Bati Edebİyati Ve Akimlar

SüKuN Harbi Aktif Üye
BATI EDEBİYATI VE AKIMLAR


Batı edebiyatından etkilenen aydınların oluşturduğu yeni edebiyata geçmeden önce, aydınlarımızı derinden etkileyen Batı edebiyatını genel yönleriyle bilmeliyiz. Özellikle Batı şair ve yazarlarının savunduğu ve bizim aydınlarımızın da değişik yönlerden temsil ettiği edebiyat akımlarını bilmeden Tanzimat, Servet-i Fünün ve diğer dönemlerin düşünce dünyalarını anlayamayız. Bu nedenle Batı etkisindeki Türk Edebiyatına geçmeden Batı edebiyatı ve akımları inceleyeceğiz.

BATI EDEBİYATI
Batı’ya açılan Türk aydınları Batı’nın 19. yüzyıldaki edebiyatıyla tanışmışlardır. Bu da Romantizm, Realizm dönemlerine denk gelir. Ancak Batı’daki bu edebiyat anlayışları da kendinden önceki anlayışlardan bir etkilenme sonucunda meydana gelmiştir. Bu nedenle 19. yüzyıla gelinceye kadarki önemli Batı ürünlerinden söz etmeliyiz.
Batı edebiyatlarının temelini Yunan ve Latin edebiyatları oluşturur.
Yunan edebiyatında İlyada ve Odise destanlarıyla Homeros, trajedileriyle Aiskhilos, Sophokles ve Euripides, komedileriyle Aristophanes, tarih eserleriyle Heredot, Felsefe eserleriyle Eflatun, Aristoteles, fablleriyle Aisopos kendinden sonrakileri etkilemiştir. Yunan edebiyatı M.Ö II. yüzyılda biter.
Latin edebiyatı ise Yunan edebiyatının bitiminde başlar. Söylev dalında Cicero, pastoral, epik ve lirik şiirde Virgillius yetişmiştir.
Bu şairin ayrıca ünlü Aeneis (ene) adlı destanı vardır. Satirik ve didaktik şiirde Horatius tanınır. Felsefe ve trajedide ise Seneca kalıcı eserler bırakmıştır.
Bu dönemlerden sonra Avrupa’da yaklaşık 1000 yıllık bir karanlık devir başlar. Bu dönem içinde kayda değer pek bir edebiyat çalışması görülmez. Bu sessizlik Rönesans devrine kadar sürer. Rönesans’ın beşiği İtalya’da 13. yüzyılda Dante ortaya çıkar ve İtalyan dilini bir edebiyat dili haline getirir.
Dante’nin en önemli eseri “İlahi Komedi” dir. Eser öbür dünyada Dante’nin yaptığı 7 günlük seyahati anlatır. Cennet, Cehennem ve Araf’tan bahseder. Dante ayrıca Beatrice adlı sevgilisi için yazdığı şiirlerle tanınır. O, bu ismi bir sembol haline getirmiştir.
Rönesans döneminde ayrıca lirik şiirleriyle tanınan Petrarca ve küçük hikaye türünün kurucusu sayılan Boccacio Avrupa edebiyatının temelini oluşturur. Rönesans döneminin destan türündeki en büyük yazarı ise Kurtarılmış Kudüs adlı destanın yazarı Tasso’dur.
İtalyan edebiyatındaki bu parlak dönemden sonra Fransız edebiyatı etkisini göstermeye başlar ve 20. yüzyıla kadar süren edebiyat hareketlerinin merkezi Fransa olur.
Fransız edebiyatı, Klasisizm döneminden önce, Hümanizm adı da verilen bir hür düşünce ortamı yaşamıştır. Özellikle Montaigne denemeleriyle, Ronsard şiirleriyle, Rabelais ilk roman denemeleriyle yeni bir anlayışın müjdelerini vermiştir. Bundan sonra birbirini izleyen edebiyat toplulukları, edebiyat akımlarını oluşturmuştur.

EDEBİYAT AKIMLARI
Edebiyat akımı, aynı görüşte olan sanatçıların bir araya gelerek, belirledikleri ilkeler doğrultusunda eser vermeleri demektir.

KLASİSİZM
XVI. yüzyılın ikinci yarısında dili yabancı etkilerden kurtarıp şiir kurallarını saptamaya çalışan Malharbe ile başlayan Klasisizim özellikle XVII. yüzyılda gelişmiştir.

Akımın Oluştuğu Ortam
Fransa’da 17. yüzyılın ikinci yarısında, iç kargaşalıklar sona ermiş, derebeylik ve kilise direnişleri kırılmış, soylular sarayın buyruğuna girmiş ve monarşi güçlenmişti. Siyasal alanda görülen bu düzen ve kurala uygunluk etkisini edebiyatta da göstermeye başlamış, hatta dilin ve edebiyatın kurallarını saptamak üzere Fransız Akademisi kurulmuştu. Ayrıca filozof Descartes’ın Rasyonalizm felsefesi sanatçılarda müsbet düşüncenin temellerini atmıştı.

Akımın Felsefesi
Klasisizm’in temelini akıl ve sağduyu oluşturur. “Düşünüyorum, öyleyse varım.” diyen Descartes’a göre insan aklının kabul etmediği hiçbir şey doğru değildir. Aşk, kin, nefret, acıma gibi duygular aklın kontrolünde olduğu sürece insancıldır. İnsan aşırılıklardan sakınmak, tutkularına iradesi ile yön vermek zorundadır. Dolayısıyla böyle bir insan erdemlidir ve anlatılmaya değer. Akımın kurallarını belirleyen Boileau “Aklı seviniz, eserleriniz görkem ve değerini akıldan alsın.” diyerek klasik eserin felsefesini açıklamıştır.

Akımın Konusu
Klasik edebiyatta konu çoğu kez tarihten hatta mitolojiden alınır. Özellikle Yunan ve Latin edebiyatlarında görülen konular tekrar tekrar işlenmiştir.
Çünkü klasik sanatçıya göre gelmiş geçmiş en mükemmel sanat, eskiye ait olandır. Dolayısıyla, eski Yunan’da görülen insan tipi tekrar ele alınmıştır. Ancak bu insan, fiziğiyle, çevresiyle değil ruhsal özellikleriyle anlatılmıştır. Yani hırslılığı, cimriliği, kindarlığı yönüyle ele alınmıştır.
Klasisizm’de görülen insan, sıradan bir insan değildir. Eğitim görmüş soylu bir insandır. Bu insan belli bir toprağın malı değil evrenseldir. Yani eserde insanların tümünde görülebilen, zamanla değişmeyecek özellikler anlatılmıştır. Soylu insanın “bozuk çıkmış nüshaları” saydıkları sıradan kişilere eserlerde yer verilmemiştir.

