Çöle İnen Nur Necip Fazıl Kısakürek

  • Konuyu başlatan misafir
  • Başlangıç tarihi
  • Görüntülenme 4.768
M
misafir
Çöle inen Nur Kitap Özeti Necip Fazıl Kısakürek
'Eserimi... Her yıldızla her yıldız arası yollar ve yönler kadar çok ve dolaşık... Dünya yolları ve yönlerinden... Biricik ulaştırıcı yolu ve eriştirici yönü bana gösteren... Otuz yaşımdan sonraki hayatıma temel atan... 'Altun Halka'nın asrındaki en büyük kutbu... Efendim, irşad edicim, can kurtarıcım... Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin yüce ruhaniyetine ithaf ediyorum...' 26 Mayıs 1972 / N.F.K.

Allah Resulünün mübarek hayatları… Eserin yazılışı bir hayli maceralıdır. İlk olarak 1950 tarihinde kaleme alınmış,1952 Büyük Doğu'larında 'Allahın Sevgilisi' ismiyle pek kısa bir bölümü tefrika edilmiş,1956'da bu kez 'O' başlığıyla yayınlanmaya başlamış, fakat yarım kalmış ve arada birkaç eksik kalan teşebbüsten sonra,1969'da nihai şekline ve ismine kavuşmuştur. Çöle İnen Nur, Siyer kitaplarının alışılmış anlatımlarından farklı bir üslubu yansıtıyor. Eserin takdiminde bu farklılık şöyle ifadelendirilmektedir: 'Tefsir, Hadîs, siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan devşirili ve kaynaklarını tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, 'Başlangıç' yazısında da belirtildiği gibi, sadece iman sahiplerine hitap edici, hiçbir aklî teftiş, tespit ve ispat gayretine düşmeyici, mutlak 'doğru' üzerine hissî ve teessürî bir çatı kurucu ve eğer bir kıymeti varsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir; ve akla verdiği pay, onu bazı noktalarda yine akılla iptal etmekten ibarettir. Bu bir ilim değil, sanat eseridir ve ilmin içini ve dışını tahkik selâhiyetinde olmadığı mukaddes kapıya, ancak, inanmış ve teslim olmuş sanat tavriyle sokulmaktan başka çare yoktur. ' / N.F.K.

Kitaptan bazı alıntılar:

Sofra… Etrafında Allah Rasullerinin dizildiği sofra… Ve bu sofrada başköşe…Sen!

İnsanın hakikati… Sır…Kâinatın en çetin sırrı… Bir de misilsiz insan ki, onun hakikatinde, mahlûk, artık, son haddine ulaşır. Onun hakikatinde, mahluk tükenir, fakat Allah başlamaz. O da sen!

Yaradan…Ve O’nun en güzel eseri…Zâtiyle tek olan Yaratıcı’nın koskoca insan ehrâmında ve en yüksek noktada halkettiği insan.. Sen!

Evet, Sen!

Senin bana inandırdığın ve seni bana inandıran Allah, öz dilinle hitap etmiş ve Sana demişti ki:

“Sen olmasaydın, sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım!”

Sana, işte bu Allah kelâmının sonsuz kılavuzluğu içinde inanıyorum!

Sana inanmış, inanmakta ve inanacak olanlar, deniz kıyılarında kum misâli… Ben de bu hudutsuz yığında bir kum tanesiyim.

Sana inanan herkes, göz alabildiğine geniş bir sed üzerinden eşsiz bir manzara seyreder gibi, Seni, oldukları yerden, yerlerinin görmek ve bilmekte verdiği imkanların gözlüğünden seyrediyor. Bense Allah’a hamd ediyorum ki, seni, o kum tanesine, uzun zaman çilesini çektiğim birtakım idrak mahremiyetlerinin “Yakın”a açılmış yakıcı penceresinden gösterdi.

Keşke sahiden, topuğunu bir kere öpebilmiş bir kum tanesi olsaydım!…

Evet!…

Ben Seni, Allah’ın yalnız habercisi ve ana yola çağırıcı Rasûlü olarak değil; boşluğu ve yıldızları, zamanı ve mekanı, mesafeleri ve istikametleri, canlı ve cansız maddeleri ve maddesiz her şeyiyle bütün kainatı, bu en güzel eser etrafında halkalanması ve onun yüzü suyu hürmetine yaratılmış olması için yarattığına inanıyorum!

Sen; var oluşunun şerefine, Allah’ın topyekün varlığı hediye ettiği ilk ve son Varlık Nuru!

Ben bir Şairim…

San’ata, yalnız Allah’ı aramak, O’nun mahrem ülkesi meçhuller aleminin karanlıkları içinde rüyalardan daha zengin fener alayları tertiplemek ve eşyanın takındığı duvakları birer birer kaldırmak gayesini biçtiğim gün, sanki boynumda “mutlak hakikat”ten bir kement sezer gibi oldum. Bu kement beni çekti ve Senin önünde durdurdu.

- Kapı burasıdır, başka her kapı kapalı!

Vakta ki, böyle oldu, Sen benim her şeyim oldun.

Ey, bütün mucizeleri içinde en hayran olduğum mucizesi diye, ömründe bir defa bile kahkahayla gülmemiş olmasını gösterebileceğim mahzun Peygamber!..

