Betül17
denizimsi
Necid Çöllerinde
Yâ Nebi...
Şu halime bak
Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın,
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın.
Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum,
Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.
Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar,
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak,
Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak.
Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-ı Sudan’ı,
Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada,
Yetişmeseydin eğer Ya Muhammed imdada.
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin,
Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin.
İradem olduğu gündür senin iradene râm,
Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram.
Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim,
Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim.
Yanıp tutuşmadan yummadım gözümü,
Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azab-ı Hecrine katlandım elli üç senedir,
Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir?
Üç beş sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere husran mı, merhamet mi gerek.
Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,
Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.
nedir o meşale, nurun mu ya Resulallah
Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh....
Şefaat senindir ya Resul Allah
Ehli imanlar saf saf durmuşlar
Mahkameyi kibriyada hesap sormuşlar
Günahı olanlar af dilemişler
Şefaat senindir ya Resul Allah..
Onların yardımcısı cümle enbiya
Onların serdarı habibi Kibriya
Onlar için rica ediyor hatımel enbiya
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Günahı olmıyan ağlayıp geziyor
Günahkar dostunun afını istiyor
Kelimeyi tevhit bülbül gibi okuyor
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Aşıklar feryadı arşı titretti
Cabrail onların aşkından gürledi
Yer gök onların azameti dinledi
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Rica ediyorlar ehli imanı
Onların boynunda berat fermanı
Muhammed Mustafa’dır onların din imanı
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Ehli aşk orda ediyor niyazı
Feryadı fiğanı türlü avazı
Hakk huzüründe ediyorlar nazı
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Saf saf durmuşlar ne güzel canlar
Yüzünde parlıyor nurun imanlar
Hakk’ından bekliyor büyük fermanlar
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Diyer yarab çaresiz derdimin dermanı
Senin lütfündür emru fermanı
Nuri Ahmed aşkına yürüt bu aşkın kervanı
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Ehli imanın nuru parlıyor
Fatma anam hüngür hüngür ağlıyor
Ehli imanı rica ediyor
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Bir yanında Muhammed bir yanında o şahi Haydar
Hatice anamız elinde ferman
Günahkar ümetimin derdine derman
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Yüce Rabb’in Rahmeti
Bir gece ki aleme Miraç yadigâr oldu,
Yüce Rabb’in rahmeti insanlığa ödüldür.
Rabb’im kutsal şerefe Resulü layık gördü,
Yüce Rabb’im rahmetin gönüllere ödüldür.
Bir mucize ki gökler kapılarını açtı,
Yol oldu Muhammed’e yıldızlar ışık saçtı,
Gece an oldu Nebi bilinmez sırla kaçtı,
Yüce Rabb’im gücüyle rahmetleri ödüldür.
Muamma bir yerlere Nebi misafir yetti,
Miraç, ruh ve cesetle Resul teşerrüf etti,
Cennet, Cehennem nedir bizzat gördüğü netti
Yüce Rabb’in gerçeği Muhammed’e ödüldür.
Gecenin bir anında Muhammed arşa vardı,
Kürsî, arş ve ruh arzı tarifsiz sırlar vardı,
Açıldı tüm kapılar hakikat alem vardı,
Yüce Rabb’in hikmeti Peygambere ödüldür.
Nebi şaşkın ve mutlu o ne güzel onurdu,
Mekansız ve zamansız gördüğü sima nurdu,
Yücelerden yücesi tek Rabb’im okunurdu,
Yüce Rabb’in sevgisi Resûlullah’a ödüldür.
Her kula nasip olmaz, Rab ile sohbete erdi,
O Nebiler Nebisi Resul kutsi bir serdi,
O Nebinin şanından aleme ödül verdi,
Yüce Rabb’in onuru mahlukata ödüldür.
Beş vakit namaz farzı miraç kabul edildi,
Şirk koşmayan kullara Cennet ikram edildi,
Bu geceye erene, günahlar af edildi,
Yüce Rabb’in birliği gönüllere ödüldür.
Böyle bir gece gören Cennet kapısı açar,
Tertemiz vücut bulur tüm günahlardan kaçar
Saf bir irade ile İrem de nurlar saçar,
Yüce Rabb’in Cenneti has ruhlara ödüldür
Canım Peygamberim
Alemler nura gark oldu, Seninle övündü,
Kisralar çılgına döndü,tabiat alevleri söndü
Nübüvvet mabedinde,hakikat sabahı göründü.
Kokusu güzel,nuru ışık,canım peygamberim.
Ötelerin ötesinde,nurlu yaratılışın temsilcisi.
Bitmeyen merhametin, parlayan güneşi.
Allah’ın habibi Resûllerin efendisi,
Yol göstericimiz,canım peygamberim.
Sevgisiyle,Resûle ağlayıp inleyen kütükler.
Selam verip,dağlar taşlar nasıl feryat ettiler.
Bulut ağlamadıkça,yeşillikler nasıl güler.
Gönüller sultanı canım peygamberim.
Etrafını kuşatan ikram,Medine semalarına yayılır.
Yüce elçi,ifadeye sığmayan bir sevinç bir hal alır.
Onun cömertliğini anlatmaya diller aciz kalır.
Cihana ışık saçan,Hatemül enbiyasın.
Resûlü Ekrem oturdular,Kubadaki kuyu başına
Müyesser oldu Cennetül âla birkaç arkadaşına.
Çağrıldılar huzuru Resûle isim isim tek başına.
Nübüvvet mabedinin,Havzu kevserin sahibisin.
Severlerdi Resûlü sıkaleyni,bitmez tükenmez hazla
Taat itaat timsali,meleklerin gaslettiği Hanzala.
Verdikleri andaki sevinç,nail oldukları sevinçten fazla
Allah’ın davasını yükseltin, düşmanlarını susturdun.
Söyliyeyimde gönlümde ki,gam dağılsın gitsin.
Bütün övgülerin sevgilerin üstündesin.
Kıyamete kadar övsem, Sen bitmezsin
İki cihan serveri, hatemül enbiyasın.
'Ey Allahım! Resûlüne hakaret edenlerin yüzleri kara olsun,Kalplerine korku sal, Ayaklarına titreme ver...'
Bizleri dünyadan milyonlarca büyük ve geniş olan Cennete çağıran, Müminlere çok şevkat ve merhametli olan, yüce peygamberime,salat ve selam olsun.
Gül Cemalin
Aydınlattın dünyayı nur yüzünle,
Yüzünden hiç düşmeyen bir gülüşünle,
Bazen yüzündeki bir hüzünle,
Örnektin sen hep, tüm alemlere.
Seni anlatmak ne mümkün bizlere,
Dağlar taşlar dile gelse nafile!
Göremedik seni, belki seneye,
Çağır bizide Ya Rasul Medine'ye!
Sahabilerle yaptın en güzel sohbet,
Daim dilinden düşmezdi "sabret!",
hep güzeldi, hoştu niyet,
O meclise n'olur bizi de kabul et!
Ali'n Ebubekr'in değiliz biz,
Ama ümmetini seversin biliriz.
Allah'tan daim seni isteriz,
Gül cemalini bizde görmek isteriz!
Gönderdik sana salat ve selam,
Senin için yaptığım her duam.
Sahebe deyilim ama bende diyorum;
Fedadır sana canım,
Fedadır anam, babam!..
Efendim
Ben sana yüreğimi sunuyorum ey yâr
“Nabzımda” adını soluyan nefeslerimle
“Dermansız” bahtıma ağlarken her bahar
Sana sevdamı sunuyorum “hüzünlerimle”
Ben sana yetimliğimi sunuyorum “en sevgili”
Yetim bırakmayacağını beni bile bile
Alevler kuşatmış bak! Hasret kokan gurbetimi
Sana ömrümü sunuyorum “efendim” seve seve
Ben sana selamımı sunuyorum “can nebi”
Sana çarpan yüreğimden “senin yüreğine”
Kırık gönlümde büyüyen sevdanla ayaktayım şimdi
Sana aşkı sunuyorum “can efendim” tüm hücrelerimle
Ben sana selamımı sunuyorum can sevgili
Çağlar sonrasından “bin dört yüz yıl” evveline
Kırık gönlümde büyüyen sevdanla kıyamdayım şimdi
Ben sana aşkımı sunuyorum “efendim” tüm yüreğimle
Ben sana içimdeki seni sunuyorum “yıpranmamış bir sevgi ile”
Kabul buyurur musun efendim?
Sevgili’yi Sevenler Özler
Duy beni, gör beni ey Yâr
Dünya artık daha kalabalık ve daha karanlık
Bu şehrin duvarları sağır
Bu şehir Sen’den sonra darmadağın, harâp
Bak, kayıp gidiyor yıldızlar avuçlarımdan
Sana yabancı bu çağlarda
Artık her insan bir başına, yapayalnız ve çâresiz
Beni bu sahte kalabalıklarda Sen’siz bırakma
Saâdet çağının uzağında kaldı adımlarım
Mevsim boran
Mevsim kaç asırdır yalancı bahâr
Yeminlerin, biâtlerin ırağında
Zakkum ağacının kökünü saldılar
Kızılca kıyâmet hangi yana baksam
Renkler ölümüne ağlıyor peşinden
Güneşin uyanışını bekleyen perdeleri
Sen’siz bomboş kalan ellerimi doldururmuşçasına
İndiriyor ama kaldıramıyorum
Gözlerim akıyor yollara
Dokunsun diye sana
Duâlarla kuşattım acılar mahzenimi
Senin gurbet ikliminde
Çâresiz firaklar baskınında
Uzaklara bırakma beni
Anlatır Sen’i bir çift güvercin
Bir örümcek ve Kusvâ
Yakından görmeliydim ellerini
Ellerini kaldırdığında ikiye yarılışını ayın
Bedir’de ellerini görmeliydim
Sen duâ olup
Yağmur yağmur yağarken yeryüzüne
Görmeliydim gülistân ellerini
Kalbim sökülüyor yuvasından
Rengini yitiren zamânlarda
Kalan mı benim, giden mi?
Yokluğunda gidenler mi yoksa kalanlar mı gurbetçi
Bırakma beni sensizliğin bitimsiz kuytuluğuna
Sıcak bir aşkın en müntehâ kapısında
Sana kavuşmadan unutmam beklemeyi
Sen’i unutmam, unutmam çağların çağını
Biliyorum bir gün ansızın geleceksin
Sen’in yağmurunda ıslanacak dünyâ
Yaşanmamış bahârları getirmek için
Yeniden yazmak için aynaların sırrını
Rahvan atlarla geleceksin biliyorum
En çok, tanımamalar kanatır beni
Tanıyan sever, sevenler özler Sen’i
Buralar gayrı şaşkınlığın son halkası
Gayrı buralar acem mülkü
Sevdâlar acem, karlar, yağmurlar acem
Martılar bu denizi terk edeli beri
Rüyalarıma da uğramıyorsun artık
Özlemler rüyada başlar, sevdâlar rüyada dâim
Sen’den başka sığınacak divan yok
Güneşe renk veren renkler ülkesinde
“huzur” ver içimdeki yalnızlığa sesinle
Utanmıyorum gözyaşlarımdan anarken Sen’i
Sana geç kalmışlığımdan
Bu şehre depremler iniyor bir bir
Sen’siz her şeyde yarım kalmışlığın izi
Sen’i unuttuğumdan
Kuşlar da terk ediyor beni
Şehirler gibi şiirler de kirlendi ardından
Perdeler kalkmadı, filizlenmedi tanyeri
Pişmanlıklar kalbimde tutam tutam gül
Bu karda kışta, bu ışıksız duldalıkta
Beni, sevenlerini, özleyenlerini
Korku tûfanında hiçlik karanlığına bırakma
Yokluğunda, anne bağrı da gurbet, vatan da
Kuru bir hurma kütüğü kadar olmasa da
Yokluğunu yoksulluk sayan bütün kalbimle
Özledim diyorum, özledim Sen’i
Süvâriler vuruldu, Sen gelmedin, bahâr gelmedi
Belli ki Sen’i özlemeyi bile beceremiyorum
Ah Efendim
Ümmetin seni özler içten içe…
Ah efendim
Ümmet seni özler aslında içten içe -farkına varmaz- bir gelsen de hayatımızı Hayy’a doğru çizsen… Sevdalarımızı, yüreğimizin fırtınalı bir deniz gibi olduğu şu dönemde aşka erdirsen, yelkenleri kontrolüne alsan…
Ah efendim
Sensiz bu alem bize yabancı kalıyor; yalancısı oluyoruz inandıklarımızın… Yalancısı oluyoruz yüreğimizin… Avunamıyoruz ki avutalım sol yanımızı… Bir gelsen ağrımayacak o tarafımız; ağır gelmeyecek hayat bize. Biz yükle(n)meye talip olacağız sevdayı heybemize… Bir gelsen, pervanesi olacağız Aşk’ın; razı olacağız yanmaya…
Ah efendim
Şimdilerde her halimiz bir garîb! Sevdalarımız anlamsız; sevgimiz -kuş kadar hafif- her rüzgârda savruluyor bilmediğimiz sokaklara; toparlayamıyoruz hallerimizi Bir’de! Toparlanıp gidemiyoruz Bir’e…
Şimdilerde sevdiklerimiz de bir garîb; bize değer vermez, vefamızı bilmez…
Ah efendim
Bir gelsen şu gönül evimize; müsrifliğimizle duygularımızın bereketini boşluğa savurur bulursun bizi. Bir yerleri doldurabilmek için, daha büyük boşluklara razı olur halde bulursun bizi; bizi boşluğa düştüğü halde içinin huzuru aradığını fark edememiş halde bulursun…
Ah efendim
Aradığının “sen” olduğunu bilmeyen bir ümmet mi olduk biz yoksa aramanın mahiyetini mi bilemez olduk? Bulma ümidimiz mi bitti yoksa? Bulanları gören gözümüz mü köreldi? Yüreğimizin üzerindeki perdeler kalınlaşır da kalınlaşır; hikmeti setreyler yüreğe karşı...