Akımın Dili ve Üslubu
Klasisizm’de yazar olayları anlatırken kendini gizler. Kendi duygularını, zaaflarını, tutkularını, sırlarını söylemekten kaçınır. Ona göre eser yazarın iç dökme yeri değildir. Okuyucunun ya da seyircinin dikkati sadece konu içindeki tipler üzerinde toplanmalıdır.
Eserde biçim mükemmelliği aranır. Anlatılmak istenen, açık ve net bir biçimde ortaya konmalı, gereksiz sözlerden arınmalıdır. Üslup yapmacıktan uzak, sade ve ağırbaşlıdır. Okurun dikkati söyleyişteki süse değil söylenene çekilir.
Konu gerçek hayata uygun olmalıdır. Okura ya da seyirciye inanılmayacak şey sunmaktan kaçınılır. Konuya değil konunun ele alış biçimine değer verildiğinden aynı olay birçok kez anlatılmıştır. Bu yönüyle Divan edebiyatına benzer.

Kullanılan Türler ve Temsilcileri
Klasisizim’de tiyatroya büyük değer verilir. Özellikle trajedi ve komedi sıkı kurallarla ortaya konur.
Lirik şiir duygusal olduğundan ihmal edilmiştir.
Aşağıda yazarların kullandığı türler ve eserleri verilmiştir.
Trajedi ® Corneille : Le Cid, Horace Racine : Andromaque, İphigenie
Komedi ® Moliere : Gülünç Kibarlar, Tartuffe Zoraki Tabip, Cimri, Kibarlık Budalası, Scapin’in Dolapları, Hastalık Hastası
Manzum mektup ve yergi ® Bouileu
Fabl ® La Fontaine : Fabller
Felsefe ® Descartes : Yöntem Üzerine Nutuk.
®
Pascal : Düşünceler
Porte ® La Bruyere : Karakterler
Roman ® Fenelon: Telemak
®
Mme de la Fayette : Prenses de Clives

ROMANTİZM
XVIII. yüzyıl, sonlarına doğru ortaya çıkmış XIX. yüzyıl başlarında bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Klasik sanatın sıkı kurallarına bir tepki olarak doğmuştur.

Akımın Oluştuğu Ortam
18. yüzyıl, aydınlanma çağı olarak görülür. Klasisizmin ortaya koyduğu akıl ve sağduyu, bilimin gelişmesini hızlandırmış, toplum yapısı, gelenekler, siyaset yeniden bilimsel açıdan ele alınmıştır.
Bunun sonucu olarak Jean Jacques Rousseau, Montesquieu, Diderot gibi felsefeciler, ilerlemeye engel oluşturan tüm önyargı ve zorbalığa karşı düşünce yoluyla çetin bir savaş açmış, dinsel hoşgörü, toplumsal ve siyasal eşitlik, birey haklarına ve düşünce özgürlüğüne saygı gibi konuları halka yaymaya çalışmışlardır.
Bu fikirler halk tarafından benimsenmiş ve sonuçta Fransız İhtilali patlak vermiş, monarşi yıkılmış, soylulara karşı burjuva sınıfı oluşmuştur. İşte Romantizm, böyle bir ortamda doğmuştur.

Akımın Felsefesi
Romantizmin ana felsefesi Klasisizme karşı olmaktır. Onun sanatçıyı sıkan bütün prensiplerine savaş açan Romantikler önce, onun akla ve sağduyuya verdiği önemi reddedip duygu ve hayale değer verdiler. “Deha akıldadır.” diyen Klasiklere, “Deha yürektedir.” karşılığını verdiler. Sınırsız bir hayal gücüne kavuşan sanatçı kendini daha özgür, daha yaratıcı gördü. Bu duyguyla oluşan sanat eserinde de alabildiğine serbestlik hakim oldu.

Akımın Konusu
Klasik akımı benimseyen sanatçıların eski Yunan ve Latin edebiyatlarına değer vermesine karşılık, Romantikler onları çağdışı bulmuş, sanatçılar kendi tarihlerini ve günlük yaşantılarını ön plana çıkarmışlardır. Klasisizm’de ihmal edilen Hristiyanlık, tekrar, mucizeleriyle ele alınmıştır.
Ulusallık, yerli renk, aranan bir nitelik haline gelmiş, evrensellik ikinci plana itilmiştir.
Romantizm’de görülen insan tipi, Klasisizm’deki gibi soyut değildir. Aksine çevresiyle, fiziğiyle belli biridir.
Ancak kişiler tek yönlüdür. Yani ya hep iyi ya hep kötüdür. Eser sonunda iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Bu yönüyle insan yine tam olarak ele alınmamıştır diyebiliriz. Eserlerde her tür kişiye rastlanır. Sıradan insanlar, soylular tıpkı hayattaki gibi iç içedir.

Akımın Dili ve Üslubu
Romantik yazar, Klasik yazarın tersine, kendini gizlemeyip, olaylar ve durumlar karşısında kendi duygu ve düşüncelerini anlatır. Romantiklere göre “İnsan başkasına yükleyerek, ancak kendi kalbini tasvir eder; deha anılardan oluşur.” Elbette böyle düşünen sanatçı, işe kendini anlatarak başlar.
Eserlerde kullanılan dil, duygu ve hayallerin coşkunluğu ölçüsünde dağınık ve başıboştur. Sözcük seçimine pek önem vermemişlerdir. Temelde halkın kullandığı dil esas alınmıştır.
Süse ve sanata değer verdiklerinden, benzetmeler, mecazlar eserde büyük yer tutar. Özellikle doğa manzaralarının betimlenmesine büyük değer verilir.

