Bediüzzaman Said Nursi'nin mezarı nerede?

Ömer
Yönetici
Bediüzzaman Said Nursi'nin mezarının yeri neresi?

Isparta Valisi Memduh Oğuz, Bediüzzaman Said Nursi'nin mezarının Isparta'da olduğuna yönelik iddialara ilişkin, ''Isparta'ya bu kadar önem ve değer veren, duygusal olarak yaklaşan, 'Ben tarihen ispat edemem ama Ispartalıyım' diyen birinin kabrinin Isparta'da bulunması sürpriz olmaz'' dedi.

Oğuz, yaptığı açıklamada, Said Nursi'nin bir süre Isparta'da yaşadığını ve en önemli eseri olan Risaeli Nur'un büyük kısmını burada yazdığını kaydetti. Bu durumun Isparta için büyük hususiyet oluşturduğunu ifade eden Oğuz, bu eserlerin yazımının Nursi'nin aynı zamanda Isparta'ya çok önem verdiğini gösterdiğini dile getirdi.
bediuzzaman-said-nursi.jpg

Nursi'nin eserlerinde Isparta'dan bahsettiğini ve ''Ben tarihen ispat edemem ama Ispartalıyım. Benim doğduğum Bitlis'in Nurs kasabasının bağlı olduğu nahiyenin adı İsparit'tir. İsparit'in Isparta ile alakalı olduğu düşünüyorum'' yazdığını belirten Oğuz, ''Nursi, Isparta ile ilgili çok güzel sözler söylüyor. Isparta'yı sevmiş, Isparta'nın yamaçlarında, dağlarında şehirlerinde, yollarında ciddi hatırası bulunan, gönülden Isparta'ya çok bağlı Bediüzzaman Said Nursi'nin mezarının Isparta'da olması, arzusuna uygun düşer gibi görünüyor'' diye konuştu.

Nursi'nin ''Çokları benim kabrimi bilmeyecektir'' şeklinde bir sözü bulunduğuna dikkati çeken Oğuz, Şanlıurfa'da on binlerce kişinin katıldığı bir törenle defnedilmesinin ardından Nursi'nin mezarının şu anda meçhul olmasının Nursi'nin sözünü ispatlar nitelikte olduğunu kaydetti.

Nursi'nin kabrinin Isparta'da bulunduğu yönünde iddialar bulunduğunu vurgulayan Oğuz, ''Isparta'ya bu kadar önem ve değer veren, duygusal olarak yaklaşan, 'Ben tarihen ispat edemem ama Ispartalıyım' diyen birinin kabrinin Isparta'da bulunması sürpriz olmaz. Öyle olması lazım gelir. Kendi arzusuna uygun olur'' dedi.

Isparta'nın bir ''bilim şehri'' olduğunu anlatan Oğuz, şöyle konuştu:

''Mekke, Medine, Kudüs müşerref, Isparta muvazzaf' diyoruz. Isparta ilim şehri olması ile görevlidir. Said Nursi'nin yaklaşımı ile bakıldığında ilim şehri Isparta onun idealine, arzusuna ve temennilerine çok uygun gibi görünüyor ve ilim şehri Isparta'yı büyük bir kitle halinde istiyoruz. Nursi'nin, 'Çokları benim kabrimi bilmeyecektir' sözü ile ilim şehri Isparta'yı bir araya getirecek olursak, sokaklarında binlerce alimlerin yürüdüğü, ilim talep eden öğrencilerin dolaştığı, ilim nefes alınıp, ilmin nefes verildiği Isparta'da Nursi'nin mezarının aşikar olacağı bellidir.''
 
Ömer
Yönetici
Said Nursi'nin mezarını kimse bulamaz!

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin mezar yeriyle ilgili yeni bir haber yayınlandı

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin mezar yeriyle ilgili yeni bir haber yayınlandı. Taraf Gazetesi'nden Arzu Yıldız'ın haberine göre Said Nursi'nin mezar yerine ilişkin kesin bilgilerin Başbakanlık arşivlerinde olduğu 53 yıl sonra ortaya çıktı. Arşivlere göre, Said Nursi'nin kabri Isparta Şehir Mezarlığı'nda.

