tutar

Değince bir taşa kafatasları.

-Ölüler ki yalnız tırnakları var,

Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-



Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Açıyor elini göğe bir kadın.

Uzuyor, uzuyor altın saçları

Uğrunda ölünen güzel kızların...



Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Esmer delikanlı, hatıra ve kan.

Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları

Sızıyor bir kapı aralığından;

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı.



Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Çocuklara açar mağaraları

Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.

İlân-ı aşk eden dil balıkları

Aşina suları çabuk terkeder..



Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Bakıyor ateşe, küle böcekler.

Köpekler parçalar kanaryaları,

Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.

Baykuşlar ötüyor harabelerde;

Yanıyor lâmbalar, hafif ve sarı.

Bir kaza kurşunu bulur her yerde

Süvarisiz şaha kalkan atları...

Bir ruhun ışığı vardır göklerde,

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Ötüyor baykuşlar harabelerde.



Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.

Bekledi arzuyla karanlıkları

Anneler, babalar, erkek kardeşler.

Ta içinde duyar ani bir ağrı,

Bir hüzün şarkısı tutturur gider

Anneler, babalar, erkek kardeşler.



Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.

Bir neşe şarkısı tutturur gider



Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;

Kurşunlar sıkılır göklere doğru,

Serçe yavruları yuvada titrer.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı...



Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

İnce yelkenleri alıyor yeller.

Titretir kalpleri ve bayrakları

Gemiden toprağa uzanan eller.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı,

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gizli hazineler, su yılanları...



İnce yelkenleri alıyor yeller;

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.

Beyaz pelerinli hür tayfaları

Kendine bağlıyor siyah kediler;

Titriyor gönüller ve kara bayrak,

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gemiden toprağa uzanan eller

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.



Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,

Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...
__________________


MONA ROZA



Mona Roza, siyah güller, ak güller

Geyvenin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Ah, senin yüzünden kana batacak

Mona Roza siyah güller, ak güller



Ulur aya karşı kirli çakallar

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa

Mona Roza, bugün bende bir hal var

Yağmur iğri iğri düşer toprağa

Ulur aya karşı kirli çakallar



Açma pencereni perdeleri çek

Mona Roza seni görmemeliyim

Bir bakışın ölmem için yetecek

Anla Mona Roza, ben bir deliyim

Açma pencereni perdeleri çek...



Zeytin ağaçları söğüt gölgesi

Bende çıkar güneş aydınlığa

Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi

Seni hatırlatıyor her zaman bana

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi



Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar

Işıksız ruhumu sallar da durur

Zambaklar en ıssız yerlerde açar



Ellerin ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi

Ellerinden belli oluyor bir kadın

Denizin dibinde geziyor gibi

Ellerin ellerin ve parmakların



Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Saat onikidir söndü lambalar

Uyu da turnalar girsin rüyana

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona



Akşamları gelir incir kuşları

Konar bahçenin incirlerine

Kiminin rengi ak, kimisi sarı

Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine

Akşamları gelir incir kuşları



Ki ben Mona Roza bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O masum bakışlar su kenarında

Ki ben Mona Roza bulurum seni



Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Henüz dinlemedin benden türküler

Benim aşkım sığmaz öyle her saza

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza



Artık inan bana muhacir kızı

Dinle ve kabul et itirafımı

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

Alev alev sardı her tarafımı

Artık inan bana muhacir kızı



Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış

Bir gün gözlerimin ta içine bak

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak



Altın bilezikler o kokulu ten

Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne

Bir tüy ki can verir bir gülümsesen

Bir tüy ki kapalı gece ve güne

Altın bilezikler o kokulu ten



Mona Roza siyah güller, ak güller

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!

Mona Roza siyah güller, ak güller
__________________


ÖLÜM VE ÇERÇEVELER



Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Garip bir yolculuk, tren ve geyve

Bir hançer bölüyor, ah... rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve...



Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Gece kar yağacak sabaha kadar

Toprakta et, kemik çatırtıları...

Yarı ölüleri bir korku tutar,

Değince bir taşa kafa tasları,

- Ölüler ki yalnız tırnakları var,

Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...



Bir lamba yanıyor hafif ve sarı,

Esmer delikanlı, hatıra ve kan.

Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları,

Sızıyor bir kapı aralığından,

Lambalar yanıyor hafif ve sarı



Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Açıyor elini göğe bir kadın

Uzuyor, uzuyor altın saçları

Uğrunda ölünen güzel kızların



Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Çocuklara açar mağaraları

Güngörmemiş kuşlar ve örümcekler

İlân-ı aşktan dil balıkları

Aşina suları çabuk terkeder.



Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Bakıyor ateşe, küle böcekler.

Köpekler parçalar kanaryaları

Mektupları bir boz ağaç kurdu yer

Baykuşlar ötüyor harabelerde

Yanıyor lambalar hafif ve sarı.



Bir kaza kurşunudur her yerde

Süvarisiz şaha kalkan atları

Bir ruhun ışığı vardır göklerde

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Ötüyor baykuşlar harabelerde.



Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer

Bekledi arzuyla karanlıkları

Anneler, babalar, erkek kardeşler:

Tâ içinden duyar ani bir ağrı

Bir hüzün şarkısı tutturur gider

Anneler, babalar, erkek kardeşler...



Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş

Bir neşe şarkısı tutturur gider

Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş

Kurşunlar sıkılır göklere doğru

Serçe yavruları havada titrer

Lambalar yanıyor hafif ve sarı...

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

İnce yelkenleri alıyor yeller

Titretir kalpleri ve bayrakları

Gemiden toprağa uzanan eller...



Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gizli hazineler, su yılanları...

İnce yelkenleri alıyor yeller

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı



Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Beyaz pelerinli hür tayfaları

Kendine bağlar siyah kediler

Titriyor gönüller ve kara bayrak

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gemiden toprağa uzanan eller

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı



Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Garip bir yolculuk, tren ve geyve

Bir hançer bölüyor, ah... rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve...
__________________



PERİLİ ŞİİR

(Leyla'nın doğumunda bir gök yaratığının söylediği)



Bir peri miydi bir peri miydi

Sevgilim bir peri miydi

Diriliş dedim diriliş dedi

Kav dedim kav dedi



Gözleri yumulu bir peri miydi

Gözleri yumulu bir peri miydi

Bir uyurgezer gibi

Bir uyurgezer gibi



Çeşmelerin yankısı mıydı

Çeşmelerin yankısı mıydı

Aldı bıraktı beni

Aldı bıraktı beni



Baharın gözleri miydi

Baharın gözleri miydi

Kırlardan bana baktı

Kırlardan bana baktı



Işığın kardeşi miydi

Işığın kardeşi miydi

Kirpiklerimi gördü

Kirpiklerimi gördü



Ruhumun şebnemi miydi

Ruhumun şebnemi miydi

Gözyaşlarıma yağdı

Gözyaşlarıma yağdı



Öldüğümü bildi

Öldüğümü bildi

Dirildiğimi bildi

Dirildiğimi bildi



Bir peri miydi bir peri miydi

Sevgilim bir peri miydi

Diriliş dedim diriliş dedi

Kav dedim kav dedi
__________________


PİNG-PONG MASASI



Beyaz iplik sert iplik ve tak tak

Yuvarlak top küçük top ve tak tak

Ping-pong masası varla yok arası

Ben ellerim kesik varla yok arası

...... Öpüçüğüne eyvallah ve tak tak

Beraber sinemaya ... evet ... ve tak tak

Ping-pong masası varla yok arası



Öküzün gözü veya dananın kuyruğu

Kadifekale veya Sen nehri

Ha Sezai ha ping-pong masası

Ha ping-pong masası ha boş tüfek

Bir el işareti eyvallah ve tak tak

Gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi

Ne kadar güzel ne kadar sıcak

Tak tak tak tak tak tak tak
__________________



PİŞMANLIK VE ÇİLELER



Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür

Bir odun parcası aydınlatır ocağı

Annesi ateşin önünde perişan

Annesi ateşin içinde hür

Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür



Yağmurlar sırtıyla sırtım arasındadır

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın

Kalbimi bin parçaya böldü divane sır

Sesi geliyor sesi, günahkar çocuklarım

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır



Benım boyum ufak onun da ufaktı

Kıvırcık saçlarından öpmediğim için onu

Onun bu ocakta yanan toprağı

Her gece rüyamda avuçlarımı yaktı

Benim boyum ufak onun da ufaktı

Benim gözlerim yeşildir onun kara

Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara



Annesinin başi elleri arasında

Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük

Bir fotoğraf asılıdır duvarda

Aynaya, geceye, maziye dönük

Annesinin başı elleri arasında



Bir tüfeğin burnu havadadır

Ateş almak üzeredir mermisiz

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım

Siz beni ne anlarsınız... siz...

Bir tüfek ateş almak üzeredir mermisiz



Bir saman çöpüne tutunmuş kızların

Eteğini ben çektim

Neyleyim göğsümü Karacadağ'ın sert rüzgarı doldurmuş

Annemden ben ilk sütü Geyve'de içtim

Ankara'ya Çataldağ'a bir zindandan gül vurmuş

Az kalsın ben ölecektim

Bir saman çöpüne tutunmus kızların



Kediler halıları parçalıyor

Kırmızı bir ışık düşüyor yere

Annemin dizinde derman yok

Hükmedemiyor insan ruhuna ateş

Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere

Kediler halıları parçalıyor

Ateşte sarı gül açan saksılar

Kızarmış bir ekmek gibi duruyor



Kulağıma garip sesler geliyor

Kuş yumurtasından çıkan insanlar

Ahırda bir ata eyer oluyor

Kulağıma garip sesler geliyor



Ben bir şarkı bir türküyüm

Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm

Beni bir azizin nefesi uçurur

Kalbimde Allah'ın elleri durur

Cici ayaklarım ilikli bağlı

Ben onun sılası kendimin gurbetindeyim



Ben azizin hasreti

Ben Meryem'in yanağındakı tüyüm

Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara

Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara



Ocak sönüyor ateş kül oluyor

Annesınin saçları beyaz

Annesi saçlarını yoluyor

Ateşin içinde gül açılmış

Servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür

Annesi ruhunda ruhuma eğilir



Sineklerin kanadını ısıtan

Bir güneş toprağı yarıp çıkacak

Kadınlar sansa da yaşadığını

Sarkısız kaldıkça yaşayamayacak

Kadınları sarkılır, akrepler aydınlatır

Kadınları sarkılır, zahirlar aydınlatır



Artık ben gideceğim ata eyer vuruyorlar

Hatıralarımı birer birer yakacağım

Entarimi parça parça edip

Zehirli kirpilere bırakacağım

Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp

Göğsüme siyah bir gül takacağım

Batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp

Kendimi boşluğa bırakacağım



Ayaklarımın altından geçıyor bir deniz

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım

Siz beni ne anlarsınız... siz...

