Bu yiğitliğin altında ve arkasında daima analar vardı

SaMeT46 Harbi Aktif Üye
Mehmetçik, Çanakkale’de hep öne baktı, hep ileriye gitti; gönlü ve gözü hiç arkada kalmadı. Bu yiğitliğin altında ve arkasında daima analar vardı. Mehmetçiğin arkasında sıra dağlar gibi duran analar… Asla zaaf göstermeyen, göz yaşlarını içine akıtan, bütün erkek işlerini omuzlayıp şikayetsiz götüren bu analar, Çanakkale’nin gerçek kahramanlarıdır. Çünkü, hem arkayı sağlam tutmuşlar, hem de ve asıl önemlisi, Mehmetçiği Mehmetçik yapan ruhu imanla yoğurmuşlardır. Her Mehmetçiğin arkasında, ona, ahlak ve fazilet aşısı yapan, gönlüne adam olma damgası vuran bir ana vardır. Analar, sıra dağlar gibi durdular. Evlatlarının ruhlarına madde ve mana kahramanlığının damgasını vurdular. Gözyaşlarını içlerinde çağıldattılar. Açıktan ağlayıp da, hain düşmanı umutlandırmadılar. Onlar, dönüşü olmayan yola, Çanakkale’ye evlatlarını kınalayıp da gönderdiler. Anaların kınalı kuzuları, Çanakkale’nin kurbanlarıydı. Allah için vatana verilen kurbanlar… Hatice Ana’nın yüreğini bugünün anneleri anlayabiliyor mu? Ne mutlu anlayabilenlere…

Tek oğlunu,19 yaşında Çanakkale’ye gönderir, Hatice Ana… Adının tecellisidir vermek, cömertliğine sınır koymamak… Öyle bir anadır ki o, verilmesi en zor olanı verir vatanına… Oğlunu kınalayıp da salar Çanakkale’ye… Kumandanı, kınasının sebebini sorar Hasan’a… Hasan öyle itaatkar bir ana kuzusudur ki, bunun sebebini sorma lüzumu görmemiştir anacığına… -Niçin amma,diyenlere; O ana, o şefkat kahramanı, ne yaparsa vardır hikmeti… Nedenini, niçinini sormak gereksizdir. Anacığı her ne yaparsa, faydalıydı ve yapılmalıydı, der, Hasan… Belki biraz da, cephe heyecanı içinde sormamıştı kınasının sebebini… Belki de, bunu her ana evladına yapar sanırdı. Hadi öyleyse, şimdi sor Hatice Ana’ya bu kınalı saçları, biz de bilelim annenin maksadını, dedi Kumandanı. Hatice ana kınanın hikmetini soran mektuba cevap yazdırdı. Çünkü yüreğe sevgiyi ve yiğitliği yazma ustası olan o :):):):):)n eli, kağıda mektup yazmayı bilmezdi. Hiç okuyup yazma bilmezdi ama, hem yürekleri bütünüyle okur; hem de gerektiğinde düşmanın canına okuyacak evlat yetiştirirdi. Hatice Ana söyledi, muhtar yazdı: “-Oğlum Hasanım, bilirsin ki, bizim ilde kurbanlık koçlar kınalanır; öpe seve beslenir, büyütülür. Sen de bizim evin Hak yoluna kurban edilecek koçusun. O yüzden ben de seni kınalayıp da saldım Çanakkale’ye, bunu böyle bilesin ve o kınanın hakkını veresin.” Bu mektubu, şehit olmuş Hasan’ın cebinde, kanlara bulanmış olarak bulup okudular. Hatice :):):):):)n niyeti çoktan gerçekleşmiş, tek oğlu Hak yolunun kurbanı olmadan önce de şu beyti, o mektuba eklemişti: Anam yakmış kınayı, adak diye, Ben de vatan için kurban doğmuşum Anamdan Allah’a son bir hediye, Kumandanım, ben İsmail doğmuşum.  Çanakkale şehidine ağlamazdı analar… Zira onlar, gıpta edilen bir makama çıktılar. Ağlanacak değil imrenilecek bir yerdeydiler. Görürcesine inandıkları Allah, aynı kesinlikle inandıkları Cennet’ine almıştı onları… Analar onlara değil, kendilerine ağlarlardı. Ama gözyaşlarını saklarlar; şehit haberini vakurca alırlar; sonra da kendilerine ağlamak için sakin bir köşe ararlardı. Yeni evli delikanlı, askere çağrılır. Çanakkale’ye gidecektir. Vedalaşırken, hanımına der ki : “Sen çok güzelsin. Ne olur, ben gelinceye kadar, evden çıkma… Sana bir kem nazarın dokunmasından korkarım…” Delikanlı Çanakkale’ye gitmiş gitmesine ama, bir daha da kendisinden haber alınamamış… Yıllar geçmiş, o güzel ana, nine olmuş ama eşine verdiği