KPSS Eğitim Bilimleri Gelişim Psikolojisi Ders Notları

cicozz Çocukluk cicozlarda saklı
KPSS Eğitim Bilimleri Gelişim Psikolojisi Ders Notları

GELİŞİM ve ÖĞRENME PSİKOLOJİSİ

Psikoloji
Genel olarak insan ve hayvan davranışlarını ve bu davranışların kökenlerini inceleyen bilim dalıdır.

Psikolojinin Alt Alanları
A. Akademik Psikoloji: Genel Psikoloji, Gelişim Psikolojisi (Çocuk, Ergen Ve Yetişkin Psikolojisi), Deneysel Psikoloji, Karşılaştırmalı Psikoloji, Fizyolojik Psikolojisi, genetik Psikoloji, Öğrenme Psikolojisi.
B. Uygulamalı Psikoloji: Eğitim Psikolojisi, Danışmanlık Psikolojisi, Klinik Psikoloji, Endüstriyel Psikoloji, Askerlik Psikolojisi, Din Psikolojisi.
C. Psikometri ve Psikoteknik: Psikometri (test geliştirme), Psikoteknik (yönlendirme).

Gelişim Psikolojisinin Kullandığı Yöntemler
1. Deneysel Yöntem: (Determinizm, neden sonuç ilişkileri.)
2. Betimsel Yöntem: Gözlem (doğal, sistematik, kesit alma, boylamsal, iç, dış gözlem.)
3. Korelasyonel Yöntem: Değişkenler arasındaki “karşılıklı” ilişkilerin belirlenmesi.

Gelişim psikolojisi bireylere ilişkin ortak özellikleri ve bireysel farklılıklara ilişkin veriler toplar. Bununla birlikte insan gelişiminin değişik evrelerindeki davranışları betimlemeye çalışırken aynı zamanda bu gelişimin hangi ilkelere bağlı olarak gerçekleştiğini inceler.

Ortak Özellikler: Bireylerin yaşamları boyunca geçirdikleri ortak bedensel, duygusal, zihinsel, sosyal gelişim özellikleri. Ortak özelliklere ilişkin bulgular özellikle değişik gelişim düzeylerine uygun ders programlarının hazırlanmasında önemli bir belirleyici etkendir.
Bireysel Farklılıklar: Her bireyde farklı farklı olan ve bireyleri diğer bireylere göre farklılaştıran özelliklerdir. Çağdaş eğitim anlayışı bireysel farklılıkları ihmal etmez. Bireyselleştirilmiş eğitim anlayışı çerçevesinde onları da kullanır. Öğrencilerin daha yetenekli daha güçlü oldukları alanlarda eğitim almalarına imkan tanır.

GELİŞİM PSİKOLOJİSİNDE TEMEL KAVRAMLAR

Tanım: Gelişim Psikolojisi insanların yaşamları boyunca geçirdikleri bedensel, zihinsel, duygusal ve toplumsal değişimleri inceleyen bilim dalıdır.
Yaş: Bireyin doğumundan söz konusu güne kadar geçen süreye denir. Zaman ile eş anlamlıdır. Yaş tek başına bireylerin durumunu tam olarak belirleyebilen bir faktör değildir.
Evre: Bireylerin gelişiminde niteliksel olarak birbirinden farklı olan dönemlerdir. Evrelerin şu özellikleri vardır.
a. Evreler genel özellikleri ve sorunları betimler.
b. Her evredeki davranışın kendine özgü nitelikleri vardır.
c. Bir evre diğer evreyi değişmeyen bir sıra içinde izler.
d. Evreler bütün kültürler içindir, evrenseldirler.
Kritik Dönem: Bireylerin yaşamında uygun olan ve olmayan durumların değişmez ve geri dönülmez sonuçlar yaratabildiği belirli zamanlardır.
Gelişme: Doğum öncesi dönemden ölüme kadar bireyleri gösterdikleri niceliksel/niteliksel, olumlu/olumsuz bütün değişmelerdir. Gelişme yaşam boyu sürer.
Büyüme: Doğum öncesi dönemden başlayarak yetişkinliğe kadar geçen süre içerisinde bireylerin gösterdikleri niceliksel (boyca ve kiloca) ve pozitif yöndeki değişmelerdir. Büyüme yetişkinliğe kadar sürer.
Olgunlaşma: Geniş anlamda olgunlaşma, bireye ait tüm güç ve yeteneklerin dengeli bir şekilde gelişmesini ifade eder. Dar anlamda ise, bireyin ya da bir organın görevini ve ya daha yüksek bir işlevi yerine getirebilmesi için gerekli yapısal değişiklikleri kazanmasıdır.
Hazır-oluş: Olgunlaşmaya geçmiş yaşantı (deneyimler) ve motivasyonun eşlik etmesiyle, bireyin bir davranışı yapabilmesi için psikolojik olarak uygun duruma gelmesidir.
Egzersiz: Bireyin ya da bir organın bir işlevi yerine getirebilmek için deneylerle çabalamasına denir.
Gelişim Görevi: Yaşamın belli bir döneminde ortaya çıkan ve bireyi daha ileri düzeydeki bir davranışa götüren gelişim sorumluluklarıdır. Birey herhangi bir evreye özgü gelişim görevlerini yerine getirmeden, daha sonraki evrelerdeki gelişim görevlerini zamanında ve sağlıklı olarak yerine getiremeyeceği gibi genel kişilik gelişiminde de bir takım sorun ve aksaklıkların çıkmasına neden olacaktır.