Artık ben gideceğim atım kişniyor

Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor



Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz bir deniz

Beni onun gözleri çağırıyor duramam, duramam

Benim gözlerim yeşildir ah... onun gözleri kara

Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara
__________________



RÜZGÂR



Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!

Gelin duvağından kopan bir rüzgâr...

Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;

Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...



O ceviz dalları, o asma, o dut,

Gül gül, mektup mektup büyüyen umut...

Yangından yangına arda kalmış tut.

Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar.
__________________



SABUN YAŞI



I.



Kadın azaltır çocukları için

Kullanmasını yabancıları genç gördükçe

Adam konuşurken eli kaybolur kızlarla

Neden getirmeyi unutmasın



Nişanlı sabun demesini

Bilmeyenlere denir



Ben yaşarken kirli

Ne kirli adamlar vardı

Yıkadılar sonra anladım

Ölü olduğumu



II.



Yıkadılar sonra anladık ölü olduğunu

Alıp götürdük gelin gibi öğleyin

Kesip durduk geyikleri

Kuşları balıkları eski çiçekleri



Nişanlı ölü nedir

Bilmeyenlere denir



Dalgın bir vaktinizde

Bozmayasınız diye geleneği

Taşlara bağladığımız

Siz yunmuş ölüleri



Ne aşkı ne neşesiyle

Dünya

Onmakta bizi

Gelin gömün bari
__________________


SAMANYOLUNDA VEBA



Önceden bilen oluş şartlarını çocuklarının

Elleriyle değen koklayan hazırlayan adeta

Sebebine ermeden erişmeden

Korkan ilerdeki korkularla

Noldu zarif latif anneler noldular



Nerde çocuklar gece yarılarından sonra

Çıkıp samanyoluna bakan

Bakarak çocukluğu uzatmaya çalışan

İşleri güneşin doğuşunu yayınlamak

Bütün o çocuklar nerdeler



Kalan ne

Kızların kollarının arasından gözlenen

Samanyollarından



Bakısları benekleyen yalnız ölüm

Ölüm geçti canlı ehram ölüm geçti

O taklar geçip gitti insan üstüne kurulu



Ve bağbozumları bizden bozulan

Artık kendimize bile o kadar yakın değiliz

Gece yarıları samanyolu yok

Gün doğmuş doğmamış



Bütün elmalar çürüdü

Çocukluğumuzun dürbünleri içinden

Geçen siyah halkalı kutsal şehirlerden

Birini bulamadım gezdim bütün karaları



Aşk siyahın beyazdan ayrıldığı

Samanyolunda yürüyen bir karınca

En onulmaz vebayı kutlayan bir güvercin

İki katlı bir arabada

Bu bize yaklaşan bir deniz arabası

Sen ırakta samanyolu ırakta

Ve ay başka bir ay

Sarısı beyazına akmış

Bulaşmış bir yumurta
__________________




SEPET



Bir vakitler niçin

Böyle büyük tutulmuş ölçüleri

Çocuklar bile biliyor

Filistinin ekmek sepetleri



Anne ne koysun içine

Ekmek mi çocuk mu

Düşmanın ilk baktığı

Ekmek sepetleri



Dolmayı bekleyen

Ekmek sepetleri

Ve boşalmayı

Ekmek sepetleri



Her eşya gitse

Kalacak tek eşya

İnsana en aykırı

Filistinde ekmek sepetleri
__________________


SESSİZ MÜZİK



Sen kış güneşi misin

Yakarsın ısıtmazsın



Bir ırmağın ortası yoksa

Seni mi hatırlayacağım



Bu dünyada olup bitenlerin

Olup bitmemiş olması için

Ne yapıyorsun



Sizin evin duvarları taştan

Dumanı da mı taştan



Seni kız arkadaşlarından

Sevinç gözyaşları içinde

Öpen olmayacak mı



Ezberlediğin şiir

Beklediğin adam
__________________



SEVGİ



1.



Ah benim sevgim çiçek örneği

Çarpılmışların kinini yeniler

Beni alnımdan vurmak ister

Saraların iftiraların gençliği



Bilirim geçmektir sevgi

Ölümün en yumuşak en ayarlı yerinden

Çünkü çocuklar geçer

Ölümün en yumuşak en ayarlı yerinden



Zarif vakitlerin seçkin kadınları

Hazırlardı kızlıklarında (doğum)ları

Kaçmakla kurtulamadıkları

Arada uyguladıkları



2.



