Kıssadan Hisse Hikayeler

Ömer
Yönetici
Kıssadan Hisse Hikayeleri

Saray yolunda taş

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuş, geçenleri izlemek için...
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer gelmişler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girmişler. Pek çoğu kralı eleştirmiş: "Halkından bu kadar vergi alıyor ama yolları temiz tutamıyor" diyerek...
Sonunda bir köylü çıkagelmiş. Saraya meyve ve sebze getiriyormuş. Sırtındaki küfeyi yere indirip iki eli ile kayaya sarılmış ve ıkına sıkına itmeye başlamış. Sonunda kan ter içinde kalmış ama kayayı da yolun kenarına çekmiş. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereymiş ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu görmüş. Açmış ki bir de ne görsün, kese altın doluymuş. Bir de kralın notu varmış içinde... "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diye yazıyormuş notta.

Senin işin daha zor
Behlül Dânâ'nın menkıbelerinden kitaplar meydana getirilmiştir. Bunların hepsi insanları iyiliğe, doğruluğa, Allah rızasını kazanmaya özendirici bir nitelik taşır. Türk halkı arasında da bunlardan bir bölümü bilinmekte ve anlatılmaktadır.

Bir hac ibadeti sırasında Harun Reşid ve Behlül yüksekçe bir yere oturup oradan ibadet ve dua eden ve bu arada ağlayıp gözyaşı döken insan selini seyrediyorlardı. Behlül Dana halifeyi uyarmak için yeni bir fırsat yakalamıştı. Dedi ki:

- Ey müslümanların halifesi, bütün bu ağlayıp sızlayan insanlar kendi nefislerinin günahlarının hesabını verip veremeyeceklerini bilmedikleri için ağlaşıyorlar. Halbuki sen kendi nefsinin hesabı yanında bütün bu insanların da hesabını vereceksin.

Bir parmak fark
Günün birinde vezir padişah ile samimiyetine güvenerek; padişahın neşeli bir zamanında sorar:

- Hünkarım, bildiğiniz üzere sürekli yanınızdayım ve her konuda size yardımda bulunmaktayım. Akıllıca düşünmek ve sorunlara çözüm bulma konusunda da sizden aşağı kalır yanım yok! Lakin siz padişahsınız ben ise vezirinizim. Aramızda ne fark var?
Bu soru üzerine padişah, işaret parmağını uzatmasını ister; kendi de işaret parmağını vezire uzatır. Vezire "Isır!" der, kendisi de vezirin parmağını ısırmaya başlar. Bir müddet cebelleşmeden sonra vezir; dayanamayarak bağırır. Bunun üzerine padişah vezire dönüp:
- Eğer sen feryat etmesen, ben de takatimin sonunda idim. Ama sen feryat ettiğine göre ben demek ki senden daha dayanıklıyım.
Demiş ve eklemiş:
- Bırak da aramızda bir parmak fark olsun!

Terbiye yaratılışa bağlıdır

Hükümdarlardan biri vezirine, oğlunun hocasıyla ilgili yakınıyordu:
- Ben oğlum ilim öğrensin istiyorum... Benim yerime iyi bir hükümdar olsun... Ama o devamlı müzikle, sazla, sözle uğraşıyor... Zannımca hocası onu, vasfına yakışır şekilde yetişmesi yönünde destekleyemiyor.
Vezir:
- Hükümdarım, hocanın elinde mucize yok! Çocuğun neye yeteneği varsa hocası ancak onda ilerlemesine yardım edebilir. İnsanın doğası değiştirilemez. Terbiye yaratılışa bağlıdır.
Hükümdar düşüncesinin arkasındaydı... Doğuştan sahip olduğumuz yetilerin, terbiye ile değiştirilebileceğini savunuyordu... Bunu kanıtlamak için de; bir akşam sarayda eğlence tertip ettirdi. Eğlence arasında eğitimli kedilerin bir gösterisi vardı. Kediler, sırtlarına konan tabağı ve tabağın içindeki yanan mumları düşürmeden itinayla taşıyorlardı. Hükümdar vezire, kedileri göstererek:
- Görüyor musun? dedi. Terbiye ile neler başarılabiliyor...
Vezir karşılık vermedi, olumlu ya da olumsuz... Başka bir eğlence gecesini bekledi ve bu geceye gelirken de yanında birkaç tane fare getirdi gizlice. Kedilerin gösterisi başladığında, fareleri kedilere doğru salıverdi. Fareleri gören kediler, sırtlarındaki tabağı, mumu unutup farelerin peşine düştüler. Mumlar bir yana, tabaklar bir yana yuvarlandı... Yanan mumlardan, halılar tutuştu... Ortalık bir anda tarumar oldu... Bu sırada vezir ise padişaha sokulup; iddiasını destekler kanıtı gururla seyrederek şöyle dedi:
- Gördünüz mü padişahım, terbiye yaratılışa bağlıdır!

Dalkavuk arayan padişah

Bir zamanlar bir padişah can sıkıntısından kurtulmak için dalkavuk aramaya başlamış. Ama sıradan bir dalkavuk değil, ülkenin en iyi dalkavuğunu arıyormuş. Dört bir yana haber salınmış. Ülkenin çeşitli yerlerinden yüzlerce kişi padişahın dalkavuğu olmaya talip olmuş.
Padişah adayları sırayla huzurunda kabul etmeye başlamış. İlk aday kendisini tanıtıp çalıştığı yerleri anlatmaya başlamış. Padişah sabırla dinledikten sonra, demiş ki:
- Aslında sen pek dalkavuğa benzemiyorsun.
Dalkavuk adayı:
- Nasıl olur padişahım? Hizmetinde bulunduğum herkes benden övgüyle bahsederdi. Onlara da sorsanız benim ne kadar iyi bir dalkavuk olduğumu anlatacaklardır, diyerek kendini savunmaya çalışırken...
Padişih bu adayın istediği dalkavuk olmadığını söyleyip diğer adayı çağırtmış. Aynı konuşmalar defalarca tekrar etmiş. Gelen herkes kendisini ve çalıştığı yerleri anlatıyor, padişahın "Sen pek dalkavuğa benzemiyorsun" sözüne karşılık, kendilerini savunmaya fırsat bulamadan sıra diğer adaya geçiyormuş.
Nihayet bir aday da kendini tanıtınca padişah yine aynı sözle eleştirmiş:
- Aslında sen pek dalkavuğa benzemiyorsun.
Aday:
- Pek benzemem padişahım!
Padişah:
- Dur bakayım sanki biraz benziyorsun?
Aday:
- Biraz benziyor olabilirim padişahım!
Bu sözler üzerine padişah, adamı sarayın dalkavukluğuna almış.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
4B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
20B
LAL
Yanıtlar
0
Görüntülenme
10B
LAL
Yanıtlar
0
Görüntülenme
7B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
7B
Üst