Ah efendim
Ümmet garîb kaldı doğup büyüdüğü kentte; içinde. Ümmetin içi vasfını değiştirdiğinden olsa gerek, tanıyamaz oldu kimse kendini... Tanıyamaz olduk birbirimizi; kendimizi… Bundandır ki efendim, uzak kaldık bizim vasfımızla değerli Kılan’a; uzaklaştık bilgisizliğimizin dehlizinde… Efendim, bize bir nefes eyle; ümmetine düşkün bir peygamber duası; içimiz özler inşirahı…
Efendim, artık iftidah zamanımızdır; bize dua eyle... Bizi huzuruna çağır! Bu garîblik bize dokundu…
Ah efendim
Bu garîblik bize dokundu… Gel de bize “yâr” olmayı anlat, sevmeyi, sevilmeyi, vermeyi, verdiğinin ardından bakmamayı, “ummadan vermeyi”,
Bize hayatımızın efendisi olmayı öğret,
Bize irademizi elimizde tutmayı öğret,
Bize yüreğimizle konuşmayı öğret,
Murakabemiz, seni yüreğimize murakıp bilişimizi getirsin…
Gel de hallerden hale geçiş yapalım artık,
Bitsin şu oyalanma faslımız,
Dizinin dibinde oturup sevban misali yok olalım gözlerinde,
Sevelim aşkla vuslat eyleyen hıçkırıkları...
Gel de şikâyet etmeyelim artık acıdan,
Dilimiz hep şükre dokunsun…
Gönül Sızım
Uzun olur gecelerim hep ismini hecelerim
Tütmez oldu bacalarım gönül sızım ah Efendim
Müptelâ-yı mihnet-i mâsivâyım Efendim!
Garîk-i bahr-i isyân u rüsvâyım Efendim!
Açılsın ne olur cemâl-i pâkinden nikâb!
Yüzüne aşinâ-yı pür-vefâyım Efendim!
Varıp bezmine âşıkân bin bir leâl ister
Ben bir garîb-i nâlân u şeydâyım Efendim!
Geçerler candan girenler nur halene bir kez
O dertten bin belâya müptelâyım Efendim..!
Olur Mecnûn görenler ruhsârını a cânân!
Kapında mülk-i serâp bir gedâyım Efendim!
Esîr-i dâm-ı firkatte hep yandım yakıldım;
Her subh u şâm inim inim bir nâyım Efendim!
Seherler bûy-ı huzûrunla tüterken her şeb
Ben neden nâr-ı hicrana yanayım Efendim!
Kerem eyle bırakma bendeni bu hicrânla!
Kerem kılmazsan nasıl dayanayım Efendim!
Köyünün yoluna düşsem yüzümü tozuna sürsem
Günahkarım yandım desem gel dermisin ah Efendim
Ya HabibAllah şu kalbim olsa dahi meskenin
Meskenim cennet olurdu nerde olsam bendenin!
Rahmetel lil alemin mihmanım ol gir kalbime
Büsbütün dünyaya tırnağın değişmem ben senin!
Vasılı cennet olursam istemem bir arka yer
Aşıkın zindanı elbet yar yanından başka yer
Aşıkım maşuka vasıl olduğum yerdir cennetim
Onsuz el vermez saadet Onsuz olmaz aşka yer
Gel dermisin ah Efendim gönül sızım ah Efendim…
Derdimendim
Derdimendim yâ Rasûlallah, devâ ol derdime,
Destgir ol, yâ Habiballah, bu asî mücrime! ..
Sen şefâat kânı varken, yalvarayım ben kime? ..
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..
Bûy-i vaslındır, muattar eyleyen sünbülleri,
Nur cemâlinden eserdir, bağ-ı aşkın gülleri,
Gül cemâlindir Habîbim, mesteden bülbülleri,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım
Cânını cânâne kurban eyliyor pervâneler,
Bezm-i vaslın neş'esinden, gaşyolur mestâneler,
Aşıkın gözyaşlarından, doldu hep peymâneler,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..
Ermek istersen, O şâh'ın himmet-ü imdâdına,
Cânü dilden âşık ol sen; 'İsm-i zât' evrâdına,
Ses verir (Ulvî) ; melekler âteşin feryâdına,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım.
-kan değil-
GÜL KOKSUN DÜNYA!
-Gül kokulu yâre-
O kutlu diyarlardan gönlümüze estikçe
Kokun gelecek diye yelde aradım seni.
Sabahın seher vakti, bâd-ı sabâ aşkıyla
Raks ederken yapraklar dalda aradım seni.
Unuttuk sünnetinin hem tadını, tuzunu
Sevgi güneşi ile; erit gönül buzunu
İsrâ, mîraç dönüşü ayağının tozunu
Yüzüme sürmek için yolda aradım seni.
Ne çileler çektiler her devirde her nebî
Yusuf'a mekân oldu karanlık kuyu dibi
Yeniden ufkuma doğ, n'olur; dolunay gibi
Dolaştım kalpten kalbe dilde aradım seni.
Eğer sen gelmeseydin dünya dönerdi ine
Dünden de çok muhtacız getirdiğin o dine
En güzel örnek oldun Habîb'im; sakaleyne
Zaman selâma durdu yılda aradım seni.
Yoldayken yol aradım akıl için yol birken
Nasıl oldu şaşırdım önde rehberim varken
Yitiği yitik yerde aramam gerekirken
Yeşili şaşı gördüm alda aradım seni.
İnsanlığın burcunda en zirvesin, kemâlsin
Ördün vahiy peteğin kutsal yüke hamalsın
Sen misin O, O mu sen, Kur'an ile hem hâlsin?
Öyle farklı ki tadın balda aradım seni.
Dermek üz're gülünü girsem İrem bağına
Vahyi koklamak için çıksam Hıra dağına
Belki dokunur diye ayağım ayağına
İzine basmak için çölde aradım seni.
Rûz-i elestten beri koku saçan bir gülsün
Refik-i âlâ diye Hakk'a uçan bir gülsün
Onca dikene rağmen çölde açan bir gülsün
Kokun mu gül, ten mi gül; gülde aradım seni?
Ey sevgili Sultan'ım gözüm, gönlüm hep sende!
Şefaat-ı kübrânla kurtar bizi dar günde
Ruhları mest eyleyen o güzelim nağmende
Beste, güfte sır olmuş telde aradım seni.
Yok ki başka bir kapı in/cin sana kul Rabb'im
Yolların en doğrusu gösterdiğin yol Rabb'im
Yakmadın Halil'ini yakma bizi ol Rabb'im
Cennette cemâlini kulda aradım seni...! ! !
Sevgililerin En Güzeline
Kimse unutamaz seni!
Mümkün mü seni unutmak
Mümkün mü adını anmadan bir an yaşamak
Ruhum sende bulur yeniden dirilişi,
Ve sende kavuşur sevdaların en güzeline.
Her an sana doğru bir hicret başlar yüreğimden.
Gizler beni örümcek ağı; gizler hicretin güvercini,
Büyürüm hicretinle her an yeniden çoğalırım.
Seninle doğarım ben her dakika,
Ve her dakika bir yaşıma daha girerim seninle.
Seni bulurum mevsimlerde,
Dakikalarda seni yaşarım.
Yere düşen her yağmur tanesinde bir kez daha seninle ıslanırım…
Her yağmur tanesinde bir nur inermiş yeryüzüne,
İşte sen bize inen nursun,rahmetsin üzerimize,
Yağ üstümüze nurunla; yine,yeniden sırılsıklam ıslat bizi ya nebi,
Sana o kadar ihtiyacımız var ki:
Sensiz yaşamayı öğrenemedik
Sensiz ayakta kalamadık.
“Mü’min’in mü’mine gülümsemesi sadakadır derdin”
Gülümsemek şöyle dursun; birbirimize bakmayı bile unuttuk,
Unuttuk öğrettiğin şarkıyı,
Ve unuttuk biz olmayı…
Hadi söyle şarkını yine yeniden öğret bize;
Öğret ki yeniden dirilsin,yeniden huzura kavuşsun şu ümmetin.
Şu anda durabiliyorsak yeryüzünde,
Paylaşabiliyorsak acıları,sevgileri hepsi senin varlığındandır.
Sen en canlı resimsin zamanın yüzünde,
Yeryüzüne gelmenin anlamı,en yüce sevilensin
Güneşimiz,kurtarıcımız,rehberimiz,önderimizsin;
Neşesi yağmalanmış hayatlarımıza en büyük tesellisin sen.
..Asırlar geçti; dünya yine o bildik dünya,
Mevsimler bıraktığın gibi; yine birbirini kovalıyor.
Ama değişen bir şeyler var: Sevgiler uzun yaşamıyor artık,büyümeden ölüyorlar.
Kavgalarsa; hani dokuz canlı derler ya tıpkı öyle;
Asıldıkça asılıyorlar hayata,düşmek bilmiyorlar yakamızdan.
Tükendi miras bıraktığın ümitler,yitirdik renklerin en neşelisini,
Unuttuk severek yaşamayı;
Ve unuttuk “Kötülüğü terk edip iyiliği emretmeyi”.
İşte gökyüzü; bir bir kaybediyor yağmura gebe bulutlarını,
İşte yeryüzü; özlüyor üzerinde gezdiğin her anı;
Ve özlüyoruz o kutlu yürüyüşünü,
Öyle ki,yürüyüşünün ritminden ıslanırdı Mekke,
Kopmak istemezdi torak bıraktığın ayak izinden.
Ve onu da kaybettik,kaybettik ayak izini; Kalakaldık çölün ortasında.
Şimdiyse; hüznün gölgesi vurmuş yüzümüzle,
Göğsümüze bastırdığımız güllerle,
Dudaklarımızda dualarla gömülüyoruz şehre.
Hüzün hiç yakışmamıştı bize bu kadar;
Niçin yakışmasın?
Mahzun bir peygamberin ümmeti değimliyiz?
Ümmetin olmak bunu gerektiriyorsa;
Bitmesin hiç hüznümüz,susmasın hiç sevda türküleri,
Hiç dinmesin aksın gözyaşımız.
Bırakma bizi efendim,bakışlarını hiç ayırma üstümüzden; Sımsıkıca tut ellerimizden,aşkınla sars yüreğimizi;
Ve sen bizi yürüyenlerin en güzeline yoldaş eyle Allah’ım…
Bu Çağrı Sanadır
Bir damla su gönder bana
Eğer gönderebilirsen
Ana sütü gibi tertemiz olsun
Bir damlası Karadeniz
Bir damlası Akdeniz olsun
Bir avuç toprak gönder bana
Edirne koksun, Ağrı koksun
Her zerresi burcu burcu
Türkiye koksun
Anadolu’dan çağrı koksun
Bir dilim ekmek gönder bana
Yiyince lezzetini hissedeyim
Bereketini hissedeyim
Köy köy, tarla tarla
Memleketimi hissedeyim
Bir demet çiçek gönder bana
Renkleri;
Sarı, kırmızı, beyaz ve mavi olsun
Râyihâsı, estetiği
Semâvi olsun
Bir tutam sevda gönder bana
Veysel Garani’nin, Yunus Emre’nin
Sevdasından olsun
Mevlâna’nın Mevlâ’sından olsun
Sevdâların hasından olsun
Bir rüya gönder bana
Yürürken, otururken
Güneşi, Ayı seyredeyim
Aradan kalksın tüm duvarlar
Mâverâyı seyredeyim
Bir damla alınteri gönder bana
Yazdığın şiirleri gönder bana
Okumaya ihtiyacım var...