Çölden farklı olmayan bu korku

Çocukların bu korkudan olur neşeleri

Siyah sepete baktıkça her biri

Sıcak hoşluğunu anlarlar ölmenin



O gün gün ışığından mahrum

Mahrum bırakılmış genç kızlar

Anneleriyle parka çıkarlar

Anneleriyle anneleriyle anneleriyle
__________________


SİLA AŞKTIR



Ülkedeki kuşlardan ne haber vardır

Mezarlıklardan yükselen bir bahar vardır

Aşk celladından ne çıkar madem ki Yar vardır

Yoktan da vardan da Öte bir var vardır

Hep suç bende değil

Beni yakıp yakan bir nazar vardır

O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır

Sakın kader deme

Kaderin üstünde bir kader vardır

Ne yapsalar boş

Göklerden gelen bir karar vardır
__________________


SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE



***



Gelin gülle başlayalım atalara uyarak

Baharı kolayarak girelim kelimeler ülkesine

Bir anda yükselen bir bülbül sesi

-Erken erken karlar ortasında

Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-

Bana geri getirir eski günleri

...Paslanmış demir bir kapı açılır

Küf tutmuş kilitler gıcırdarken

Ta karanlıklar içinde birden

Bir türkü gibi yükselirsin sen

Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken

Söyleyemediğim ateşten kelimeleri

Şuuraltım patlamış bir bomba gibi

Saçar ortalığa zamanın

Ağaran saçın toz toprağını

Bana ne Paris'ten

Newyork'tan Londra'dan

Moskova'dan Pekin'den

Senin yanında

Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı

Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu

Geceme gündüzüme

Gözlerin

Lale Devrinden bir pencere

Ellerin

Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den

Kucağıma dökülen

Altın leylak



***



Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla

Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma

Kimi ırmaklardan yansıma

Kimi kayalardan kırpılma

Kimi öteki dünyadan bir çarpılma

İçi ölümle dolu

Dönen bir huni

Doğarken güneş

Kesilmiş ölü yüzlerden

Bir mozayik minyatürlerden

Dokunur tenimize

Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay

Ve birden senin sesin gelir dört yandan

Menekşe kokulu sütunlardan

Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan

Gözlerine ait belgeler sunulur

Ey aşkın kutlu kitabı

Uçarı hayallere yataklık eden

Peri bacalarının yasağı

Gönlümün celladı acı mezmur

Bana bıraktığın yazıt bu mudur

Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi

Senden bir gök

Senden yıldızlar ördüler

Ateş böcekleri

O gece dört yanıma

Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı

Sen bir anne gibi tuttun ufukları

Ve çocuklar gülle anne arasında

Seninle güller arasında

Tuhaf bir ışık bulup eridiler

Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler

Aramızdaki sırra

Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar

Gençlik monologları

Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından

Bana getiren

Yasamız vardı

Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne

Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben
__________________



ŞAHDAMAR



Siz hürsünüz; siz şartsız ve kayıtsızsınız

Bir balığın, bir siyah, bir kara balığın

İncecik kılçığı üzerine yemin edersiniz;

(K) harfi üzerine yemin edersiniz.

Rakı içen kadınların, çiçek yiyen kızların

İyilikleri, günahları ve çeyizleri üzerine yemin edersiniz.

İstakozların, kırmızı ve mavi istakozların

Bir mavzerlik peygamberlikleri üzerine,

Küçük ve büyük, acılı ve acısız

Yeminler yeminler yeminler edersiniz.

Siz siz üzre yeminler edersiniz.



Biz hayret eder, kuvvet eder, dudağımızı bükeriz;

Dudağımızı kör makaslarla dilim dilim ederiz

İki tane elimiz var deriz;

Bin tane elimiz olsaydı

Bini birbirinin aynı olurdu deriz.

999 elimiz kağıt gibi yansın,

Bir elimiz güneş gibi dursun..

Biz elbette dudak büker, hayret ederiz.



Biz inkar eder, inkarı severiz;

Bayram hediyenizi iade ederiz

Biz mahcup ve onurlu çocuklarız

Başımızı kaldırıp bir bakmayız

Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz

Siz güvercinleri gözlerinden vurursunuz

Siz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuz

Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz



Toprağı zindana koyduk biz

Üzerine yedi kilit vurduk biz

Kaç gelinin alnında kaç yumurta kırdık biz

Varsın yarın takılsın benim çene kemiğim

Bir köpeğin ön dişlerine

Ve Fahriye'nin kürek kemiği tam ortasından kırılsın

Biz inkar eder, şah inkarlar severiz.



Kafamızı kaldırıp bir bakmayız

...........................................

