18 Mart Şehitler Günü ile ilgili Yazılar

Ömer
Yönetici
18 Mart Şehitler Günü ile ilgili Yazılar, Şehitler ile ilgili Yazı, Şehit Günü ile ilgili Yazılar

18 Mart Çanakkale Zaferi ve Çanakkale Şehitlerini anma günü dolayısıyla sizlerle bir yazı paylaşmak istiyorum arkadaşlar. Sizde gönlünüzden geçenleri ve hoşunuza giden makale ve yazı denemelerini bizlerle paylaşabilirsiniz.

Gidip Dönmeyen Şehidime
Aziz Şehidim, bu mektubu kahramanca şehadetinden tam doksan altı yıl sonra yazıyorum. Birkaç yıkık ve dökük kelimeyle, uğrunda canınızı verdiğiniz hatıranızı yâd edebilir miyim, edemez miyim bilemeyeceğim. Bildiğim bir şey varsa o da vefalı olmak, sana layık torunların safında yer almak. Geçmişini hatırlamak… Kahramanca verdiğin mücadeleden ders çıkarma.

Düşmanlarınca, “hasta, ölmüş, yok olmuş ya da yarı canlı” suçlama ve küçük görmelerinin ardından kahramanca savaşarak, kurtuluşa giden yiğitliğini anlatmaya satırlar da kelimeler de yetmez. Ama bugün duygularımı satırlara dökmek, şehadete giden yolda vefamı sergilemek istiyorum.

Osmanlı oğlu’nu son bir hamleyle tarih sahnesinden silmek için gelmiştiler Çanakkale’ye. Dertli günlerin dertli şairi o gününü tablolaştırırken:

“Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela…

Hani, tauna da züldür bu rezil istilâ!” mısraları ile anlatmaya çalışıyordu. Yani, vebadan da beter, insanımızı kasıp kavuran rezil bir istilaya karşı amansız mücadele veriliyordu. Ellerinde ne var ne yok alıp Çanakkale’ye gelmişlerdi. Adeta kusuyorlardı; içlerindeki kin ve düşmanlığı…

Kendilerince, “içeriden de buldukları destek ve ihanet ortaklıklarıyla Çanakkale geçilip İstanbul işgal edilerek Osmanlının, Âlem-i İslam’ın son karakolu Anadolu’nun işi bitirilecekti.” Hesap buydu… Ama yanıldıkları bir nokta vardı ki, inanan insan ölüme gider ama mukaddeslerini vermezdi. Vatan da senin için mukaddeslerden biriydi. Öldün ama vermedin. Hatta bunu itiraf eden müttefik güçler komutanlarından biri, -gayri ihtiyari ya da bir hakikate parmak basmak üzere- şu cümleleri kuruyordu: “Bizim Osmanlı askeri ile baş etmemiz mümkün değildir. Çünkü bizim, korkarak üzerine gittiğimiz ölüme, onlar sevinçle gidiyorlar. Biz namlunun ucunda ölümü, onlar ise Cennet Bahçelerini görmekteler.” Doğrudur… Allah (celle celaluhu) onlara bu cümleleri söyletiyordu. Çünkü sen, inancı, namusu, vatanı ve tüm mukaddesleri uğruna korkusuzca ölüme koşan -ender bulunan- askerlerdensin. Çanakkale’de de bu inanç ve ahlakını ortaya koydun.

Burada ortaya koyduğun kahramanlığı, yiğitliği ve korkusuzluğu anlatmak için ciltlerle kitap yazmam gerekmektedir. Ama şunu unutmaman gerektiğini vurgulamak istiyorum: Sana ve kavgasını verdiğin duyguya layık nesil yetiştirmek idealimdir. Bunu tahakkuk ettirdiğim zaman sana vefa borcumu ödemiş, gözünü arkada bırakmayacak yatırımı yapmış olacağım. Temiz ve idealist bir nesil Çanakkale’yi ve ondan fışkıran ruhu asla unutamaz. İşte, benim de sana vefa gösteren bir nesil olabilmem için bu ruh ve anlayışın tahakkukunu yerine getirmem gerekmektedir. Bunu yapmaya çalışıyorum...