Kullanılan Türler ve Temsilcileri
Romantikler, Klasiklerin değer verdiği tiyatroyu ihmal etmişler, özellikle trajedi ve komediyi kuralcılığından dolayı bir kenara itip sanatçıyı serbest bırakan dramı tercih etmişlerdir.
Şiirde özellikle lirik şiir büyük rağbet görmüştür. Roman ise en önemli edebi türlerden olmuştur.
Temsilcilerini ve eserlerini şu şekilde gösterebiliriz.
Montesquie: Felsefe Kitabı : Kanunların Ruhu
Jean Jacques Rousseau : Felsefe Kitabı: Toplum Sözleşmesi,
Özeleştiri kitabı : İtiraflar
Lamartine : Şiir kitapları: Bir Meleğin Düşmesi, Şairane Düşünceler
Romanları: Graziella, Raphael
Victor Hugo: Şiir kitapları: Akşam Şarkıları, Işıklar ve Gölgeler, Sonbahar Yaprakları
Romanları : Sefiller, Notre- Dame’ın Kamburu
Dramları : Hernani, Kral Eğleniyor, Ruy Blas
Voltaire : Şiirde Henriade adlı destanı ünlüdür.
Romanları: Candide, Zadig
Romantizm aslında önce Almanya’da başlamış, İngiltere’de rağbet görmüş, ama Fransa’da kuralları belirlenip oradan tüm Avrupa’ya yayılmıştır.
Almanya’daki Temsilcileri
Goethe : Şiir kitapları : Divan
Dramları : Faust, Egmont
Romanları: Genç Werther’in Istırapları
Schiller : Dramları : Haydutlar, Wilhelm Tell
İngiltere’deki temsilcileri
Bu ülkede Romantizmi “Gölcüler” adı verilen grup başlatmıştır. Bunların en ünlüleri “Sheakespeare”, Coleridge ve Wordsworth’tır.
Diğer romantik sanatçılar ise şunlardır.
Lord Byron : Şiir Kitabı: Childe Harold’un Gezisi
Dramları: Kaabil, Sardanapal
Puşkin : Şiir kitapları : Kafkas Esir, Çingeneler
Romanları: Yüzbaşının Kızı

REALİZM
XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve Romantizm’e tepki olarak doğan edebiyat akımıdır. Realizm roman ve hikayede etkili olmuştur.

Akımın Oluştuğu Ortam
19. yüzyılda deneysel bilimler son derece gelişmişti. İnsanın hayatını değiştiren birçok teknolojik yenilik ortaya çıkmış, bilim kendini ispatlamıştı. Auguste Comte’un ortaya attığı Pozitivizm felsefesi de bu dönemde, insanın sadece gördüğüne inanması şeklinde özetlenebilecek bir görüşü savunmuştur. Bunun bilim sahasında geçerliliği ispatlanmış ve sosyal bilimlerde de geçerli olacağı savunulmuştur. İşte Pozitivizm’in edebiyata uygulanması Realizm’i doğurmuştur.

Akımın Felsefesi
Realizm Pozitivizm’in bir koşulu olarak gözleme büyük değer vermiştir. İnsanın duygularının onu aldatacağı savunulmuş, görülenin olduğu gibi verilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur.
“Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde gezdirilen aynadır.” görüşüyle gerçeğe verilen değer anlatılır.
“Tarih, yazılı belgelerle meydana getirildiği gibi, bugünkü roman da, romancının kendisinin dinlediği ya da doğrudan derlediği belgelerle meydana getirilir; tarihçiler geçmiş zamanın , romancılar ise şimdiki zamanın hikayecisidir.” sözleri Realistlerin tüm felsefesini ortaya koyar.

Akımın Konusu
Realizm’de konu gerçek hayattır. Olağanüstü görülen istisnai olaylara yer verilmez. Okura yaşanmış bir olay ya da yaşanabileceğinden şüphe edilmeyecek bir olay sunulur.
Realizm’de anlatılan kişi, tam anlamıyla insandır. Çevresiyle davranışlarıyla, tutkularıyla en ince ayrıntısına kadar tanıtılan bir insan görülür eserde. Elbette bu insan çevresinin bir ürünü olan, çevresindeki şartlara göre karakter kazanmış biridir.

Akımın Dili ve Üslubu
Realizm’de, sanatçı eserle okuru başbaşa bırakmak için kendini gizler. Bu yönüyle Klasisizm’e benzer. Olayları yan tutmayan, nesnel bir bakışla inceler sanatçı.
Eserde biçim kusursuzluğu çok önemlidir. Kılı kırk yararcasına yapılan gözlemin aynı titizlikle anlatılmasına, üslubun açık, sağlam, yapmacıksız, söz oyunlarından uzak olmasına önem verilir.
“Söylenmek istenen şey ne olursa olsun, elbette onu anlatacak tek bir sözcük, canlandıracak tek bir fiil, nitelendirecek tek bir sıfat vardır. İşte yazar bunu buluncaya kadar uğraşacak, yaklaşık olanla yetinmeyecektir.” sözleri Realistlerin anlayışını ortaya koyar.
Kullanılan Türler ve Temsilcileri
Realizm, bir roman ve hikaye akımıdır. Tiyatro, Romantizm’den sonra artık pek görülmez. Şiir ise Realist anlayışla yazılır; ancak adına “Parnas” denir.
Realizm birçok ülkede yaygın bir kullanım bulmuştur. İlk ürünlerini Romantiklerle çağdaş olan Stendhal, Balzac, Merime vermiştir.
Stendhal : Kırmızı ve Siyah, Parma Manastırı
Balzac : Vadideki Zambak, Eugenie Grandet, Goriot Baba
Gustave Flaubert : Madam Bovary, Salambo, Duygusal Eğitim
Charles Dickens : Oliver Twist, David Copperfield,
Gogol : Ölü Canlar
Turgenyev : Rudin, Babalar ve Oğullar, Taşralı Kadın.
Dostoyevski : Suç ve Ceza, Karamazof Kardeşler, Budala
Tolstoy : Savaş ve Barış, Anna Karanina, İvan İlyiç’in Ölümü
Gorki : Ana, Üç Kişi
Mark Twain : Tom Sawyer’in Maceraları

NATURALİZM
Realizmi yeterince gerçekçi bulmayan bu akım Realizmle aynı dönemde gelişmiştir.

Akımın Felsefesi
Akım Taine’in Determinizm görüşünü edebiyata uygulamak istemiş, edebiyatın da deneysel bilimlerde olduğu gibi bir deneme sahası olabileceğine inanmıştır. Bunlara göre gözlem bir eser için yeterli bir yol değildir.
Akımın kurucusu Zola Realistlerle aralarındaki farkları şöyle açıklar: “Gözlemci demek, doğadaki olayları hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi inceleyen kişi demektir. Deneyci ise olayları doğanın ortaya çıkardığı bi
çimlere göre değil de herhangi bir amaçla kendisinin onlara şu ya da bu koşullar altında verdiği biçimlere göre inceleyen kişidir.”
Bu sözlerden anlaşılacağı gibi gözlemci sadece gözler, deneyci ise olaylara müdahale ederek onları değiştirir.