GELİŞİM İLKELERİ
1. Gelişim Süreklidir.
2. Gelişim Hızı Dönemlere Göre Değişir. Örneğin bebeklik çağındaki gelişim ergenlik çağındaki gelişime göre daha yüksektir.
3. Gelişim Belli Bir Sıra İzler. İnsan gelişiminde basitten karmaşığa doğru bir yönelim söz konusudur. Örneğin çocuğun yürüme sürecinde olduğu gibi.
4. Gelişimde Belli bir Yönelim Vardır.
a. Coudal Yönlenme: Gelişmenin baştan ayağa doğru bir sıra izlemesi. (Önce baş daha sonra aşağıya doğru diğer organlar gelişirler)
b. Proksimodistal Yönlenme: Gelişmenin merkezden dışarıya doğru bir yön izlemesi. Örneğin önce omuz kasları sonra kol kasları gelişir.
5. Gelişimin Çeşitli Yönleri Etkileşim İçindedir. Örneğin çocuğun dil gelişimi sosyal gelişimini, zihinsel gelişimi duygusal gelişimini etkiler.
6. Gelişim Hem İç (Genetik Yapı) Hem de Dış Faktörlerin (Kültürel, Sosyal, Çevresel Etkenler) Etkisi Altındadır. Genetik yapı daha çok bedensel yapı ve zeka üzerinde etkilidir. Dış faktörler ise konuşulan dil, alışkanlıklar, arkadaşlık ilişkiler, cinsiyet rolleri, vb. etkinlikler üzerinde etkilidir.)
 
cicozz Çocukluk cicozlarda saklı
BEDENSEL GELİŞİMDE DOĞUM ÖNCESİ DÖNEM VE ÖZELLİKLERİ

REFLEKSLER
Refleksler, dünyaya geldikleri andan itibaren bireylerin hayata tutunmalarını, varlıklarını sürdürmelerini sağlayıcı/kolaylaştırıcı etkiye sahip oldukları gibi hayatın daha sonraki evrelerinde gösterilecek daha karmaşık davranışların da temelini oluştururlar. Bu açıdan gelişim psikolojisi içinde önemli bir yere sahiptirler. Doğuştan getirilen bu refleksleri kısaca inceleyelim:
a. Emme – yutma Refleksi
b. Kusma, esneme, hapşırma Refleksi
c. Yürüme Refleksi (Koltuk altlarından tutulduğunda
d. Bebinski Refleksi (altına dokunulduğunda ayak parmaklarının açılması)
e. Tonik Boyun Refleksi (kol ve boyun kaslarının eşgüdümlü olarak açılması)
f. Sürünme – yüzme refleksi (Yüzüstü yatarken yüzer gibi kol ve ayaklarını hareket ettirmesi)
g. Moro Refleksi (Yakalama ve sarılma)
h. Yakalama Refleksi (Avuç içlerine dokunulduğunda parmaklarını Kapatmaları)