sözde hep durmuş; evinden hiç çıkmamış… Daima içinde yaşadığı ev, eşine sadakatin bir sarayı olmuş. Evin duvarları, asker mektuplarıyla donatılmış… Zehra ana, bütün mahallenin annesi olmuş, akıl hocası olmuş, dua fabrikasına dönüşmüş… Döne döne okurmuş, duvarlarındaki eş mektuplarını… Sonra da oturup Kur’an’ına sığınırmış. Zaman zaman başörtüsünün ucu ıslanırmış göz yaşlarıyla… Uzun bir ömür, mabetleşen bir evin hüzün tüten mahremiyetinde yaşanıp bitmiş… Zehra Ana’nın gönül dünyasına eşinden başka kimse girememiş…  Bir başka anne, yıllarca bekledikten sonra, eşinin şehit olduğunu öğrenir. Çanakkale bir yiğide daha makam olmuştur. Kendisi de, Allah’ın verdiği ömrü 85 sene yaşar. Vefat edince, oğlu vasiyetnamesini açmış. Bu can anne, iki küçük torbanın da kendisiyle birlikte gömülmesini istiyormuş. İmam efendi, hiçbir eşyanın ölenle birlikte gömülemeyeceğini söylemiş. Oğlunun ısrarı üzerine, bu torbalar açılmış… Küçücük bir torbadan dişler çıkmış, biraz büyükçesinde de saçlarla birlikte, bir kağıt parçası varmış. Bu kağıtta şunlar yazılıymış: “-Ahmed’im, bu dişler benim dişlerim… Çekildikçe ve düştükçe sakladım onları… Onlar şahit olsun ki, sana söylediğimi, senden başkasına hiç söylemedim. Bu saçlar da benim saçlarım… Kesildikçe ve döküldükçe hep toplayıp biriktirdim onları… Onlar da şahit olsun ki, senden başka hiç kimsenin eli ve gözü değmedi onlara…  Edremitli Halil Efendi, acele askerlik şubesine çağrılıyordu. Hanımı, büyük bir heyecan ve endişe içinde hemen dükkana koştu. Çünkü oğulları Ali Çanakkale’de askerdi. İkisinin de aklına, hemen oğulları Ali geldi. Ancak, Halil Efendi, hanımını biraz rahatlatmak için, dedi ki: “-Canım, inşallah hayır haberdir. Ben şimdi askerlik şubesine gider durumu öğrenirim. Fakat bugün, benim canım çok kuru fasulye çekti. Sen git, akşama bir kuru fasulye pişir de yiyelim.” Eşi evin yolunu tuttu, gözyaşlarıyla, Halil Efendi de yüreği çırpınarak Askerlik Şubesi’ne koştu… Onu karşısında gören kumandan, “Halil Efendi nerelerdesin? Ne zamandır seni arattırıyorum!” dedi. Halil Efendi, heyecanı son haddine gelmiş vaziyette, bu arayışın sebebini sordu. Kumandan da hemen cevapladı: “-Halil Efendi, yaşıtların Çanakkale yolundalar, gönüllü gidiyorlar. Seni de onlarla göndermek istedim.” “-Emrin olur dedi Halil Efendi… Ancak müsaade ederseniz, eve bir uğrayayım da hanımla helallaşayım.” Kumandan Halil Efendi’ye müsaade etmedi: “Biz evine haber veririz. Sen koş kafileye katıl, geride kalma!”dedi. O da koştu ve Çanakkale için yollara düşmüş gönüllülere katıldı. O sırada yaşı kırkı çoktan aşmıştı ve cephede Ali’si de vardı. O akşam, Halil Efendi’nin evinde kuru fasulye pişti ve sofraya boş bir tabak kondu. Ve o akşamı takip eden bütün akşamlarda, o evde hep kuru fasulye pişirildi ve sofraya boş bir tabak kondu. Evin hanımı vefat etti ama, onun çocukları, her akşam kuru fasulye yediler ve sofralarına daima boş bir tabak koydular… Çanakkale, bu ana yüreklerinin desteğiyle kazanıldı. Onlar cephenin gerisini sıradağlar gibi sağlam tuttular. İşte bu sağlamlık sebebiyledir ki, Mehmetçiklerin gözü hiç arkada kalmadı.Yüreklerinde anne şefkatlerini hissettiler. Eşlerinin, nişanlılarının sadakatinden emin oldular. Ve hep ileriye doğru yürüdüler; geriye dönmeyi hiç düşünmediler.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
15B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
7B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
21B
Yanıtlar
1
Görüntülenme
5B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
6B
Üst