Utanıyorum Ya Resulallah
Affet ey Nebiler Nebisi, canım sultanım,
Bu cürümlerle mi huzuruna varacaktım,
Bunca hata, isyan ve günahla mı,
Huzurunda boynum bükük, gözüm yaşlı,
Utanıyorum bu günahkarlığımla sana seslenmeye…
Sana hakkıyla ümmet olamadım,
Seni layıkıyla anlatamadım,
Bir Bilal olamadım, Sümeyye gibi ölemedim,
Haykıramadım cihana adını,
Utanıyorum bu vefasızlığımla sana seslenmeye…
Savunamadım seni dinsizlere karşı,
Ebu Cehillere baş kaldıramadım,
Sensiz bir başıma kaldım, yetişemedim Efendim,
Gönül güllerini solmaktan kurtaramadım,
Utanıyorum bu biçare halimle sana seslenmeye…
Gül Ravza’na varamadım Gülerin Şahı,
Anlatamadım cihan-ı beşere senin güzelliğini,
Nebilerin Nebisi,Timsali rahmet olduğunu anlatamadım,
Oysa sen ümmetim ümmetim diye nelere göğüs gerdin,
Utanıyorum bu nisyanımla sana seslenmeye…
Rabbimin en sevgili kulusun sen Sultanım,
Var mıydı senden çok ibadet eden, var mıydı ey Nebi,
Anlatamadım kulluğunun yüceliğini, anlatamadım,
Dünyaya saltanat kurmuş biçare nefislere anlatamadım,
Utanıyorum bu gafletimle sana seslenmeye…
Yetimlerin babası oldun, şefkat Peygamberim,
Karanlık dünyamda güneş gibi açtın ey Nebi,
Affet beni Sultanım, anlatamadım karanlık gönüllere seni,
Anlatamadım bu karanlık çağda, yansıtamadım güneşini affet,
Utanıyorum bu çaresizliğimle sana seslenmeye…
“Kişi sevdiği ile beraberdir” demişsin Sultanım,
Beni de seni sevenler kervanına kabul edecek misin,
Utanıyorum, hakkım yok şefaatını istemeye,
Ama sen ümitsizlerin ümidisin, bana da şefaat edecek misin?
Sen Hidayet Güneşi, sen Resul-ü Kibriya, sen Eşref-ül İnsan,
Ne olur, ne olur geri çevirme, utanarak huzuruna geldim,
Bana da şefaat edecek misin?
Seyrimde bir şehre vardım
Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül
Sultanımın tacı tahtı
Bağı divanı güldür gül
Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazarı güldür gül
Toprağı güldür,taşı gül
Kurusu güldür, yaşı gül
Has bahçesinin içinde
Selvi çınarı güldür gül
Gülden değirmen döndürür
Anın ile gül öğütür
Akar arkı, döner çarkı
Bendi pınarı güldür gül
Ak gül ile kırmızı gül
Çift yetişmiş bir bahçede
Bakışırlar hâra karşı
Hârı, eshâr-ı güldür gül
Gülden kurulmuş bir çadır
İçinde nimeti hazır
Kapıcısı İlyas Hızır
Nârı şarâb-ı güldür gül
Ummi Sinan gel vasfeyle
Gül ile Bülbül devrini
Meğer şu garip bülbülün
Ahu figanı güldür gül.
Hani bir gün Alemlerin Efendisi Aişe validemızden bir bardak su ister.Validemiz suyu getirince "Önce sen iç ya Aişe" der.Hz. Aişe suyu içer.Efendimiz bardağı alır ve suyu bardağın validemizin ıçtiği kenarından içer.SU GÜLDÜR O AN, BARDAK GÜLDÜR, DUDAK GÜL..
Hani validemiz sorar bir gün:
" Ya Resulallah beni nasıl seviyorsunuz?"
"Kördüğüm gibi ya Aişe."
Seneler sonra bir kez daha sorulur aynı soru.Cevap aynıdır:
"Kördüğüm gibi."
Peygamber Efendimiz'in dünyada ki son günleridir.Soru tekrarlanır." Beni nasıl seviyorsunuz ya Resulallah?" " Hala ilk günkü gibi ya Aişe..." SORU GÜLDÜR O AN, CEVAP GÜL, GÖNÜL GÜL...
Muhabbetin Rengi GÜLDÜR,gönüllerin nakşı GÜL
Aşkın l-kokusu GÜLDÜR,Dostun bakışı GÜL
o zaman birgüzellikten söz açırsa ilk söz gül olur,
son söz GÜL
GÜL alınıp gül satılan pazarlar,GÜLÜN GÜL ile tartırdığı diyarlar vardır.
Gönüllerde o diyardan bir neşe taşınacaksa söze gülle başlamalı.
GÜL KOKULARI YAYILMALI HANELERE
Efendim S.A.V
Yokluğunda seni özledik
Sana değen rüzgarı, seni örten bulutu özledik Özlemeyi, özlenilmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, sevindirmeyi, sevindirilmeyi özledik Efendim
Aşkı, gözyaşını, müsamahayı, ahlakı, adabı, ihsanı, irfanı, iz’anı, feraseti, basireti, şecaati, celadeti, adaleti, meveddeti, muhabbeti özledik
İzzeti, hikmeti, fıtratı, şefkati, hürmeti, devleti özledik
Senden sonra tefrika meşrebimiz, taklit mezhebimiz, cehalet mektebimiz, atalet fıtratımız, hamakat şöhretimiz, ihanet sıfatımız, küffar velinimetimiz oldu
Efendim,
Sen kendini ‘abduhu ve rasuluhu: O’nun kulu ve elçisi’ olarak takdim etmiştin Sana iman eden bazıları sana hürmet adı altında seni kulluktan ‘kurtarıp’ melekleştirerek hayattan dışladılar Bu ifrata karşı başka bazıları da tefrite sapıp seni ‘güzel örnek’ olmaktan çıkarıp bir ‘postacı’, bir ‘ara kablosu’ seviyesinde görerek hayattan dışladılar
Bunların hepsi sana iman ediyordu Ama seni hayatımızdan çıkarmanın ızdırabını çektirdiler bize Bu işi, göğe çekerek ya da yere sokarak yapmaları sonuçta hiçbir şeyi değiştirmedi
Allah seni ‘güzel örnek’ olarak gösterdi Sen, Kur’an’ın konuşanı, yürüyeni, hareket edeniydin Tıpkı bir an¬nede spermin insana, bir ağaçta suyun meyvaya, bir arıda tozun bala, bir tavukta darının yumurtaya, bir koyunda samanın süte dönüşmesi gibi, ayetler sende hayata dönüşüyordu
Allah ısrarla seni örnek gösterirken, birileri ısrarla ‘kitab’ı, kitapları örnek göstermekte direndiler Öylesi işlerine geliyordu, cansız bir nesneyi örnek edinmekle, canlı bir insanı örnek edinmek aynı olur muydu?
Efendim,
Kitapsızlıktan değil, ‘peygambersizlikten’ kırıldık Yokluğumuz pey¬gamber yokluğu Seni hatırlatan, seni andıran insanların hasretim çekiyoruz Çocuklarımız peygamberi sorunca ‘evladım onun ahlakı tıpkı fa¬lancanın ahlakı gibiydi’ diyeceğimiz insanlar yok denecek kadar az
İnsanlık destanıyla yaşıt olan vahiy sürecinde birçok kitapsız peygamber gelmişti de, bir tek ‘peygambersiz kitap’ gelmemişti Sayemizde yaşlı dünya ona da şahid oldu efendim Peygambersiz Kitab’a, Muhammed aleyhisselamsız Kur’an’a da şahid oldu Şimdi Kur’an mahzun efendim, Kur’an öksüz Seninle Kur’an’ın arasını ayırdık, etle tırnağın, toprakla to¬humun, anayla evladın arasını ayırır gibi
Gel de bir bak Efendim, bu mazlum ümmetin hali pür melaline Bıraktığın din tanınmaz hale geldi Bıraktığın sitenin harabelerinde baykuşlar tünedi
Gün geçmez ki ümmetin coğrafyasından feryat yükselmesin, oluk oluk kan akmasın
Bir olarak bıraktığın ümmetin kaç parçaya ayrıldığının sayısını onu parçalayanlar dahi unuttu
Bıraktığın kutlu mirası hovarda mirasyediler gibi parçalayarak paylaştık Efendim Nebevi mirasın irfani ve ahlaki boyutuna bir hizip, ilmi ve fikrî Boyutuna bir başka hizip, siyasî ve hareketi boyutuna ise daha başka bir hizip sahip çıktı Yüzyıllardır tüm bu hizipler ellerindeki parçanın ‘bütünün kendisi’ olduğunu iddia etmekle ömür tükettiler ‘Her hizip ellerindeki parçayla övünüp durdu ’ Hepimiz hakikatin merkezine kendimizi oturtup ‘hak benim’ dedik
Oysa ki Efendim, bazen parçalanan hakikat hakikat olmaktan çıkar Ait olduğu bütün içerisinde anlamlı olan bir parça o bütünden ayrılınca anlamsızlaşabilir Bunu farkedemedik Efendim
Efendim,
İsrailoğulları, peygamberlerini katlediyorlardı Biz de senin güzel hatıratını, emanetini, adını ve sünnetini katlettik Seni katlettik Efendim
Kimilerimiz için sen hiç ölmedin, o ender bahtiyarlar seni hep içlerinde, işlerinde, hayatlarında, düşüncelerinde, duygularında, eylemlerinde, evlerinde yaşattılar
Kimilerimiz içinde sen hiç doğmadın Onlar hep senden mahrum yaşadılar Şol mahiler ki derya içreydiler, deryayı bilmediler
Varlığının kaç bahara bedel olduğunu bilmeyenler yokluğunun ıstırabını nasıl duysunlar Efendim?
Seni çok seviyoruz, seni çok özlüyoruz
Bize kırgın mısın Efendim?
Seni görmekten, Seni duymaktan aciz!
Neredesin ey Rasûl, neredesin Yâ RasûlALLAH?
Bu dava mahzun, bu dava garip, bu dava öksüz büyüdü.
Bir Veysel, Seni tâ Yemenden görürdü.
Görürdü de, Senin dişini kıran o taşa üzülürdü,
Üzülürdü de, sıkıntıdan kendi dişleri dökülürdü.
Yâ RasûlALLAH, Sen buyurmuştun ya hani, Yemen tarafına bakarak
Bu taraftan iman kokusu geliyor diye!
Bu yüzden o iman kokulu yâre, o göz nuru hırkanı bırakmıştın.
Kimdir bu yâ RasûlALLAH? diyenlere ise,
O beni görür ben de onu görürüm
O Veyseldir. buyurmuştun
Sen kâinatın yaradılış sebebi
Sen Ademin affedilme nedeni
Sen Rabbin biricik sevgilisi
Hal böyle iken yâ RasûlALLAH,
Sen açlıktan karnına taşlar bağlıyordun
Bizler, daha Senin gibi, bir gün olsun karnımıza taş bağlamadık!
Bırak taş bağlamayı
Sıcak döşeklerimizi terk edip bir gece olsun,
Gönülden teheccüde kalkamadık
Vazgeçtik nafilelerden
Umut kestik ya
Ümmetin içinde farzları ihmal edenleri görüyor musun yâ RasûlALLAH?
Görüyorsun da içinde kırıklıklar mı oluşuyor?
Neredesin ey Rasûl, neredesin yâ RasûlALLAH?
Gül Sevdası
Eskilerde sana sevdalı. Sana âşık… Sana meftun…
Gül adına pazarlar kurulmuş, gül alınıp gül satılmış,
Ölçü birimi gül olmuş gülden terazi yapılmış.
Bende seviyorum, Gül’üm sebebini bilmiyorum
Belki gül oluşun için, belki herkes sevdiği için,
Belki de âşık olunacak en güzel canlı sen olduğun için.