Akımın Konusu
Naturalizm’de gerçeğin daha çok çirkin yönü ele alınır. Realistler gerçekler arasında seçme yaptığı halde bunlar yapmaz. Bu yönlerinin eleştirilmesine Zola şöyle cevap verir.
Bizler toplumsal yaraların sabeplerini araştırıyoruz. Bundan dolayı çoğu zaman kokuşmuşlukları ele almak, insanın sefaletinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar inmek zorundayız.” Bu akımda insanın duyguları, tutkuları, düşünceleri, eylemleri, soyunun ve içinde yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisiyle oluşur.
Yani insan davranışlarının temelinde soya çekim vardır. Kalıtsal özellikler çevre koşullarıyla birleşip kişinin karakterini oluşturur. Elbette böyle bir insanın davranışlarını içgüdüleri yönlendirir.

Akımın Dili ve Üslubu
Naturalizm’de yazar, kendi kişiliğini gizler, sadece olanları yazar; bir tutanak yazmanı gibi davranır. Zola’nın deyimiyle “Nasıl ki kimya bilgini kendi hazırladığı koşullar altında oluşan doğal olayları gözleyip saptamakla yetinir, azota kızmadığı gibi, oksijene de aşırı sevgi göstermezse sanatçı da suç karşısında yargıç kesilmez, erdem karşısında ise alkış tutmaz.”
Dilde pek seçici değildir. Kahramanları hangi çevreden seçerse o çevrenin diliyle konuşturur. Bu nedenle argolar, küfürler eserde değiştirilmeden verilir.

Temsilcileri
Naturalizm de bir roman ve hikaye akımıdır. Kurucusu Emile Zola’dır. Zola, ileri sürdüğü görüşleri ispatlamak için 20 cilt tutarındaki “Deneysel Roman”ını yazmıştır. Bu cilt içindeki önemli romanlar Germinal ve Meyhane’dir.
Diğer Naturalist sanatçılar şunlardır:
Alphonse Daudet: Hikayeleri: Değirmenimden Mektuplar, Pazartesi Hikayeleri
Romanları: Trasconlu Tartarin, Jack
Guy de Maupassant : Hikayeleri: Tombalak, Ay Işığı,
Romanları: Bir Hayat, Güzel Dost, Kalbimiz
Hauptmant: Tiyatroları: Güneş Doğarken, Dokumacılar, Güneş Batarken

PARNASİZM
Realist görüşleri benimseyen şiir akımıdır. Romantizm’e tepki olarak doğmuştur. Romantizm’in aşırı duygusallığına, öznelliğine, abartılı söyleyişlerine karşı çıkan şairler, içe dönük şiir yerine dışa dönük, dış dünyayı nesnel biçimde gözleyip anlatan şiiri tercih etmişlerdi.

Akımın Felsefesi
“Sanat, sanat içindir.” ilkesini benimseyen Parnasyen (Parnasizmi benimseyen) şairler, şiirde güzelliğin peşine düştüler. Bunlara göre güzellik ancak güzel biçimlerle elde edilebilir. O bakımdan biçim olgunluğuna her şeyin üstünde önem verilmesi, şiirin ahlaksal, siyasal ve toplumsal sorunları anlatan bir araç olmaktan çıkarılıp bir amaç haline getirilmesi sanatın ilk şartıdır. Şiirin güzelliği yararlılığa tercih edilmelidir. Şiirin güzel olması, şiir olmak için yeterlidir.

Akımın Konusu
Şair şiirde kişisel duygularının ve tutkularının yerine, dış dünyadaki gözlemlerini anlatmalıdır. Bu da doğanın nesnel bir tutumla betimlenmesi demektir. Bunun dışında felsefi düşünceler, hatta bilim ve fenle ilgili görüşler de şiire alınmıştır. Bazen ise geçmiş zaman kişileri, olayları özellikle bilinmeyen egzotik alemler, Çin, Hint, Mısır gibi uzak ülkeler ve onların kültürleri şiire girmiştir. Romantizm’de bir yana bırakılan Yunan ve Latin mitolojisine yeniden dönülmüş, o kültürlerin yok olması karşısındaki üzüntüler anlatılmıştır.

Akımın Dil ve Üslubu
Sanat sanat içindir, görüşüne uygun olarak, Parnasyen şairler şiirin şekli üzerinde çok durmuşlardır.
Nazım şekli, kafiye, ölçü vazgeçilmez öğeler olarak görülmüştür. Sözcük seçimine büyük önem verilmiş, gereksiz sözcük kullanmaktan, hatta verilmek istenen anlamı tam olarak karşılayamayan bir sözcüğün bulunmasından kaçınmışlardır. Betimlemelerde, sözcüklerin betimlenen manzaraya uygun olması, onu çağrıştırması şiir için son derece gerekli görülmüştür.

Akımın Temsilcileri
Sadece şiirde geçerli olan bu akımı, Teophile Gautier, Theodor de Banville, Leconte de Lisle benimsemiş ve ilk ürünlerini vermişlerdir.

SEMBOLİZM
Parnasizm’e tepki olarak doğan şiir akımıdır. Önce Fransa’da başlamış, oradan tüm Avrupa’ya yayılmıştır.

Akımın Oluştuğu Ortam
Gözlem ve deney metotlarını benimseyen Realist ve Naturalist edebiyatın egemen olduğu dönemde, Fransa’da bir yandan da idealist felsefe yayılmaya başlamıştı. Zaten aşırı gerçekçi bir yaklaşım, insanlara aradığı mutluluğu verememişti. Üstelik Fransa’da 1870 askeri bozgunundan sonra, halkta karamsarlık, bezginlik, siyasal ve toplumsal alanda bazı değişiklikler yapılmasını gerekli kılıyordu. Ruhsal bunalım içindeki genç kuşak, eskiyi yıkmak, geleneğin dışında bir yol tutmak eğiliminde idi. Bu sırada Alman filozof Schopenhauer’in ileriye sürdüğü “Dünya bir tasavvurdan ibarettir.” görüşü gençler tarafından benimseniyordu. Artık görünene değil, bilinç altına, öznelliğe yönelindi. Böylece Sembolizm oluşmaya başladı.