Habere göre Başbakanlık arşivlerinde Said Nursi'nin mezar yerine ilişkin tüm kayıtlar muhafaza ediliyor. Başbakanlık kayıtlarına göre; Said Nursi'nin naaşı önce Urfa'dan Afyon'a getirildi. Daha sonra karayoluyla Isparta'ya nakledildi. Isparta'da önceden hazırlanan Şehir Mezarlığı'na defnedildi. Tutanaklara göre, naaşı Isparta Vali Yardımcısı teslim aldı, defin işlemleri sırasında da hazır bulundu. Vali Yardımcısı'nın yanı sıra, bir sağlık uzmanı ve iki jandarma komutanı da naaşın defnine katıldı. Mezarın nereye defnedildiğini, naaşı taşıyan aracın şoförü, defin işlemlerini yapan askerler, sağlık uzmanı ve valinin yanı sıra, dönemin Isparta Emniyet Müdürü ve bir kişi daha biliyordu. Bu bilgilere dayanarak hazırlanan tutanaklar, Başbakanlık arşivlerinde kilit altına alındı. Mezarın yeri ise bu tutanaklara göre, şehir mezarlığında, giriş kapısına çok yakın bir yerde bulunuyor. 20 sayfalık tutanaklarda; mezarın yeri kesin bir şekilde gösteriliyor.

KAÇ KERE YER DEĞİŞTİ?

Medyanın en çok ilgisini çeken konulardan biri olan Said Nursi'nin mezarı. Resmi kaynaklara göre Bediüzzaman Hazretlerinin kabri Isparta Şehir mezarlığında görülüyor. Ancak talebeleri Bediüzzaman Hazretlerinin kabrini bir kaç kere değiştirdi. Bediüzzaman, kabrinin bir kaç talebesinin dışında bilinmemesini vasiyet etmişti.

Konu ile ilgili Risale Haber sitesinde yayınlanan bazı haberler aşağıdaki mesajlardadır.
 
Ömer
Yönetici
Said Nursi'yi Isparta'ya ben defnettim
Eski Emniyet mensubu İdris Kahveci, Said Nursi'yi Urfa'dan sonra Isparta'ya defnettiklerini anlattı
Röportaj: Ömer Özcan-Risale Haber

İdris Kahveci Bediüzzaman Said Nursi'yi yıllarca takip eden emekli bir emniyet mensubu. En önemli özelliği ise Said Nursi'nin Urfa'dan sonra Isparta'ya defnedilmesine şahit olan dört kişiden biri. Bediüzzaman'ın naaşının denize atıldığı iddialarının yalan olduğunu ifade eden Kahveci ile 2007 yılında "Ağabeyler Anlatıyor" kitaplarım için görüşmüştüm. O görüşmeyi özetleyerek bir kez daha kamuoyunun bilgisine sunuyorum.

İdris Kahveci, 1934 yılında Denizli’ye bağlı Çal ilçesinde dünyaya geldi. 1958 yılında Emniyet Teşkilatı’na girerek Isparta’da çalışmaya başladı. Uzun yıllar Emniyet Teşkilâtında çalıştı. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ni son iki senesinde, vefatına kadar adım adım takip eden sivil polislerden birisidir. Ayrıca, Urfa’dan mezarı yıkılarak, Isparta’ya getirilen mübarek naşını defneden dört polisten tek hayatta kalanıdır.

İdris Kahveci göreve nasıl başladığını ve Isparta'da mezar kazılsın emrinin nasıl geldiğini şöyle anlattı:

"1958 yılında Isparta’da göreve başladım. O günkü yetkililer beş arkadaşla birlikte beni doğrudan Said Nursî Hazretleri’nin takibi için görevlendirdiler. O arkadaşlarla beraber biz Said Nursî Hazretleri’nin sağlığında gece gündüz beraberdik. Uzun yıllar bu görevde kaldık.

(İdris Kahveci, Ömer Özcan'a o anları anlattı.)