Ne bülbüller senin etrafında döndüler…
Senin güzelliğin uğruna canlarını verdiler…
Tüm hücrelerim sana sevdalı… Üstüne gül koklamam
Senin üstüne bir canlı tanımadım, tanımam
Seni yüreğimde hapsediyorum
Bende senin hücrene giriyorum
Seni sevmek eğer bir cezaysa
Hücrende cezamı çekmek istiyorum.
Yaşama dair tek umudumsun,
Tutunacak dalım sığınacak yurdumsun,
Kâinat benim olur eğer beni seversen
Kaybeden ben olurum. Eğer beni sevmezsen
Bilinmez diyarlara kendimi atarım.
Ölen aşkımın ebediyen yasını tutarım.
Zaman hırsızı beni benden çalmadan
Artık gel! Yoruldum Vuslat çetelesi tutmaktan
Ey sevgili söyle neredesin, hangi bahardasın,
Kimlerin sohbetini taçlandırmakta
Hangi gönülleri güzelliğinle doyurmaktasın
Bir gün ama bir gün can’la canan kavuşacak
O an belki kalbim heyecandan çatlayacak
Azamdaki her düğüm Belki de sökülecek
Perdeler çekilecek biricik gül görünecek
Fani sevgiler gidin sizleri tepiyorum
Ben gül’üme aşığım, tek onu seviyorum
Gül Yüzünü Rüyamızda
Gül yüzünü rüyamızda
Görelim ya Rasulellah
Gül bahçene dünyamızda
Girelim ya Rasulellah
Sensin gönüller sultanı
Getiren yüce Kur'anı
Uğruna tendeki canı
Verelim ya Rasulellah
Aşkınla yaşarır gözler
Hasretinle yanar özler
Mubarek ravzana yüzler
Sürelim ya Rasulellah
Veda edip masivaya
Yalvarıp yüce Mevlaya
Şefaat - Mustafa' ya
Erelim ya Rasulellah
Levleke dedi sana hak
Bağışla yüzümüze bak
Huzurullaha yüzü ak
Varalım ya Rasulellah
Derviş derki kardeşlere
Çok selavat ver kardeşlere
Gül yüzünü göre göre
Ölelim ya Rasulellah
SENİ KOYDUM YÜREĞİME
Artık ne sıradan bir aşk ,
Ne de geçici sevgi alamaz yerini.
Veremem sana olan sevgimi hiç kimseye
Ben yıllardır yanarken hasretinle;
Olurda bir gün, bir gün değer verdiklerimin
En başında yer almanı hayal ederken
Şimdi; değerlerin en değerlisi ve sevgilerin en yücesindesin, Sevgili.
Nasıl sunabilirim sana açtığım bu aşk kapısını bir başkasına.
Sen ki huzur veriyorsun her ağlayışımda bana,
Sen ki rahatlatıyorsun benliğimi her anışımda seni.
Dertlerim sevinç oldu bana, senin çektiğin çile yanında
Derdimi unutuyorum ey Sevgili! Her anışımda seni.
Seni sevmek bu kadar tatlı, bu kadar güzelken
Başka aşklarda işim ne...
Dostum sensin, yarim sensin şimdi bana.
Ne sahte dostlar gibi sırtımdan vuruyorsun
Ne sahte aşklar gibi vefasız çıkıyorsun
Sen beni büyük bir rahmetle kucaklıyorsun.
Geceler boyunca sana ağlıyorum;
Göz yaşlarım aktıkça seviniyorum, çünkü ben başkasına değil
Sana ağlıyorum!!!
Hiç ağlarken bu kadar sevinmemiştim, ey Sevgili!
Sevinç göz yaşları, hasret göz yaşları bunlar, hasretim sana şimdi,
Nasıl toprak susarsa suya, bende toprak gibi susadım sana.
Sen ki ümmetine feda ediyorsun sevdiklerini!
Fatıma, Zehra, Hatice, Kübra, Hasan ve Hüseyin’im
Feda olsun ümmetime diyorsun...
Ne cenneti, ne Burak’ı ne de Mahmut makamını
İstemem ümmetim olmayınca diyorsun...
Ey Sevgili! Senin ümmetin bunlara layık değil ki,
Sevdiklerini feda ettiğin bu ümmet; nasıl şefaatini bekleyebilir ki?
Bizler! Acizane kullarız, şefkatine muhtacız.
Gün değişti,mevsimler değişti,insanlar değişti
Artık çağdaş yaşantı varmış bu zamanda
Ümmeti için onca çile çeken, göz yaşı döken Habib’i
Örnek almak yok şimdi,
Körpecik yürekler perişan, gençler neyin mutsuzluğunu yaşıyor
Onu bile bilmiyorlar; seni sevmek ayıp geliyor şimdi ki çağa
Senin hayatını yaşamak, hem de hiç eksiksiz yaşamak var şimdi,
Bunu yaşatmak; gelecek nesillerde bu yaşantıyı görmek var.
Seni yürekten sevmek var şimdi.
Ben sana aşığım ya Rasulallah!
Başka aşk istemem gönlümde; göz yaşlarım sana aksın,
Sözlerim seni söylesin, ahlakım senin ahlakın olsun!
Şimdi güllerde solgun, senin hasretinden susamışlar suya!
Sana kavuşmayı günbegün arzuluyorum ey Sevgili!
Bitsin artık benim dünya sürgünüm...
Seni sevmek var şimdi;
Körpecik yüreklerde seni sevmek,
Gelecek nesillerde seni sevmek,
Bu zamanda seni sevmek, var şimdi...
Ben Seni Sevdim
Sendin, ya dost! Sendin!
Seni sevdiğimi anladığım günden beri,
Senin gibi olanları hep sevdim!
Çünkü sen yetimdin, sonra sen öksüz!
“kişi sevdiğiyle beraber” derdin ya hani!
Ben bu umutla sevdim seni inan ki!
Birde yılmamacasına, bıkmamacasına sevdim!
Senin uğruna bir zerrede ben olayım diye sevdim!
Ve azmimi kamçıladım hep, durmadan.
Gönlümde hüzün vardı, hem gülen yüzün, hem de güller.
Gül: gülümseyen yüzüne aşık olduğundan, hep gül açtı.
Gül rayihalarının sırrınca, tenindeki gül kokusunu...
Ter olarak hediye eyledikleri zaman,
O kokuyu sürenlerin çocukları da...
hep gül can ve gül ten oldular.
Gül; seninle muhabbetini özdeştirirken,
Gül Muhammed’i oldular sayende, ya ResulALLAH!
Şefaat, gözlerinden yansırken sıcaklık oluşurdu.
Oysa çölde sıcaklık artarken, senle olanlar serinlerdi hep.
Sevdim seni, merhametinin o sonsuz iştiyakıyla!
Cömertliğinin en eli açıkları bile şaşırtmasıyla sevdim!
Varlığının yokluğu simgelemesiydi her hal.
Balı bulan kovanı neyler? Misali gibiydin!
İşte bu yüzden sevdim!
“Tok gönüllü bir abid” senin vasfındı bu sanırım.
Ebu kubeys’in altınları kandıramamıştı hiçbir zaman seni!
Kıyamete kadar ümmetinin arasında...
Hep en güzel, hep en Resul kalabilmek bahşedildiydi de;
“Rabbime kavuşmayı dilerim” demiştin!
“selam ile gel Habibim” dediğinde ise,
şefkatin, şefaatını engelleyememişti!
Büyüklere, büyük işler yaraşırdı ya, o misali;
Büyük günahlara da şefaat sunmuştun!
Senin himayende öksüzler, yetimler en öndeydi!
Kucak açmıştın onlara, her dem itirazsızca!
Ve son vedan da bile, onlardı tek derdin!
İşte ya ResulALLAH! Ben seni sevdim!
Ya ResulALLAH! Ben seni bu yüzden sevdim
Sır gibi Saklarım
Efendim... olanca ihtişamınla gel,
Ahşap kulübeme sazlık üstünde,
Lütüf buyur kalksın engel,
Söylemem geldiğini, sırrını tutarım.
Ey daldıkça derinleşen deniz gözlerine,
Uyandıkça dalınan rüyada,
Anladıkça anlaşılmayan ey!
Kucakladıkça kaçan ışıklı ceylan,
Tutarım sırrını söylemem gel.
Aydınlık ankalara taşır seni bakışlarımla,
üst üste binen dalgalarla gel.
Uyuşmuş yaprakta bir ömür sakla,
şimşeği gönder ümitlerle gel.
ümit ki yaşamdır nâm-ı diğer,
Benliğime gömülmüş şu dünyayı zorla,
Kanatları yorulmuş kuşlarla gel.
çağlayanları sakla yüreğimin tâ dibine,
Uykulara gömülmüş düşlerle gel.
Tenin kavrulsun ne çıkar ateşine,
Ağlamaya dursun, taşlarla gel.
Bir bekleyenin var aczinin kapısında
Ruhu uçuran kıyamet sularına
Her an karışan yaşlarla gel.
Efendim...!
Ey Nebi
Benim Seni övmede aczim vardır EY NEBİ,
Çünkü Sensin âlemin, Cennetlerin sebebi!
Ay'ların güneş'lerin nuru nurundur Senin,
Fazlına erişmeye imkânı yok kimsenin!..
Peri gibi güzeller zülfünün teli olmaz,
Kadrin öyle yüce ki, dengi, bedeli olmaz!..
Nebiler ve Velîler gıpta eder hep Sana,
Salât okur gece gün her gonca-i leb Sana!..
Nûrun öyle nurdur ki, her şeyin bir payı var,
Rab o sebepten etti, güneşi var, ay'ı var!
Süreyyalar, zühreler, nurunun pervanesi,
Yâ ResûlALLAH, Sensin varlığın bir tanesi!
Şânını vasfedecek ne dil, ne bir kelâm var,
Yetişmez mi bu devlet, hep Rabbinden selâm var!
Sensin zaman boyunca gönül yakan tek güzel,
Yüce ALLAH zâtını yaratmıştır pek güzel!..
Adına kaç bin güzel, ey Nebi, kurban Senin,
İki âlem bağında devlet Senin, şan Senin!
Ayak bastığın yere yıldız yağdırır semâ,
Sen Rabbinin lütfuna müstahaksın dâima!
Bütün âleme yeter o kadar çok şefkatin,
Seni bilmeyen kişi zanneder yok şefkatin!
Derdini döktü kütük, döktü ceylan, kuş Sana,
Yerde gökte ne varsa hep hayran olmuş Sana!
Elin ipekten narin, gözlerin gökten derin,
Hiçe yaktın gönlünü Selman'ın, Ebû Zer'in!
Fazlının karşısında akıl topal serçedir,
Kimseye nasib değil, künhüne ermek nedir!
İlmin diyeceği söz: O bir beşerdir ama,
Nur olmuş, can olmuştur, Melâke-i Kirama!'
Fazilette ona denk bir varlık bulmak muhal,
Öyle mübarektir ki hayâle sığmaz bu hâl!..
Dünya ve âhiretin en yüce rahmeti O,
İstemez hiç kimseye derdi ve zahmeti O!..
Cennetin kapısını ilk açacak el O'nun,
Hayranıdır her Nebi, her şah, her güzel O'nun!..
Mahşerin Seyyidi O, denk değiliz biz O'na,
Enbiyâ diyecektir: 'Haydi gidin, siz O'na!..
Bugün derdimiz büyük, ah, bugün başımız dar,
Cenâb-ı Muhammed'dir âlem halkına Medar!..
Bu mahşer meclisinde değse nazarı kime.
Artık o kişi gider çiçekten bir iklime!..
Çünkü âleme RAHMET, çünkü Hûr-i Huda O,
Şan verdi, şeref verdi, Bedir'e, Uhud'a O!..
Mecnun ve Leylâ gibi kim çekse de çok aşkı,
Hiçbir kulun ALLAH'a O'nun kadar yok aşkı!..
Şefaati Hak O'nun, ümmetine var bağış.
Bu yüzden mücrimleri edecektir Yâr bağış!..
Ey nebî! Yüzüm kara, kimseye geçmez nazım.
Hesabım görülürken bana ihsanın lâzım!..
Vasfından âcizdir söz, âcizdir kelâm Senin,
Hep üzerine olsun salât ve selâm senin!
Naat
Seccaden kumlardı....
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .
Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya Muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Yâ Nebi...
Şu halime bak
Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın,
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın.
Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum,
Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.
Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar,
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak,
Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak.
Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-ı Sudan’ı,
Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada,
Yetişmeseydin eğer Ya Muhammed imdada.
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin,
Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin.
İradem olduğu gündür senin iradene râm,
Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram.
Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim,
Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim.
Yanıp tutuşmadan yummadım gözümü,
Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azab-ı Hecrine katlandım elli üç senedir,
Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir?
Üç beş sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere husran mı, merhamet mi gerek.
Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,
Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.
nedir o meşale, nurun mu ya Resulallah
Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh....
Mehmet Akif Ersoy
Şefaat senindir ya Resul Allah
Ehli imanlar saf saf durmuşlar
Mahkameyi kibriyada hesap sormuşlar
Günahı olanlar af dilemişler
Şefaat senindir ya Resul Allah..
Onların yardımcısı cümle enbiya
Onların serdarı habibi Kibriya
Onlar için rica ediyor hatımel enbiya
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Günahı olmıyan ağlayıp geziyor
Günahkar dostunun afını istiyor
Kelimeyi tevhit bülbül gibi okuyor
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Aşıklar feryadı arşı titretti
Cabrail onların aşkından gürledi
Yer gök onların azameti dinledi
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Rica ediyorlar ehli imanı
Onların boynunda berat fermanı
Muhammed Mustafa’dır onların din imanı
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Ehli aşk orda ediyor niyazı
Feryadı fiğanı türlü avazı
Hakk huzüründe ediyorlar nazı
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Saf saf durmuşlar ne güzel canlar
Yüzünde parlıyor nurun imanlar
Hakk’ından bekliyor büyük fermanlar
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Diyer yarab çaresiz derdimin dermanı
Senin lütfündür emru fermanı
Nuri Ahmed aşkına yürüt bu aşkın kervanı
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Ehli imanın nuru parlıyor
Fatma anam hüngür hüngür ağlıyor
Ehli imanı rica ediyor
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Bir yanında Muhammed bir yanında o şahi Haydar
Hatice anamız elinde ferman
Günahkar ümetimin derdine derman
Şefaat senindir ya Resul Allah.
Kul Hudavendi (Cevat Sevil)
Yüce Rabb’in Rahmeti
Bir gece ki aleme Miraç yadigâr oldu,
Yüce Rabb’in rahmeti insanlığa ödüldür.
Rabb’im kutsal şerefe Resulü layık gördü,
Yüce Rabb’im rahmetin gönüllere ödüldür.
Bir mucize ki gökler kapılarını açtı,
Yol oldu Muhammed’e yıldızlar ışık saçtı,
Gece an oldu Nebi bilinmez sırla kaçtı,
Yüce Rabb’im gücüyle rahmetleri ödüldür.
Muamma bir yerlere Nebi misafir yetti,
Miraç, ruh ve cesetle Resul teşerrüf etti,
Cennet, Cehennem nedir bizzat gördüğü netti
Yüce Rabb’in gerçeği Muhammed’e ödüldür.
Gecenin bir anında Muhammed arşa vardı,
Kürsî, arş ve ruh arzı tarifsiz sırlar vardı,
Açıldı tüm kapılar hakikat alem vardı,
Yüce Rabb’in hikmeti Peygambere ödüldür.
Nebi şaşkın ve mutlu o ne güzel onurdu,
Mekansız ve zamansız gördüğü sima nurdu,
Yücelerden yücesi tek Rabb’im okunurdu,
Yüce Rabb’in sevgisi Resûlullah’a ödüldür.
Her kula nasip olmaz, Rab ile sohbete erdi,
O Nebiler Nebisi Resul kutsi bir serdi,
O Nebinin şanından aleme ödül verdi,
Yüce Rabb’in onuru mahlukata ödüldür.
Beş vakit namaz farzı miraç kabul edildi,
Şirk koşmayan kullara Cennet ikram edildi,
Bu geceye erene, günahlar af edildi,
Yüce Rabb’in birliği gönüllere ödüldür.
Böyle bir gece gören Cennet kapısı açar,
Tertemiz vücut bulur tüm günahlardan kaçar
Saf bir irade ile İrem de nurlar saçar,
Yüce Rabb’in Cenneti has ruhlara ödüldür
Mehmet Ali Demircan
Canım Peygamberim
Alemler nura gark oldu, Seninle övündü,
Kisralar çılgına döndü,tabiat alevleri söndü
Nübüvvet mabedinde,hakikat sabahı göründü.
Kokusu güzel,nuru ışık,canım peygamberim.
Ötelerin ötesinde,nurlu yaratılışın temsilcisi.
Bitmeyen merhametin, parlayan güneşi.
Allah’ın habibi Resûllerin efendisi,
Yol göstericimiz,canım peygamberim.
Sevgisiyle,Resûle ağlayıp inleyen kütükler.
Selam verip,dağlar taşlar nasıl feryat ettiler.
Bulut ağlamadıkça,yeşillikler nasıl güler.
Gönüller sultanı canım peygamberim.
Etrafını kuşatan ikram,Medine semalarına yayılır.
Yüce elçi,ifadeye sığmayan bir sevinç bir hal alır.
Onun cömertliğini anlatmaya diller aciz kalır.
Cihana ışık saçan,Hatemül enbiyasın.
Resûlü Ekrem oturdular,Kubadaki kuyu başına
Müyesser oldu Cennetül âla birkaç arkadaşına.
Çağrıldılar huzuru Resûle isim isim tek başına.
Nübüvvet mabedinin,Havzu kevserin sahibisin.
Severlerdi Resûlü sıkaleyni,bitmez tükenmez hazla
Taat itaat timsali,meleklerin gaslettiği Hanzala.
Verdikleri andaki sevinç,nail oldukları sevinçten fazla
Allah’ın davasını yükseltin, düşmanlarını susturdun.
Söyliyeyimde gönlümde ki,gam dağılsın gitsin.
Bütün övgülerin sevgilerin üstündesin.
Kıyamete kadar övsem, Sen bitmezsin
İki cihan serveri, hatemül enbiyasın.
'Ey Allahım! Resûlüne hakaret edenlerin yüzleri kara olsun,Kalplerine korku sal, Ayaklarına titreme ver...'
Bizleri dünyadan milyonlarca büyük ve geniş olan Cennete çağıran, Müminlere çok şevkat ve merhametli olan, yüce peygamberime,salat ve selam olsun.
Ali Kılıç Kakiz
Gül Cemalin
Aydınlattın dünyayı nur yüzünle,
Yüzünden hiç düşmeyen bir gülüşünle,
Bazen yüzündeki bir hüzünle,
Örnektin sen hep, tüm alemlere.
Seni anlatmak ne mümkün bizlere,
Dağlar taşlar dile gelse nafile!
Göremedik seni, belki seneye,
Çağır bizide Ya Rasul Medine'ye!
Sahabilerle yaptın en güzel sohbet,
Daim dilinden düşmezdi "sabret!",
hep güzeldi, hoştu niyet,
O meclise n'olur bizi de kabul et!
Ali'n Ebubekr'in değiliz biz,
Ama ümmetini seversin biliriz.
Allah'tan daim seni isteriz,
Gül cemalini bizde görmek isteriz!
Gönderdik sana salat ve selam,
Senin için yaptığım her duam.
Sahebe deyilim ama bende diyorum;
Fedadır sana canım,
Fedadır anam, babam!..
Şeyda ŞIRAYDER
Efendim
Ben sana yüreğimi sunuyorum ey yâr
“Nabzımda” adını soluyan nefeslerimle
“Dermansız” bahtıma ağlarken her bahar
Sana sevdamı sunuyorum “hüzünlerimle”
Ben sana yetimliğimi sunuyorum “en sevgili”
Yetim bırakmayacağını beni bile bile
Alevler kuşatmış bak! Hasret kokan gurbetimi
Sana ömrümü sunuyorum “efendim” seve seve
Ben sana selamımı sunuyorum “can nebi”
Sana çarpan yüreğimden “senin yüreğine”
Kırık gönlümde büyüyen sevdanla ayaktayım şimdi
Sana aşkı sunuyorum “can efendim” tüm hücrelerimle
Ben sana selamımı sunuyorum can sevgili
Çağlar sonrasından “bin dört yüz yıl” evveline
Kırık gönlümde büyüyen sevdanla kıyamdayım şimdi
Ben sana aşkımı sunuyorum “efendim” tüm yüreğimle
Ben sana içimdeki seni sunuyorum “yıpranmamış bir sevgi ile”
Kabul buyurur musun efendim?
Anonim
Sevgili’yi Sevenler Özler
Duy beni, gör beni ey Yâr
Dünya artık daha kalabalık ve daha karanlık
Bu şehrin duvarları sağır
Bu şehir Sen’den sonra darmadağın, harâp
Bak, kayıp gidiyor yıldızlar avuçlarımdan
Sana yabancı bu çağlarda
Artık her insan bir başına, yapayalnız ve çâresiz
Beni bu sahte kalabalıklarda Sen’siz bırakma
Saâdet çağının uzağında kaldı adımlarım
Mevsim boran
Mevsim kaç asırdır yalancı bahâr
Yeminlerin, biâtlerin ırağında
Zakkum ağacının kökünü saldılar
Kızılca kıyâmet hangi yana baksam
Renkler ölümüne ağlıyor peşinden
Güneşin uyanışını bekleyen perdeleri
Sen’siz bomboş kalan ellerimi doldururmuşçasına
İndiriyor ama kaldıramıyorum
Gözlerim akıyor yollara
Dokunsun diye sana
Duâlarla kuşattım acılar mahzenimi
Senin gurbet ikliminde
Çâresiz firaklar baskınında
Uzaklara bırakma beni
Anlatır Sen’i bir çift güvercin
Bir örümcek ve Kusvâ
Yakından görmeliydim ellerini
Ellerini kaldırdığında ikiye yarılışını ayın
Bedir’de ellerini görmeliydim
Sen duâ olup
Yağmur yağmur yağarken yeryüzüne
Görmeliydim gülistân ellerini
Kalbim sökülüyor yuvasından
Rengini yitiren zamânlarda
Kalan mı benim, giden mi?
Yokluğunda gidenler mi yoksa kalanlar mı gurbetçi
Bırakma beni sensizliğin bitimsiz kuytuluğuna
Sıcak bir aşkın en müntehâ kapısında
Sana kavuşmadan unutmam beklemeyi
Sen’i unutmam, unutmam çağların çağını
Biliyorum bir gün ansızın geleceksin
Sen’in yağmurunda ıslanacak dünyâ
Yaşanmamış bahârları getirmek için
Yeniden yazmak için aynaların sırrını
Rahvan atlarla geleceksin biliyorum
En çok, tanımamalar kanatır beni
Tanıyan sever, sevenler özler Sen’i
Buralar gayrı şaşkınlığın son halkası
Gayrı buralar acem mülkü
Sevdâlar acem, karlar, yağmurlar acem
Martılar bu denizi terk edeli beri
Rüyalarıma da uğramıyorsun artık
Özlemler rüyada başlar, sevdâlar rüyada dâim
Sen’den başka sığınacak divan yok
Güneşe renk veren renkler ülkesinde
“huzur” ver içimdeki yalnızlığa sesinle
Utanmıyorum gözyaşlarımdan anarken Sen’i
Sana geç kalmışlığımdan
Bu şehre depremler iniyor bir bir
Sen’siz her şeyde yarım kalmışlığın izi
Sen’i unuttuğumdan
Kuşlar da terk ediyor beni
Şehirler gibi şiirler de kirlendi ardından
Perdeler kalkmadı, filizlenmedi tanyeri
Pişmanlıklar kalbimde tutam tutam gül
Bu karda kışta, bu ışıksız duldalıkta
Beni, sevenlerini, özleyenlerini
Korku tûfanında hiçlik karanlığına bırakma
Yokluğunda, anne bağrı da gurbet, vatan da
Kuru bir hurma kütüğü kadar olmasa da
Yokluğunu yoksulluk sayan bütün kalbimle
Özledim diyorum, özledim Sen’i
Süvâriler vuruldu, Sen gelmedin, bahâr gelmedi
Belli ki Sen’i özlemeyi bile beceremiyorum
Zafer Şık
Ah Efendim
Ümmetin seni özler içten içe…
Ah efendim
Ümmet seni özler aslında içten içe -farkına varmaz- bir gelsen de hayatımızı Hayy’a doğru çizsen… Sevdalarımızı, yüreğimizin fırtınalı bir deniz gibi olduğu şu dönemde aşka erdirsen, yelkenleri kontrolüne alsan…
Ah efendim
Sensiz bu alem bize yabancı kalıyor; yalancısı oluyoruz inandıklarımızın… Yalancısı oluyoruz yüreğimizin… Avunamıyoruz ki avutalım sol yanımızı… Bir gelsen ağrımayacak o tarafımız; ağır gelmeyecek hayat bize. Biz yükle(n)meye talip olacağız sevdayı heybemize… Bir gelsen, pervanesi olacağız Aşk’ın; razı olacağız yanmaya…
Ah efendim
Şimdilerde her halimiz bir garîb! Sevdalarımız anlamsız; sevgimiz -kuş kadar hafif- her rüzgârda savruluyor bilmediğimiz sokaklara; toparlayamıyoruz hallerimizi Bir’de! Toparlanıp gidemiyoruz Bir’e…
Şimdilerde sevdiklerimiz de bir garîb; bize değer vermez, vefamızı bilmez…
Ah efendim
Bir gelsen şu gönül evimize; müsrifliğimizle duygularımızın bereketini boşluğa savurur bulursun bizi. Bir yerleri doldurabilmek için, daha büyük boşluklara razı olur halde bulursun bizi; bizi boşluğa düştüğü halde içinin huzuru aradığını fark edememiş halde bulursun…
Ah efendim
Aradığının “sen” olduğunu bilmeyen bir ümmet mi olduk biz yoksa aramanın mahiyetini mi bilemez olduk? Bulma ümidimiz mi bitti yoksa? Bulanları gören gözümüz mü köreldi? Yüreğimizin üzerindeki perdeler kalınlaşır da kalınlaşır; hikmeti setreyler yüreğe karşı...