BEBEKLİK DÖNEMİNİN GELİŞİM GÖREVLERİ
Bebeklik döneminin iki gelişim görevi vardır. Bu gelişim görevleri son derece kritik bir öneme sahiptirler. Çünkü bu gelişim görevleri daha sonraki dönemlerdeki hemen hemen tüm gelişim süreçlerinin özünü oluştururlar. Bu gelişim görevleri şunlardır:
a. Yürüme
b. Konuşma
Örneğin çocuğun konuşmaya başlamasıyla birlikte kendini ifade etme, kendisine söylenenleri algılayabilme, buna bağlı olarak sosyal ilişkiler kurabilme vb. özellikler kazanılmaya başlanacak ve gelişeceklerdir. Yine yürümeyle birlikte organizmanın fiziksel dengesi kazanılacak, buna bağlı olarak pek çok psikomotor etkinlik için alt yapı kazanılmaya ve geliştirilmeye başlanacaktır.
Çocuğun bedensel gelişimi bağlamında yürüme, yaklaşık olarak aşağıdaki tabloda belirtilen yaş ve sıra ile gerçekleştirilir:
 
cicozz Çocukluk cicozlarda saklı
İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİ GELİŞİM GÖREVLERİ (3 – 6 YAŞ)

1. Olgunlaşmaya bağlı olarak yürüme ve konuşmayı geliştirme.
2. Yemek yeme, kendi kendine giyinme, yüzünü yıkama gibi öz-bakım becerilerini kazanma.
3. El – göz koordinasyonu sağlama
4. Cinsel farklılıkların öğrenme, cinsel kimliği kazanmaya başlama.
5. Anne-babayı model alarak, değişik yaş gruplarıyla iletişim kurmayı öğrenme, duygularını fark etmeye başlama.
6. Toplumsal kural ve rolleri öğrenmeye başlama.

İKİNCİ ÇOCUKLUK DÖNEMİ GELİŞİM GÖREVLERİ (7 – 11 YAŞ)
1. Kendine karşı tutumlar oluşturma.
2. Yaşıtlarıyla gruplar oluşturabilme, iletişim ve kişiler arası ilişkilerin zenginleşmesi.
3. Okuma, yazma, aritmetikle ilgili üç temel beceriyi geliştirme
4. Büyük ölçüde kendisi için uygun bir model bularak cinsiyetine uygun rolü geliştirme
5. Vicdan ve değerler sistemi geliştirmeye başlama.
6. Kişisel bağımsızlık, kendi başına karar alma, sorumluluk yüklenme.

PSİKOMOTOR (=DEVİNİMSEL) GELİŞİM

Çocuğun kol ve bacaklarıyla tüm organlarını kullanmada güç, hız ve uygunluk sağlamasına; bedenini denetim altına almada becerikli duruma gelmesine psikomotor gelişim denilmektedir. Psikomotor etkinlikler insan davranışlarında önemli bir yer tutarlar. Bir futbolcunun hareketleri, kalemle yazı yazmamız, otomobil sürmemiz, çocuğun giyinip soyunması, bir müzik aletinin çalınması, bayanların örgü örmesi, bir askerin şınav, mekik, barfiks hareketleri, vs. psikomotor etkinliklere örnek olarak verilebilir.

Psikomotor etkinlikler, duyu organları vasıtasıyla uyarıcıların alınması, beyinde ilgili merkeze iletilmesi, algılamanın meydana gelmesi ve algılamaya bağlı olarak ilgili organların (kas gruplarının) harekete geçmeleri şeklinde bir dizi sıra izler. Daha genel bir açıklama ile psikomotor (=devinişsel) davranışlar sinirsel yapı ile kas yapıları arasındaki düzenli bir iletişim ve organizasyonu içerir.

Psikomotor etkinlikleri içtenlik ve olgunlaşma etkiler. İçtenlik, bireyin herhangi bir psikomotor davranışı gerçekleştirebilmek için istek duyuyor olmasıdır. Bireyin içtenlikle o davranışı gerçekleştirmeye çalışıyor olması gelişimi olumlu yönde etkileyecektir. Bununla birlikte ilgili davranışı sergilemekte kullanılacak olan organlar yeterli yapısal değişikliği kazanmış olmalıdır. Yani olgunlaşmış olmalıdır. Olgunlaşma meydana gelmediği sürece psikomotor etkinlik ya gerçekleştirilemeyecek ya da yeterli düzeyde sergilenemeyecektir.

Psikomotor Etkinliklerde Rol Oynayan Etmenler
Eşgüdüm: Herhangi bir psikomotor davranış gerçekleştirilirken kullanılan organlar arasında öncelik sonralık sırasıyla bir koordinasyon sağlanmalıdır. Örneğin, otomobilini kullanan birey, gaz ve debriyaj pedalını, vites değiştirmeyi belli sıra ve kooordine ile kullanması gerekir.
Güç: Herhangi bir psikomotor etkinliğin sergilenmesinde kullanılan organların yeterli güce sahip olması gerekir.