"Urfa’da Halil İbrahim dergâhının bahçesine gömülüyor. Orada her gün gruplar halinde çok ziyaretler oluyor, malum. Ben görmedim ama cenazesine 300 otobüsün gittiği söyleniyordu. Isparta’dan da çok gitmişlerdi. O adamlar dönünce.. 1960 İhtilali’nin, Milli Birlik Komitesi’nin (MBK), 6 ve 25 sayılı kararları vardı. Kanun hükmündedir bu kararlar. Bunlara göre dönen 15 kişiyi gözaltına aldırttılar bize. İki ay sonra mahkemeye sevk ettik, mahkeme bunları serbest bıraktı. Bir müddet sonra ziyaretlerin aşırı olmasından tedirgin olan MBK üyeleri, “bunun mezarını kaldıralım” diye karar alıyorlar. Bize Isparta’ya şifreler geldi. “Isparta’da bir mezar kazın” diye, bir şifre.

Siz gelenin Bediüzzaman’ın tabutu olduğunu biliyor muydunuz?

Tabi biliyorduk. Afyon'a kadar helikopterle veya uçakla geldi. Afyon’dan askerî pikapla gece saat ikide geldi Isparta’ya. Emniyet Müdürü de vardı.

Emniyet Müdürü kimdi o zaman?

Ahmet Eren. Burdurluydu o, şu an hayatta değil. Tabutu getiren aracın asker şoförü orada kaldı. Bizim şoför arkadaş direksiyonun başına geçti, getirdik mezarlığa ve defnedildi.

Gömülme anında orada mıydınız?

Evet tabi.

Biraz teferruatlı anlatır mısınız? Kimler vardı o anda orada? Gece saat kaçtı? Asker var mıydı?

Hayır asker yoktu. Bizden başka kimse yoktu. Dört kişiydik. Getirenler orada kaldı, teslim aldığımız yerde, mezarın yeri bilinmesin diye. Gece saat iki buçuk üç gibiydi.

Mezarın yeri nasıl tespit edildi?

Bize talimat verildi. Uygun bir yer kazıldı.

Sizin nezaretinizde mi kazdılar?

Evet, gariban herhangi birinin mezarı gibi kazıldı.

Bir gün önce mi kazıldı mezar?

Akşama doğru. Gömdüğümüzde gece iki buçuk, üç gibiydi. Mezarın yeri görülmesin diye o şahıslar orada kaldı.

Kaç kişiydiniz defin anında?

Emniyet Müdürü ile beraber dört kişiydik.

Bir de Üstad Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Efendi vardı galiba?

O yoktu. Afyonda kalmış olabilir. Biz üç dört sene bu mezarı tarassut altında bulundurduk.

Defin işleminden sonra hemen dağıldınız mı?

Evet. Ama birkaç gün, dışarıda, yol üstünde sırayla dolaştık. “Gelen giden var mı? Hareket var mı? Gören var mı?” gibi. Çünkü gören varsa bir hareket olurdu.

Nasıl bir tabuttu?

Lehimlenmiş, tamamen muntazam bir tabuttu. Sıcak zamanda gelmişti, koku olmasın diye muntazam lehimlenmişti. Üç dört sene tarassud ettik (gözetim altında tuttuk). Üzerine ot tohumları serptik. Yanında bir çeşme vardı, şu karşıdaki divan mesafesinde. Biz sulardık o otları, sonra otlar yeşerdi.

Mezarlığın neresindeydi Bediüzzaman’ın kabri?

Orta bölümünde bir yerdeydi.

Medyada daha evvel yanlış olarak çıkmış, tashih edilmesi gereken şeyler var demiştiniz?

Sabah Gazetesi’nde yayınlanmıştı. Türkeş’in hatıralarında. Bir cevap yazmıştım, yalnız cevabım çıkmadı.

Bunlar ne ile ilgili hatıralardı, düzeltilmesi gereken itiraz ettiğiniz yerleri neresiydi?