Ah efendim
Ümmet garîb kaldı doğup büyüdüğü kentte; içinde. Ümmetin içi vasfını değiştirdiğinden olsa gerek, tanıyamaz oldu kimse kendini... Tanıyamaz olduk birbirimizi; kendimizi… Bundandır ki efendim, uzak kaldık bizim vasfımızla değerli Kılan’a; uzaklaştık bilgisizliğimizin dehlizinde… Efendim, bize bir nefes eyle; ümmetine düşkün bir peygamber duası; içimiz özler inşirahı…
Efendim, artık iftidah zamanımızdır; bize dua eyle... Bizi huzuruna çağır! Bu garîblik bize dokundu…
Ah efendim
Bu garîblik bize dokundu… Gel de bize “yâr” olmayı anlat, sevmeyi, sevilmeyi, vermeyi, verdiğinin ardından bakmamayı, “ummadan vermeyi”,
Bize hayatımızın efendisi olmayı öğret,
Bize irademizi elimizde tutmayı öğret,
Bize yüreğimizle konuşmayı öğret,
Murakabemiz, seni yüreğimize murakıp bilişimizi getirsin…
Gel de hallerden hale geçiş yapalım artık,
Bitsin şu oyalanma faslımız,
Dizinin dibinde oturup sevban misali yok olalım gözlerinde,
Sevelim aşkla vuslat eyleyen hıçkırıkları...
Gel de şikâyet etmeyelim artık acıdan,
Dilimiz hep şükre dokunsun…
Anonim
Gönül Sızım
Uzun olur gecelerim hep ismini hecelerim
Tütmez oldu bacalarım gönül sızım ah Efendim
Müptelâ-yı mihnet-i mâsivâyım Efendim!
Garîk-i bahr-i isyân u rüsvâyım Efendim!
Açılsın ne olur cemâl-i pâkinden nikâb!
Yüzüne aşinâ-yı pür-vefâyım Efendim!
Varıp bezmine âşıkân bin bir leâl ister
Ben bir garîb-i nâlân u şeydâyım Efendim!
Geçerler candan girenler nur halene bir kez
O dertten bin belâya müptelâyım Efendim..!
Olur Mecnûn görenler ruhsârını a cânân!
Kapında mülk-i serâp bir gedâyım Efendim!
Esîr-i dâm-ı firkatte hep yandım yakıldım;
Her subh u şâm inim inim bir nâyım Efendim!
Seherler bûy-ı huzûrunla tüterken her şeb
Ben neden nâr-ı hicrana yanayım Efendim!
Kerem eyle bırakma bendeni bu hicrânla!
Kerem kılmazsan nasıl dayanayım Efendim!
Köyünün yoluna düşsem yüzümü tozuna sürsem
Günahkarım yandım desem gel dermisin ah Efendim
Ya HabibAllah şu kalbim olsa dahi meskenin
Meskenim cennet olurdu nerde olsam bendenin!
Rahmetel lil alemin mihmanım ol gir kalbime
Büsbütün dünyaya tırnağın değişmem ben senin!
Vasılı cennet olursam istemem bir arka yer
Aşıkın zindanı elbet yar yanından başka yer
Aşıkım maşuka vasıl olduğum yerdir cennetim
Onsuz el vermez saadet Onsuz olmaz aşka yer
Gel dermisin ah Efendim gönül sızım ah Efendim…
Yusuf Ziya Özkan
Derdimendim
Derdimendim yâ Rasûlallah, devâ ol derdime,
Destgir ol, yâ Habiballah, bu asî mücrime! ..
Sen şefâat kânı varken, yalvarayım ben kime? ..
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..
Bûy-i vaslındır, muattar eyleyen sünbülleri,
Nur cemâlinden eserdir, bağ-ı aşkın gülleri,
Gül cemâlindir Habîbim, mesteden bülbülleri,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım
Cânını cânâne kurban eyliyor pervâneler,
Bezm-i vaslın neş'esinden, gaşyolur mestâneler,
Aşıkın gözyaşlarından, doldu hep peymâneler,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..
Ermek istersen, O şâh'ın himmet-ü imdâdına,
Cânü dilden âşık ol sen; 'İsm-i zât' evrâdına,
Ses verir (Ulvî) ; melekler âteşin feryâdına,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım.
Ali Ulvi Kurucu
GEL Kİ
-kan değil-
GÜL KOKSUN DÜNYA!
-Gül kokulu yâre-
O kutlu diyarlardan gönlümüze estikçe
Kokun gelecek diye yelde aradım seni.
Sabahın seher vakti, bâd-ı sabâ aşkıyla
Raks ederken yapraklar dalda aradım seni.
Unuttuk sünnetinin hem tadını, tuzunu
Sevgi güneşi ile; erit gönül buzunu
İsrâ, mîraç dönüşü ayağının tozunu
Yüzüme sürmek için yolda aradım seni.
Ne çileler çektiler her devirde her nebî
Yusuf'a mekân oldu karanlık kuyu dibi
Yeniden ufkuma doğ, n'olur; dolunay gibi
Dolaştım kalpten kalbe dilde aradım seni.
Eğer sen gelmeseydin dünya dönerdi ine
Dünden de çok muhtacız getirdiğin o dine
En güzel örnek oldun Habîb'im; sakaleyne
Zaman selâma durdu yılda aradım seni.
Yoldayken yol aradım akıl için yol birken
Nasıl oldu şaşırdım önde rehberim varken
Yitiği yitik yerde aramam gerekirken
Yeşili şaşı gördüm alda aradım seni.
İnsanlığın burcunda en zirvesin, kemâlsin
Ördün vahiy peteğin kutsal yüke hamalsın
Sen misin O, O mu sen, Kur'an ile hem hâlsin?
Öyle farklı ki tadın balda aradım seni.
Dermek üz're gülünü girsem İrem bağına
Vahyi koklamak için çıksam Hıra dağına
Belki dokunur diye ayağım ayağına
İzine basmak için çölde aradım seni.
Rûz-i elestten beri koku saçan bir gülsün
Refik-i âlâ diye Hakk'a uçan bir gülsün
Onca dikene rağmen çölde açan bir gülsün
Kokun mu gül, ten mi gül; gülde aradım seni?
Ey sevgili Sultan'ım gözüm, gönlüm hep sende!
Şefaat-ı kübrânla kurtar bizi dar günde
Ruhları mest eyleyen o güzelim nağmende
Beste, güfte sır olmuş telde aradım seni.
Yok ki başka bir kapı in/cin sana kul Rabb'im
Yolların en doğrusu gösterdiğin yol Rabb'im
Yakmadın Halil'ini yakma bizi ol Rabb'im
Cennette cemâlini kulda aradım seni...! ! !
Hanifi KARA
Sevgililerin En Güzeline
Kimse unutamaz seni!
Mümkün mü seni unutmak
Mümkün mü adını anmadan bir an yaşamak
Ruhum sende bulur yeniden dirilişi,
Ve sende kavuşur sevdaların en güzeline.
Her an sana doğru bir hicret başlar yüreğimden.
Gizler beni örümcek ağı; gizler hicretin güvercini,
Büyürüm hicretinle her an yeniden çoğalırım.
Seninle doğarım ben her dakika,
Ve her dakika bir yaşıma daha girerim seninle.
Seni bulurum mevsimlerde,
Dakikalarda seni yaşarım.
Yere düşen her yağmur tanesinde bir kez daha seninle ıslanırım…
Her yağmur tanesinde bir nur inermiş yeryüzüne,
İşte sen bize inen nursun,rahmetsin üzerimize,
Yağ üstümüze nurunla; yine,yeniden sırılsıklam ıslat bizi ya nebi,
Sana o kadar ihtiyacımız var ki:
Sensiz yaşamayı öğrenemedik
Sensiz ayakta kalamadık.
“Mü’min’in mü’mine gülümsemesi sadakadır derdin”
Gülümsemek şöyle dursun; birbirimize bakmayı bile unuttuk,
Unuttuk öğrettiğin şarkıyı,
Ve unuttuk biz olmayı…
Hadi söyle şarkını yine yeniden öğret bize;
Öğret ki yeniden dirilsin,yeniden huzura kavuşsun şu ümmetin.
Şu anda durabiliyorsak yeryüzünde,
Paylaşabiliyorsak acıları,sevgileri hepsi senin varlığındandır.
Sen en canlı resimsin zamanın yüzünde,
Yeryüzüne gelmenin anlamı,en yüce sevilensin
Güneşimiz,kurtarıcımız,rehberimiz,önderimizsin;
Neşesi yağmalanmış hayatlarımıza en büyük tesellisin sen.
..Asırlar geçti; dünya yine o bildik dünya,
Mevsimler bıraktığın gibi; yine birbirini kovalıyor.
Ama değişen bir şeyler var: Sevgiler uzun yaşamıyor artık,büyümeden ölüyorlar.
Kavgalarsa; hani dokuz canlı derler ya tıpkı öyle;
Asıldıkça asılıyorlar hayata,düşmek bilmiyorlar yakamızdan.
Tükendi miras bıraktığın ümitler,yitirdik renklerin en neşelisini,
Unuttuk severek yaşamayı;
Ve unuttuk “Kötülüğü terk edip iyiliği emretmeyi”.
İşte gökyüzü; bir bir kaybediyor yağmura gebe bulutlarını,
İşte yeryüzü; özlüyor üzerinde gezdiğin her anı;
Ve özlüyoruz o kutlu yürüyüşünü,
Öyle ki,yürüyüşünün ritminden ıslanırdı Mekke,
Kopmak istemezdi torak bıraktığın ayak izinden.
Ve onu da kaybettik,kaybettik ayak izini; Kalakaldık çölün ortasında.
Şimdiyse; hüznün gölgesi vurmuş yüzümüzle,
Göğsümüze bastırdığımız güllerle,
Dudaklarımızda dualarla gömülüyoruz şehre.
Hüzün hiç yakışmamıştı bize bu kadar;
Niçin yakışmasın?
Mahzun bir peygamberin ümmeti değimliyiz?
Ümmetin olmak bunu gerektiriyorsa;
Bitmesin hiç hüznümüz,susmasın hiç sevda türküleri,
Hiç dinmesin aksın gözyaşımız.
Bırakma bizi efendim,bakışlarını hiç ayırma üstümüzden; Sımsıkıca tut ellerimizden,aşkınla sars yüreğimizi;
Ve sen bizi yürüyenlerin en güzeline yoldaş eyle Allah’ım…
Yasir Babaarslan
Bu Çağrı Sanadır
Bir damla su gönder bana
Eğer gönderebilirsen
Ana sütü gibi tertemiz olsun
Bir damlası Karadeniz
Bir damlası Akdeniz olsun
Bir avuç toprak gönder bana
Edirne koksun, Ağrı koksun
Her zerresi burcu burcu
Türkiye koksun
Anadolu’dan çağrı koksun
Bir dilim ekmek gönder bana
Yiyince lezzetini hissedeyim
Bereketini hissedeyim
Köy köy, tarla tarla
Memleketimi hissedeyim
Bir demet çiçek gönder bana
Renkleri;
Sarı, kırmızı, beyaz ve mavi olsun
Râyihâsı, estetiği
Semâvi olsun
Bir tutam sevda gönder bana
Veysel Garani’nin, Yunus Emre’nin
Sevdasından olsun
Mevlâna’nın Mevlâ’sından olsun
Sevdâların hasından olsun
Bir rüya gönder bana
Yürürken, otururken
Güneşi, Ayı seyredeyim
Aradan kalksın tüm duvarlar
Mâverâyı seyredeyim
Bir damla alınteri gönder bana
Yazdığın şiirleri gönder bana
Okumaya ihtiyacım var...