Tepki-Tepki Hızı: Herhangi bir psikomotor etkinlikte reaksiyon zamanı da oldukça önemlidir. Buradaki reaksiyon zamanı, uyarıcının alınıp beyinde algılandıktan sonra davranışın ortaya konulduğu ana kadar geçen süreyi ifade etmektedir.
Dikkat: Dikkat tanım olarak “Psiko-fizik enerjinin belli bir noktaya toplanması”dır. Bireyin bir psikomotor etkinliği gerçekleştirebilmesi için dikkatini uyarıcılara ve ortaya koyacağı davranışa odaklaması gerekir. Araç kullanan bir şoförün ya da örgü ören birinin dikkatini yaptığı davranışa toplamasında olduğu gibi.

Hız: Hız yukarıda açıklanan eşgüdüm (koordinasyon) ile ilgilidir. Birey bir devinişsel davranışı ortaya koyarken ilgili organları arasındaki koordinasyonu belli bir hızda yapması gerekir. Bir sporcudan ya da bir askerden bir dakika içinde belli sayıda mekik yapması istendiğinde söz konusu olan o davranışı belli bir hızda yapmasıdır.
Denge: Bütün psikomotor etkinliklerde organizmanın denge durumunda olması gerekir. Denge durumu olmadan psikomotor etkinlikler ya gerçekleştirilemez ya da istenen hızda, sürede yapılamazlar.

Esneklik: Herhangi bir psikomotor davranışta kullanılan organlar işlevlerini belli bir esneklik içerisinde gerçekleştirirler.

Bireyin yaşımda psikomotor etkinlikler kritik öneme sahiptirler. Bu etkinlikler sayesinde çocuklar dünyayı ve çevrelerini daha kolay ve etkili bir şekilde tanırlar. Bu bağlamda dokunur, keşfeder, merakını giderir, doyum sağlar. Ayrıca öz-bakım becerilerinin hemen hemen tamamı psikomotor davranışlardan oluşur. Bu nedenledir ki, özel eğitime muhtaç çocuklar da öncelikli olarak bu psikomotor etkinlikler konusunda eğitilmeye çalışılır.
 
cicozz Çocukluk cicozlarda saklı
FREUD VE PSİKANALİTİK KURAM

Temel Kavramlar

BİLİNÇLİLİK
Gerçeklere uyumu önde tutan mantıksal düşüncenin egemen olduğu bölmedir. Daha doğrusu bilinçli zihinsel süreçler bu niteliği taşırlar. Bilinçlilikte düşünce, duygu ve anılardaki neden-sonuç, zaman yer bağlantıları gerçeğe uygun olarak kurulur ve bunlara dayanan eylem uyumsaldır (adaptive).Gerçeği değerlendirme yetisi ile dış gerçekte olanla zihinde olan birbirinden ayırt edilir. Çocukluğun ilk yıllarında düşünce biçimi böyle mantıksal ve dış gerçeğe uyumsal nitelikte değildir. Çocukluğun ilk dönemlerindeki ilkel ve gerçeği tanımayan düşünce biçiminden, zamanla olgunlaşma ve öğrenme ile ayrışarak gelişen bilinçli mantıksal düşünceye "ikincil süreç" adı verilir. İşte bilinçlilikte egemen olan düşünce biçimi ikincil süreç niteliği taşır.

BİLİNÇ ÖNCESİ DÜŞÜNCELER
Kişinin belirli bir anda bilincinde ayırt edemediği birçok düşünceleri ve anıları vardır. Bunların bazıları bilinçli bir çaba ile bilinç düzeyine çağrılabilir. Bu çeşit düşüncelere ise BİLİNÇ ÖNCESİ DÜŞÜNCELER adı verilir. Örneğin, bir süre önce karşılaştığımız bir olayı artık bilincimizden tümüyle silmiş gibi olabiliriz. Ancak bu olayla ilgili bir çağrışım, bir uyaran tüm olayın yeniden bilince dönmesini sağlayabilir. Bu tür bilinçten silinmiş gibi sanılan ve uyaranlarla, çağrışımlarla bilince gelebilen anılar, duygular, dürtüler, bilinç öncesi niteliği taşırlar.