Akımın Felsefesi
Dünyayı bir tasavvurdan ibaret gören, gerçeğe sırt çeviren Sembolist şair imgesel bir dünyada yaşar. Onlara göre gerçeği olduğu gibi anlatmanın imkanı yoktur. Duyularımız, dış dünyayı olduğu gibi değil, onun asıl halini değiştirerek bize ulaştırır. Nasıl düz bir çubuk, suda kırık görünürse, dış dünyadaki maddeler de gerçek durumlarıyla görünmezler. Öyleyse biz dış dünyayı hiçbir zaman gerçek halleriyle anlatamayız. Ancak ondan aldığımız izlenimleri anlatmış oluruz. Bu da kişiden kişiye değişir.

Akımın Konusu
Sembolizm’de şair sadece kendinden, kendi duygu ve izlenimlerinden söz eder. Anlamda kapalılık esastır.
Bu nedenle Sembolist şair aydınlıktan kaçar. Güneş batmaları, kısık lambalar, perdelere vuran gölgeler, ay ışığı, durgun sular, sararmış yapraklar, sessizlik, bilinmedik uzak ülkeler özlemi konularında şiir yazmıştır. Toplumsallıktan kaçmak, insanlardan uzak yaşamak, bu şairlerin tercihidir.

Akımın Dil ve Üslubu
Sembolist şair bir anlamı açıklamak için değil, bir duyumu sezdirmek için şiir yazar. Bu nedenle şiirde telkin yolunu kullanır. Ona göre nesneler birer semboldür. Verilmek istenen anlam mutlaka bir sembolün arkasında gizlidir. Bazen kelimeler imgeleri karşılayamayabilir. Bu durumda şair, sözcüklere yeni anlamlar yükler, alışılmamış eski sözcükleri yeniden kullanır ya da birtakım yeni sözcükler uydurup, dilin geleneksel söz dizimini bozar.
Şiirde kullanılan sözcüklerin ses özelliği çok önemlidir. Çünkü Sembolizm’de “şiirin sözden ziyade musikiye yakın” olması aranır. Sembolist şair Verlaine “Musiki, her şeyden önce musiki” derken şiirde neyin önemli olduğunu ortaya koyar. Bu nedenle şair, sesleri ahenkli olduktan sonra her sözcüğü kullanabilir.
Sembolizm’de evren bir bütün olarak görülmüş ve bu nedenle duyular arasında fark görülmemiştir. Sonuçta bir duyuyla ilgili olan sözcük, diğer duyular için de kullanılabilir. Sembolist şiirlerde acı yeşil, siyah korku, beyaz titreyiş ifadeleri böyle bir anlam ilgisini karşılar.
Dildeki bu özellikler, sembolist şiiri zor anlaşılan, hatta anlaşılmayan bir şiir haline getirmiş, bu, onun okur sayısını son derece azaltmış, bir salon edebiyatı haline gelmesine neden olmuştur.
Biçim olarak klasik nazım biçimleri yerine, şairin isteğine göre bir biçimi benimsemesi uygun görülmüştür. Çoğu şiirde biçim serbestliği vardır. Elbette bir musiki oluşturmak isteyen şair ölçü, kafiye gibi ahenk oluşturan unsurları da ihmal etmemiştir.

Akımın Temsilcileri
Bir şiir akımı olan Sembolizm’in ilk örneklerini Baudlaire vermiştir. Bundan başka, Rimbaud, Verlaine, Paul Valery, Mallerme, Regnier diğer ünlü Sembolistlerdir.

FÜTÜRİZM
İtalya’da başlayıp oradan Avrupa’ya yayılan edebiyat akımıdır. Kurucusu Marinetti’dir. Hayatta her şeyin sürekli değiştiğini, sanatın da buna uyum sağlaması gerektiğini savunur. Geçmişe ait ne varsa hepsinin unutulması, yok edilmesi gerektiğine inanır.
Her şiirde hızın güzelliği vurgulanmış, uçaklara, trenlere övgüler düzülmüştür. Şiirde geleneğe bağlı bütün kurallar yıkılmış, ölçü, uyak, nazım biçimi terk edilmiş özgür nazım tercih edilmiştir. Geleneksel dilbilgisi kuralları, sözdizimi kuralları kırılmış, hıza ve hareketlere uygun olan mastar halindeki fiillere, isimlere önem verilmiştir.
Avrupa’ya dağılırken, özellikle Rus edebiyatında birçok değişikliğe uğramış, savaş tutkusu barışa, milliyetçilik, evrenselliğe dönüşmüştür. Rus şair Mayakovsky en önemli temsilcisidir.

DADAİZM
Kişiyi aklın tutsaklığından kurtarmayı amaçlayan ancak pek taraftar bulmayan edebiyat akımıdır. Bunlara göre geçmişin bir değeri yoktur. Daha doğrusu hiçbir şeyin anlamı yoktur. İsmini bile bir sözlükten rastgele seçtikleri “dada” sözü ifade eder.
Sanatı dil, ölçü, uyak, biçim, anlam kaygılarından kurtarmak, bilinen anlamlar ve alışılmış kurallar dışında bir düzen oluşturmak gerektiğini savunan Tristan Tzara tarafından kurulmuştur.

SÜRREALİZM
İnsanın bilinçaltını açıklamaya çalışan edebiyat akımıdır. İnsanların gerçek eğilimleri, istekleri, toplum yasalarının, geleneğin, ahlakın, dinin baskıları yüzünden, bilançaltında kapalı durmaktadır. Rüyalar, sayıklamalar, sarhoşluk halleri, delilikler, aklın denetimi dışındaki hareketler olduğundan insanın gerçek kişiliğini açıklar. Öyleyse gerçek insanı anlatmak durumunda olan sanat, insanın bu halleri üzerinde durmalıdır. İnsan bir aysberg gibidir. Bilinmeyen yönü, bilinenden daha fazladır.
Sürrealizm Freud’un psikanaliz verilerinden oldukça yararlanmıştır. Onun elde ettiği sonuçları bilimsel gerçek gibi kabul etmişlerdir.
Sürrealizm’de otomatik yazı denen bir sistem uygulanır. Bu yazı, önceden hiçbir konu düşünmeden, kalemin ucuna gelenleri hiç ara vermeden hızlı hızlı yazarak elde edilir. Ya da bir kişi hipnoz edilir. Ona değişik sorular sorulur ve cevaplar hiçbir değiştirme yapmadan yazıya geçirilir.
Elbette böyle bir yöntemle elde edilen yazıda anlamsız sözler, birbiriyle ilgisiz saçma ifadeler olabilir. Sürrealizm’e göre bu, gerçek bir sanat eseridir.
Akımın akıl dışılığa verdiği bu değer zamanla azalmış, akla seslenen ancak bilinçaltını ihmal etmeyen bir anlayışa dönüşmüştür.
Sürrealizm’i; Dadaizm’den ayrılan Breton, Aragon, Eluard kurmuştur. Edebiyatımızda özellikle Garipçiler bu akımdan etkilenmiştir.