“Said Nursî’nin Urfa’daki mezarından alındığını, bu tarafa, Isparta’ya doğru getirildiğini ve Emirdağ’da bir yamaca defnedildiği” şeklinde. Bu doğru değil. Sabah Gazetesi’nde yayınlandı bu. Ben cevap yazdım, cevap vermediler. Ama yayını kestiler o zaman.

“Siz Said Nursî’nin mezarı ile ilgili gerçek budur, biz defnettik” şeklinde Sabah Gazetesi’ne yazdınız, fakat cevap vermediler. Ama yayın da kesildi o zaman, öyle mi?

Evet öyle, yayın kesildi.

Demek ki Said Nursî’nin cesedinin denize atılması tamamen yalan ve uydurma?

Tamamen uydurma, yalan ve iftiradır.

Siz gelen tabutun Bediüzzaman’a aid olduğunu nereden biliyordunuz? Size Urfa’dan Bediüzzaman’ın kabri gelecek diye söylendi mi? Kim söyledi?

Vali ile Emniyet amirine şifre geldi. Geleceği saat belli, hareket saati belli.

Peki sizi alıp Isparta’ya götürsek yerini göstermez misiniz?

Hayır. Sizin gibi yirmi yıldan beri peşimde “yerini göster” diyenler var. Vicdan azabı da çekiyorum. Turizm açısından orası canlansın da istiyorum. Ama yapamam şimdi.

Siz karar verin, ben sizi alayım götüreyim Isparta’ya?

Sonra size de zararı olur, bana da zararı olur bunun. Bunu araştırmak lazım… Ben çekiniyorum yani… Size göstersem, “kim gösterdi?” diyecekler. Elbette beni gösterecekler. Çünkü benim bildiğimi biliyorlar. O zaman her şey ortaya çıkacak. Bediüzzaman’ın kabri ile ilgili dört kişiyiz. Birisi Samsun’lu, birisi Urfa’lı idi. Araştırmışlar, bunların öldüğünü buldum internette. Bilmiyorum, görüşmüyordum onlarla. Müdür zaten çoktan ölmüştü.

İsimleri neydi bu dört kişinin?

Ben, Emniyet Müdürü Ahmet Eren Burdurludur. Ziya Atlıoğlu Urfa’lıdır. Diğeri de Hüseyin Beyazıtlı Samsunlu idi. Defin anında orada olan dört kişi bunlardır. O iki arkadaş biz yaşlarda idi, öldü mü kaldı mı onları bilmiyordum.

Peki işçiler var mıydı defin esnasında. Siz kürekleri elinize aldınız, kendiniz mi attınız toprakları?

Hayır hayır işçi falan yoktu. Biz kendimiz gömdük. Hiç işçi filan mümkün mü? Kimse sokulmuyordu ki oraya. Çok gizli tutuluyordu, hiç kimse bilmiyordu, dört kişi dışında. Gece yıldırım hızıyla geldi, biz bunu yıldırım hızıyla indirdik, defnettik.

Kabir derin miydi?

Normaldi. Mezar, önceden “filancaya” diye akşamdan hazırlatılmıştı. Çinko tabutu açmadan olduğu gibi gömdük. En ufak bir koku falan yoktu. Lehimleri çok sağlam yapmışlar. Şimdi şu anda bunun yerini göstermeyi sakıncalı görüyorum. Ama Devlet yetkililerinden bir izin çıktığı taktirde, ben şurasıdır diye gösteririm. Yoksa başımın derde girmemesi için göstermem. Bazı gruplar var: “İnanç turizmi açısından türbesi yapılsın, belli olsun yeri. Düşünün, yılda üç milyon insan gelir buraya. Düşünün artık gelecek geliri..” diyorlar.

Kaynak: Risale Haber
 
Ömer
Yönetici
Said Nursi'nin mezarını ben buldum!

Mustafa Pestil'in Said Nursi'nin mezarını bulması ve sonrasında yaşanan gelişmeleri anlattığı sözleri

Hürriyet yazarı Yalçın Bayer ve Haber Türk yazarı Murat Bardakçı bugünkü köşelerinde Said Nursi'nin naaşının Urfa'dan kaçırıldıktan sonra denize atıldığını ileri sürdüler. Ancak Said Nursi'nin talebeleri bu iddianın doğru olmadığını çeşitli defalar dile getirdiler.