BİLİNÇDIŞI
Kişinin özel bir çabası ile bilince çağrılamayan, farkına varılamayan yaşantıların saklı olduğu ruhsal bölmedir; daha doğru bir deyimle, bu nitelikte olan ruhsal süreçlerdir. Bu yaşantılar ancak özel yöntemlerle: uyutum, serbest çağrışım, düşlerin, anormal ruhsal belirtilerin incelenmesi ile açığa çıkarılabilir. Zihinsel işlemlerin tümü birden kavramsal olarak bölmelere ayrılmış ve bunlara bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı adları verilmiştir. Bilinçdışını yargılama, algılama, istenç gibi birer yeti olarak görmek yanlış olur. Aslında bunlar arasında kesin sınırlar olduğu da düşünülemez. Bu kavramlar, bilinçli olarak ayırt edebildiğimiz ve hiç ayırt edemediğimiz psikolojik işlemlerin niteliğini belirten kavramlardır. Hiç kuşkusuz bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı arasında bir süreklilik ve bağlantı vardır ve aralarında dinamik bir etkileşim söz konusudur. Önemli olan, bilinçdışında bulunan istek ve anıların zaman ve yer tanımaksızın eski güçlerini, eski enerjilerini sürdürebilmeleri ve çeşitli biçimlerde davranış üzerinde etkili olabilmeleridir. Örneğin, bilinçdışı bir korku, bir saplantı kişiyi yetişkin yaşamında etkileyebilir ve kişi bu etkileyici gücü hiç ayırt edemeyebilir. Öyle ki, insan davranışları tümden mantıksal düşüncenin ve istencin ürünü değildir. Uzun yıllar evlenmeyen ve annesini bırakamayan bir erkek, evliliğe karşı birçok akılcı gibi görünen bilinçli düşünceler ileri sürebilir. Fakat bunların altında, bilinçdışındaki bir Oedipal (Ödipal) saplantı evlenemeyişinin gerçek dinamik kaynağı olabilir.

SERBEST ÇAĞRIŞIM
Bilinçdışının incelenebilesi için bireyin aklına gelen bir düşünceyi hiçbir baskı, denetim ve süzgece uğratmadan açığa vurmasıdır. Serbest çağrışım normalde, uyanıklık durumunda düşüncelerde var olan denetim ve süzgecin, direncin kaldırılmasıdır. Serbest çağrışım klasik psikanalizin temel kuralıdır.

DİRENÇ (Resistance)
Bireyde bilinçdışının bilinçlenmesini, anormal davranış, düşünce ve duyguların bırakılmasını, değiştirilmesini, olumlu hasta-hekim ilişkisinin kurulmasını, iç görü kazanmayı, özetle değişmeyi ve iyileşmeyi önleyen ya da güçleştiren ve bireyin içinden gelen her türlü bilinçli ya da bilinçdışı direnme ve savunmadır. Direncin farkına varıldıkça direnç çözülür ve hastanın iç görü kazanmaya yönelik çabaları (serbest çağrışım, terapistle olumlu işbirliği, açılma, boşalma, vb...) verimli yönde gelişir, kolaylaşır.

AKTARIM (Transference)
Bireyin çocukluk çağında kendisi için önemli kişilerle (anne, baba, kardeş, vb...) yaşamış olduğu duygu ve tutumları şimdi ilişki kurduğu kişilerle ve duygulara göre değerlendirerek tepkiler göstermesidir. Psikoterapi sürecinde hekime çocukluğunda ana-babası ve başka önemli kişilerle yaşamış olduğu sevgiyi, nefreti, korkuyu, bağımlılığı ya da bu duygularla ilgili savunucu tutumları hekime aktarır. Hasta hekim ilişkisi içerisinde bunun tanınması, çözümlenmesi (analiz edilmesi), hastanın çocuksu davranışlarının tanınmasına yol açar. Bu da iç görü kazanma ve değişmenin ön koşuludur.

KARŞI AKTARIM (Counter-Transference)
Hekimin kendi çocukluğundaki duygu ve tutumları hastasına aktarması olayına denir. Duygulanımın aksi yönde olmasıdır. Psikanalistin, hastanın davranışlarına karşı bilinçli yanıtlardan farklı olarak, hastaya karşı kendi bilinçdışı istekleri ve çatışmalarına dayalı tepkiler vermesidir. Hekimin bunları tanıması ve sağaltım sürecini olumsuz yönde etkilemelerine olanak vermemesi gerekir.