EGZİSTANSİYALİZM
Aslında bir felsefe akımıdır. Sartre’ın onu edebiyata uygulamasıyla edebiyat akımı haline gelmiştir.
Bu akıma göre insan var olmadan önce hiçbir özelliği olmaz. Yani bir bebek, beyaz bir kağıt gibi doğar. Olaylar karşısında gösterdiği tepkiler onun kişiliğini oluşturur. Bu nedenle Egzistansiyalist eserlerde karakter yok, durumlarla karşı karşıya kalmış insanlar vardır. Bu insanlar karşılaştıkları durumlarda yaptıkları davranışlarla karakterini oluşturur.
Bu akımın çıkış yeri Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım.” düşüncesidir. Davranışlarını kendisi seçmek zorunda olan insan en doğruyu, en iyiyi seçmek zorunda olduğunun bilinciyle büyük bir bunaltı, iç sıkıntısı çeker. Ancak bu bunalma onun hareketlerine engel olmaz, tersine onların sorumluluk bilincini geliştirir.
Bu özellikleri taşıyan kahramanların bulunduğu Egzistansiyalist romanda, kahramanların ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Biz onu ancak eser sonunda tam olarak kavrayabiliriz. Böylece eser sürükleyiciliğini hiç kaybetmez ve okurun ilgisini canlı tutar.
Akımın kurucusu Jean Paul Sartre’dır. Diğer ünlü yazarı ise Albert Camus sayılır.
EDEBÎ AKIMLAR
TANIM

Belli bir tarihsel süreçte edebiyatı, tür ve yazarın milliyeti bakımından herhangi bir ayrım olmadan şekilsel ve içeriksel olarak etkileyen belli üslup, duygu ve düşünce dizisidir. Belli başlı edebi akımlar, klasizm, romantizm (coşumculuk), parnasizm (sanat sanat içindir), naturalizm (doğalcılık), sembolizm (simgecilik), idealizm (ünanimizm), realizm (gerçekçilik), fütürizm (gelecekçilik), dadaizm, gerçeküstücülük (sürrealizm), letrizm (harfçilik), varoluşçuluk (egzistansiyalizm), personalizm (kişilikçilik) olarak sıralanabilir.

KLASİZM


• Edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım ve estetik tutumdur. Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans döneminde gelişmiştir. Bu akımın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne’de, hatta Aristoteles’tedir. Klasizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir. Kısaca klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu eserdir. Klasizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasizm bir bakıma aristokrasinin akımıdır.

ROMANTİZM


• 18. yüzyılın sonunda başlar ve 19. yüzyılın ortalarına kadar sürer. Kendisinden önceki klasizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Önce ön-romantizm dönemi denilen gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin en önemlisi, halkın beğenisinin klasizmin görkemli, katı, soylu, idealize edilmiş ve yüce anlatım biçiminden, daha yalın ve içten ve doğal anlatım biçimlerine kaymış olmasıydı. Romantizm, klasizmin düzenlilik, uyumluluk, dengelilik, akılcılık ve idealleştirme gibi özelliklerine bir başkaldırı niteliğindedir. Romantizm, doğduğu çağın akılcılığı ve maddeciliğine tepki olarak bireye, öznelliğe, akıl dışılığa, düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenciliğe ve aşkınlığa, yani sınırları zorlayıp geçmeye önem verir. Tarisel olarak bu dönemde gelişen orta soylu sınıfın, yani burjuvazinin duygu, düşünce ve yaşam tarzını ön plana çıkarır.
Soyluların zarif sanat biçimlerini yapay ve aşırı incelikli bulan bu yeni sınıf, duygusal açıdan kendisine yakın hissettiği daha gerçekçi sanat biçimlerinden yanaydı. Böylece romantizm gelişme ve yaygınlaşma şansı buldu.
Romantizmin en önemli habercisi Fransız filozof ve yazar Jean Jacques Rousseau’dur. Ama İngiliz yazarlar William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge’nin 1790 yılında birlikte yayınladığı Lirik Balatlar adlı eser romantizmin bildirgesi sayılır. Yine İngiltere’de William Blake, Almanya’da Friedrich Hölderlin, Johann Wolfgang von Goethe, Jean Paul, Novalis, Fransa’da Chateaubriand ve Madame de Stael romantizmin ilk temsilcileridir. Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Alfred de Vigny, Nodier, Soumet, Deschamp, Alfred de Musset romantik akımın önemli yazarlarıdır.


REALİZM (Gerçekçilik)


• Bir estetik kavram olarak 19. yüzyıl ortalarında Fransa’da ortaya çıkmıştır. Nasıl ki romantizm klasizme bir başkaldırı niteliğinde ise gerçekçilik yani realizm, hem klasizme hem de romantizme bir başkaldırıdır. Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından kurtarmak, çağdaş eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek sınıflar ve temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar arasından seçmekti. Realizmin amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelenmesi ve edebi eserlerin bir bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır. Örneğin, realizmin iki güçlü temsilcisi Gustave Flaubert’in Madame Bovary adlı romanı ile Emile Zola’nın Nana adlı romanında cinsellik ve şiddet edebi bir mikroskop altında incelenerek olanca çıplaklığıyla ortaya konulmuştur. Realizm felsefesinin altında güçlü bir felsefi belirlenimcilik yatar. Fransız edebiyatında Flaubert ile Zola’nın yanısıra Honore de Balzac, Stendhal, Rusya’da Lev Tolstoy, Ivan Turgenyev, Fyodor Dostoyevski, İngiltere’de Charles Dickens ve Anthony Trollope, Amerika’da Theodore Dreiser, İrlanda'da James Joyce realizmin önemli temsilcileridir. Realizm, 20. yüzyıl romanının gelişimini de önemli ölçüde etkilemiştir.

