Atatürk Ve Kadınlarımıza Sağladığı Haklar

SüKuN Harbi Aktif Üye
Atatürk kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin her alanda çağdaş ve dünya
ülkelerine örnek bir devlet olmasını istiyordu. Devleti idare
şeklinde, kılık kıyafette eğitimde ve hukukta
yapılan köklü değişiklikler bu yolda önemli adımlar oldu. Bu
zincirin bir halkası da "Kadın Hakları"ydı. O'na göre
kadınların erkeklerle eşit olmadığı bir toplum "Ben
medeniyim." diyemezdi. 30 Ağustos 1925'te Kastamonu'da yaptığı
konuşmada;
"Bir sosyal topluluk, bir millet, erkek ve kadın denilen iki tür insandan
oluşur. Kabil midir ki, bir kitlenin bir parçasını geliştirelim,
diğerine müsamaha edelim de kitlenin bütününü ilerletebilmiş olsun. Mümkün
müdür ki, bir insan topluluğunun yarısı toprağa zincirlerle
bağlı kaldıkça, diğer bölümü gökyüzüne yükselebilsin. Şüphe
yok, gelişmenin adımları dediğim gibi, iki cins tarafından
beraber arkadaşça atılmalı ve gelişme ve yenilik alanında
birlikte, kesin bir tavır alınmalıdır. Ancak böyle olursa
inkılâp başarılı olacaktır." diyerek inkılâpların
ana felsefesini ve kadın hakları ve eğitimi konusunun önceliğini
belirtmişti.
O dönemde İstanbul'da bulunan bir İngiliz muhabiri; "Mustafa Kemal
Paşa ve arkadaşları memlekette birçok yenilikler yapabilirler, pek
çok şeyi değiştirebilirler; lâkin yalnız bir şey yapamazlar
o da kadınların hayatını değiştirmektir?" diyerek bu
konudaki çekincelerini dile getirmişti.
İngiliz muhabirin dile getirdiği düşünceler Avrupa'daki genel
kanının bir örneği konumundaydı.
"?kadınlarımızın da aynı tahsilden geçmeleri
sağlanacaktır..." diyen Atatürk genel kanının aksine
atılımları peş peşe gerçekleştirmişti.

İlk olarak 3 MART 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu
çıkarttırmıştı. Böylece Tanzimat Dönemi'nden kalma ikili
eğitim sistemi kaldırılmış, millî ve çağdaş
eğitimin temelleri atılmıştı. Bu kanun, kadını ve
erkeği ile Türk milletini çağdaşlaştırma yolunda önemli bir
adım olmuştu. 17 Şubat 1926'da kabul edilen Türk Medenî Kanunu,
kadınlarımıza ileri düzeyde bazı haklar
tanımıştı. Getirilen yenilikler bunlarla
sınırlandırılmamıştı.
Ulu Önder'in karma eğitim konusundaki kararlı tutumu sonucunda III.
Heyet-i İlmiye'nin 1926 yılında aldığı kararlar
ışığında 1927-1928 öğretim yılından itibaren
karma eğitime geçilmişti. Bu sayede kız-erkek öğrenciler bir
arada okumaya başlamıştı.
Karma eğitim, o devirde yapılabilecek en büyük atılımdı. Bu
sayede kadınlarımız yavaş yavaş kendilerini çevreleyen
duvarı yıkıp eğitim ve iş hayatında görünmeye
başlamışlardı. Zira, o yıllardaki istatistiklere
baktığımızda; Atatürk döneminde ilk öğretim kademesindeki
en yüksek artış % 352 ile kadın öğretmenlerde ve % 323 ile
kız öğrencilerde görülmüştü. Modern Türk kadınının
bilgi, beceri ve davranış yönünden yetiştirilmesini amaçlayan
kız enstitülerinde kız öğrencilerin sayısında % 225
artış sağlanmıştı. Cumhuriyet kurulduğunda yüksek
öğretimde hiç kadın öğretim üyesi yokken Atatürk'ü kaybettiğimiz
1938 yılında bu sayı 99'a çıkmıştı. Genel olarak
yüksek öğretim
kurumlarında erkek öğrenci sayısı % 220 artmışken,
kız öğrencilerin sayısı % 525 artış göstermişti.
Bu artışlar, Atatürk döneminde kadın erkek eşitliğine önem
verildiğinin en büyük kanıtı durumundadır.