İÇ GÖRÜ
Rahatsızlık belirtileri ile bunların kaynakları arasındaki bağları görmektir. Bir başka deyimle herhangi bir davranışın altında yatan bilinçdışı nedenlerin (dürtüler, savunmalar, geçmişteki ilişkiler, olaylar, çatışmalar, karmaşalar, vb.) bilincine varmaktır. İç görü kazanmak bir amaç değil, araçtır. Kazanılan iç görü değişmek, iyileşmek, yeni çözüm ve baş etme yolları için kullanılmadıkça, entelektüel bir egzersizden başka bir şey olamaz.
 
cicozz Çocukluk cicozlarda saklı
Psikanalitik Kişilik Kuramı

Freud'a göre insan kişiliğinin üç temel birimi bulunmaktadır. İd, ego ve süper ego. Diğer bir tanımla, alt benlik, benlik ve üst benlik

İd (alt benlik)

İd, kişiliğin temel sistemidir. Ego ve süper ego ondan ayrımlaşarak gelişir. İd, kalıtsal olarak gelen, içgüdüleri içeren ve doğuştan var olan psikolojik eğilimlerin tümüdür. Ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistemin çalışması için gerekli olan gücü de sağlar. Enerjisini bedensel süreçlerden alır. Freud, İd'e "gerçek ruhsal varlık" demiştir; çünkü id, nesnel gerçeklerden bağımsız ve öznel bir yaşantı dünyasıdır. İd, fazla enerji birikimine katlanamaz ve böyle bir durum organizmada gerilim yaratır. Bu gerilimi gidermek için id, biriken enerjiyi biran önce boşaltma eğilimi gösterir.
Freud, bu bağlamda bir haz ilkesinin egemenliğinden söz etmektedir.
Haz ilkesinin egemenliği altında işleyen İd, bütün isteklerinin anında yerine getirilmesini bekler. Düşünce bu kısımda etkili değildir. İdin kaynağı bilinçaltı dürtülerdir. Birey çoğu kez bu dürtülerin etkisinin farkında değildir. İdin dış dünyayla bağlantısı yoktur; zaman ve yer kavramı tanımaz. Birbirine karşıt dürtü ve eğilimler burada yan yana bulunabilir.
Ego haz arar, acıdan kaçar. Zaman zaman da dış dünyayla ilişkilerini keser, uykuya dalar. İd ise tamamen bilinçsizdir. Doğrudan doğruya tanınamaz. Soydan ve kalıtımdan gelen her şey burada yer alır. İçgüdüler, içgüdüsel ve tutkusal dürtüler burada barınırlar. Varlığını koruma ve cinsel ihtiyaçların kaynağı cinsel içgüdü, saldırganlık içgüdüsü idde yer alırlar.
Öte yandan, çocukluk çağında ve sonraları da hayat boyunca bilinçaltına itilmiş unsurlar İd'de toplanırlar. Burada bulunan haz ilkesi acı bir tansiyonun yerini hoş bir hale bırakmasını sağlamaya çalışır. Yani id, acıdan kaçınma ve haz duyabilme amacını güder. Gerilimi boşaltmak için önce bunu ortadan kaldıracak nesnenin ya da kişinin imgesini oluşturur. Örneğin birincil süreç, aç bir insana herhangi bir besin maddesinin zihinsel görüntüsünü sağlar. Ancak bu tek başına gerilimi gidermeye yetmez. Aç insan, besin maddesinin zihinsel imgesiyle doymaz. Dolayısıyla yeni ya da ikincil psikolojik süreçler geliştirilir ve böylece kişilik yapısının ikinci sistemi olan ego belirlenir.

Ego (Ben)
Ego, İd'i denetim altında tutmaya çalışan kişilik birimidir.
Freud, 'gerçek dış dünyanın etkisi altında alt benliğin (İdin) bir parçasının özel bir gelişme' gösterdiğini, 'dış uyaranları algılayan ve aşırı uyaranlara karşı ruhsal yapıyı koruyan bir dış tabakadan', giderek özel bir yapı geliştiğini ve bu yapının 'alt benlik ile dış dünya arasında bir arabulucu' görevini yüklendiğini ileri sürdü ve gelişen bu yapıya benlik (ego) adını verdi.
Ego, organizmanın gerçek nesnel dünyayla alışverişe geçme ihtiyacından varlık bulur. Açlığın giderilmesi için aç insanın yiyeceği arayıp, bulup yemesi gerekir. Bunun için dış dünyada var olan yiyeceğin gerçek algısıyla yiyeceğin zihinsel imgesini birbirinden ayırmayı öğrenmek zorundadır. Dolayısıyla belleğindeki imgeye uygun bir yiyeceğin görüntüsünü ya da kokusunu duyu organlarıyla araştıracaktır.