PARNASİZM


• Adını, Louis Xavier de Richard ile Catulle Mendes’in hazırlayıp Alphonse Lemerre’in bastığı Le Parnasse Contemporain (Çağdaş Parnasçılık) adlı eserden alır. Klasizm, romantizm ve realizmin bütününe tepkili bir akımdır. 1830’lu yıllarda ortaya çıkmıştır. Temel kuramı "sanat sanat içindir" diye özetlenebilir. Aslında realizmin katı toplumculuğu ve gerçekçiliğine bir karşı çıkıştır. Daha çok şiirde kendini gösterir. Sanatsal biçim ve sanatsal içerik kaygısı ön plandadır. Bu akımın etkisindeki edebi eserlerde ölçülü ve nesnel bir anlatım, teknik kusursuzluk ve kesin betimlemeler kullanılır. Parnas şiir için "biçimciliği amaçlayan" şiir de denebilir. Parnasizm, bir yönüyle kendisinden sonraki doğalcılığa kaynak olmuştur. Zengin bir dil, zengin bir biçim, zengin ve yoğun bir duygusallık işlenir. Theophile Gautier’in şiirlerini, Theodore de Banville, Leconte de Lisle izlemiştir. Parnasizm, edebiyat tarihinde Leconte de Lisle ile özdeşleştirilir.

DOĞALCILIK (Natüralizm)


• 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında etkili olmuştur. Doğa bilimlerinin, özellikle de Darwinci doğa anlayışının ilke ve yöntemlerinin edebiyata uyarlanmasıyla gelişmiştir. Edebiyatta gerçekçilik geleneğini daha da ileri ¤¤¤üren doğalcılar, gerçekleri ahlaksal yargılardan, seçici bir bakıştan uzak bir tutum ve tam bir bağlılıkla anlatmayı amaçlar. Doğalcılık, bilimsel belirlenimciliği benimsemesiyle gerçekçilikten ayrılır. Doğalcı yazarlar, insanı ahlaksal ve akılsal nitelikleriyle değil, rastlantısal ve fizyolojik özellileriyle ele alır. Doğalcı yaklaşıma göre, çevrenin ve kalıtımın ürünü olan bireyler, dıştan gelen toplumsal ve ekonomik baskılar altında ezilir, içten gelen güçlü içgüdüsel dürtülerle davranırlar. Yazgılarını belirleyebilme gücünden yoksun oldukları için yaptıklarından sorumlu değillerdir.
Doğalcılığın kuramsal temelini Hippolyte Taine’in Historei de la Litterature Anglaise (İngiliz edebiyatı tarihi) adlı eseri oluşturur. İlk doğalcı roman Goncourt Kardeşler’in bir hizmetçi kızın yaşamını konu alan Germinie Lacarteux adlı yapıtıdır. Ama Emile Zola’nın Le Roman Experimental (Deneysel Roman) adlı eseri akımın edebi bildirgesi sayılır. Zola’nın yanısıra Guy de Maupassant, J. K. Huysmans, Leon Hennique, Henry Ceard, Paul Alexis, Alphonse Daudet doğalcı eserler veren yazarlardır.


SEMBOLİZM (Simgecilik)


• 19. yüzyılın sonlarında Fransa’da ortaya çıkmış ve 20. yüzyıl edebiyatını önemli ölçüde etkilemiştir. Bireyin duygusal yaşantısını dolaysız bir anlatım yerine simgelerle yüklü ve örtük bir dille anlatmayı amaçlar. Simgecilik, geleneksel Fransız şiirini hem teknik hem de tema açısından belirleyen katı kurallara bir tepki olarak başladı. Simgeciler, şiiri açıklayıcı işlevinden ve kalıplaşmış bir hitabetten kurtarmayı, şiirle insanın yaşantısındaki anlık ve geçici duyguları betimlemeyi amaçladı. Simgeciler, dile getirilmesi güç sezgi ve izlenimleri canlandırmaya, şairin ruhsal durumunu ve gerçekliğin belirsiz ve karmaşık birliğini dolaylı biçimde yansıtacak özgür ve kişisel eğretileme ve imgeler aracılığıyla varoluşun gizemini aktarmaya çalıştılar.
Simgeci şiirin başlıca temsilcileri Charles Baudelaire’nin şiir ve görüşlerinden fazlaca etkilenen Fransız Stephane Mallarme, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud’dur. Sembolik yazarlar arasında Jules Laforgue, Henry de Regnier, Rene Ghil, Gustave Kahn, Belçikalı Emile Verhaeren, ABD’li Stuart Merrill, Francis Viele Griffin yer alır.

İDEALİZM


• Dünyayı ve varoluşu bilinç ve düşünceye öncelik vererek açıklama öğretisinin temel olduğu felsefi akımın edebiyattaki uzantısıdır. İdealist felsefenin tüm özellikleri edebi eserlerde de görülür. 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Bireyci dünya görüşü ve simgecilik akımına bir tepki olarak doğmuştur. Çağcıl yaşamın artık makineleşen toplumları ve alabildiğine serpilip gelişen kentleriyle bireyi topluluk içinde yaşamaya zorladığını vurgulayan idealizm, bir arada yaşamanın yarattığı ortak kanı ve duyguları dile getirmeyi amaçlamaktadır.
Topluluk bilincini ve bu bilince göre bireyin varoluşunu, yaşamı belli belirsiz yönlendiren kimi tinsel gerçekleri betimlemeyi ön planda tutar. En büyük temsilcisi Fransız yazar Jules Romains’tir. Bu akımın temelleri, Romains’le Chenneviere’nin yazdığı Petit Traite de Versification (Şiir üzerine küçük inceleme) ve Georges Duhamel’le Charles Vildrac’ın kaleme aldığı Notes su la Technique Poetique (Şiir tekniği üzerine notlar) adlı eserlerde ortaya konulmuştur.

GELECEKÇİLİK (Fütürizm)


• 20. yüzyılın başlarında İtalya’da ortaya çıkmıştır. Edebiyatta devrim ve dinamizmi vurgulayan akım olarak değerlendirilir. İtalyan şair, romancı, oyun yazarı ve yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti’nin 1909’de Paris’te Le Figaro gazetesinde yayınladığı bildiri gelecekçiliğin manifestosu oldu. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphaneleri yerle bir edip ahlakçılık, feminizm ve bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız" deniyordu. Bu geçmişin bütünüyle reddi demekti. Aynı bildiride, "Biz dünyadaki gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani savaşa ve ölüme ¤¤¤üren güzel düşünceleri yüceltiyoruz" sözleri, siyasal alanda o dönemde gelişen faşizmden yana bir tavrın da açık göstergesiydi.
Gelecekçiliğin kurucusu Marinetti, Avrupa’da birçok yazarı etkiledi. Rusya’da Velemir Hlebinikov ve Mayakovski gelecekçiliğe yöneldi. Rus gelecekçiler kendi bildirgelerini yayınladı. Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski reddedildi. Şiirde sokak dilinin kullanılması istendi. 1917 Ekim devriminden sonra da gelecekçi akım güçlendi. Mayakovski’nin ölümüne kadar etkisini sürdürdü. İtalya’daki gelecekçiler ilk şiir antolojisini 1912’de yayınladı. Gelecekçilik faşizm ile özdeşleşti. Ve 1920’lerin ortalarına doğru etkisini yitirdi. Eserlerinde mantıklı cümleler kurmayı reddeden gelecekçilerin parolası, "sozcüklere özgürlük"tü. Ezra Pound, D. H. Lawrence ve Giovanni Papini bu akımdan etkilenen yazarlardır.