Abdurrahim KARAKOÇ
Utanıyorum Ya Resulallah
Affet ey Nebiler Nebisi, canım sultanım,
Bu cürümlerle mi huzuruna varacaktım,
Bunca hata, isyan ve günahla mı,
Huzurunda boynum bükük, gözüm yaşlı,
Utanıyorum bu günahkarlığımla sana seslenmeye…
Sana hakkıyla ümmet olamadım,
Seni layıkıyla anlatamadım,
Bir Bilal olamadım, Sümeyye gibi ölemedim,
Haykıramadım cihana adını,
Utanıyorum bu vefasızlığımla sana seslenmeye…
Savunamadım seni dinsizlere karşı,
Ebu Cehillere baş kaldıramadım,
Sensiz bir başıma kaldım, yetişemedim Efendim,
Gönül güllerini solmaktan kurtaramadım,
Utanıyorum bu biçare halimle sana seslenmeye…
Gül Ravza’na varamadım Gülerin Şahı,
Anlatamadım cihan-ı beşere senin güzelliğini,
Nebilerin Nebisi,Timsali rahmet olduğunu anlatamadım,
Oysa sen ümmetim ümmetim diye nelere göğüs gerdin,
Utanıyorum bu nisyanımla sana seslenmeye…
Rabbimin en sevgili kulusun sen Sultanım,
Var mıydı senden çok ibadet eden, var mıydı ey Nebi,
Anlatamadım kulluğunun yüceliğini, anlatamadım,
Dünyaya saltanat kurmuş biçare nefislere anlatamadım,
Utanıyorum bu gafletimle sana seslenmeye…
Yetimlerin babası oldun, şefkat Peygamberim,
Karanlık dünyamda güneş gibi açtın ey Nebi,
Affet beni Sultanım, anlatamadım karanlık gönüllere seni,
Anlatamadım bu karanlık çağda, yansıtamadım güneşini affet,
Utanıyorum bu çaresizliğimle sana seslenmeye…
“Kişi sevdiği ile beraberdir” demişsin Sultanım,
Beni de seni sevenler kervanına kabul edecek misin,
Utanıyorum, hakkım yok şefaatını istemeye,
Ama sen ümitsizlerin ümidisin, bana da şefaat edecek misin?
Sen Hidayet Güneşi, sen Resul-ü Kibriya, sen Eşref-ül İnsan,
Ne olur, ne olur geri çevirme, utanarak huzuruna geldim,
Bana da şefaat edecek misin?
Kamer
Seyrimde bir şehre vardım
Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül
Sultanımın tacı tahtı
Bağı divanı güldür gül
Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazarı güldür gül
Toprağı güldür,taşı gül
Kurusu güldür, yaşı gül
Has bahçesinin içinde
Selvi çınarı güldür gül
Gülden değirmen döndürür
Anın ile gül öğütür
Akar arkı, döner çarkı
Bendi pınarı güldür gül
Ak gül ile kırmızı gül
Çift yetişmiş bir bahçede
Bakışırlar hâra karşı
Hârı, eshâr-ı güldür gül
Gülden kurulmuş bir çadır
İçinde nimeti hazır
Kapıcısı İlyas Hızır
Nârı şarâb-ı güldür gül
Ummi Sinan gel vasfeyle
Gül ile Bülbül devrini
Meğer şu garip bülbülün
Ahu figanı güldür gül.
Ummi Sinan
Hani bir gün Alemlerin Efendisi Aişe validemızden bir bardak su ister.Validemiz suyu getirince "Önce sen iç ya Aişe" der.Hz. Aişe suyu içer.Efendimiz bardağı alır ve suyu bardağın validemizin ıçtiği kenarından içer.SU GÜLDÜR O AN, BARDAK GÜLDÜR, DUDAK GÜL..
Hani validemiz sorar bir gün:
" Ya Resulallah beni nasıl seviyorsunuz?"
"Kördüğüm gibi ya Aişe."
Seneler sonra bir kez daha sorulur aynı soru.Cevap aynıdır:
"Kördüğüm gibi."
Peygamber Efendimiz'in dünyada ki son günleridir.Soru tekrarlanır." Beni nasıl seviyorsunuz ya Resulallah?" " Hala ilk günkü gibi ya Aişe..." SORU GÜLDÜR O AN, CEVAP GÜL, GÖNÜL GÜL...
Muhabbetin Rengi GÜLDÜR,gönüllerin nakşı GÜL
Aşkın l-kokusu GÜLDÜR,Dostun bakışı GÜL
o zaman birgüzellikten söz açırsa ilk söz gül olur,
son söz GÜL
GÜL alınıp gül satılan pazarlar,GÜLÜN GÜL ile tartırdığı diyarlar vardır.
Gönüllerde o diyardan bir neşe taşınacaksa söze gülle başlamalı.
GÜL KOKULARI YAYILMALI HANELERE
Efendim S.A.V
Yokluğunda seni özledik
Sana değen rüzgarı, seni örten bulutu özledik Özlemeyi, özlenilmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, sevindirmeyi, sevindirilmeyi özledik Efendim
Aşkı, gözyaşını, müsamahayı, ahlakı, adabı, ihsanı, irfanı, iz’anı, feraseti, basireti, şecaati, celadeti, adaleti, meveddeti, muhabbeti özledik
İzzeti, hikmeti, fıtratı, şefkati, hürmeti, devleti özledik
Senden sonra tefrika meşrebimiz, taklit mezhebimiz, cehalet mektebimiz, atalet fıtratımız, hamakat şöhretimiz, ihanet sıfatımız, küffar velinimetimiz oldu
Efendim,
Sen kendini ‘abduhu ve rasuluhu: O’nun kulu ve elçisi’ olarak takdim etmiştin Sana iman eden bazıları sana hürmet adı altında seni kulluktan ‘kurtarıp’ melekleştirerek hayattan dışladılar Bu ifrata karşı başka bazıları da tefrite sapıp seni ‘güzel örnek’ olmaktan çıkarıp bir ‘postacı’, bir ‘ara kablosu’ seviyesinde görerek hayattan dışladılar
Bunların hepsi sana iman ediyordu Ama seni hayatımızdan çıkarmanın ızdırabını çektirdiler bize Bu işi, göğe çekerek ya da yere sokarak yapmaları sonuçta hiçbir şeyi değiştirmedi
Allah seni ‘güzel örnek’ olarak gösterdi Sen, Kur’an’ın konuşanı, yürüyeni, hareket edeniydin Tıpkı bir an¬nede spermin insana, bir ağaçta suyun meyvaya, bir arıda tozun bala, bir tavukta darının yumurtaya, bir koyunda samanın süte dönüşmesi gibi, ayetler sende hayata dönüşüyordu
Allah ısrarla seni örnek gösterirken, birileri ısrarla ‘kitab’ı, kitapları örnek göstermekte direndiler Öylesi işlerine geliyordu, cansız bir nesneyi örnek edinmekle, canlı bir insanı örnek edinmek aynı olur muydu?
Efendim,
Kitapsızlıktan değil, ‘peygambersizlikten’ kırıldık Yokluğumuz pey¬gamber yokluğu Seni hatırlatan, seni andıran insanların hasretim çekiyoruz Çocuklarımız peygamberi sorunca ‘evladım onun ahlakı tıpkı fa¬lancanın ahlakı gibiydi’ diyeceğimiz insanlar yok denecek kadar az
İnsanlık destanıyla yaşıt olan vahiy sürecinde birçok kitapsız peygamber gelmişti de, bir tek ‘peygambersiz kitap’ gelmemişti Sayemizde yaşlı dünya ona da şahid oldu efendim Peygambersiz Kitab’a, Muhammed aleyhisselamsız Kur’an’a da şahid oldu Şimdi Kur’an mahzun efendim, Kur’an öksüz Seninle Kur’an’ın arasını ayırdık, etle tırnağın, toprakla to¬humun, anayla evladın arasını ayırır gibi
Gel de bir bak Efendim, bu mazlum ümmetin hali pür melaline Bıraktığın din tanınmaz hale geldi Bıraktığın sitenin harabelerinde baykuşlar tünedi
Gün geçmez ki ümmetin coğrafyasından feryat yükselmesin, oluk oluk kan akmasın
Bir olarak bıraktığın ümmetin kaç parçaya ayrıldığının sayısını onu parçalayanlar dahi unuttu
Bıraktığın kutlu mirası hovarda mirasyediler gibi parçalayarak paylaştık Efendim Nebevi mirasın irfani ve ahlaki boyutuna bir hizip, ilmi ve fikrî Boyutuna bir başka hizip, siyasî ve hareketi boyutuna ise daha başka bir hizip sahip çıktı Yüzyıllardır tüm bu hizipler ellerindeki parçanın ‘bütünün kendisi’ olduğunu iddia etmekle ömür tükettiler ‘Her hizip ellerindeki parçayla övünüp durdu ’ Hepimiz hakikatin merkezine kendimizi oturtup ‘hak benim’ dedik
Oysa ki Efendim, bazen parçalanan hakikat hakikat olmaktan çıkar Ait olduğu bütün içerisinde anlamlı olan bir parça o bütünden ayrılınca anlamsızlaşabilir Bunu farkedemedik Efendim
Efendim,
İsrailoğulları, peygamberlerini katlediyorlardı Biz de senin güzel hatıratını, emanetini, adını ve sünnetini katlettik Seni katlettik Efendim
Kimilerimiz için sen hiç ölmedin, o ender bahtiyarlar seni hep içlerinde, işlerinde, hayatlarında, düşüncelerinde, duygularında, eylemlerinde, evlerinde yaşattılar
Kimilerimiz içinde sen hiç doğmadın Onlar hep senden mahrum yaşadılar Şol mahiler ki derya içreydiler, deryayı bilmediler
Varlığının kaç bahara bedel olduğunu bilmeyenler yokluğunun ıstırabını nasıl duysunlar Efendim?
Seni çok seviyoruz, seni çok özlüyoruz
Bize kırgın mısın Efendim?
Mustafa İslamoğlu
Seni görmekten, Seni duymaktan aciz!
Neredesin ey Rasûl, neredesin Yâ RasûlALLAH?
Bu dava mahzun, bu dava garip, bu dava öksüz büyüdü.
Bir Veysel, Seni tâ Yemenden görürdü.
Görürdü de, Senin dişini kıran o taşa üzülürdü,
Üzülürdü de, sıkıntıdan kendi dişleri dökülürdü.
Yâ RasûlALLAH, Sen buyurmuştun ya hani, Yemen tarafına bakarak
Bu taraftan iman kokusu geliyor diye!
Bu yüzden o iman kokulu yâre, o göz nuru hırkanı bırakmıştın.
Kimdir bu yâ RasûlALLAH? diyenlere ise,
O beni görür ben de onu görürüm
O Veyseldir. buyurmuştun
Sen kâinatın yaradılış sebebi
Sen Ademin affedilme nedeni
Sen Rabbin biricik sevgilisi
Hal böyle iken yâ RasûlALLAH,
Sen açlıktan karnına taşlar bağlıyordun
Bizler, daha Senin gibi, bir gün olsun karnımıza taş bağlamadık!
Bırak taş bağlamayı
Sıcak döşeklerimizi terk edip bir gece olsun,
Gönülden teheccüde kalkamadık
Vazgeçtik nafilelerden
Umut kestik ya
Ümmetin içinde farzları ihmal edenleri görüyor musun yâ RasûlALLAH?
Görüyorsun da içinde kırıklıklar mı oluşuyor?
Neredesin ey Rasûl, neredesin yâ RasûlALLAH?
Gül Sevdası
Eskilerde sana sevdalı. Sana âşık… Sana meftun…
Gül adına pazarlar kurulmuş, gül alınıp gül satılmış,
Ölçü birimi gül olmuş gülden terazi yapılmış.
Bende seviyorum, Gül’üm sebebini bilmiyorum
Belki gül oluşun için, belki herkes sevdiği için,
Belki de âşık olunacak en güzel canlı sen olduğun için.