Urfa'dan sonra Isparta mesarlığına defnedilen Said Nursi'nin naaşı tevafuk eseri bulunur ve oradan başka yere defnedilir. Isparta'daki mesarı bulan Mustafa Pestil o anları "Ağabeyler Anlatıyor" kitaplarının yazarı Ömer Özcan'a anlattı.

Mustafa Pestil'le görüşmesini Risale Haber'le paylaşan Ömer Özcan, naaşın denize atılmasının da gerçek dışı bir iddia olduğunu söyledi.

İşte Mustafa Pestil'in Said Nursi'nin mezarını bulması ve sonrasında yaşanan gelişmeleri anlattığı sözleri:

Malum, Üstad’ın, mezarının bilinmemesi için vasiyeti vardır. Senirkentli Ali İhsan Tola’nın da bulunduğu bir sırada, "Talebelerimden 12 kişi benim mezarımı bilse zarar vermez’ diyor Üstad. Üstad’ın saçları 10 santim kadar uzunmuş ve saçlarına kına yakarmış. Bu vaziyette iken, Urfa yolculuğuna çıkıyor. Orada vefat ediyor. Biz burada Isparta’dayız. Rahmetli Tahiri Mutlu Ağabey var burada. Biz Üstad’ın vefatını geç haber aldık, o yüzden gidemedik. Üstad’ı Urfa’ya defnediyorlar. Yolda giderken Üstad bir talebesine, ‘Beni Hz. İbrahim (a.s.) çağırdı’ diyor.

“60 ihtilâlinde başta Türkeş olarak karar alıyorlar; Üstad’ın kardeşi Abdülmecit’i alarak, kabrini tahta bir tabuta koyup, galvanizli sac’a koyup lehimliyorlar. Boşlukları da kaba talaşla dolduruyorlar. Geceleyin uçakla götürüyorlar, ama Abdülmecit de bilmiyor nereye gittiklerini; fakat ‘Bir gölün üstünden geçtik, bir demir kapıdan geçip oraya defnettik’ diyor; ama muhit neresi, bilinmiyor. Bu böyle kaldı. Sonra polisler
orada nöbet beklediler, ama niçin beklediler bilinmiyor, ama mezarlık tespit edilmişti.

Derken Isparta’da olduğu anlaşılmaya başlandı, ama tam kesinlik kazanmadı. Böyle dokuz sene geçti aradan. Dokuz sene zarfında herkes kendi kafasına göre ‘Acaba burada mı?’ diye aramalar yapıyor. Galvanizli sacla gömüldüğü belli ya... Bu yüzden Rüştü Ağabey, ‘Şişle bile aradım ağabey!’ dedi.

Bir gün Sav’a derse gitmiştik, orada bu konu açıldı. Herkes bir şey söylüyordu. Ben de dedim: ‘Allah’ın izniyle Üstad’ı ben bulacağım.’ Öyle dedim orada o zaman. Sonra benim yeğenimin bir çocuğu doğdu; sonra öldü! Çocuğu yıkadık, koyduk taksiye… Kış günü, çok soğuk… Gittik mezarlığa. Yalnız benimle gidenler bu işleri bilmiyorlardı; ağa-
beyim de var, ama bu işlerden haberdar değildi. Mezar yeri için karar verdim, ‘Şurayı eşin’ dedim. Bana o anda, kazma vurulunca sanki Üstad’ın başına vurmuşlar gibi bir his geldi… Diz çöktüm, Yâsin okumaya başladım.

Ben Yâsin okurken benim amcaoğlu, ‘Amca burada bir sac çıktı; bu ne olabilir?’ dedi. Ben hemen anladım tabiî... ‘Hastahanelerde ölenleri böyle yaparlar, getirirler, böyle gömerler’ dedim. Biraz ilerisini kazdık, çocuğu gömdük. ‘Siz haydi gidin bakalım’ dedim diğerlerine. Onlar gittiler.