Ruhumuzun içinde kar yağar

Anamızdan doğduğumuz geceden beri

Heybemizi emektar makinelere yükleriz

Fikirlerimizi tifil vinçlere

İri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz

Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız

Biz kirli ve temiz çamaşırları

Aynı zaman aynı minval üzere katlarız

Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız



Siz kalbe hançer gibi giren

Siz kalpten ağaç gibi çıkan

Siz bize şahdamarımızdan yakın

Siz yüzükler içindeki kan

Siz inançların sedef kabuğunu

Ebabil kuşlarının gagalarıyla kıran



Bununla beraber üzülmediğinizi biliyoruz

Gün gelecek toprağın altına uzanacağız

Her gece saat beş sularında sizi

Toplardamarlarımızın içinde bekliyeceğiz
__________________



ŞEHRAZAT



Sen gecenin gündüzün dışında

Sen kalbin atışında kanın akışında

Sen Şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında

Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın



Sen bir rüya geceleyin gündüzün

Sen bir yağmur ince hazin

Sen şarkılarca büyük hüzün

Sen yolunu kaybeden yolcuların üstüne

Bir ömür boyu yağan bir ömür boyu karşın



Sen merhamet sen rüzgar sen tiril tiril kadın

Sen bir mahşer içinde en aziz yalnızlığı yaşadın

Sen başını çeviren cellatbaşının güne

Sen öyle ki sen diye diye seni anlıyamayız

Şehrazat ah Şehrazat Şehrazat

Sen sevgili sen can sen yarsın
__________________



TAHA'NIN KİTABI



-Kav 2- 34



Günaydın bana geri gelen şiir

Bana geri gelen anıt

Bana geri gelen kalbim

Bana geri gelen kalbimin ayışığı

Gözleriyle iyileştiren yaralarımı

Kalbim güneşim efendim

Günaydın yüreğimin kuşluğu

Sürekli kuşluğu

Günaydın alacakaranlık

Ama nasıl alacakaranlık

Bizi yataklardan koparan

Dağlara yaklaştıran

Dağlara doğru fırlatan

Grevlerden grevlere koşturan

Yanardağ

Alacasıyla anne karanlığıyla baba

Loşluğuyla kardeş aydınlıyla abla

Kırmızı kırmızı bir karasevda

Siyah siyah bir kuş lamba

Hız kazanmış kristal camlarla

Gelen ve giden

İçimizde ve dışımızda

Son durak İstanbul

İlk durak Ankara



(...)



-Taha kapının önünde- 37



(...)



Ne bahardan bir gül ne yazdan bir yemiş

Ne kıştan bir imdat ne sonbahardan sada

Bir ara dinlendiriyor yüreğini Beethoven

Dört duvardan yavaş yavaş gelen

Gözlerden bir çılgınlık akıyor geriye geriye doğru

Van Goghun elleriyle kırılan bir başak mı bu

Cermen baltalarıyla frenk sopalarıyla İskandinav buzullarıyla geçti Wagner



Bir ses ki asur kabartmalarından beter

Beklenen muştunun heykeli mi kırıldı battı

Sona mı erdi eleğimsağmaların saltanatı

Akşam akşam dar sokaklar ağzında kayboldu bir bir

Hayallerimizin icadı putlar düşten yoğrulmuş tanrılar

Ergenin şeytan aldatmacaları

İnsanın ilk karşılaştığı denizlerin

Önünde yaktığı kireç alevlerinde hisar

Her hastalık bir putun kırılması mı demek

Putların toptan kırılması mı demek ölmek



(...)
__________________


Yanardağ kıyısında yaşama- 51



Yukarda bir yanardağ

Kızgın küllerini savuruyor

Bu ölü şehrin üstüne

İşte bu şehre alıştı Taha

Kırağı çalmış evlerine

Kahvelerinde dayanılmaz bir çağrıyla

Çağıran gecelerine alıştı Taha

Geceye bir alkol gibi alıştı

Kışlarında terlediği üşüdüğü yazlarında

Bu şehre alıştı Taha

Gül açmayan baharlara

Yaprak düşmez sonbahara

Kurbansız bayramlara

Öğle öten horozlara

Ancak geceleri rastlanılan köpeklere

Tütün kokan kedilere

Kesin kesin alıştı

Yalnız sahaflarında grev yok

İşçiler lağımları akar bırakmış

Kurumuş kitabelerdir artık çeşmeler

Bir semtine yerleşti

Özler durur öbür semtini

O nerdeyse cehennem orası sanki
__________________


Çile- 55



(...)