Hatta o gün oraya vatanımı işgale gelenlerin masum, günahsız, tutulacak el bekleyen yavruları da bana emanettirler. Hedefimde onları da dost ve yakın edinmek vardır.

Aç, susuz ve biilaç, günlerce topraklarımı ele geçirmeye kalkanlara karşı, göğüs göğse verdiğin mücadele tarihe sığmaz. Kimi zaman önden geldiler kimi zaman arkadan… Kalleşçe, o günün en ileri teknolojisinin, em acımasızlıyla karşında duranı ıstırap şairimiz şöyle tasvir etmeye çalıştı: Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,

“Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize afetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz.” Ama sen yılmadın, pes etmedin inanç ve kararlılıklarla gittin üstlerine…
Düşmanın gözü öyle dönmüştü ki, metre kareye altı bin mermi düşecek kadar kin ve gayz kusmaktaydı. Sefilce yapılan bu saldırının encamını şairimiz Akif şöyle dillendiriyordu:
“ Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...”

Ne milyarlarca mermiler ne de toplar engel olamamıştı Seyit Onbaşı’nın gönlündeki cesaret ve korkusuzluğa. Seyit onbaşılar binler olmuştu, karşı durmaktaydı hayâsızca düşmanın saldırısına…

Bin bir entrika uyguladılar: Kimi zaman karadan, kimi zaman denizden… Uyguladıkları her plan yüzlerine vuruldu; aşamadılar göğsündeki imanı ve asaleti... Etrafında şehitleri gördükçe canlandın, dirildin ve daha çok coştun…

Sen cephede ölüme ve şehadete koşarken cephe gerisinde dua ve yakarışlarıyla, ellerinden gelen gayretlerin en üst ileri düzeyde kileriyle, anam, bacım, kızım, kızanım beste tuttu senin kahramanlığına. Gözler sabahlara kadar gözyaşı dökerken, gönüller tan yeri ağarana kadar senin için atıp durdu…

Genç, çiçeği burnunda, bıyığı henüz terlememiş yiğittin, okulunu, eğitimini öğrenimini yarıda bırakarak “Din, iman, namus, vatan elden gidiyor; hayatım da neyin nesi?” deyip düştün yollara… Sevgililerinden, yeni doğan çocuğundan ayrılıp bir daha dönmedin sıcak yuvana… Ellerin yeni kınalanmıştı, düğünün daha dün yapılmıştı. Ama özgürlük söz konusu olunca bunların hepsini unutmuş, yollara düşüp bir daha eve dönmemiştin…

Koca bir nesildin… Çanakkale’de canını vatana ve bağımsızlığa vakfettin… Dönüşü olmayan bir yola girdini... Ne mutlu sana!

Yapıp ettikleriniz için neler desem az gelecek. Bilmem, ortaya koyduğun ölümsüzlüğü mısraları ile tablolaştıran şairimizin aşağıdaki enfes sözleri, sana ve kavgasını verdiğin şanlı mücadeleye yeter mi?

“Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihan,
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber. (Mehmet Akif Ersoy)
İnsanlığın İftihar Tablosunun kendisine göğsünü açtığı bir şehit için başka mükâfata gerek var mı? Bundan daha büyük karşılama mı olur?

Ey şehidim! Tarihe altın harflerle yazdığın bu hatıranı yazmaya ne gönlüm ne kelimelerim ne de fikri yapım müsaittir. Satırlarımı hangi kelimelerle bitireceğimi bilememenin acizliği ile son verirken, ölene kadar sana layık bir neslin ihyası için mücadele safından geri kalmayacağıma söz veriyorum. Yerinde rahat uyu, ey şanlı şehidim!

Torunun Aciz Abdullah
 

Benzer Konular

Yanıtlar
0
Görüntülenme
41B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
27B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
19B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
31B
Yanıtlar
0
Görüntülenme
10B
Üst