Eştim baktım, galvanizli sac ve lehimli… ‘Tamam!’ dedim. Ama içini daha bilmiyorum... Sonra küreğin ucuyla kanırttım, o lehimleri söktüm. Üstad’ın kafası önüme çıktı. Pırıl pırıl… Üstad’ın saçları kınalı; bir şey olmamış gibi, hiç bozulmamış... Üstad, sarığı başından hiç çıkarmazdı, o yüzden her tarafı tamam, tanıdım; fakat saçlarını bilemedim.
Neyse kapattım üstünü, örttüm.

Kimseye bir şey diyemiyordum, çünkü Üstad’a karşı bir yanlışlık olur diye korkuyordum. Sonra Bozanönü’nde Şaban'a sordum, başkasına sordum. Tarif ediyorlar; fakat bir tanesi bile ‘Üstad’ın saçları kınalıdır’ demiyordu. Bir hafta uğraştım, ama demiyorum kimseye. Hiç kimse kınalı demiyor. Allah, Allah! Ezener vardı mesela, o da diyemiyor kınalı diye. Hepsi, her şey tamam, ‘kınalı’ deseler iş bitecek. Sonra Senirkent’e Ali
İhsan Tola Ağabeye gittim, ona sordum. ‘Üstad’ın saçları nasıldır?’ diye. ‘Üstad’ın saçları 10 santim uzunluktadır ve kınalıdır’ dedi. Babasına rahmet, düğüm çözülmüştü şimdi!

Bir de tersine koymuşlar tabutu, geceleyin ayaklar kıbleye gelmiş. Fıkıha göre araştırdık, tabutun kıbleye dönmesi lazım geliyordu. Ama tek kişi bunu yapacak güçte değildi. Bunu üç-dört kişiye anlattık, tabutu oradan çıkardık. Mezarı eştik, tabutu çıkardık. Kanırttığımız yerden Üstad’ın yüzünü tekrar gördük. Ondan sonra çok derin bir mezar kazdık orada, altını da epey saptırdık. Bizde çıkarırlar korkusu vardı...

Rahmetli Hacı Nureddin vardı, Atasoyların Ahmet’in babası, İslâmköy’dendir. Nurettin’e
dedim ki: ‘Bunu buradan çıkarmasınlar. Buraya bir mezar yap, ama boşluğa koyacaksın; göçtü mü anlarız! Oraya öyle bir beton koyacaksın ki kolay kolay çıkaramayacaklar…’ Böyle bir tertip aldık. Fakat mübarek, bunu ihmal etmiş, yapmamış… Babası Osman Ağabey vardı, rahmetli oldu, o da gidiyor Isparta’da bulunan bir ağabeye anlatıyor. ‘Minareci böyle böyle… Üstad’ı bulmuş!’ diye anlatıyor. O ağabey de emir veriyor, ‘Çıkarın!’ diye. Salim Gümüş ile Sav’dan Bekir Hafız, bir kişiyi de alıyorlar, tabutu çıkarıyorlar... Götürüyorlar ve başka yere defnediyorlar.

Kaynak: Risale Haber
 
Ömer
Yönetici
Said Nursi: işte benim mezar vasiyetim

Bismillahirrahmanirrahim

“Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor.Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.”

Biz de Üstadımızdan sorduk:

“Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?”

Cevaben Üstadımız dedi ki:
Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarlanazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski zamandaki lillâh için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. Öyle ziyaret ediyorlar.

Ben de Risale-i Nur’daki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum.

Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun, okudukları Fatihalar o ruha gider.
Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat,
elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek” dedi. (Emirdağ Lâhikası)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
ENÂNİYET : Benlik, gurur.
LİLLÂH : Allah için.
MÂNÂ-İ HARFÎ : Birşeyin Yaratıcısına bakan, onu târif eden ve tanıtan mânâsı.
MÂNÂ-İ İSMÎ : Birşeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı.
MEVTÂ : Ölü.
NAZAR-I BEŞER : İnsanın bakışı, insanın gözü.
UHREVÎ : Ahirete dâir, öteki dünyaya âit.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
10
Görüntülenme
8B
Üst