Kurtuluş yolunun eğitimden geçtiğine ve bunun da kilit
noktasının kadın olduğunun en başından beri
farkında olan Atatürk'ün kadınlara sağladığı bu haklar
ve bu haklara kadınların gösterdiği yoğun ilgi sonucunda
kadınlar ikinci sınıf insan kategorisinden çıkmış ve
çağdaş medeniyetler seviyesindeki yerini almıştı. Gün
geçtikçe Türkiye'nin dört bir yanına yayılan eğitim imkânı bir
nevi Ulu Önder'in Kurtuluş Savaşı'nda destanlar yaratan Türk
kadınına itibarını geri vermesiydi. Eğitim alanında
sağlanan bu haklar, diğer alanlardaki pek çok hakkı da beraberinde
getirmişti. Mesleğe yönelik okullar açılmış ve buradan
mezun olan kadınlar doğrudan Türk iş hayatındaki yerlerini
almışlardı.
Örneğin; 1927 yılında ilk kadın doktorlarımız
görevlerine başlamışlardı. Müteakiben kadınlara siyaset
yolu da açılmıştı. 1931 belediye seçimlerinde siyasal haklara
kavuşturulan Türk kadınları, bu haklarını ilk defa 1933'te
kullanmışlar ve İstanbul ile diğer kentlerde belediye ve
yaşlılar meclisine seçilmişlerdi.
Aynı yılda Hitler'in NSDAP partisi Almanya'da iktidara gelip, Alman
kadınlarını "çocuk, kilise, mutfak" alanlarına hapsetmişti.

Öncü olmanın, bir millete liderlik yapmanın, onu topyekün ileri götürmenin
ne kadar meşakkatli ve önemli olduğunu Ulu Önder Atatürk'ün neden
diğerlerinden daha üstün bir devlet adamı, bir lider olduğunu
yukarıdaki örnekte bir kez daha açıkça görmekteyiz.
Bir tarafta eve kapatılmış, diğer tarafta zincirlerinden
kurtulmuş her türlü hakka sahip olan kadınlar?
Atatürk, toplumsal anlamda yaptığı değişikliklerin
dışında bireysel olarak da bu konularda duyarlı
davranmıştır. Baktığımız zaman manevî
çocuklarının birisi hariç tamamının kız olduğunu
görürüz. Hepsinin eğitimleriyle bizzat kendisi ilgilenmişti. Afet
İnan, O'nun girişimleri sonucunda tarih profesörü, Sabiha Gökçen ise
savaş pilotu olmuştu ki, Sabiha Gökçen'in savaş pilotluğu
eğitimi aldığı yıllarda dünyanın çoğu yerinde
kadınlar ilk öğretim seviyesinde eğitim dahi alamıyorlardı.
18 Nisan 1935'te bizzat kendisinin çabaları sonucunda milletler arası ilk
kadın kongresi İstanbul'da toplanmıştı.
Geçmişte evinden sayılı gün çıkabilen, erkeklerle yan yana
dolaşmaları yasaklanan kadınlarımız, Cumhuriyet dönemiyle
birlikte uygar bir seviyeye ulaşmıştı. İlerlemeyi ve
ilelebet payidar olmayı kafasına koymuş bir milletin
uyanışında öncü olmuşlardı. Kadın demek, hayatın
yarısı demekti. Ve bizim bu yarımız Cumhuriyet döneminde 20 nci
yüzyıl dünya kadınlarına örnek olacak konuma gelmişlerdi.
Görülen bütün gelişmeler "Türk Anası"nın daha iyi yetişmesini ve
bilgili hale gelmesini sağlamıştı.
Günümüz Türkiyesinin gençleri bilinçli, sağlıklı ve erdemli olarak
yetişmiş, yetişiyor ve yetişecek olmasını Cumhuriyet
döneminde kavuştuğu eğitim şansıyla kendisini en iyi
şekilde yetiştiren Türk Analarına borçludur.
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
15B
LAL
Yanıtlar
0
Görüntülenme
3B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
7B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
47B
Üst