Kaleye hücum ettiği an Zülküfül

Kılıcı uzatan Tahaydı

Bir kere daha kayalık leylaklarında

Zülküfülden bir tad aradı Taha

Halkın söylediğine göre onun kanıydı bir çiçek

Ki açmazdı gerçekten o dağdan başka hiçbir dağda

Ağzı yakan bir çiçek özel bir çiçek

Gerçekten bu çiçekten süt umar

Sütü kesilen kadın

Su umar

Suyu kesilen bahçe

Soy umar soyu kesilen erkek

Yahyanın başı da bu çiçekte

Kalbe bir mızrak gibi inen bu çiçekti



Secdeden secdeye sıçrayarak Taha

Selam sana Zülküfül

Selam sana Yahya

Selam sana İsa

Selam sana İbrahim

Selam sana Musa

Selam sana Süleyman

Selam sana Davut

Selam sana Yuşa

Selam sana Ahmed

Selam sana Muhammed

Selam sana Mustafa

Mustafa selam sana

Ey seçilmiş seçilmiş

Mustafa selam sana

Ey öğülmüş öğülmüş

Muhammed selam sana



Ateşi gördü kurbanı yarılan denizi

Yahyanın kesilmiş başını altın tepsiyi

İkiye biçilen zeytini

Karadan korkup da çekilen denizi

Bedirde bir toz toprak içinde

Zaferi tattı dişleri aydınlandı sevinçle

Güneş batarken çölde

Taha da Peygamberle birlikte

Zafer sevinci içinde

Baş geriye gitmiş taşı eritmiş gitmiş

Vücut incir gövdelerinin arasında terk edilmiş
__________________


-Taha'nın ölümü- 59



Ölen şehirlerdir Taha değil

Kuruyan nehirlerdir

Lambadır sönen kış dökülmüş içine

Sonbahar yaprağı ırmağı emmiş

Asfalttır çekilen sıva bereket toprağının

Bu Tahanın ölümü değiş yürüyüşü mezarların

Kabirlerin şamarıdır çağın yüzüne

Geceye batışıdır taş bakışlarının

Tarihle öpüşme bitmiş demektir

Güneşten aya

Aydan geceye inmiş demektir masal

Fal

Kadın ellerine ısmarlanmış olan

Fincanlardan fincanlara armağan

Sabahların bakırı zehir özleminde

Ekmek rafların en gerisinde

Ev eskimiş yıpranmış depreme gebe

Taşlar birer birer mineralerden düşmede

Kubbenin kurşununu kesmiş bir elmas

Cam kesmeye mahsus olan

Her gece kalbimize musallat olan

Cami kubbelerini eriten şimşek

Kalbimizin özünü kemiren akşam

Ağaç yutmuş kabrin taşını yazısını

Ölüler kalmamış haykırdı Taha ne de babalardan bir anı

Sur yıkıntıları ölüme açılmış

Ölü kalmamış ama ölüm tutuyor güneşi toprağı

Ölü kalmamış ama ölüm hayat halini almış

İçine girdiğimiz yılan turşulu ölümle

Değişe değişe bozulmuş ölüm bile

Nerde ölümün o ak o yeşil

O siyah kırmızı keskin rengi

Artık ölüm ne gri ne kahverengi

Ne gök rengi ne yer rengi

Ölüm bir grev gibi kaplamış ülkemizi

Ta can evimize kast eden bir grev gibi

Batı bu karanlık grevin gözcüleri

Doğu sonsuz bir grevin

Çocuk düşüren bir anne gibi

Güneşi düşürmüş son seheri

Taşlar birer birer minarelerden düşmede

Geceler bir inme gibi inmede

Bir felç geldi gökten ve topraktan

Doğudan ve batıdan

Kollara bir zincir gibi yapışan

Ayakları ateşin gıcırtısıyla yakan

Kalb Yakup ve Yusuf öyküsünden boş

Kafa bütün karıncalarla sarhoş

Dudağı kessen bir şarap gibi

Felç inmiş ağzımıza yakan bir kireç gibi

Ağız mermerle örülmüş

Kapatılmış yedi uyuyanlar maparası

Develer çöle dağılmış

Ateş sönmüş kervan batmış

Kervana yol gösteren yıldız yanmış

Saksılarda kömürü soluya soluya can vermiş çiçek

Sevgiliye uzatılmış ama sevgili ölmüş

Baba demiş hasta çocuk ama baba gitmiş

Kapı çalınmış ama kimse yok önünde

Belki bir yabancılık belki bir rüzgar çalmış

Dağ çingenelerine ısmarlanan fallardan

Bir daha bir haber alınamamış

Bu yıl baharda menekşeler biile açmamış

Anneler kirazları beklerken

Bir bardak suda ölüm kaynamış

Ölen şehirlerdir Taha değil

Taşlarını fırlatan minareler

Veriyor son felç hıncından bir haber

Felç öfkesinden bir sayfadır önümüze açılan

Oku okuyabildiğin kadar ölüm dersinden

Taha birkaç kelime kaldı söylenmedik

Felçten önce birkaç kelime söyle

Son birkaç kelimeyi de söyle

Öleceksen bari öyle öl öyle

Uğursuzluk akşamı çökmeden

Kısa süren

Kutsal bir öğle gibi

Son birkaç kelimeyi söyle



Arkadaş aynalar kırılmış

Gerdeklerin şiddetinden değil

Savaştan dönen yiğitin

Sevinç mızrağından değil

Aynalar farelerin tıkırtısından bezmiş

Kırılmış kırılmış aynalar bezmiş

Kırılmış kırılmış aynalar kırılmış

Kırılmış yarasaların soluğundan

Baharı kalmamış ondan kırılmış

Ortasından çatlayan bir zamandan kırılmış

Aynalar kırılmış Tahanın yatağına bir adım ırakta

Taha ırakta aynalar ırakta

Yatak bir karantina kazanı gibi kaynamakta

Felç bir kar şehri gibi şehri gömmekte beyaza

Dağların beyazına değil ölümlerin beyazına

Köpük ölünün sarasının tükrüğü

Duvar yanmış bir Kur'an sağlam kalmış duvarda

Fırlayacak kuvvet yok kol yastığa dayandığında

Ayakları şimşek yakmış

Ezmiş bir gök gürültüsü kaburgaları

Yatak yapışmış vücuda nasıl koşacaksın Taha

Nasıl koşacaksın taş araya girmiş Kur'ana
__________________


Taha'nın Dirilişi- 63



Dört melek ve Kur'anla

Dirildi Taha

Onulmaz bir ölümle

Kavuran bir felçle

Öldüğü halde

Dört melek ve Kur'anla

Dirildi Taha

Cebraille Mikâille

Üç Sûr ve İsrafille

Azraille bile

Dirildi Taha

Yatağında bozulmuş bir bağ gibi

Kavrulmuş yapraklar gibi



Dağılmış ve kendi kıyametini

Ve kendi onulmaz mahşerini yaşamışken

Nemrudun ateşinde yanmışken

Firavun suyunda boğulmuşken

Dört melek ve Kur'anla

Peygamber soluğuyla

Dirildi Taha

Açtı sofrasını Mikâil

Nimetler sofrasını

Bal zeytin ve nardan

Su getirdi dağlardan pınarlardan

İlkin dudağını ıslattı bengisuyla Tahanın

Geçti bir eleğimsağma omuzlardan

Taşıyan o gülümsemesini Hızırın

Hızır güldü

Kur'anı Cebrail açtı

Sofrayı Mikâil açtı

Ölümü öldürdü Azrail

Sûrunu üfledi İsrafil

Dirildi Taha

İşte böyle dirildi Taha



Durun anlatayım size melekler

Tahayı nasıl dirilttiler

Anarak İsanın doğumunu

Anarak Muhammed Mustafanın doğumunu

Melekler

Tahayı dirilttiler
__________________



TAHTA AT



Dostlarımız geldi hafif danslar geldi

Şeker verdik aslan yeleleri aldık kırk kapı açtık

Kırk kapı açtık Mavi Sakal öldü

Kırk odanın içinde güzel aslanlar güldü

Sen güldün Asya güldü hafif danslar geldi