Ego, gerçeklik ilkesi'nin egemenliğindedir. Gerçeklik ilkesinin amacı, ihtiyacın giderilmesi için uygun bir nesne bulununcaya kadar gerilimin boşalımını ertelemektir. Gerçeklik ilkesi, haz ilkesini geçici olarak engeller, ancak sonradan ihtiyaç nesnesi bulunduğunda haz ilkesi tekrar ön plana çıkar ve gerilim giderilir.
Benlik (ego) ruhsal yapının düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı (homeostatik) parçasıdır. Bu düzenleme ve uyum sağlama görevi şu yetiler aracılığıyla gerçekleştirilir.

1. Dürtüsel gereksinmelerin içerden algılanması;
2. Dış dünyadaki koşulların ve durumların algılanması;
3. Bütünleme ve birleştirme yetisi ile dürtülerin birbirleriyle, üst benliğin istekleriyle düzenlenmesi ve çevresel koşullara uyabilecek bir niteliğe uydurulabilmesi;
4. Yürütme yetisi ile istemli davranışın eyleme geçirilmesi.
Egonun bilinçli ve bilinç dışı olmak üzere iki yönü vardır. Bilinç yönü ruhsal yapının yürütme organı, karar verme ve alınan kararları bütünleştirme işlevini üstlenirken, bilinçdışı ise savunma mekanizmalarını içerir. Savunma mekanizmaları, idden kaynaklanan içgüdüsel dürtülere (spesifik olarak cinsel ve saldırgan nitelikte olanlara) karşıt gücü oluştururlar.
Ego, çevresindeki nesnelerin hangileriyle ilişki kuracağını seçer ve hangi güçlerin ne biçimde doyum bulması gerektiğine karar verir. Bu çok önemli yürütme işlevini yerine getirirken ego, aynı zamanda id'in, süper egonun ve dış dünyanın birbiriyle çatışma durumunda olan istekleri arasında bir uzlaşma sağlamakla da yükümlüdür.
Ego, bir ihtiyacın giderilmesi için plan tasarlar, sonra bu planın geçerli olup olmadığını araştırıcı eylemlerde bulunur. Aç bir insan önce yiyeceği nerede bulabileceğini araştırır, sonra oraya doğru yola çıkar. Buna gerçeklik sınaması denir.
Egonun önemli işlerinden biri de hareket yollarını kontrol etmektir. İd ile ilişkilerinde, Egoyu atın taşkın gücünü dizginlemeye çalışan bir süvariye benzetebiliriz.
Halis Özgü'nün (1976) tanımıyla ego, üçlü bir baskıyla karşı karşıya bulunan, bunun sonucu olarak da üçlü bir tehlike içinde yaşayan zavallı bir yaratıktır. Egonun karşılaştığı bu tehlikeler, dış dünyadan, idden ve süper egodan gelmektedir. Bu yüzden ben, üç ayrı değişik sıkıntı ile karşı karşıyadır.

Egonun bir görevi de organizmayı acıdan korumak ve doyum sağlamaya çalışmaktır. Çocukluğun ilk dönemlerinde organizma daha çok acıdan kaçma haz ilkesinin etkisi altındadır, oysaki zamanla gelişen benlik, neyi, ne zaman, nerede doyurabileceğine karar verme, dürtüleri ve gereksinmeleri bekletebilme, erteleyebilme gücünü kazanır. Görülüyor ki ilk çocukluk çağında daha çok alt benlik egemendir. Bekletebilme, erteleyebilme, dürtülere başka türlü doyum yolları bulma, onları değiştirme, bastırabilme, uygun yer ve zamanda onların doyumunu sağlayan eyleme girişme ancak gelişmiş benlik aracılığıyla olur. Başka bir deyimle benlik, dürtüler üzerinde göreceli bir egemenlik kurmayı öğrenir. Benliğin (egonun) dürtüleri bekletebilme, erteleyebilme gücüne engellenmeye dayanma gücü denir.