DADAİZM


• Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Marcel Janco ve Emmy Hennings’in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı cafe’de toplandı. Fransızca’da oyuncak tahta at anl¤¤¤¤¤ gelen "Dada" akımın ismi olarak seçildi. Bildirisi de burada açıklandı. Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. 1. Dünya Savaşı’nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı yazarlar, Kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini vurguluyorlardı.
Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupauld, Paul Eluard ile Georges Ribemont-Dessaignes’in yazılarının yer aldığı Litterature'dü. Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe yöneldi.

GERÇEKÜSTÜCÜLÜK (Sürrealizm)


• Avrupa’da bir ve 2’nci dünya savaşları arasında gelişti. Bu akım temelini, akılcılığı yadsıyan ve karşı-sanat için çalışan ilk dadacıların eserlerinden alır. 1924’te "Manifeste du Surrealisme"i (Gerçeküstülük bildirgesi) hazırlayan şair Andre Breton’a göre gerçeküstücülük, bilinç ile bilinç dışını birleştiren bir yoldur. Ve bu bütünleşme içinde düşsel dünya ile gerçek yaşam "mutlak gerçek" ya da "gerçeküstü" anlamda iç içe geçiyordu. Sigmund Freud’un kuramlarından etkilenin Breton için, bilinçdışı, düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneği idi.
Breton’un yanısıra Louis Aragon, Benjamen Peret, otomatik yazı yöntemleri üzerinde deneyler yaptılar. Kendi deyimleriyle, "gerçeküstü dünyanın düşsel imgelerini geliştirmeye" başladılar. Bu şairlerin dizelerindeki sözcükler, mantıksal bir sıra izlemek yerine bilinçdışı psikolojik süreçlerle bir araya geldiği için insanı irkiltiyordu. Gerçeküstücülük, yöntemli bir araştırma ile deneyi ön planda tutuyor, insanın kendi kendisini irdeleyip çözümlemesinde sanatın yol gösterici bir araç olduğunu vurguluyordu.
1925’ten sonra gerçeküstücüler dağılmaya, başka akımlara yönelmeye başladı. Ama resimden, sinemaya, tiyatroya kadar bir çok sanat dalını derinden etkiledi. Andre Breton’un yanısıra P. J. Jouve, Pierre Reverdy, Robert Desnos, Louis Aragon, Paul Eluard, Antonin Arnaud, Raymond Queneau, Philippe Soupault, Arthur Cravan, Rene Char gerçeküstücülük akımının önemli isimleridir.

HARFÇİLİK (Letrizm)


• Öncülüğünü Romen asıllı şair Isidore Isou'nun yaptığı, 2’nci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bir akımdır. Şiirde en küçük birim olarak sözcükleri değil harfleri temel alır. Bu yolla da yeni bir şiir ve yeni bir müzik yazmayı amaçlayan bir karşı-akım niteliğindedir. Isou’ya göre, "harf olmayan ya da harf olmayacak hiç bir şey tinsel olarak da var olamaz." Harfçilik, edebiyatın yanısıra sinemayı, dansı, müziği ve resmi de etkilemiştir. Çıkış noktaları, "sesleri, sözcükleri, imgeleri aynı anda topluca bir araya getirecek yeni anlatım yollarının araştırılması"dır. Francois Dufrene, Maurice Lemaitre gibi şairler bu akımın önemli isimleridir.

VAROLUŞÇULUK (Egzistansiyalizm)


• Yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıktı. Öncelikle bir felsefi akımdır. En önemli temsilcileri Martin Heidegger, Karl Jaspers, Jean-Paul Sartre, Gabriel Marcel ve Maurice Merleau-Ponty olmuştur. Felsefi bakımdan temelleri ise bunlardan önce Nietzsche, Kierkegaard ve Husserl gibi düşünürler tarafından atılmıştır. Varoluşçuluk 4 temel fikri savunur:
1. Varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu görüş bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.
2. Varoluş, öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlık'ın anlamının araştırılmasını da içerir.
3. Varoluş insanın içinden bir tanesini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür. Bu görüş her türlü gerekirciliğin karşıtıdır.
4. İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir "dünyada var olma"dır. Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarihsel bir durum içindedir.
Varoluşçuluğun etkileri çağdaş kültürün çeşitli alanlarında görüldü. Kierkegaard’ı izleyen Franz Kafka, Das Schools, Şato, Der Prozess, Dava adlı eserlerinde insanın varoluşunu bir türlü ulaşamadığı istikrarlı, güvenli ve parlak bir gerçeklik arayışı olarak betimledi. Çağdaş varoluşçuluğun özgün temaları, Sartre’ın oyunları ve romanlarında, Simone de Beauvoir’in yapıtlarında, Albert Camus’nün roman ve oyunlarında, özellikle de L’Homme Revolte (Başkaldıran İnsan) adlı denemesinde işlendi.

KİŞİSELCİLİK


• Kişiselcilik, soyut düşüncülükle özdekçiliğin karşısına tinsel gerçekliği, sözü geçen iki bakış açısının da parçalara böldüğü birliği yeniden yaratacak sürekli çabayı koyar. Kişiselcilik, Descartes'in "Düşünüyorum öyleyse varım" (Cogito ergo sum) geleneği içinde yer alır. Kişiselciliğin ana yapısı şöyle özetlenebilir: Kişilik, bilinç, kendi yargısını özgürce belirleme, amaçlara yönelme, zamanın akışına karşı öz kimliğini sürdürme ve değerlere bağlanma gibi temel özellikleri nedeniyle, bütün gerçekliğin dokusunu oluşturur.
Felsefi yönden ¤¤¤tfried Wilhelm Leibniz bu akımın kurucusu, George Berkeley de başlıca kaynaklarından biri olarak kabul edilir. Edebiyatta en önemli savunucusu Emmanuel Mounier’dir
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
15B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
2B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
11B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Üst