Ne bülbüller senin etrafında döndüler…
Senin güzelliğin uğruna canlarını verdiler…
Tüm hücrelerim sana sevdalı… Üstüne gül koklamam
Senin üstüne bir canlı tanımadım, tanımam
Seni yüreğimde hapsediyorum
Bende senin hücrene giriyorum
Seni sevmek eğer bir cezaysa
Hücrende cezamı çekmek istiyorum.
Yaşama dair tek umudumsun,
Tutunacak dalım sığınacak yurdumsun,
Kâinat benim olur eğer beni seversen
Kaybeden ben olurum. Eğer beni sevmezsen
Bilinmez diyarlara kendimi atarım.
Ölen aşkımın ebediyen yasını tutarım.
Zaman hırsızı beni benden çalmadan
Artık gel! Yoruldum Vuslat çetelesi tutmaktan
Ey sevgili söyle neredesin, hangi bahardasın,
Kimlerin sohbetini taçlandırmakta
Hangi gönülleri güzelliğinle doyurmaktasın
Bir gün ama bir gün can’la canan kavuşacak
O an belki kalbim heyecandan çatlayacak
Azamdaki her düğüm Belki de sökülecek
Perdeler çekilecek biricik gül görünecek
Fani sevgiler gidin sizleri tepiyorum
Ben gül’üme aşığım, tek onu seviyorum
Mehmet Orhan Durdu
Gül Yüzünü Rüyamızda
Gül yüzünü rüyamızda
Görelim ya Rasulellah
Gül bahçene dünyamızda
Girelim ya Rasulellah
Sensin gönüller sultanı
Getiren yüce Kur'anı
Uğruna tendeki canı
Verelim ya Rasulellah
Aşkınla yaşarır gözler
Hasretinle yanar özler
Mubarek ravzana yüzler
Sürelim ya Rasulellah
Veda edip masivaya
Yalvarıp yüce Mevlaya
Şefaat - Mustafa' ya
Erelim ya Rasulellah
Levleke dedi sana hak
Bağışla yüzümüze bak
Huzurullaha yüzü ak
Varalım ya Rasulellah
Derviş derki kardeşlere
Çok selavat ver kardeşlere
Gül yüzünü göre göre
Ölelim ya Rasulellah
Konyalı Hacı Kişi
SENİ KOYDUM YÜREĞİME
Artık ne sıradan bir aşk ,
Ne de geçici sevgi alamaz yerini.
Veremem sana olan sevgimi hiç kimseye
Ben yıllardır yanarken hasretinle;
Olurda bir gün, bir gün değer verdiklerimin
En başında yer almanı hayal ederken
Şimdi; değerlerin en değerlisi ve sevgilerin en yücesindesin, Sevgili.
Nasıl sunabilirim sana açtığım bu aşk kapısını bir başkasına.
Sen ki huzur veriyorsun her ağlayışımda bana,
Sen ki rahatlatıyorsun benliğimi her anışımda seni.
Dertlerim sevinç oldu bana, senin çektiğin çile yanında
Derdimi unutuyorum ey Sevgili! Her anışımda seni.
Seni sevmek bu kadar tatlı, bu kadar güzelken
Başka aşklarda işim ne...
Dostum sensin, yarim sensin şimdi bana.
Ne sahte dostlar gibi sırtımdan vuruyorsun
Ne sahte aşklar gibi vefasız çıkıyorsun
Sen beni büyük bir rahmetle kucaklıyorsun.
Geceler boyunca sana ağlıyorum;
Göz yaşlarım aktıkça seviniyorum, çünkü ben başkasına değil
Sana ağlıyorum!!!
Hiç ağlarken bu kadar sevinmemiştim, ey Sevgili!
Sevinç göz yaşları, hasret göz yaşları bunlar, hasretim sana şimdi,
Nasıl toprak susarsa suya, bende toprak gibi susadım sana.
Sen ki ümmetine feda ediyorsun sevdiklerini!
Fatıma, Zehra, Hatice, Kübra, Hasan ve Hüseyin’im
Feda olsun ümmetime diyorsun...
Ne cenneti, ne Burak’ı ne de Mahmut makamını
İstemem ümmetim olmayınca diyorsun...
Ey Sevgili! Senin ümmetin bunlara layık değil ki,
Sevdiklerini feda ettiğin bu ümmet; nasıl şefaatini bekleyebilir ki?
Bizler! Acizane kullarız, şefkatine muhtacız.
Gün değişti,mevsimler değişti,insanlar değişti
Artık çağdaş yaşantı varmış bu zamanda
Ümmeti için onca çile çeken, göz yaşı döken Habib’i
Örnek almak yok şimdi,
Körpecik yürekler perişan, gençler neyin mutsuzluğunu yaşıyor
Onu bile bilmiyorlar; seni sevmek ayıp geliyor şimdi ki çağa
Senin hayatını yaşamak, hem de hiç eksiksiz yaşamak var şimdi,
Bunu yaşatmak; gelecek nesillerde bu yaşantıyı görmek var.
Seni yürekten sevmek var şimdi.
Ben sana aşığım ya Rasulallah!
Başka aşk istemem gönlümde; göz yaşlarım sana aksın,
Sözlerim seni söylesin, ahlakım senin ahlakın olsun!
Şimdi güllerde solgun, senin hasretinden susamışlar suya!
Sana kavuşmayı günbegün arzuluyorum ey Sevgili!
Bitsin artık benim dünya sürgünüm...
Seni sevmek var şimdi;
Körpecik yüreklerde seni sevmek,
Gelecek nesillerde seni sevmek,
Bu zamanda seni sevmek, var şimdi...
Ben Seni Sevdim
Sendin, ya dost! Sendin!
Seni sevdiğimi anladığım günden beri,
Senin gibi olanları hep sevdim!
Çünkü sen yetimdin, sonra sen öksüz!
“kişi sevdiğiyle beraber” derdin ya hani!
Ben bu umutla sevdim seni inan ki!
Birde yılmamacasına, bıkmamacasına sevdim!
Senin uğruna bir zerrede ben olayım diye sevdim!
Ve azmimi kamçıladım hep, durmadan.
Gönlümde hüzün vardı, hem gülen yüzün, hem de güller.
Gül: gülümseyen yüzüne aşık olduğundan, hep gül açtı.
Gül rayihalarının sırrınca, tenindeki gül kokusunu...
Ter olarak hediye eyledikleri zaman,
O kokuyu sürenlerin çocukları da...
hep gül can ve gül ten oldular.
Gül; seninle muhabbetini özdeştirirken,
Gül Muhammed’i oldular sayende, ya ResulALLAH!
Şefaat, gözlerinden yansırken sıcaklık oluşurdu.
Oysa çölde sıcaklık artarken, senle olanlar serinlerdi hep.
Sevdim seni, merhametinin o sonsuz iştiyakıyla!
Cömertliğinin en eli açıkları bile şaşırtmasıyla sevdim!
Varlığının yokluğu simgelemesiydi her hal.
Balı bulan kovanı neyler? Misali gibiydin!
İşte bu yüzden sevdim!
“Tok gönüllü bir abid” senin vasfındı bu sanırım.
Ebu kubeys’in altınları kandıramamıştı hiçbir zaman seni!
Kıyamete kadar ümmetinin arasında...
Hep en güzel, hep en Resul kalabilmek bahşedildiydi de;
“Rabbime kavuşmayı dilerim” demiştin!
“selam ile gel Habibim” dediğinde ise,
şefkatin, şefaatını engelleyememişti!
Büyüklere, büyük işler yaraşırdı ya, o misali;
Büyük günahlara da şefaat sunmuştun!
Senin himayende öksüzler, yetimler en öndeydi!
Kucak açmıştın onlara, her dem itirazsızca!
Ve son vedan da bile, onlardı tek derdin!
İşte ya ResulALLAH! Ben seni sevdim!
Ya ResulALLAH! Ben seni bu yüzden sevdim
Sır gibi Saklarım
Efendim... olanca ihtişamınla gel,
Ahşap kulübeme sazlık üstünde,
Lütüf buyur kalksın engel,
Söylemem geldiğini, sırrını tutarım.
Ey daldıkça derinleşen deniz gözlerine,
Uyandıkça dalınan rüyada,
Anladıkça anlaşılmayan ey!
Kucakladıkça kaçan ışıklı ceylan,
Tutarım sırrını söylemem gel.
Aydınlık ankalara taşır seni bakışlarımla,
üst üste binen dalgalarla gel.
Uyuşmuş yaprakta bir ömür sakla,
şimşeği gönder ümitlerle gel.
ümit ki yaşamdır nâm-ı diğer,
Benliğime gömülmüş şu dünyayı zorla,
Kanatları yorulmuş kuşlarla gel.
çağlayanları sakla yüreğimin tâ dibine,
Uykulara gömülmüş düşlerle gel.
Tenin kavrulsun ne çıkar ateşine,
Ağlamaya dursun, taşlarla gel.
Bir bekleyenin var aczinin kapısında
Ruhu uçuran kıyamet sularına
Her an karışan yaşlarla gel.
Efendim...!
Ey Nebi
Benim Seni övmede aczim vardır EY NEBİ,
Çünkü Sensin âlemin, Cennetlerin sebebi!
Ay'ların güneş'lerin nuru nurundur Senin,
Fazlına erişmeye imkânı yok kimsenin!..
Peri gibi güzeller zülfünün teli olmaz,
Kadrin öyle yüce ki, dengi, bedeli olmaz!..
Nebiler ve Velîler gıpta eder hep Sana,
Salât okur gece gün her gonca-i leb Sana!..
Nûrun öyle nurdur ki, her şeyin bir payı var,
Rab o sebepten etti, güneşi var, ay'ı var!
Süreyyalar, zühreler, nurunun pervanesi,
Yâ ResûlALLAH, Sensin varlığın bir tanesi!
Şânını vasfedecek ne dil, ne bir kelâm var,
Yetişmez mi bu devlet, hep Rabbinden selâm var!
Sensin zaman boyunca gönül yakan tek güzel,
Yüce ALLAH zâtını yaratmıştır pek güzel!..
Adına kaç bin güzel, ey Nebi, kurban Senin,
İki âlem bağında devlet Senin, şan Senin!
Ayak bastığın yere yıldız yağdırır semâ,
Sen Rabbinin lütfuna müstahaksın dâima!
Bütün âleme yeter o kadar çok şefkatin,
Seni bilmeyen kişi zanneder yok şefkatin!
Derdini döktü kütük, döktü ceylan, kuş Sana,
Yerde gökte ne varsa hep hayran olmuş Sana!
Elin ipekten narin, gözlerin gökten derin,
Hiçe yaktın gönlünü Selman'ın, Ebû Zer'in!
Fazlının karşısında akıl topal serçedir,
Kimseye nasib değil, künhüne ermek nedir!
İlmin diyeceği söz: O bir beşerdir ama,
Nur olmuş, can olmuştur, Melâke-i Kirama!'
Fazilette ona denk bir varlık bulmak muhal,
Öyle mübarektir ki hayâle sığmaz bu hâl!..
Dünya ve âhiretin en yüce rahmeti O,
İstemez hiç kimseye derdi ve zahmeti O!..
Cennetin kapısını ilk açacak el O'nun,
Hayranıdır her Nebi, her şah, her güzel O'nun!..
Mahşerin Seyyidi O, denk değiliz biz O'na,
Enbiyâ diyecektir: 'Haydi gidin, siz O'na!..
Bugün derdimiz büyük, ah, bugün başımız dar,
Cenâb-ı Muhammed'dir âlem halkına Medar!..
Bu mahşer meclisinde değse nazarı kime.
Artık o kişi gider çiçekten bir iklime!..
Çünkü âleme RAHMET, çünkü Hûr-i Huda O,
Şan verdi, şeref verdi, Bedir'e, Uhud'a O!..
Mecnun ve Leylâ gibi kim çekse de çok aşkı,
Hiçbir kulun ALLAH'a O'nun kadar yok aşkı!..
Şefaati Hak O'nun, ümmetine var bağış.
Bu yüzden mücrimleri edecektir Yâr bağış!..
Ey nebî! Yüzüm kara, kimseye geçmez nazım.
Hesabım görülürken bana ihsanın lâzım!..
Vasfından âcizdir söz, âcizdir kelâm Senin,
Hep üzerine olsun salât ve selâm senin!
Mustafa Necati BUSRSALI
Naat
Seccaden kumlardı....
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .
Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya Muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Arif Nihat Asya