Böylece anlaşılıyor ki alt benlikte egemen olan doyum ve haz ilkesine karşılık benlikte egemen olan gerçeklik ilkesidir. Gerçeklik ilkesinin uygulanabilmesi, yukarıda tanımladığımız gibi iç ve dış uyaranların, iç ve dış gereksinimlerin ve koşulların algılanması ve değerlendirilmesi ile olur. Gerçeği değerlendirme yetisi bireyin ruhsal dünyası içinde olup ve dışında olup bitenlerin ayırt edilebilmesidir. Neyin düşünce, neyin eylem ve olay, neyin imge (hayal), neyin gerçek olduğunun bilinmesidir. Bu bir benlik işlevidir. Benliğin bu işlevi, özel durumlarda bozulabilir ya da gelip geçici olarak aksayabilir. Örneğin korkulu bir düşten uyandığımızda, henüz bilincimiz tam uyanıklık durumuna geçmeden önce, belki birkaç saniyelik süre içinde, gördüğümüzün düş mü yoksa gerçek mi olduğunu ayırt edemeyebiliriz. Az sonra bunun bir düş olduğunu, yani kendi ruhsal dünyamızda, zihnimizde yaşanmış bir olay olduğunu; gerçekte olmadığını fark ederiz. İşte benliğin bu işlevi de, engellenmeye dayanma gücü gibi, benlik gücünü yansıtan önemli bir özelliktir. Genellikle gerçeği değerlendirme yetisinin süreğen zayıflaması, benliğin zayıflaması ile birlikte gider.

Süper ego (Benlik)
Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi süper ego’dur. Bu sistem çocuğa ana-babası tarafından aktarılan ve ödül ve ceza uygulamalarıyla pekiştirilen geleneksel değerlerin temsilcisidir; kişiliğin ahlaki yönüdür. Gerçekten çok, olması gerekeni temsil eder, hazdan çok kusursuzluğa ulaşmak ister. Süper egoyu ilgilendiren husus bir şeyin doğru ya da yanlış olduğuna karar verip, toplum tarafından onaylanmış değer yargılarına göre davranmaktır.
Süper egonun başlıca işlevleri:
1. İd'den gelen içgüdüsel dürtüleri bastırmak ve ketlemek ki bunlar, özellikle toplumun hoş karşılamadığı nitelikteki cinsel ve saldırgan dürtülerdir.
2. Egoyu gerçekçi amaçlar yerine ahlaki amaçlara yönelmeye ikna etmek,
3. Kusursuz olmaya çalışmaktır.
Süper ego, id ve egoya karşı çıkarak kendi istediği düzene yöneltme eğilimindedir. Ego, içgüdüsel isteklerin doyum bulmasını erteler, süper ego ise bu istekleri tümden engellemeye çalışır. İd, ego, süper ego farklı ilkelerle çalışan psikolojik süreçlere verilmiş adlardır. Olağan koşullar içinde bu ilkeler birbirine karşıt çalışmaz, egonun yönetici önderliği altında bir ekip olarak birlikte hareket ederler. Böylece kişilik üç ayrı parça olarak değil, bir bütün olarak işler. Bir diğer anlamda, id kişiliğin biyolojik bölümünü, ego psikolojik ve süper ego toplumsal bölümlerini oluştururlar.

Bir toplumun "vicdanı", o toplumun bireylerinin süper egosunda yer alır ve süper ego bireyin davranışlarını sürekli süzgeçten geçirerek bireye, "bu yaptığın doğru, aferin!" ya da "bu yaptığın yanlış, utan kendinden!" mesajlarını verir. Ego ise hem idi memnun etmeye çalışır, hem de süper ego tarafından azarlanmaktan kurtulmak ister.
İd, ego ya da süper egodan birinin diğerlerinden daha kuvvetli ya da zayıf olduğu zaman farklı kişilik türleri ortaya çıkar. Örneğin, süper egosu son derece gelişmiş olan ve diğer temel kişilik birimlerine baskın olan kişi, büyük olasılıkla utangaç, özellikle cinsel arzularını ve kızgınlık duygularını, onların ifadesinin uygun olduğu ortamlarda dahi ender ifade eden bir kimse olur. Diğer yandan İd'i baskın olan bireyse kendini bencil istek ve arzularının hemen o anda tatmin edilmesinin dışında başka hiçbir şeyi göz önüne almaz, yaşamda sürekli toplumla sürtüşme içinde olur, başkalarının haklarına, düşünce ve duygularına saygısız, kendine ve topluma zararlı biri olur.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
4B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
5B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
27B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
20B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Üst