Ey, Allah’ın Kur’an’da has ismiyle ve nida edatıyla bir kerecik bile hitap etmediği haya ve edep kaynağı!..

Ey tek katresinin hacminde bir umman çalkalanan ve tek zerresinin menşurunda bir kâinat yüzen Kevser Havuzu’nun sahibi!..

Ey ufuk; insanoğlunun ufku!..

Sen de bizim gibi insansın! Sen bir derece daha fazlası olmayan bir insansın da, biz senden eksik olduğumuz kadar insanlığa uzak insanlarız.

Öyleyse hangi manasıyla olursa olsun, seni tekrarlamak, aldığımız nefesleri tekrarlamaktan bin kat daha aziz…Zaten Sensiz ve Senden habersiz alınan nefes, varlığın değil, yokluğun soluğu…

Ne kürenin devri, ne rakkasın köşe kapmacası, ne ağacın giyinip soyunması, ne de tek nokta etrafında sayısız noktanın, her biri o noktaya müsavi mesafelerde sıralanışındaki yusyuvarlak devam ahengi, mücerret vazife sırrı bakımından, senin tekrarlanışındaki hikmeti şekillendirebilir.

Ben, Senin esirinim! Ve benim için hürriyetin son kemal haddi, hakikate esarettir.

İnsan olarak, hürriyetini bulmak isteyen, hakikate esir olsun! Ve Sen benim için bizzat hakikatsin!

Nihayet varılmaz olan Sana, en çok yaklaşmanın, görülmez olan Seni en aydınlık görmenin biricik usulü, şu noktada toplanıyor:

Tepeden inme aşk yıldırımları altında büsbütün meflûç, büsbütün kör hale gelmek ve ondan sonra her vücut zerresine bir çift kanat ve bir çift göz hediye eden bir hafiflik ve kolaylıkla uçmak ve görmek.

Aklın son kertesini temsil eden melek “Sidretü’l Münteha”da Sana demedi mi?

- Buradan ileriye yol yoktur! Geçersem yanarım!

- Ya buradan ileriye nasıl geçilir?

- Aşkla!..

Ve Sen uçtun ve ilâhî visalin en mahrem bucağına ulaştın.

Senin ulaşılmaz olan Allah’a yine O’nun izniyle ulaşmandaki usulledir ki, biz Sana, ulaşılmaz olan Sana ulaşmaya çabalayabiliriz. Sana yaklaşmanın biricik şartı bu!..

Bu bakımdan Sen, yeryüzünün her noktasında, belli başlı noktalardan doğan güneş kadar sabit ve mutlaksın. Fakat yine Sen, herkesin kendi ruh menşurundan aksettireceği her ân yeni ve değişik pırıltılarla da, muvâzi aynalar arasındaki mum gibi sonsuz ve hudutsuzsun!..

Sen, Sen, Sen; eskimeyen biricik yeni ve solmayan biricik renk!

Sen; verâların verâsının, verâ ihtimalini bile çıldırtıcı nihai verâsındaki sır hazinesi anahtarını taşıyan en büyük esrar çözücüsü!..

Senin esrar alemin içinde kendisini büsbütün kaybetmekten, yani en büyük sanatkârlığın ne demek olduğunu göstermekten başka gayesi olmayan bu sanat çilekeşinin duasını kabul etmesi için, Sana “Sevgilim!” diyen Allah’a yalvar!..

Sen; Allah’ın iradesiyle, bütün insanlığın şefaat tacını taşıyan ve kabul edenleri ve etmeyenleri bir arada, bütün beşeriyet, ümmet topluluğu tahtında oturan!..

“Eğer Yaşasaydılar”

Biliyoruz ki, ilk erkek çocukları Kaasım ve ondan sonra hepsi; en küçük yaşta öldüler.

Âlemlerin Efendisi, böyle en küçük yaşta vefat eden ve muammer olamıyan erkek çocuklarından biri hakkında buyurmuşlardı ki:

-Eğer yaşasaydı nebî olması lazım gelirdi; benden sonra nebî olamayacağına göre, yaşayamazdı.

Bu ince izahta, erkek çocuklarının muammer olamayışındaki sır açık…

Güneşin karşısında ancak kamer vücut bulabilir; başka bir güneş değil… (sy:109)

Turan

Sarı-siyah, siyah-sarı, bazen de yeşilimtrak steplerde bir akış… Burası birkaç mankafa puttan başka hiçbir ruh tasası çekmiyen, beş hasse plânında yaşayan ve mâbudunu bu plânda anlayan, atların cidago kemiklerine mıflı, önlerine ne çıkarsa yakıp yıkıcı çiğ adamların vatanı… Turan…

Bu madde adamlar, birgün en büyük mânaya kavuşacağından, Allah’ın birliğine ve Resûlünün doğruluğuna inanır inanmaz atlarından inip büyük kubbeler altında toplanacağından, siteler ve imparatorluklar kuracağından, <<Allah>> kelimesini bayraklaştıracağından ve İslâm’ın kılıcını ışıldatacağından o anda nasıl haber sahibi olabilir?

İslâm onların madenini bir üfleyişte elmasa çevirecektir. (sy:50)
 
Son düzenleme moderatör tarafından:

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
13B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
13B
Üst