Gel kalbini saat yap odamıza

Saatin içine kutsal sözler yaz

Güneş yap aşka güzel ölümleri uslu ölümleri

Gel mesut odalar içinde çözül güzel bulmaca

Güzel ve mağrur ve katil



İç dünyamı ikili susmalarla bölme

Şiir günlük konuşma dilimiz

Kıskançlığımdan örülme bir perde

Perdeye çarpan beş deniz

Kuvveti yok bende itham etmek hakkından önce
__________________


II.



Dostlarımız geldi sağlam izleri var karda

Yapacaklarının yapılabileceği iyi öğretildi onlara

Ve sağlam kutular içine koydular gölgelerini

Karışık bir ses teller üzerinde Londra

Gel bu gece görülmemiş bir şey olacak



Yanlış bir dağın altından yanlış bir su çıkarsa

Kaybolursa taşlar içinde taşlar getiren taş bir bulut

Eşkiya heybesinde çizgili kayığa asıl

Merhametin bildik kaynağı eşkiyalar

Kıldan ince çarpık bilgileri unut

Sessiz derin sonsuz yaslı duvarlar önünde

Türküler içinde en şen en senin olanı söyle



III.



Aşk kadar nazlı saat kadar gerçek

Bir bülbül bakıyor bana doğru

Boş oda kadar tedirgin tehlike kadar güzel

Bir bülbül içimde sedefle kaplanıyor

Payıma korkarım eşsiz bir azap düşecek



Dostlarımız geldi öldü büyücüler

İnsanla peygamber arası basık bir gürültü içinde

Korkunç ilgiler döner dolaplar

Sedef gurur ve inat içinde



Seni bana getirsin ölüm yatağımdayken

Kırık ayaklı tahta at.
__________________


TUT



Son kaya iniyor kuyu aydınlanıyor

Ses insanın derinlerde parlayan

Son isyan denemesi oluyor güzel

İçimde yaman tutuk bir şair doğuyor

Tut elimden

Dosta düşmana karşı bir iyi konuşayım

Tut

Kulede saat kırılmasın

Geyikler sağır

Rüyalar boğuk olmasın



Son kıral ağlıyor, üstünde son kuş yoruluyor

Halkın kayıp annelere karşı saygısı yok

Tut elimden

Düşen tüyleri toplayalım

Tut

İsimsiz çocuk ağlamasın

Kuyuda ışık sönmesin

Kırk oda içiçe dönmesin

Halayıklar sağır

Dualar boğuk olmasın



Son insan yürüyor

Tut elimden kaçalım

Kaçalım kaçalım

Bizi kimseler görmesin

Arıyanlar bulmasın

Tren duvarları sarsmasın

Yürek bu kadar hızlı çarpmasın

Kan böylesine hızlı akmasın

Askın kulakları sağır

Sesi boğuk olmasın
__________________


VEDA



Silahlara veda

Geceye rüyaya ve sana

Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden

Düzenlerin çıkmazına



Çizdiğim resmin

Saat kulesi ağlıyor

Ağzım o çeşit yok

Şişe bu çeşit var



Sen bir gece gelsen

Güneş doğmasa

Gitmeden yine gelsen

Bu yeni geleni

Bu bize bakanı

Sana bir anlatsam

Güneş doğmasa

Sandıkların içini göstersem sana

Çizdiğim resmin

Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde

Bir rafa koyabilsen

Olup biteni ve onları

Sabaha kadar konuşsak

O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam

Ateşi karı tüfeği çeksem

Ocağa pencereye kapıya



Kemana veda



Yağmurda şeytan ve şapkası

Silahın ölümünü kutluyorum



Tren kaçırmış gibiyim



Sana veda
__________________


VE MONNA ROSA



Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara

Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.

Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:

Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.

Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,

Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...



Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü

Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.

Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;

Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.

Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:

Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...



Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;

Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.

Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,

İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar.

Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa

Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.

Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.



Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır

Ve kediler her gece sürünür yastıklara.

Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;

Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,

Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.

Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara

Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.



Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.

Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık.

Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.

Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;

Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...

Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!



Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;

Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.

Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,

İtimat edeceğim şu belalı yağmura.

Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim

Asılmış bir adamın iki eli yağmura.

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.



Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni

Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.

Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni

Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.

Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni

Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,

Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.



Sana tavuskuşunun içime girdiğini

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu,

Bana da bir çift ak kanat kaldığını

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.



Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara

Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.

Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:

Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.

Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,

Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
__________________


YAĞMUR DUASI



BEN geldim geleli açmadı gökler

Ya ben bulutları anlamıyorum

Ya bulutlar benden bir şeyler bekler

Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum

Ben geldim geleli açmadı gökler



Bir yağmur bilirim bir de kaldırım

Biri damla damla alnıma düşer

Diğerinde durur göğe bakarım

Ne şehir, ne deniz kokan gemiler

Bir yağmur bilirim bir de kaldırım



Nedense aldanmış ilk gece annem

Efsunlu bir gömlek giydirmiş bana

İişte vuramadı gökler bana gem

Dinmedi içimde kopan fırtına

Nedense ilk gece aldanmış annem



Biri çıkmış gibi boş bir mezardan

Ortalıkta ölüm sessizliği var

Bana ne geldiyse geldi yukardan

Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar

Biri çıkmış gibi boş bir mezardan



İyiki bilmiyor kalabalıklar

Yağmura bakmayı cam arkasından

İnsandan insana şükürki fark var

Birine cennetse birine zindan

İyiki bilmiyor kalabalıklar



Yağmur duasına çıksaydık dostlar

Bulutlar yarılır hava açardı

Şimdi ne ihtimal nede imkan ar

Göğe hükmetmkten kolay ne vardı?

Yağmur duasına çıksaydık dostlar



Ben geldim geleli açmadı gökler

Ya ben bulutları anlamıyorum

Ya bulutlar benden bir şeyler bekler

Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum

Ben geldim geleli açmadı gökler
__________________


YOKTUR GÖLGESİ TÜRKİYE'DE



Sabahları gün doğmadan uyanır

Dilini yutacak olur içi kanlanır

Gün boyu çalışır aydınlanır

Kederini anlarsanız size ne mutlu

Acır fakir çalışan kadınlara

Titrer bir gönül kıracak diye hanim dizi



İncedir billurdandır yoktur gölgesi Türkiye'de

Bir meçhul Meryem mermerden değil ama kutlu

Gözlerine baksanız erirsiniz kar gibi

Elinizi sallasanız rüzgarından sallanır

Bir geyik olur sizi arar melul ve bakir

Görür gibi uyur konuşur gibi susar güler ağlar gibi
__________________
HarbiForumR

Sezai Karakoç'un Hayatı (1933 - )


--------------------------------------------------------------------------------

Sezai Karakoç, 1933 yılında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya gelir. Babası Yasin Efendi’nin koyduğu isim Muhammed Sezai’dir. Nüfus kayıtlarında Ahmet Sezai olarak geçer. Dedeleri, Ergani ve yöresinde oldukça etkin kişilerdendir. Babasının babası Hüseyin efendi, Plevne savaşına katılmış; Gazi Osman Paşa’nın takdirini kazanmıştır. Aile Leventoğulları olarak anılır.

Şairin çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçer. Altı yaşında ilkokula başlar ve 1944’te Ergani’de ilkokulu tamamlar. Maraş ortaokuluna parasız yatılı öğrenci olarak kayıt yaptırır.1947 de burayı bitirerek Gaziantep’te yine parasız yatılı lise öğrenimine başlar. Gaziantep lisesinden 1950’de mezun olur. Felsefe okumak istediği için İstanbul’a gider. Fakat babasının arzusu ilahiyat fakültesidir. Kendi parasıyla okuyamayacağını anlayınca, o zaman parasız yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girer. Sınav sonuçlarını beklerken de Felsefe bölümüne kayıt yaptırır. Eğer sınavı kazanmazsa felsefe eğitimi yapacaktır.

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak başladığı yüksek öğrenimini, 1955’te fakültenin mali şubesinden mezuniyetle tamamlar. Pek çok resmi görevde bulunur. Görevi icabı Anadolu’yu çok gezer ve birçok il, ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur. 1960-1961 yıllarında yedek subay olarak askerlik görevini yerine getirdikten sonra görevine kaldığı yerden devam eder. 1965’ten 1973’e kadar birçok kez istifa eder. 1973’ten bu yana da hiçbir resmi görev almaz.

Kurucusu bulunduğu ‘Diriliş Yayınları’ ve ‘Diriliş Dergisi’ ile İstanbul’da hizmete devam eder. 1990 yılında ‘Güller Açan Gül Ağacı’ Amblemiyle Diriliş Partisini (DİRİ-P) kurar. Yedi yıl Partinin Genel Başkanlığını yürütür. Ancak 1997’de iki genel seçime girmedi gerekçesiyle parti kapatılır.

Devlet, millet ve medeniyet kavramlarına farklı boyutlarda anlam yükleyen Sezai Karakoç’un kırk-bir yıllık ‘Diriliş’ doktrini etrafında düşünsel alanda bir Diriliş Nesli oluşur.

Şiir, sanat ve düşünce ile yüklü hayatına, çilesine, duygu ve duyarlıklarına değinmek çok da kolay değil. Bunun için büyük bir çalışma gerekir. Kısaca, ‘şiir üslubu bakımından, az çok İkinci Yeni’ye yakın sayılsa da, şiirinde işlediği temalar, inandığı değerler bakımından şiirimizde yeni ve değişik bir sestir’ demek mümkün .
 
Son düzenleme moderatör tarafından:

Benzer Konular

Yanıtlar
1
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
2
Görüntülenme
1B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
1B
Yanıtlar
2
Görüntülenme
1B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
2B
Üst